Savaş bitmişti. Hem de yıllar önce… Artık geriye bir efsane kalmıştı. Kral Arthur Efsanesi…
Merlin rüzgar onun sakalını okşarken içinden geçirdi. Gözleri Avalon Göl'ünü süzüyordu. Her şey bir film şeridi gibi göznün önünden geçti. Arthur önce bir prensti. Sonra Merlin onunla tanıştı. Merlin kadrenin Arthur'u korumak olduğunu öğrendi. Merlin onu korudu. Arthur büyük bir kral oldu. Sonra düşmanlarına karşı birlikte mücadele ettiler. Ve en sonunda Arthur büyük savaşları kazandı. Sonunda Arthur'un bedeni Kutsanmışlar Adası'nın topraklarına kavuştu.
Merlin bunları düşünürken içine tuhaf bir his girdi. Bu belki özlemdi. Belki bir gururdu. Belki de pişmanlık. O yüce bir büyücüydü. Belki de yeryüzündeki son büyücüydü. Ama hissettiği şeyin büyüsü onun gücünden daha fazlaydı. Belki Merlin Arthur'un ölümü yüzünden kendini suçluyordu. Belki de bu efsanenin bitmediğini düşünüyordu.
Merlin yavaşça gözünü gölden ayırdı. Sonra derin bir iç çekişle yürümeye başladı. Attığı her adımda hissediyordu. Onun için dünya durgun değildi, o dünyanın döndüğünü hissediyordu. Merlin artık bu dünyaya ait olmadığını biliyordu. Artık gitmeliydi ama nereye gidecekti? Onun ölümü kaderin elinden olacaktı bu yüzden ona sadece beklemek kalmıştı. Ama kader niye hale ona ölümü getirmemişti? Neyi bekliyordu? O görevini tamamlamamış mıydı? Neden hala mutlu değildi?
Merlin bir an durdu. Kulaklarına tuhaf bir ses geldi. Bu tanıdık bir sesti. Bu seste çok yüksek bir güç vardı. Ve de duyguları öyle karmaşıktı ki… Ama bu seste hiçbir kelime, sözcük yoktu. Bu bir nefes sesiydi. Bir ejderha nefesi… Ama tek yaşayan ejder Büyük Ejderha'ydı. O'nun öldüğü günü biliyordu. O gün bütün bedeni titremişti. Fakat Aithusa hala yaşıyor olmalıydı.
Bu doğru olabilir miydi? Aithusa hala yaşıyor olabilir miydi? İnsanlar ve dünya değişmişti. Artık büyü denen güç insanlar için bir masaldan ibaretti. Ve böyle bir dünyada bir ejderhanın yaşaması mümkün değildi… Peki o neredeydi?
