-*- Harry Potter kitabı, filmi ve karakterlerine sahip değilim. -*-

Gece devam ediyordu. Tepede, gökyüzünün simsiyah karanlığında, şehrin kalın sisinin ardından tek tük yıldızlar seçiliyordu. Duyulabilen tek ses evlerine dönmeye çalışan insanların kullandığı arabaların çıkardığı homurtulardı ama onlar da gökyüzü gibi uzaktaydılar, o yüzden sesler sadece bir hayalmiş gibi geliyordu dinleyene. Dar bir caddenin köşesinde hepsi siyah kıyafetli bir grup dikiliyordu.

"Sizce şu yaşlı bunak dükkanı kapatacak mı?" diye sordu gruptan biri; geniş kaslı kolları vardı ve kapüşonu başına geçirilmiş koyu kahverengi bir ceket giyiyordu.

"Kapatmalı Goyle, herkes gece olunca dükkanını kapatır," diye yanıtladı daha ufak tefek, koyu renk tenli genç.

"Keşke şu lanet olası biraz acele etse, burada kıçımız dondu."

Zayıf ve uzun genç konuştu. "Hepiniz şu kahrolasıca çenelerinizi kapayın." Draco Malfoy'un, şu anda hiç de arkadaşlarının tartışmalarını dinleyecek tahammülü yoktu. Bütün sinirleri tepesindeydi ve her an patlayabilirdi. "Sen de ceket giymeliydin Crabbe, amma geri zekalısın."

"Burada bir aptal gibi iki saat boyunca dikilip duracağımızı düşünmemiştim, kusura bakma Draco," diye lafı yapıştırdı Crabbe. Draco uzun genci görmezden geldi ve bakışlarını caddenin karşısındaki küçük ve karanlık çevirdi verdi. Dükkanın sahibinin dükkanı kapatması için yaklaşık iki saattir bekliyorlardı ve adamın, diğer dükkan sahiplerinden farklı olarak gece yarısından sonra kapattığı anlaşılmıştı.

Alışılmadık derecede soğuk bir Ekim gecesiydi; kendilerini ısıtmaya çalışırlarken, verdikleri nefeslerin buhar halinde yükseldiğini görebiliyorlardı. Draco, bu kadar soğuk olabileceğini düşünmediği için bere getirmemişti, açık sarı saçlarının üstüne ince kapüşonunu geçirmişti. Kapüşonunu başına iyice oturtup eldivenli ellerine hohladı. 'Hadi ama, bir an önce kapatıp defol,' diye düşündü titrerken. Eve annesinin yanına dönebilmek için bir an öne bu işin bitmesini istiyordu.

Koyu renk tenli genç fısıldadı."Bakın!" Blaise Zabini elini kaldırarak caddenin karşısını gösterdi. Draco hemen onun gösterdiği yere dönerek dikkatini oraya verdi. 'Nihayet,' diye düşündü. Yaşlıca ve kel bir adam olan dükkan sahibi, ön kapıyı kapatıp elindeki anahtarlarla kilitledi. Adam kapıyı kilitlerken, grup anahtarların şıkırtılarını dinledi.

Yaşlı adamı, köşeden dönüp görüş alanlarından çıkana kadar dikkatlice izlediler.

"Sonunda," dedi Goyle. "Ellerimi hissedemiyorum."

"Hadi gidelim çocuklar," dedi Draco ve caddenin karşısına elinden geldiği kadar sessiz bir koşu kopardı. Arkasındaki kesik nefesleri ve koşan ayak seslerini duyabiliyordu. Ön kapının etrafında gruplaştılar ve bu geç saatte gezinen birileri var mı diye etraflarına bakındılar.

Kimsenin olmadığını gördüklerinde Blaise başını onay anlamında salladı ve Draco yanında getirdiği levyeyi çıkardı.

"Alarm devreye girdikten sonra polisler gelene kadar yaklaşık beş dakikamız var, anlıyorsunuz değil mi?" Diğerleri anladıklarını göstermek için başlarını salladı.

Ve Draco büyük camlardan birisini kırdı. Sessiz gecenin içinde yükselen kırık cam sesleri kulakları sağır edici gibi gelmişti. Draco sese rağmen yerinden kıpırdamamıştı ama kırık camların üstünden zıplayıp içeri atlarken tereddüt etmedi. Dükkanın içindeki camlara bastığında çıtırtı sesleri geldi. İçeri doğru yürüdü. Kendisinden sonra diğerlerinin de içeri girdiğini duydu.

Karanlık dükkana bakarken bir şey eksikmiş gibi geldi. Bir an sonra da anladı. Dükkan tamamen sessizdi.

"Alarm nerede?" Blaise Draco'nun düşündüğü soruyu seslendirmişti. Hepsi şaşkınlıkla birbirine bakıyordu.

"Her neyse, parayı alıp gidelim buradan. Unutmayın, başka bir şeye ellemek yok. Polis gelmesi durumunda bir de bunlar için endişelenmeyelim."

'Zaten muhtemelen bir şeyi hareket ettirdiğimizde otomatik olarak devreye giren bir hırsız alarmı kurulu,' diye ekledi içinden Draco. Dükkanın uzak bir köşesinde duran kasaya doğru aceleyle koştu.

Pencerede kullandığı levyeyi burada da kullandı. Kulak zarını yırtarcasına çalmaya başlayan alarm sesi sessizliği yardı.

'Sıçtık, alarm kasaya bağlıymış," diye düşündü Draco aceleyle parayı alırken. Hiç vakit kaybetmeden odanın karşı tarafında diğerlerinin dışarı atladığı pencereye doğru koşmaya başladı. Uzaklardan duyulan siren sesleri yaklaşıyordu. Draco elindeki parayı hemen Blaise'in eline tutuşturdu; en hızlıları oydu, yakalanma şansı en az olan da.

"Ayrılın," Blaise emrettikten sonra bir yöne koşmaya başladı. Diğerleri de farklı yönlere döndüler. Draco son hızla bir caddenin köşesini döndü. Ayakları caddeye vurdukça sesi yankılanıyordu. Polis sirenlerini duydu, artık iyice yakınlaşmışlardı. Çok yakınında bir tanesinin sesini duydu ve -

'O zaman bu demektir ki…' Draco'nun düşünceleri, köşeyi dönerek farıyla etrafı ışığa boğan polis arabasıyla bölündü. 'Evet, işte burada.'

Draco düşünerek vakit kaybetmedi. Kayarak köşeyi döndü ve başka bir karanlık sokağa daldı. Soluk soluğa kalmıştı ve aldığı nefesler kesik kesikti. Bir çitin üstünden atlayıp yerde yuvarlanırken polis arabasının hemen arkasında durduğunu ve içindeki polislerin dışarı çıktığını duydu.

'Şu kahrolasıca sigarayı bir an önce bırakmalıyım,' diye düşündü Draco başka bir köşeyi dönerken. Bir anlığına soluklanmak için durdu. Göğsü hırıldıyordu. Başını kaldırıp etrafı dikkatlice dinledi. Arka tarafta mavi ve kırmızı ışıkların vurduğu duvarda onu arayan polis memurunun gölgesini gördü.

"Fazla uzağa gidemez," dedi sert bir ses. "Sen arabaya gidip yolunu kes. Elimizden kurtulamayacak."

"Peki efendim!" dedi daha genç bir ses ve arabaya doğru koşan ayak sesleri duyuldu. Işık aniden karanlık caddeyi aydınlattı. Draco canını yakan nefesler alıp verirken polis memuru ona yaklaşıyordu, adımlarının sesinden dikkatli yürüdüğü belliydi.

Ve Draco derin bir nefesle saklandığı yerden fırladı ve daha önce hiç koşmadığı kadar hızlı koşmaya başladı. Adamın bağırdığını ve onu takibe başladığını duydu. Büyük ihtimalle memur Draco'dan daha formdaydı çünkü Draco ona gittikçe yaklaşan adamı hissedebiliyordu.

'Kahretsin,' diye düşündü Draco, bir köşeden daha kayarak dönerken ayağı takıldı. Avuç içlerinin üstüne devrilirken derisinin canını yakarak sıyrıldığını hissetti ama hemen kendini toparlayıp tekrar ayağa kalktı ve koşmaya devam etti. Birden polis arabası karşısına çıktı ve durmak zorunda kaldı. Köşeye sıkıştırılmıştı.

"Kımıldama!" diye bağırdı memur arkasında. Adamın silahını çıkardığını duydu, Draco çıkan silahın ona doğrultulduğundan emindi. Gözlerini devirdi. Arabadaki polis de arabadan çıkıp silahını ona doğrultmuştu.

'Bakalım, iki polis, iki silah, bir araba,' diye hesapladı zihninde Draco. 'Buradan sağ salim çıkma ihtimalim nedir?' Etrafına bakındı. 'Pekala, bunu öğrenmek için tek şansım var.'

Ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri olmadan Draco hayatındaki en aptalca kararını aldı. Sola daldı ve ateş alan tabancaların seslerini kulak arkası ederek rüzgar gibi koşmaya başladı. Polis arabasını atlatıp başka bir caddeye daldı.

Onu kovalamak için iki adam da arabaya binerken tekerleklerin çıkardığı tiz sesleri duydu.

Draco nefesini tutmaya çalışarak bir binanın gölgeleri arasına saklandı; kalbi göğüs kafesini delip çıkmak ister gibi atarken göğsü acıyordu. Polis arabası yanından geçerken adrenalinin damarlarını yaktığını hissetti. Birkaç saniye sonra araba uzaklaşmıştı. Kendisine gelmeye çalışırken binanın duvarından ayrıldı. Bir elini götürüp çarpan kalbinin üstüne koydu ve gözlerini kapatırken tişörtünü sıkıca kavradı. Arkasını dönerek alnını soğuk duvara yasladı ve uzun uzun küfretti.

"Lanet!" diye fısıldadı yumruğunu duvara geçirirken. Derisinin yandığını hissetti ama bunu umursamadı. "Bu seferki çok yakındı." Nihayet biraz normale dönünce kendini doğrulttu ve elini saçlarından geçirdi; kapüşonu polisler tarafından kıstırıldığında açılmıştı.

Polis arabasının caddeye yine girdiğini gördüğü anca çömeldi; araba köşeyi yavaşça döndü ve caddeyi kırmızı ve mavi ışıkla doldurdu. Draco arabayı başka bir caddeye girip gözden kaybolurken izledi.

Etrafına bakınarak binanın gölgesinden çıktı ve dikkat çekmemek için normal davranmaya gayret ederek yürümeye başladı.

Siren seslerinin uzaklaşmasını dinledi ve duyulmaz olduğunda derin bir nefes aldı. 'Ucuz atlattık.'

Draco ayrılma durumunda tekrar bir araya gelmek için kararlaştırdıkları Blaise'in evine doğru yola çıktı. Polis arabasının aniden köşeyi dönüp karşısına çıkmamasını umdu. Ama zaten sirenler çoktan geceye karışıp etrafı sessizliğe gömmüştü.

Mümkün olduğunca gölgelere saklanarak yoluna devam etti. Blaise'in evine yaklaşık bir buçuk kilometre yolu kaldığında ciddi yorgunluk emareleri göstermeye başlamıştı. 'Eh, bu çokta şaşılacak bir durum değil.'

Kafası ne olup bittiğine dair düşüncelerle doluydu. Hayatının nasıl böyle değiştiğine inanamıyordu. Annesinin hastalanmasından ve babasının iflasından sonra Draco kendisini evin gelirini sağlayan kişi olarak bulmuştu. Ama girdiği işlerden aldığı para, faturaları ödemeye yetmiyordu; grubu da hırsızlık yapmalarını önermişti. Hırsızlıktan gelen paralar yaşamlarını sürmelerine yetecek kadardı. Bir tek babasının içki içme alışkanlığı hayatlarını mahvediyordu ve paralarını tüketiyordu. Adamı her düşünüşünde bütün benliğinde ona karşı bir nefret uyanıyordu.

Farkında olmadan kendini Blaise'in evinin önünde buldu. Ve daha bir an geçmeden ayakları bir adım atamazmış gibi ağırlaşmış ve göz kapakları kapanmaya başlamıştı. Saçları yüzüne terden dolayı yapışmıştı ve soğuk hava sıcak ve nemli tenini ürpertiyordu.

Merdivenleri tırmanıp ön kapıyı iki kere tıklattı. Kapıya doğru hareketlenme olduğunu duydu ve bir an sonra kapı aralandı. Blaise'in kafasını dışarı uzattığını gördü; gencin gözleri Draco'ya odaklandı ve kapıyı sonuna kadar açtı. Draco'yu içeri savurup kapıyı sıkıca kapatıp arkalarından kilitledi.

"Draco! Sonunda geldin, iyice endişelenmeye başlamıştık," dedi Blaise. Draco, grubun diğer üyelerinin onun gelmesini beklediği yere, oturma odasına yürüdü.

"Evet, ufak bir problem yaşadım. O polisler gerçekten çok inatçıydı."

"İyi ki yakalanmadın."

"Biliyorum, bu dünyada en son istediğim şey yine o ıslah evine düşmek," diye yanıtladı Draco sertçe. Geçen senesini bir saldırıdan dolayı Juvenile Islah Evi'nde geçirmişti ve oraya dönmek için can attığı söylenemezdi.

"Sence yüzünü görmüşler midir?" diye sordu Crabbe, Draco herkesin etrafında oturduğu masada onun yanına çökerken.

"Pek sayılmaz, yani, kapüşonumu giymiştim ve yüzümü gayet iyi gizliyordu," dedi Draco. Daha önce de polisten kaçmıştı ve bu sefer yakalanmayacağı kesindi. Bu şehirdeki tüm polisler gerçekten aptaldı.

Ufak bir tomar parayı alıp ona uzatırken "Bu arada, işte. Senin payın," dedi Blaise. Draco başını sallayıp cebine koymadan önce parayı çabucak saydı.

"Bu gece burada mı kalacaksın?"

"Evet, bugün kendimi eve gidip sarhoş babamın salyalarını temizleyecek havada hissetmiyorum pek; umarım annem bensiz idare eder." Draco o gece eve döneceğine dair söz verdiğini biliyordu ama babasından mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışıyordu.

"Peki, çok ses yapmamak kaydıyla burada takılabilirsiniz. Benim yaşlı cadı sizi pek sevmiyor, biliyorsunuz."

"Tamam, tamam, öyle olsun," dedi Draco. "Ne de olsa kocakarıyı kızdırmak istemeyiz, değil mi?"

Draco, Blaise, Crabbe ve Goyle yatmak için yerleşirlerken güldüler.

Ertesi sabah Draco kaçınılmaz olan yüzleşme sahnesi için kapıyı açıp kendi evine girdi. Burada olmaktan nefret ediyordu; buraya geri dönmesinin tek sebebi annesiydi. Onu babasıyla bir başına bırakamıyordu; başına neler gelebileceğini kimse bilemezdi. Annesine olup bitenden kendisini sorumlu tutuyordu.

Dar holde yürüdü. Burası yıllardır ihmal edilmişti, artık evi temizleyen annesi de olmadığı için her taraf kir ve tozlarla kaplıydı. Draco evin düzenini yine de korumaya çalışıyordu; çamaşır ve bulaşığı aradan çıkarıyor, etrafı kirleten yerdeki boş bira kutuları ve şişeleri topluyor ve yemek pişiriyordu ama bu pek de bir işe yaramıyordu. Çünkü okulu, üç işi ve gizli gece yaşamı yüzünden çok kısıtlı zamanı vardı.

Oturma odasına girdiğinde onu karşılayan görüntü kanının öfkeden kaynamasına sebep oldu. Babası kanepeye yayılmıştı ve etrafı bira kutularıyla çevriliydi. Adam sızarken elinde olan yarı dolu şişeyi sıkıca kavramıştı. Horultusu evdeki tek gürültüydü. Uzun, yağlı, sarı saçları yüzüne dökülüyordu ve kıyafetleri -kim bilir neden- lekelenmişti.

Draco odada kutuları etrafa dağılacak şekilde tekmeleyerek, odanın karşı tarafına geçti ve kendini mutfağa attı. Mutfağa girdiğinde mide bulandırıcı adamın, arkasındaki odadan gelen horultularını duymazlıktan gelmeye çalıştı ama bunu yapması gerçekten çok zordu.

Draco'nun nasıl olduğunu aşağı yukarı tahmin ettiği mutfak gerçekten de tam bir pasak içindeydi. İçeridekinden de çok kutu ve şişe her tarafa yayılmıştı, aradan birkaç kırık tabak ve bardak da görülüyordu. Masanın üstüne bir kutu aspirin yayılmıştı ve musluk kirli tabaklarla doluydu.

Draco mümkün olduğunca çok ses yapmaya çalışarak dolapları açıp kapatmaya başladı. Hepsinin boş olduğunu gördüğündeyse buzdolabına gitti ve onu da bomboş vaziyette buldu.

"Kahrolası!" diye bağırdı Draco kapıyı çarparak kapattığında. "Burada her şeyi ben mi almak zorundayım?"

"Ne haltlar karıştırıyorsun orada velet!" babası Lucius oturma odasından boğuk bir sesle bağırdı.

"Tüm yiyecekler nerede?" diye geri bağırdı Draco. "Lanet olası tembel kıçını kaldırıp ailene yiyecek bir şeyler almak için bakkala kadar lütfetsen ölür müsün?"

"Benimle o şekilde konuşamazsın seni küstah," dedi Lucius hıçkırırken ve başka bir bira açtı. Draco gözlerini mide bulantısıyla devirdi ve ceketini sandalyeden kapıp başka tek kelime etmeden kapıya doğru gitti.

Draco ceketini omzuna alarak kalabalık şehir caddelerinde yürümeye başladı. Giydiği kot pantolonun cebine ellerini soktu ve insanların arasına katılırken öne eğilerek kamburunu çıkardı. Güneş çoktan yükselmişti ve ensesine vuruyordu. Geçen gecenin soğukluğuna karşılık bu ılık bir gündü ve ince kapüşonu birden ona ağır gelmeye başladı.

Draco bunu görmezden geldi ve cebindeki paraları kavrayarak en yakındaki markete yöneldi. Kafasından almaya ihtiyacı olduğu şeylerin bir listesini yapıyordu.

'Süt, ekmek, yumurtalar… ve diğer şeyler,' diye düşündü klimalı dükkanın otomatik kapılarından içeri girerken.

Elinden geldiği kadar dikkat çekmemeye çalışarak reyonlar arasına girdi. Yürürken insanların ona attığı bakışları görmekten hoşlanmazdı; hep aynı nazarla bakıyorlardı. O bir sokak serserisiydi ve bir çeteye üye olmasından dolayı kafasına bir kurşun sıkılmasından daha iyisini hak etmiyordu.

İçinden listesini gözden geçirirken ucuzundan bir somun ekmek, yarım litrelik süt kutusu ve bir düzine yumurta aldı. Her aldığı için ne kadar harcadığını hesaplıyordu. Bu para çalıp çırpma ve ne kadar harcadığını hesaplama işlerinden dolayı matematiksel işlemleri iyi yapabiliyordu.

İhtiyacı olan bir şey var mı diye bakarak reyonda ilerledi. 'Hmm, sanırım çamaşır deterjanına ihtiyacımız var…' düşünceleri yüksek ve rahatsız edici kıkırdamalar tarafından kesilmeden önce ne kadar parası kaldığını hesaplıyordu.

Draco duymazlıktan gelmeye çalıştı ama sesler düşündüklerinin üstüne tırmanmış tepiniyordu resmen. Kendine engel olamadan bu rahatsız edici sesleri kimlerin çıkardığına bakmak için yavaşça o tarafa yaklaştı. Ve kendi yaşlarında bir grup kızı karşısında buldu; belli ki çok komik bir şey hakkında konuşuyorlardı çünkü arada sırada yine kıkırdama nöbetleri geçiriyorlardı.

'Lanet olası kızlar,' diye düşündü Draco onlara bakarken. Ama birden kulakları tamamen farklı bir sesle doldu, daha yumuşak ve diğer kızlarınkinden daha ahenkli.

"Hadi ama, bu o kadar da komik değil!" dedi ses gülmeye başlamadan önce. Daha yumuşak ama derinden gelen ve kesinlikle bir erkeğe ait sesti. Draco bu kız grubunun ortasında kaybolmuş sesin sahibini merak etti bir an, sonra sesin sahibi ortaya çıktı.

Garip görünüşlü bir gençti; zayıf, hatları narin ama besbelli güçlüydü. Draco kolları ve bacaklarındaki kasların varlığına dair iyi bir tahmin yapabilirdi. Saçları koyu renkti, daha önce hiç tarak değmemişçesine dağınıktı ve gözleri canlı renkte yeşildi. Daha önce böyle renkte gözleri olan birisini görmemişti.

Draco kızların hepsinin ona dönüp şüphe ve tiksinti dolu bakışlarıyla karşılaşana kadar gözlerini dikip bakakaldığını fark etmemişti. Yalnızca genç adam ona merak ve anlayış dolu bakıyordu ama bir an sonra kalabalık kız grubu tarafından sürüklenerek götürüldü.

'Her neyse,' diye düşündü Draco ve alışverişine dönmeden önce başını salladı. 'İsterlerse kendilerini uçurumdan atsınlar, bana ne!"

Draco alışveriş torbalarıyla bir saat sonra eve döndüğünde babası kanepede yine sızmıştı. Adama bulaşacak hali olmayan Draco onu uyandıracak ses yapmamaya özen gösterdi. Elindekileri mutfağa götürdü ve yerlerine koymaya başladı. Bitirdiğinde poşetleri daha sonra kullanmak için çekmeceye koydu. En ufak bir şeyi bile ziyan edecek lüksleri yoktu.

Daha sonra annesine atıştırmalık hazırlamak aklına geldi. Yarım bardak sütle bir tepsi yiyeceği dengeleyerek annesinin odasına taşıdı.

Kapıyı diziyle ittirip açtı; oda karanlıktı ve annesinin yatağın üstünde uzanan bedenini güçbela görebiliyordu.

"Anne, uyanık mısın?" diye fısıldadı Draco odada yürüyüp tepsiyi sehpaya yerleştirirken.

"Selam tatlım," diye bir fısıltı cevapladı onu.

"Gücünü toplayabilesin diye sana yiyecek bir şeyler getirdim," dedi Draco onun yanına çökerken.

"Sen bir tanesin, biliyor musun?" annesi, Narcissa, Draco'nun yüzünden perçemlerini çekti. Draco ayrılmadan önce eğilip onu yanaklarından öptü.

Kapıyı açıp dışarı çıktı, arkasından kapattığındaysa derin bir iç çekti. Annesi daha fazla dayanamayacaktı, biliyordu. Draco başını sallayarak oturma odasına geri döndü, daha fazla kutu saçarak odayı baştan başa geçti ve kumandayı eline aldı. Haberlerin tam ortasındaki televizyonu açtı.

Sesi biraz açarak televizyondaki kadının konuşmasını izledi.

"Polis hala silah dükkanına soygun düzenleyen hırsızları arıyor. Şu anda soruşturması süren beş hırsızlık vakası bulunuyor. Bu hırsızlıkların ardında kimlerin olduğu sorusuna hala bir cevap bulunamadı. Sırada hava durumu…"

Draco televizyonu kapatıp kumandayı bir kenara fırlattı. Polis eninde sonunda onları aramaktan vazgeçecekti; dikkati kendine çekecek başka bir hırsızlık ya da suçun ortaya çıkacağından emindi. Bu şehir kesinlikle bir cehennemdi.

Gerinip esneyerek kalkan Draco odasının yolunu tuttu. Yatağının üstüne yığıldı, son yirmi dört saatte neler olup bittiğini düşünüp tavanı izlerken gözleri yorgunluktan isyan ediyordu. Tüm yaşamı altüst olmuştu ve bunu biliyordu.

Yan dönerken gözlerini kapattı ve sonunda uykunun o sıcak çekiciliğine dayanamadı.