Not: Hafif, ve bazı yerlerde mizahi mıntıkaya kaçan tonun sizi kandırmasına izin vermeyin. İleriki bölümlerde maalesef oldukça ağır sahneler bulunuyor. Ama yaşanacak tüm trajedilerin sadece trajedi yaratmak adına değil, hikâyenin işlediği ana temalara hizmet etmek için yaşanacağına söz verebilirim.
.
.
.
Bölüm 1 (Harry)
RAKI, BEBE-RON VE MUGGLE UYUŞTURUCULARI
.
.
.
Sokak lambalarının aydınlattığı Little Hangleton kasabası, bir kartpostal gibi görünüyordu. Çoğu kasaba sakini Noel'in üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen ışıklı süslemelerini hâlâ kaldırmamıştı, tuğla evlerin karla kaplı çatıları rengarenk ışıldıyordu. Beyaz sokaklara sonsuz bir sessizlik hakimdi. Sakin, güzel bir sessizlikti bu, tabii kediyi saymazsanız. Mutlak sessizliği bozan şey yalnızca bir kediydi, ıslak yangın merdiveninde volta atan siyah bir kedi. Dakikalardır karşısındaki pencere pervazına atlamaya çalışıyordu, fakat bir türlü cesaretini toplayamamıştı. Küçük, titrek bedeni her seferinde biraz daha öne eğiliyordu, fakat her seferinde korkuya yenik düşüp geri çekiliyordu.
Kedi, zıplamayı her şeyden çok istediği binayı dikkatle inceleyip tartarken, aşağıdan gelen bir Pop! sesiyle irkildi. Aralarında hâlâ beyaz kar taneleri bulunan ıslak tüyleri havaya dikilmişti, dikkatle sesin kaynağına bakıyordu.
Sesin kaynağı iki kişiydi. İki pelerinli figür. Little Hangleton'ın hiç basılmamış, dümdüz karlı zeminini bozarak aceleyle ilerliyorlardı. Pabuçlarından çıkan haşırtılar, kedinin daha da işkillenmesine sebep oldu. Kulakları dikilen kedi, tüm dikkatini aşağıdaki pelerinli figürlere vermişti, pencere pervazını unutmuş gibiydi.
Pelerinli figürlerden birinin ayağı her iki adımda bir kayıyordu. Lanet okuyarak yürümeye çalışan kadın, en sonunda pes edip duvardan destek alarak yavaş adımlar atmaya başladı. Öndeki pelerinli omzunun üzerinden kadına baktı, homurdanarak yavaşladı.
"Acele etmemiz gerektiğinin farkındasın, değil mi?" diye sordu adam sabırsızca.
"Biliyorum, şu lanet ayakkabılar."
"Impervius!" dedi pelerinli adam; ince, tahta bir sopayı kadının ayaklarına doğrultmuştu. "Şimdi nasıl?"
Kedinin dikey gözbebekleri inceldi. Çakmak gibi parlayan sapsarı gözler, dikkatle adam ve kadını izliyordu.
"Daha iyi," dedi kadın. Desteksiz yürümeye başlamıştı. "Ama yine de biraz kayıyorum. Büyüyü tam tutturamamış olmalısın."
Adam homurdandı. "Biraz dikkatim dağınık."
Sokağın köşesine geldiklerinde durdular.
"Bu ev," dedi kadın. Sokaktaki tek ışıksız evin önündeydiler. "Daha sesli olacağını düşünmüştüm. Sence başlamış mıdır?"
"Tam doğum saatini bilmiyoruz. Başlamamış olma ihtimali bitmiş olma ihtimaliyle aynı."
Kadının, pelerinin altından derin bir nefes aldığı duyuldu.
"Hastaneye gitmediklerini umalım," dedi.
"Bu imkansız. Doğumun evde gerçekleştiğine dair kanıtımız var." Kadının çantasını işaret etti.
"Belgeler yanılabilir, R-" evden tok ve gürültülü bir ses geldi. Ve ardı arkası kesilmeyen patırtılar başladı.
İki pelerinli figür de kaskatı kesildi, tuğla evin kapısının önünde rahatsızca duruyorlardı. Evde olduğunu umdukları kişi her kimse evdeydi. İkisi de gözlerini kapıdan ayırmıyordu.
"Zaman Döndürücü'yü doğru tarihe ayarladın mı?"
"İki kez kontrol ettim, doğru tarihe döneceğiz." dedi adam. Derin bir nefes aldı. "Bunu yapmak üzere olduğumuza inanamıyorum."
"Tarihin en tehlikeli karanlık büyücüsünün doğumuna müdahale etmek üzere olduğumuza mı?" diye sordu kadın, sesine zorla yerleştirdiği rahatlığın sahteliği hissediliyordu. "Ben de."
İki pelerinli figür asalarını kapıya yöneltti ve aynı anda bağırdı.
"Alohomora!"
o
o - o - o - o
o
Harry Potter gülümseyerek uyandı. Çok güzel bir rüya görmüştü. Birisiyle birlikteydi rüyasında, fakat kim olduğunu hatırlamıyordu. Yüksek bir tepenin yamacında oturuyordu Harry. Ayaklarının altında, çok uzaklarda bir su birikintisi vardı. Bir göl veya deniz... Suyun yüzeyinde ışıkların belirdiğini hatırlıyordu. Rengarenk, parıldayan ışıklar. Ve bir şeyin eşsiz, tarif edilemez tadı... Hatırlamaya çalıştıkça görüntü parçalarına ayrılıyordu sanki. Çabucak gözlerini yumdu ve tekrar rüyasına dönmeye çalıştı.
Tak. Tak.
"Harry!"
Harry bıkkınlıkla derin bir nefes aldı. Tamam, rüyasına kaldığı yerden devam edemeyeceğini biliyordu. Ağzını şapırdattığında rüyasında hissettiği o garip tadı tekrar ağzında hissetti. Ne kadar ilginç, diye düşündü.
Yataktan kalkıp karanlık odada sendeleyerek kapıyı bulmaya çalıştı. Bu sırada bir sürü kutuyu devirdi. Lanet olsun! Odasındaki perdeler hep kapalıydı. Gün ışığını sevmiyordu Harry.
Banyoya girdi. Gözünün aydınlığa alışması uzun sürdüğü için kısık gözlerle dişlerini fırçalayan Harry, yansımasında bir gariplik sezdi. Zümrüt yeşili gözlerinin üzerinde, tam alnında kırmızı, bulanık bir iz vardı. Gözlükleri olmadan iyi göremiyordu. Daha iyi görebilmek için yansımasına yaklaşan Harry, alnındaki kırmızı ize dokundu ve acıyla inledi. Ah!
Bir sivilceydi. 15 yıldır pürüzsüz bir alna sahip olmuştu, ve görünüşe göre artık buna veda etme vakti gelmişti. İlk sivilcem... Okulun ilk günü alnımda kocaman bir izle dolaşacağım. Harika.
Harry hiçbir zaman dış görünüşüyle ve popülariteyle ilgilenen bir çocuk olmamıştı, fakat alnının ortasında kocaman bir yara iziyle dolaşmayı kimsenin isteyeceğini de düşünmüyordu.
Harry her ne kadar popüler olmakla ilgilenmese de, garip bir şekilde Hogwarts Büyücülük ve Cadılık Okulu'ndaki en çok konuşulan öğrencilerden birisiydi. Hogwarts'taki ilk senesinden beşinci yılına kadar sürekli diğer öğrencilerin onun hakkında fısıldamalarına ve dedikodu yapmalarına maruz kalmıştı. Sanki Harry kalabalığın içine karışmaya çalıştıkça, kalabalık geriliyor ve onu dışarıda bırakıyordu.
Sende hipogrif tüyü var, demişti garip arkadaşı Luna. Lider ruhlu kişilerde ve sanatçılarda olur. İstesen de istemesen de hep dikkat çekersin. Harry gülümseyerek Luna'nın bu yıl Sihirli Yaratıkların Bakımı dersiyle daha az ilgilenip S.B.D.'lerine daha çok yoğunlaşmasını diledi.
Dersleri müthiş değildi Harry'nin, ondan çok daha iyileri vardı. Okulun en yakışıklısı da değildi, ama onun hakkında bir şey insanların dikkatini çekiyordu. Belki yuvarlak çerçeveli gözlüklerimdir, diye düşündü Harry. Belki de gerçekten hipogrif tüylüyümdür.
Leziz kahvaltı kokusunu takip ederek merdivenlerden aşağı indi. Lily Potter, oğlunun kafasına bir öpücük kondurdu.
"Yumurta ve pastırma?" diye sordu Harry.
"Yumurta ve pastırma," diye cevap verdi Lily.
"Mmm..." Harry parıldayan gözlerle Lily'nin tabaklara pastırmaları boşaltmasını izledi. Harry yumurta ve pastırmaya bayılıyordu.
Celestina Warbeck tiz bir notayla Cadılar Saati'ni sonlandırırken James Potter odaya girdi.
"Günaydın, büyük adam," diye gürleyen James, Harry'i yanağından öptü ve bir sandalye çekti.
"Baba!" diye itiraz etti Harry, yanağını silerek. James göz kırpıp Gelecek Postası'nın hareket eden resimlerinin arkasında kayboldu.
Harry şımarık bir çocuk gibi görünmek istemiyordu, fakat öpücükler için biraz fazla büyük olduğuna emindi.
"Çok! Lezzetli!" dedi Harry, gözleri kapalı ve kendinden geçmiş bir halde. "Çok teşekkür ederim, anne. Hiç baykuş geldi mi?"
Dört mektup gelmişti. Harry hızlıca hepsini inceledi. Sepya tonlarındaki eskimiş zarf Ron'dan gelmişti. Hemen onun altındaki beyaz, sert Muggle zarfı tabii ki Hermione'dendi. Harry'nin en iyi arkadaşlarıydı Ron ve Hermione. Onların okuldaki dostluğu sayesinde aileleri de tanışmıştı, ve hepsini şaşırtarak gayet iyi anlaşmışlardı. Potterlar, Weasleyler ve Grangerlar, vakit bulabildikleri zaman birlikte kısa tatillere çıkmayı seviyorlardı. Harry, bazen arkadaşlarına karşı tarif edilemez bir sevgiyle dolup taşıyordu, sebepsizce onlara sıkıca sarılmak istiyordu. Tabii bunu asla yapmazdı. Sarılmalar için de fazlaca büyüktü Harry.
Aslına bakılırsa, Harry fiziksel temastan tümüyle kaçınıyordu. Bunu geçen sene fark eden Tom olmuştu. Harry gülüp saçmalamamasını söylemişti, fakat bir yandan onun haklı olduğunu biliyordu. Ama neden? O günden beri bu sorunun sebebini bulmaya çalışıyordu Harry. Belki de anne ve babası onu çok fazla öptüğü içindi. Belki de Harry gerçekten şımarık bir çocuktu.
Üçüncü zarf parlak mordu ve daha ağırdı. Üzerine altın sarısı harflerle Luna Lovegood yazılmıştı. Harry gülümsedi. Luna muhtemelen Saptanamaz Genişletme Büyüsü ile zarfın içine Harry'nin görmesini istediği binbir çeşit garip objeyi eklemişti, ve tabii ki Dırdırcı'nın Eylül sayısını. Harry, Luna'ya bayılıyordu. En sonunda, sıra en alttaki zarfa gelmişti. Simsiyahtı zarf, Harry'nin parmaklarıyla bükemeyeceği kadar sertti. Üzerindeki harfler parlak yeşil mürekkeple ve kusursuz bir el yazısıyla yazılmıştı: T. M. L.
Harry'nin Tom hakkındaki düşünceleri çok karışıktı. Tom, Hogwarts'taki en yakın arkadaşlarından biriydi, ve tabii ki onu seviyordu. Tom ve Harry birçok konuda benziyordu çünkü. Aynı şeyleri seviyorlar, aynı şeyleri sevmiyorlar, ve aynı şeylere gülüyorlardı. Birbirini en çekemeyen iki binada olmalarına rağmen yakın bir bağ kurabilmişlerdı. Fakat, Tom'da inkar edilemez bir şey vardı, ve o şey Harry'i Tom'dan uzak tutuyordu. Bunu ne Harry, ne de düşünceleri ifade etmekte üstüne olmayan Hermione açıklayabilmişti. Çönkö ö Slythörönlö, demişti Ron, sonra elindeki tavuk budundan kocaman bir ısırık daha almıştı.
Harry, Ron'un mektubunu açtı. Ron'un kızıl tonlarındaki sırıtışını düşününce kalbi hızla attı. Onu ve Hermione'yi gerçekten çok özlemişti.
.
Hey Harry,
Beşinci yılımız. İnanabiliyor musun? Beş. Beş. BEŞ. (Bu kelimeyi art arda yazınca kulağa ne kadar garip geldiğini fark ettin mi? Beş. B-E-Ş.)
Sana söz verdiğim gibi mesajlaşılabilen Muggle telefonlarından alamadığım için üzgünüm. Annem Kovuk'a intenret bağlattırmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüyor. İntenretin sihir gücünü olumsuz etkilediğini iddia ediyor. Bence babamı Muggle icatlarıyla aynı evde bulundurmak istemediği için yalan söylüyor. İntenret gerçekten sihri etkiler mi, Harry?
Babam bana telefon almak için bir Muggle ekeltronik(?) dükkanına gitmeye razı oldu, fakat orada kendini öyle bir kaybetti ki, oradan çıkarken telefon aklımızdaki son şeydi. Ama babam yeni Bluetooth Kulaklığını ve kamerasını çok seviyor. Annem ise çıldırıyor. Babam geceleri Bluetooth kulaklığını takarak uyumakta ısrarlı. Annemi, kulaklıkların hem rahat bir sessizlik konforu sunduğuna, hem de yeterince uzun süre takarsa dişlerinin maviye dönüşeceğine ikna etmeye çalışıyordu. Bence delirmiş, Harry. Kim hareket etmeyen fotoğraflar çeken bir hurdaya para verir?
En önemli habere gelelim: Fred ve George son senelerinin unutulmaz olmasını istiyor. Söylediklerine göre bu sene gerçekten "eğlencenin dibine vuracaklar"mış. Ve biz de 15. yaşımıza bastığımıza göre artık "Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Partiler"e katılabiliriz. Böyle boktan bir parti isminin bu kadar rağbet gördüğüne inanabiliyor musun, Harry? Okuldaki herkes o partilere bayılıyor. Herkes sonsuza kadar bir bebek olduğumu düşünecek. Her neyse, Harry. Ölü ya da diri, o partilere katılıyoruz.
Görüşmek üzere,
Ron
Not: İlişikte Percy'nin bir fotoğrafı var. Hoşuna gideceğini düşündüm.
.
Harry sırıtarak fotoğrafı inceledi. Fotoğraf hareket etmiyordu ve renkliydi, demek ki Arthur Weasley'nin yeni Muggle kamerasıyla çekilmişti. Fred ve George'un bir Muggle kamerasını çalıştırabilmesi Harry'yi gerçekten etkilemişti. Weasleyler Muggle dünyasına Potterlar kadar yakın değildi sonuçta. Fotoğrafın hareket etmemesi gerçekten önemli değil, diye düşündü Harry. Çünkü Fred ve George Weasley hareketsiz bir çerçevede bile sanatlarını konuşturabilmişlerdi.
Fotoğrafın merkezinde, duşta saldırıya uğramış gibi görünen bir Percy vardı. Vücudunda kafasına geçirdiği boneden başka hiçbir şey olmayan Percy, dehşet dolu bir ifadeyle göğüslerini ve erkeklik organını gizlemeye çalışıyordu. En komik olan kısım ise, burnu ve dudaklarının yerine bir ördek gagasının bulunmasıydı.
Harry kıkırdayarak cevap yazdı.
.
Ron,
Ailenize bayılıyorum. Fred ve George çok zalim. Umarım Percy'i eski haline döndürebilmişsinizdir. Mr. Weasley'e Muggle eşyaları hakkında bilgi almak isterse bana gelebileceğini söyle.
Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Partiler'e gelince, kafana takma dostum. Herkes sonsuza kadar bir bebek olduğunu düşünmeyecek. Onu düşünenler sadece ben, Hermione, Ginny, Fred, George ve değer verdiğin tüm arkadaşların.
Sevgilerle,
Harry
.
Ron'un mektubu yüzünden hâlâ sırıtan Harry, Hermione'nin mektubunu açtı. Bu düzgün el yazısını nerede görse tanırdı. Gülümsemesi daha da genişledi.
.
Harry,
Nasılsın? Umarım iyisindir. Seni çok özledim.
Beşinci yılımızdayız, Harry. Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun, değil mi?
Harry, bir an için Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Partiler'i düşündü.
S.B.D.'ler, Harry! Düşününce bile içimin ürpermesine engel olamıyorum. Korkuyor musun? Şimdiden bütün Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Teoremlerini ezberledim, Beklenenin Üstünde alabilecek kadar İksir bilgisine de sahip olduğumu düşünüyorum. Tılsım konusunda tereddütlerim var, Mr. Flitwick ile konuşmam gereken konulardan biri de -
Bir süre böyle devam etmişti Hermione. Mektubu da King's Cross'ta, Peron 9 3/4'e geçmeden önce buluşmalarını isteyerek sonlandırmıştı. Harry, Muggle peronunda buluşmak istemelerinin sebebine anlam verememişti, ama Hermione'ye yine de bir kabul mektubu yazdı.
Luna'nın zarfında mektup yoktu. Sadece bir sürü... şey... vardı. Kolunu zarfın içine sokan Harry, ilk önce Dırdırcı'nın yeni sayısını çıkardı. Kapakta oldukça rahatsız görünen Cornelius Fudge vardı. Haber başlığı "Fudge Gerçekten Ev Cini Dövüşlerine Para Yatırıyor Mu?" olan dergiyi bir kenara bırakan Harry, zarfın derinliklerindeki diğer eşyaları çıkarmaya başladı. Pembe bir gözlük, yumuşak, ne olduğuna anlam veremediği turuncu bir küre, cebe sığabilecek kadar küçük metal bir alet, ve, Aman Tanrım! Gözleri Harry'i yanıltıyor muydu, yoksa Luna Lovegood ona bir bong mu yollamıştı?
Harry çabucak eşyaları tekrar zarfa boşalttı ve Luna'nın kısa notunu okumaya başladı. Okurken onun yumuşak sesini duyar gibiydi.
.
Merhaba Harry Potter,
Umarım keyifli bir yaz tatili geçirmişsindir. Babamla bu yaz Hırvatistan'a gittik. Bir Buruşuk-Boynuzlu Hırgür yuvası bulduğumuza yemin edebilirim. Çok eğlenceliydi. Aynı zamanda Muggle arkadaşlar edindim. Bana çok garip bir Muggle büyüsü yaptılar. Sana yolladığım cam boruyla yapılıyor, ve bir sürü duman içeriyor. Sanki zihnim açılmıştı ve her şey çok komikti. Muggle çocukları çok kibar, bana bu cam boruyu hediye ettiler, fakat bunu çalıştıramıyorum. Nasıl yapıldığını bana öğretir misin, Harry?
Harry dehşete düşmek ve eğlenmek arasında kararsız kalmıştı. Kaşlarını çatarak okumaya devam etti.
Pazar günü saat 8'de King's Cross'taki Muggle kahvehanesinde buluşmak ister misin? Ron ve Hermione de gelecek.
Sınırsız sevgi ve ötesiyle,
Luna Lovegood
.
Harry, Luna'ya da cevap yazıp yolladı. Tatlı, masum Luna'nın Muggle uyuşturucularını denediğine inanamıyordu. Harry ömrü boyunca sadece bir kez sarhoş olmuştu, o da ailesiyle birlikteyken içtiği birkaç kadeh şarabın etkisiydi. Luna Lovegood'dan daha masum kaldığına inanamıyordu. Harry, bu seneki Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Partilerin hepsine katılmaya karar verdi.
Siyah zarfı açan Harry, küçük bir hayal kırıklığı yaşadı. Mektup, Luna'nın notundan da kısaydı. Ve gördüğü kadarıyla zarfın içinde turuncu, yumuşak toplar da yoktu.
.
Merhaba Potter,
Mektubun ve doğum günü hediyen için teşekkür ederim. Geç geri dönüş yaptığım için üzgünüm. Meşgul bir yaz tatili geçirdim. Umarım ilk hafta görüşmek için vaktimiz olur.
Saygılarla,
T. M. L.
.
Harry, siyah zarfı ters çevirip, içinden masaya bir şeyler düşmesini beklermiş gibi salladı, ama hiçbir şey yoktu. Tüy kalemini mürekkebe batırdı.
.
Tom,
Percy Weasley ile ruhlarınızı mı değiştirdiniz? "Umarım ilk hafta görüşmek için vaktimiz olur" mu? Sana yolladığım hediyeyi geri istiyorum.
Pazar günü saat 8'de, King's Cross'taki Kahve Dostu'nda olmazsan Ginny'den sana Yarasa-Umacı Büyüsü yapmasını isterim. Onu sen bile durduramazsın, Tom.
Saygılarla?
Harry Potter
.
Odasına dönüp kapıyı kapatan Harry, itiraf etmek istemese de kırılmıştı. Tüm arkadaşları ona doğum gününde hediye veya mektup yollamıştı. Tom hariç. Harry, Tom'un özgür ruhlu, aldırmaz biri olduğunu biliyordu ve bu hoşuna gidiyordu; Harry de öyleydi sonuçta, fakat Harry asla arkadaşlarını ikinci plana atmazdı. Belki de Slytherin ve Gryffindor hiçbir zaman gerçekten arkadaş olamayacaktı. Yine de, Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü Rubeus Hagrid bile zaman bulup Baykuşhane'den üç baykuşun can havliyle eve taşıyabildiği devasa bir pasta yollamıştı. Pastayı Hagrid'in değil de mutfaktaki ev cinlerinin yapmış olduğunu fark eden Harry, hepsini bir günde bitirmişti. Harry, Hagrid'in kulübesinde sıcak çikolata içmeyi çok özlemişti. Harry ve Hagrid o kadar yakınlardı ki, Hagrid, Harry'e ona Profesör diye hitap etmemesini çünkü bunun ona garip hissettirdiğini söylemişti.
Harry, derin bir nefes alıp penceresinden Godric's Hollow'un sokaklarına baktı. Hava bulutlu ve serindi, fakat uzun süredir ilk kez Eylül'de yağmur yağmıyordu. Harry, bir süre sokakta kol kola turuncu yapraklara basarak yürüyen büyücü ve cadıları izledi. Her şey yolundaydı.
o
o - o - o - o
o
Serin ama güneşli bir pazar sabahı, Lily Potter'ın siyah Audi A6'sıyla King's Cross'a vardılar. Köklü bir büyücü aileden gelen James, Mugglelara her ne kadar saygı duysa da onların yavaş teknolojilerine pek alışamamıştı, ve yıllardır Lily'i arabasını satması için ikna etmeye çalışıyordu. Fakat Lily araba kullanmayı seviyordu işte.
Platform dışarıdan daha serindi. Pelerinsiz Muggle kıyafetleriyle üşüyen üçlü, rahatsız bir şekilde kalabalığın arasından geçerek Peron 9 3/4'i buldu.
"Sizinle trenin orada buluşsak olur mu?" diye sordu Harry anne ve babasına. "Ron ve Hermione ile buluşacağıma söz verdim."
Kahve Dostu minicik bir kahve kioskuydu. Kafenin duvarları bile yoktu, ve tüm Muggleların telaşı ve tren sesleri yüzünden kimse kimseyi duyamıyordu. Oturulacak beş minik masa vardı sadece. Hermione neden burada buluşmak istiyordu ki?
Ron, Hermione ve Luna, yuvarlak, minik bir masanın çevresinde oturmuşlardı. Oldukça rahatsız görünüyorlardı. Harry'i ilk gören Hermione oldu. Yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı. Onun ardından Ron ve Luna'nın gülen yüzlerini gördü Harry. Sonra da bir sarılma furyasıdır başladı. Harry minnettardı, ama Ron ona o kadar sıkı sarılmıştı ki, Harry istemsizce öksürdü.
"Pardon abi," dedi Ron utanarak. Elini kızıl saçının arkasına götürdü.
"Ron, kocaman olmuşsun!" diye bağırdı Harry. "Yazın su yerine İske-Büy mü içtin?"
Bunu duymak nedense Ron'un hoşuna gitmişti. Göz ucuyla Hermione'ye bakıyordu, aynı iltifatı ondan da duymak istiyor gibiydi.
Bir süre havadan sudan sohbet ettiler ve yaz anılarını paylaştılar. Hermione, Güney Amerika'da çok eğlenceli bir tura katılmıştı, ve oldukça bronz görünüyordu. Ron Kovuk'tan ve yercücelerinden bahsetti. O da Harry gibi vaktinin çoğunu ailesiyle geçirmişti anlaşılan. En ilginç hikâyeler ise Luna'dan çıktı. Bir sürü keşfedilmemiş sihirli yaratığın fotoğrafını çekmişti, tüm fotoğrafları teker teker gruba gösterdi. Harry çok etkilenmişti. Luna bir Cansarar bile görmüştü. Çok az insan bir Cansarar ile karşılaşıp bunu anlatabilecek kadar yaşayabilirdi.
Harry, Hermione ile konuşurken o sırada Ron, Luna'ya nasıl bong kullanılacağını öğretiyordu. Harry gözlerine inanamadı. Ron da mı?
Ron, "Hey, ne? Fred ve George'un kardeşiyim, unuttun mu?" diye kendini savundu. Hermione gözlerini devirdi.
"Luna, Ron'u dinleme. Bu madde bağımsızlık yapmasa bile düşünce gücünü etkiliyor, ve sağlıklı düşünen beynin senin en değerli hazinen. Ayrıca belirtmeliyim ki bu yasadışı, ve Hogwarts sözleşmemizde açıkça belirtiliyor ki-"
Ron, Hermione'nin sözünü yarıda kesti. "Hermione, bir kere de eğlenceli ol lütfen!"
Hermione, ihanete uğramış gibi bir ifadeyle Ron'a gözlerini dikti. Sinirden veya şaşkınlıktan kekeliyordu.
"Be-Ben gayet eğlenceli bir insan olduğumu düşünüyorum," dedi. Kırılmış gibiydi. Kabarık saçları salınarak sertçe Harry'e döndü. "Peki sen bunun hakkında ne düşünüyorsun?"
Harry tam da bunun olmasından korkuyordu. Bu ikisinin artık sevişmesi ya da arkadaşlıklarını bitirmesi gerekiyordu.
"Hermione, bence gayet eğlenceli bir insansın," diye başladı, bu sırada Ron'a itiraz-edersen-seni-öldürürüm der gibi bakıyordu. "Sanırım Ron'un demek istediği şuydu ki, gençlik yıllarında risk alıp eğlenmezsen, belki ilerde pişman olursun." Söylediği hiçbir şeyi planlamamıştı. İyi ki hazırcevap bir günümdeyim, diye düşündü Harry. Bir yandan bu konunun kapanmasını bekliyordu ki neden bu gürültülü Muggle mekanında buluşmayı seçtiğini Hermione'ye sorabilsin.
"Tamam," dedi Hermione. "Senin için bu kadar önemliyse, risk alacağım. O lanet olası şeyi ben de deneyeceğim."
Harry, Ron ve Luna ağızları açık bir halde Hermione'ye bakakaldılar. Hermione kıkırdadı. "Eğlenceli bir insan olduğumu söylemiştim."
Ron resmen ışıldıyordu. "Bu en güzel yılımız olacak!" diye bağırdı hevesle.
"Umarım öyle olur," dedi keskin bir ses arkalarından. Hepsi dönüp parlak gri bir çift gözle karşılaştı.
Siktir! diye küfretti Harry içinden. Okulun en başarılı çocuğu aynı zamanda en yakışıklı çocuğu olma yolunda ilerliyordu. Tom, yazın neredeyse Ron kadar boy atmıştı, ve bu sefer simsiyah dalgalı saçlarını yana yatırmak yerine havaya dikmişti. Ve, daha mı kaslıydı? Slytherin cübbesini iliklememişti ve giydiği dar siyah tişört vücut hatlarını ortaya çıkarıyordu. Harry, artık Tom'un yanında görülmek istemediğini fark etti. Şu uzun, yakışıklı, kaslı Tom Marvolo ve yanındaki yuvarlak gözlüklü sivilceli Potter. Müthiş.
Tom bir sandalye çekerken Harry, söyleyecek ilginç bir şey bulmak için düşündü. En sonunda, "Neden Muggleların önünde okul cübbeni giydin? Dikkat çekmekten korkmuyor musun?" diye sordu.
Tom yüzünü buruşturdu. "Son zamanlarda Muggleların nasıl giyindiğini fark ettiniz mi? Hogwarts cübbesinden çok daha çılgınca şeyler giyiyorlar. Az önce mavi saçlı, kovboy şapkalı bir kız gördüm. Eminim onun kadar dikkat çekmiyorumdur."
Tom haklıydı. Neden hep haklıydı?
"Haklısın," diye cevap verdi Harry. Bugün gerçekten çok hazırcevaptı.
Hermione, onları neden bu Muggle mekanına çağırdığını açıkladı. Okul arkadaşlarının veya başka bir büyücünün anlatacaklarını duymasını istemiyordu çünkü.
"Çok garip şeyler oluyor," dedi Hermione ciddi bir tonla. "Bu yaz onlarca büyücü ve cadı ortadan kayboldu." Çantasından birkaç gazete çıkarıp minik masaya yığdı. "Ve bunlar sıradan büyücü ve cadılar değil. Dumbledore'a yakınlığıyla nam salmış büyücü ve cadılar. Dedalus Diggle, Harriet Scamander, Doris Crockford ve Bathilda Bagshot." Son isim onu derinden yaralamış gibiydi. Harry, Bathilda Bagshot'un okuldaki Sihir Tarihi kitaplarının yazarı olduğunu biliyordu, ve Hermione'nin üzülmesi onu şaşırtmamıştı.
"Birçok büyücü ortadan kaybolur, Hermione," dedi Ron arkasına yaslanarak. Bu haber onda beklenen etkiyi yaratmamıştı anlaşılan.
"Ama bu şekilde değil," dedi Hermione usulca. Masadaki kağıt yığınının arasından beş siyah beyaz fotoğrafı ortaya çıkardı. Her biri, duvara alevle kazınmış gibi görünen bir kelimeyi gösteriyordu: Dehşet.
"Bunlar, az önce bahsettiğim kişilerin evlerinde çekildi," dedi Hermione ciddiyetle. Luna ve Tom ciddiyetle fotoğrafları inceliyordu. Ron sandalyesinde doğruldu.
"Bu çılgınlık! Ortada bir seri katil mi var yani? Neden Gelecek Postası'nda bunları yayınlamadılar?" çilli suratı şaşkınlıkla gerilmişti. "Sen bunları nereden buldun?" diye ekledi. Fakat cevap veren Luna oldu.
"Cho'nun annesi bakanlıkta çalışıyor," dedi sakince. Mavi gözleri kocaman açılmıştı. "Cho bu resimleri bana da yolladı. Fakat ben kaybolmaların arkasında Cansarar saldırılarının olduğundan şüpheleniyorum."
Kısa bir sessizlik oldu. Hermione kaşlarını çatarak devam etti. "Bakanlık, iki sebepten dolayı bu haberin sızmasını istemiyor. İlki tabii ki dehşet yaratmamak ve halkın huzurunu bozmamak. İkincisi, insanlar zaten ekonominin ve yurtdışı ilişkilerinin zedelenmesinden dolayı Fudge'ın beceriksiz olduğunu düşünmeye başladı, Ron. Böyle bir skandalın altından kalkamazsa halkın gözünde itibarının daha da zedeleneceğini düşünüyor. Halkın, doğal olarak onun yerine daha güçlü bir büyücü olan Dumbledore'u Sihir Bakanı olarak görmek isteyeceğini düşünüyor."
"Bu çılgınlık!" Harry hiddetle fısıldadı. "Ama doğru, değil mi? Eğer Dumbledore bu tür sorunları ondan daha iyi çözebiliyorsa neden koltuğunu ona vermiyor?"
Tom burnundan hafifçe güldü, sesi neredeyse bir yılan tıslaması gibi çıkmıştı.
"İşte Fudge'ın en büyük korkusu da bu, Potter. İnsanların senin gibi düşünmesi," diye açıkladı basitçe.
Hermione mermer masadan destek alarak daha da öne eğildi. En can alıcı kanıtı sona saklamıştı sanki. "Bunu görmek isteyeceğinizi düşündüm. Bu, üç gün önce kaybolan Elphias Doge'un evinden."
Elphias Doge, Dumbledore'un en eski arkadaşıydı.
Fotoğraf, yine bir duvara alazlanmış "Dehşet" kelimesini gösteriyordu. Fakat fotoğrafta bir şey daha vardı, duvara yakılarak işlenen bir sembol daha. Harry gözlüğünü düzeltip daha iyi görebilmek için fotoğrafa yaklaştı. Sanki duvara kazınan şekil bir kale veya şatoyu andırıyordu. Sanki-
"Hogwarts!" diye çığlık attı Ron. Hermione, Ron'a sert bir bakış attı.
"Üzgünüm, üzgünüm," diye sesini alçalttı Ron. Şimdi neredeyse fısıldıyordu. "Dumbledore'a ve insanlara haber vermeliyiz!"
"Hayır," diye kestirip attı Hermione. "Kimseye söyleyemeyiz. Ve sence Dumbledore arkadaşlarının birer birer yeryüzünden yok oluşunu fark etmiyor mudur? Ortada seri katilden daha ciddi bir şey var, Ron. Ve Hogwarts'ın tehlikede olduğunu gösteren kanıtlar. Fudge'ın gün geçtikçe paranoyaklaşması da duruma yardımcı olmuyor." Derin bir nefes aldı. Devam ederken sesi tizleşmeye ve kırılmaya başlamıştı. "Fudge, tüm bunları Dumbledore'un kendisinin hazırladığını düşünüyor. Tüm bu gizemi onun yarattığına inanıyor. Ona göre, zamanı geldiğinde Dumbledore bir kahraman gibi bu düzeni sonlandıracak, herkesi kurtaracak, ve insanların sempatisini kazanarak Sihir Bakanı olacak."
Harry kulaklarına inanamıyordu. "Bu hayatımda duyduğum en aptalca şey. Aklı başında olan kimse, hiç kimse, böyle bir şeyi düşünemez."
"Harry, Fudge sağlıklı düşünemiyor," dedi Hermione. "Cho'nun annesine göre bu yıl Hogwarts'ta bakanlıktan birkaç kişiyi görevlendirecekmiş. Dumbledore'a göz kulak olmaları için."
o
o - o - o - o
o
Harry, Hogwarts Ekspresi'nin önünde annesine ve babasına veda ederken sesi çatallanmıştı. Lily ve James Potter, Dumbledore'a kaybolan diğer kişiler kadar yakındı. Hatta belki bazılarından daha yakındılar. Harry, onların güvenliğinden endişe ediyordu. Birkaç saniyelik tereddütten sonra Hermione'ye verdiği sözü bozup ikisine de olanları anlattı. Tabii Hogwarts şatosunun olduğu fotoğrafı es geçti. Korkup son anda Harry'i okuldan alıp evde eğitime başlatmalarından endişelenmişti. Harry, o tiplerden biri olmak istemiyordu.
"Harry," dedi James, buharlı trenin ve baykuşların gürültüsünü bastırmaya çalışarak. Gözlüklerinin üzerinden görünen kaşları çatılmıştı. "Aklının bizde kalmasını istemiyorum. İkimiz de kendi başımızın çaresine bakabiliriz." Lily gülümseyerek kafasını salladı. "Aklın sende, ve geçireceğin güzel yılda olsun."
Lily, "Ve S.B.D.'lerinde," diye ekledi, gülümsüyordu. "Başarısız bir büyücü olup geçinmek için arabamı satmanı istemiyorum."
Harry yine de rahatlamamıştı. Lily bunu fark etmiş olmalıydı. Eğilip Harry'e sımsıkı sarıldı, ve gözlerinin içine baktı.
"Seninle gurur duyuyorum, Harry," dedi. "Babanla on beş yıl boyunca seni dünyanın tüm kötülüklerinden korumaya çalışarak büyüttük. Harika bir gence dönüştün, ve şimdi sen bizi korumaya çalışıyorsun. Bir ebeveyn için bundan daha gurur verici bir an yok."
Harry, göz yuvalarının yanmaya başladığını hissediyordu. Çabucak anne ve babasına son kez sarıldı ve hızlı adımlarla trene doğru yürümeye başladı. Birinci sınıf öğrencilerinin önünde ağlamaktansa o büyücüler gibi sırra kadem basmayı tercih ederdi.
Tom, bir sütunun arkasından fırlayıp Harry'nin önünü kesti, kendini beğenmiş bir ifadeyle sırıtıyordu. İki genç birlikte yürümeye başladı.
"O yüzündeki ifade ne? Korkuyor musun, Potter?" diye sordu alayla. "Merak etme, ben seni korurum. Tabii bana daha nazik davranırsan."
Harry, Tom'u itti. "Rüyanda görürsün. Ayrıca, ben seni korurum."
Harry, bugün ağzından çıkan bu olgun ve zekice cevaplara inanamıyordu. Yol boyunca konuşmamaya karar verdi.
Fakat saniyeler içerisinde Tom, Slytherin'deki arkadaşlarının kompartımanına uçmuştu bile. Ron, Luna ve Hermione de Sınıf Başkanı oldukları için başka kompartımanlara dağılmışlardı. Harry, boş bir kompartıman buldu ve bıkkınlıkla perdeyi çekti. Yine yalnız kalmıştı. Şimdi istese de konuşamazdı. En azından kimsenin önünde aptal gibi görünmeyeceğim, diye düşündü.
Hogwarts Ekspresi serin havayı yararak sapsarı tarlaların arasından hızla ilerlerken, Harry, camdan bakarak havanın yavaşça kararmasını izliyordu. Annesi ve babasını düşündü. Babası haklıydı. Ron haklıydı. Bu yıl, güzel bir yıl olacaktı. Ne tür tehlikelerle karşı karşıya olurlarsa olsun, endişelenmek hiçbir olayın gidişatını değiştirmeyecekti sonuçta. Bu yıl ne olursa olsun eğleneceğim, ve Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Partilerin tadını çıkaracağım... Gözünün önünde kaşlarını çatan bir Hermione belirdi. Ve S.B.D.'lerime çalışacağım.
o
o - o - o - o
o
Yolculuk boyunca hiçbir arkadaşından haber alamayan Harry, platforma tek başına indi. Tanıdık bir sesin, "Birinci sınıflar! Birinci sınıflar!" diye bağırdığını duydu, fakat Hagrid'in bu kafalar denizi içinde Harry'i görmesine imkan yoktu. Harry, ikinci sınıf ve üstündeki öğrencileri okula taşıyan büyülü at arabalarından birine binmek için insan nehrini yararak ilerledi.
Boş bir araba bulan Harry, pencereleri sarı ışıklarla parlayan heybetli Hogwarts şatosuna baktı. Şato Harry'nin durduğu yerden, Hermione'nin gösterdiği fotoğraftaki duvara kazınmış ikizi kadar küçük görünüyordu. Düşüncelerini fotoğraflardan uzaklaştırmak isteyen Harry, doğal olarak aynı derecede korkunç bir düşünceye yoğunlaştı: Snape'e. İtiraf etmek istemiyordu Harry, ama Snape'i bile özlemişti. Eminim ilk İksir dersinde bunu düşündüğüme bin pişman olacağım.
Düşüncelerini sert bir kız sesi bozdu. "Buraya binebilir miyiz?"
Kafasını çeviren Harry, birbirlerinin tıpkısı olan iki kız gördü. Sapsarı saçları vardı ikisinin de, gözleri ciddi, derin ve simsiyahtı. En az 15 yaşında olmalılardı, fakat onları daha önce hiç Hogwarts'ta görmemişti Harry. İkisi de dışarıdan oldukça agresif görünen tiplerdendi.
Yolculuk, kızların buzlarını kırmalarını sağladı. Harry, ikizlerin isimlerinin Savannah ve Sierra olduğunu öğrendi. Durmstrang'tan bu yıl Hogwarts'a transfer olmuşlardı çünkü Muggle haklarını savunan diplomat ailelerinin hayatı tehlikedeydi. Görünüşe göre büyücülerin kadim zamanlardaki görkemine dönmesi için belli başlı geleneklere bağlı kalınmasını savunan karanlık büyücü Grindelwald, Avrupa'nın birçok ülkesinde terör estirmekte ve tutucu kurallarına karşı gelen herkesten oldukça vahşi yöntemlerle kurtulmaktaydı. Kızlar, bu sene birçok ülkedeki büyücülük okulundan Hogwarts'a transfer akını olacağını tahmin ettiklerini söyledi. Harry tüm bunları bilmediğine şaşırdı. Fudge, Gelecek Postası'nı tamamen ele geçirmiş olmalıydı çünkü haftalardır manşette her şeyin ne kadar yolunda olduğu konusunda güvence veren saçmalıklardan başka bir şey çıkmamıştı. Harry bunu düşündüğüne inanamıyordu, fakat artık haberleri Dırdırcı'dan almaya karar verdi.
"Grindelwald'ın eskiden Dumbledore'un arkadaşı olduğunu duydum," dedi Savannah. Ya da Sierra. Harry, ikisinin arkadaştan daha fazlası olduğunu neredeyse emindi, fakat yorum yapmamayı tercih etti.
"Saçmalama, Sierra," dedi Savannah. İki kızın sesi de yıllardır sigara içiyorlarmış gibi puslu ve kalındı. "Arkadaş falan değildiler. Göt dostuydular." Harry'nin kaşları saçlarının içine girdi. "Eminim her gece sikişiyorlardı. Mmh. Mmh. Mmh..." Savannah, gözlerini kapatıp kalçasını kız kardeşine doğru bastırıyor, ileri geri sallanarak inliyordu. Sierra şuh bir kahkaha attı ve Savannah'nın kalçalarını tokatlıyormuş gibi yaptı. Öndeki arabada kim varsa dönüp onları izlemeye başlamıştı. Harry sırıttı. Fred ve George'un bu ikisini gördüğünde kalp krizi geçireceğini düşünüyordu. İki kız da aynı anda ciddileşti. Bu sefer konuşan Sierra'ydı. "Ama gerçekten trajikomik. Hayatımızın tehlikede olmasının sebebi olan büyücüden bizi korumak isteyen büyücü, o kişinin eski seksgilisinden başkası değil. Hayat gerçekten Binbir Çeşit Fasulye gibi. Tek sorun, bize yıllardır hep bok aroması denk geliyor."
Harry'nin aklına Hermione'nin gösterdiği fotoğraflar geldi. İçgüdüleri haklıysa bu yıl onları çok daha fazla boklu fasulyenin beklediğini söylemeye içi el vermedi. Onun yerine hangi binaya seçildiklerini sordu.
"Henüz seçilmedik. Fakat Seçmen Şapka hakkında çok şey duyduk. Şapkayı kafamıza koydukları an ikimiz de şapkayı baştan çıkarmayı düşleyeceğiz."
Şato büyüyüp önlerinde heybetli bir şekilde dikilirken Harry, bu yılın bambaşka olacağını seziyordu.
o
o - o - o - o
o
Harry, Savannah ve Sierra'ya veda ettikten sonra Büyük Salon'a girdi. Her zaman görkemli görünen Büyük Salon, yabancı ülkelerden gelen konukları etkilemek için azami özenle dekore edilmişti bugün. Normalde uçuşan mumların ışığıyla sapsarı parlayan salon, bu sefer Hogwarts binalarının rengini temsilen sarı, kırmızı, yeşil ve mavi alevlerle aydınlatılmıştı. Duvardan sarkan goblenler sanki büyülenmişti, ve doğal olmayan bir parlaklıkla ışıldıyorlardı. Hademe Argus Filch bile şık olduğunu düşündüğü kahverengi, mide bulandırıcı bir tüylü resmi cübbe giymişti.
Harry, Neville, Dean ve Seamus sohbet ederken Profesör McGonagall birinci sınıfları Büyük Salon'a eşlik etti. Açlıktan ölüyordu Harry. Seçim Töreni'ni izlemek de istemiyordu doğrusu. Ayrıca, Ron ve Hermione hangi cehennemdeydi? Ravenclaw masasına baktığında Luna'yı da orada göremedi. Tom ise Slytherin masasındaydı, arkadaşlarıyla gülüp eğleniyordu. Tom artık altıncı sınıf olduğu için Sınıf Başkanı rozetini Draco Malfoy'a devretmişti. Herkesin görüşü seneye Tom'un Öğrenciler Başkanı olacağı yönündeydi.
Birinci sınıflar binalarına seçilirken Ron, Hermione ve Luna diğer Sınıf Başkanlarıyla Büyük Salon'a girdi. Yüzleri kül gibiydi. Arkalarından da Severus Snape ve Dumbledore göründü. Dumbledore yorgun, Snape ise ifadesiz görünüyordu.
Ron ve Hermione hemen Harry'nin yanına oturdu.
"Ne oluyor?" diye fısıldadı Harry.
"Harry," diye başladı Hermione. "Birinci sınıf öğrencilerinden bazılarının valizlerinden paketler çıktı. İleri seviyede karanlık büyüyle lanetlenmiş paketler... Jeremy Stone isminde bir çocuk üşüdüğü için valizinden paltosunu çıkarmak istedi, v-ve lanet o kadar güçlüydü ki, pakete parmağının ucunun değmesiyle birlikte elleri alev almaya başladı. Madam Pomfrey şu an onu tedavi ediyor."
Harry istemsiz olarak elini ağzına götürdü. Kim birinci sınıf öğrencilerine saldırmak isterdi ki?
Anlatmaya Ron devam etti, mavi gözleri kocaman açılmıştı. "Sonra Snape, Sınıf Başkanları'ndan ellerini kullanmadan tüm valizleri aramalarını istedi." Sonra gözlerini devirerek ekledi. "Ve tabii ki kendisi başımızda durup şikayet etmekten başka hiçbir şey yapmadı, bencil ihtiyar. Muhtemelen kendisinin lanetlenmesindense bizim lanetlenmemizi istemiştir."
Hermione onaylamaz bir ifadeyle Ron'a baktı ve cevabı yapıştırdı. "Profesör Snape Jeremy'nin hayatını kurtardı. O orada bulunup lanetin yayılmasını engellemeseydi, yardım gelene kadar Jeremy küle dönüşürdü."
Ron ikna olmamıştı. Harry ve Ron, Snape'ten nefret etmek için her zaman bir sebep bulacaklardı.
Harry, Profesör McGonagall ile konuşan Dumbledore'a baktı. Harry, müdürün bembeyaz kaşlarının altından parlayan açık mavi gözlerin büyük bir endişeyi gizlediğini seziyordu. Gözleri Luna'ya kaydı, Cho ve diğer Ravenclaw öğrencileriyle hararetli bir diyalog içerisindeydiler. Luna muhtemelen onlara lanetli paketlerden bahsediyordu. Harry'nin gözleri, hâlâ Slytherin masasında arkadaşlarıyla gülüşen Tom'u buldu. Gülümsemesi hâlâ yüzünde olan Tom, işaret verilmişçesine kafasını çevirip Harry'e baktı.
ÇAT!
Harry dirseğiyle boş bir tabağı yerinden uçurmuştu. Tabak, birkaç çatal ve bıçakla birlikte Dean Thomas'ın kucağına düştü. Harry kıpkırmızı bir suratla Dean'den özür üzerine özür diledi "Önemli değil, Harry!" ve istemeyerek kafasını kaldırıp Tom'a baktı. Tom, kendini beğenmiş gülümsemesiyle uzaktan Harry'i izliyordu. Harry dudaklarını buruşturup boş tabağa baktı. İlgileniyormuş gibi yapabileceği yemeği yoktu. Etrafındaki herkes birbiriyle konuştuğu için Harry onlara da katılamıyordu.
Tom gülümseyerek Harry'i izlemeye devam etti. Harry de meydan okumayı kabul edercesine gözlerini Tom'a dikti.
İlk saniye. Keşke masanın altında bir Şeytan Tuzağı olsaydı da onu yerin dibine çekseydi.
İkinci saniye. Hogwarts arazisi içinde Cisimlenilebilmeliydi.
Üçüncü saniye. Asasını yukarıda, diğer eşyalarıyla bırakmamış olsaydı kendi şakağına dayayıp Avada Kedavra lanetini uygulardı.
Dördüncü saniye. Harry içinden ölüm perisi çığlıkları atıyordu.
Beşinci saniye. Harry, burnunu kaşır gibi yapıp Tom'a orta parmağını gösterdi. Fakat Tom bana mısın demiyordu. Bu işkencenin her saniyesinden zevk aldığı belliydi.
Dumbledore, gür bir sesle konuşmaya başlayarak Harry'i kurtardı.
"Sevgili öğrenciler! Hogwarts'ta yeni bir yıla daha hoş geldiniz!" Dumbledore, her zamanki enerjik ve mutlu haline dönüşmüştü. "Ve tabii ki aramızdaki yeni yüzleri görmekten çok mutluyuz," dedi birinci sınıflara gülümseyerek.
"Hepinizin kurt gibi aç olduğunu biliyorum," dedi Dumbledore. Ron'un karnı guruldadı. "Fakat umarım bir ihtiyar adamı gereksiz gevezeliklerinden dolayı affedebilirsiniz." Sesi pamuk gibiydi şimdi. Dünyada Dumbledore'u sevmeyen insanlar olabileceği düşüncesi Harry'i sinirlendiriyordu.
"Bu yıl, Durmstrang ve Beauxbatons Sihir Akademileri'nden okulumuza transfer olan öğrencilerimiz var. Onları nazikçe karşılayıp dost canlısı bağlar kuracağınıza eminim." Son cümlesini söylerken Fred ve George'a gülümsemişti.
Birden Dumbledore'un sesi ciddileşti.
"Korkarım ki bu şen birliğin arkasında korkunç bir gerçek yatıyor. Bu öğrenciler, Hogwarts'a hayatları tehlikede oldukları için geldiler. Biz bu güvenli şatonun duvarları içindeyken Avrupa'da çok karanlık bir büyücü terör estirmekte. Bu büyücünün ismi Gellert Grindelwald."
Tüm salon şaşkınlık içerisinde fısıldamaya başladı. Ron ve Hermione de şaşırmıştı, ama Harry zaten bunu bildiği için gözlerini Dumbledore'dan ayırmadı.
"Bu yüzden," diye devam etti Dumbledore. "Yeni arkadaşlarımızı daha fazla ayakta bekletmeyelim ve onları içeri çağıralım." İki kez ellerini çırpmasıyla Büyük Salon'un kapıları açıldı ve içeri her yaştan birkaç düzine öğrenci girdi. Önlerinde onları binalara ayırmaka için bekleyen Profesör McGonagall vardı.
Öğrenciler teker teker Seçmen Şapka'nın altına geçip binalarına ayrılmaya başladılar. Harry o kadar açtı ki kimseye dikkat edemiyordu. Bir kız, bir çocuk, bir çok küçük çocuk, bir çok büyük çocuk...
Profesör McGonagall "Ash Grandwilled," diye seslendiğinde, kalabalığın içinde Harry'nin tek dikkatini çeken çocuk Seçmen Şapka'ya doğru yürümeye başladı. Koyu kumral saçları ve esmere çalan bir teni vardı. Yapılıydı ve son sınıfta gibi görünüyordu.
"Gryffindor!" diye gürledi Seçmen Şapka. Harry herkesle birlikte alkışladı.
"Savannah Draven!"
Harry'nin beklediği an gelmişti. Savannah sarı saçlarını savurarak Seçmen Şapka'nın altına oturdu. Seçmen Şapka saniyeler boyunca hiç konuşmadı. Savannah sevimli bir şekilde sırıtıp masumca kalabalığa bakıyordu.
"Oh!" diye bağırdı Seçmen Şapka. Tüm salon sessizliğe gömüldü. "Oh! OH!"
Salonda tek kahkaha atan Harry oldu. Diğerleri ne olduğunun farkında değildi.
"G-Gryffindor!" diye kekeledi Seçmen Şapka. Profesörler bile şok olmuştu. Harry, yüzyıllar boyunca Seçmen Şapka'nın ilk kez kekelediğinden emindi.
"Sierra Draven!"
Seçmen Şapka, Sierra'nın kafasına değdiği saniye "Gryffindor!" diye bağırmıştı. Sesi çaresizce çıkmıştı. Aynı şeyleri bir daha yaşamak istemiyormuş gibiydi.
Gryffindor masasındaki öğrenciler Savannah ve Sierra'ya yer açtı, ve ikizler Harry'nin karşısına oturdu.
Harry, "Az önce Seçmen Şapka'yla seks mi yaptın?" diye sordu Savannah'ya.
Savannah kıkırdadı. Sierra ise somurtuyordu. "Ben ise yapamadım," dedi Savannah'ya bakarak. "Çünkü sen yatakta kötüsün. Şapkayı tüm olaydan soğuttun."
"Yalanlarını kendine sakla. Yatakta ne kadar iyi olduğumu herkes biliyor," diye cevapladı Savannah. "Hatırlatmama gerek var mı? Sen de bir kere şahit oldun. Yaşlı Şapka'yı muhtemelen yordum, o kadar." Buğulu sesi rahattı ve tüm masanın duyabileceği kadar yüksekti.
Gryffindor öğrencileri yeni kızlara bakakaldı. Fred ve George, gördüklerinin hayal olmadığından emin olmak için birbirlerini çimdikleyip duruyordu. Harry, kızların saf Gryffindor cesaretini takdir etti.
Öğrencilerin geri kalanı binalarına ayrıldıktan sonra Seçim Töreni sona erdi. Dumbledore, iki kez elini çırptı ve düzinelerce çeşit yemek bir anda öğrencilerin tabaklarında belirdi. Kızarmış hindi, sebzeli aperatifler, deniz ürünleri salatası, sıcacık peyniri tüten italyan makarnası... Harry tabaklara öyle şiddetle saldırdı ki, on beş dakikalığına kendinden geçti. Ne yaptığını, ne yediğini ve kimle konuştuğunu hatırlamıyordu. Fakat, limonlu tartından son lokmayı da aldıktan sonra tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi.
Harry, Ron'la sohbet ederken yeni çocuk Ash ile göz göze geldi ve kibarca gülümsedi. Çocuk aynı şekilde gülümseyerek hafifçe kafasını eğdi ve cheesecake'ine bir çatal batırdı. Havuçlu patatesli böreğini çiğnemeyi yarıda kesen Ron, kaşlarını çatıp ikisine baktı. Ve Dumbledore konuşarak Harry'i bir zor durumdan daha kurtardı.
"Afiyet olsun! Şimdi, yataklarınıza dönmeden önce size söylemem gereken iki şey daha var. Önce güzel olanla başlayalım." Fakat yüzündeki ifadenin güzel ile yakından uzaktan ilgisi yoktu. "Bu yıl kadromuza iki yeni öğretmen katıldı. Profesör Quirrel ne yazık ki öğretmenlikten bir süre ayrılıp yazacağı, ee, ansiklopedi için uzun bir keşfe çıkmaya karar verdi. Fakat onun yerine Karanlık Sanatlara Karşı Sanatlar dersini Profesör Dolores Umbridge'in vereceğini duymak sizi mutlu edecektir."
Harry'nin Dolores Umbridge olduğunu düşündüğü pembeler içindeki kadın ayağa kalkıp selam verdi, ve tüm salon isteksizce alkışladı. Kadın, kurbağaya benziyordu. Pembe kostümlü bir kurbağaya benzeyen birinin dikkatinden kaçması Harry'i şaşırtmıştı. Umbridge'in yanında iri, sert görünüşlü esmer bir adam vardı. Harry onu da tanımıyordu.
"Kadromuzdaki bir diğer değişiklik aynı zamanda yeni bir ders ile birlikte geliyor," dedi Dumbledore. Şimdi biraz daha neşeliydi. Tüm salon tek bir vücut halinde nefesini tutmuştu sanki. Daha önce böyle bir haber duymamışlardı çünkü.
Dumbledore devam etti. "Bu yıl 3. sınıf ve üzeri herkes, Profesör Maximillian Reddingwall'un vereceği Uygulamalı Düello Sanatı dersini alabilir."
Dolores Umbridge'in yanındaki iri adam ayağa kalktı. Kıpkısa siyah saçları ve kirli sakalı ile oldukça vahşi görünüyordu. Yine de, Düello dersini duyan öğrenciler kendilerini kaybedip gök gürültüsü gibi bir alkış tuttu. Profesör, kibarca gülümseyip kafasıyla selam verdi.
"Harry, bunlar Fudge'ın adamları," diye fısıldadı Hermione.
Dumbledore, Harry'nin cevap vermesine fırsat vermeden tekrar konuşmaya başladı.
"Şimdi son, üzücü habere gelelim. Bugün, birinci sınıf öğrencilerinin bazılarının bavullarına lanetlenmiş eşyalar yerleştirildiğini fark ettik." Öğrenciler bir bomba gibi patladı, herkes arkadaşlarıyla konuşmaya başlamıştı. Harry, Dolores Umbridge'in kaskatı kesildiğini fark etti. Bakanlık bu haberin yayılmasını hâlâ istemiyordu anlaşılan. Dumbledore sesleri bastırmak için sesini yükseltmek zorunda kaldı. "Hepinizin güvenliğini sağlamak için Sınıf Başkanlarımız ve Profesör Snape herkesin valizini aradı." Ron küçümsercesine güldü. Snape'in kendi yaptığı iş için övgü alması hoşuna gitmiyordu. "Şato sınırları içerisinde güvendesiniz. Fakat yine de tanımadığınız insanlara karşı temkinli olmanızı istiyorum." Belki de yanılıyordu, fakat Dumbledore son cümlesini söylerken Harry'e bakmıştı sanki.
o
o - o - o - o
o
Harry'nin ilk haftası tek kelimeyle rezaletti. Cuma sabahı uyandığında gerçek anlamda Hogwarts'ı terk etmeyi düşünüyordu. S.B.D.'ler yüzünden bütün profesörler ilk haftadan onlarca ödev vermişti, fakat iş bununla bitmiyordu. Ödevlerden ve S.B.D.'lerden daha büyük bir sorunu vardı Harry'nin: Dolores Umbridge.
Harry belki de önyargılı davranıyordu, fakat içgüdüsel olarak Umbridge'i gördüğü andan itibaren sevmemişti. Nedenini açıklayamıyordu. Sanki geçmişte, hatırlayamadığı bir dönemde Umbridge ona büyük bir kötülük yapmıştı. Harry, ilk Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde hislerinin ne kadar karşılıklı olduğunu öğrenme fırsatını yakaladı.
Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersini Gryffindor ve Slytherin öğrencileri birlikte alıyordu. Harry, Draco Malfoy'un muşmula suratını görmeyi istemediği için kahvaltıda bilerek oyalanmış ve derse birkaç dakika geç girmişti. Fakat Umbridge, bunun ne denli büyük bir hata olduğunu ilk saniyelerde kanıtlamıştı.
"Geç kaldınız, Mr. Potter," dedi Harry sınıfa girer girmez. Rahatsız edici tizlikte bir sesi vardı. "Gryffindor'dan beş puan. Dersliğe girdiğimde öğrencilerin hazır olmalarını beklerim."
Harry, gözlerini devirerek en arkadaki tek boş sandalyeye yöneldi. Ne? Yanındaki sırada Tom oturuyordu. Umbridge asasıyla tahtaya dokunup bir takım yazılar yazarken Harry, "Burada ne işin var? Sen altıncı sınıfta değil misin?" diye fısıldadı Tom'a.
"Perşembe sabahları boşum, Profesörden derse katılmayı istedim," diye cevap verdi Tom.
"Tabii ki istedin," dedi Harry.
"Mr. Potter, Gryffindor'dan beş puan daha," dedi Umbridge, ve sonra tüm sınıfa bakıp yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirdi. Harry dersin ilk on dakikasında Gryffindor'a 10 puan kaybettirdiğine inanamıyordu. Tom, dudağını ısırıp omzunu silkti. Harry tekrar gözlerini devirdi.
Ders sıkıcı bir monotonlukla ilerliyordu. Umbridge, ilk beş hafta sadece yazı yazacaklarını açıklamıştı. Bu, doğal olarak hiçbir öğrencinin hoşuna gitmemişti.
"Doğru kuramları bildiğiniz takdirde fazla pratik yapmadan S.B.D.'lerinizi geçememeniz için hiçbir sebep yok," demişti Umbridge tatlı tatlı. "Tabii büyücü kanı daha... zayıf... olan insanlar için aynısı söylenebilir mi bilmiyorum."
Harry, Hermione'nin yüzünü göremese bile ne kadar gerildiğini fark etmişti. Bu kadın inanılmaz bir şeydi. Harry onun ölmesini istiyordu.
"Ayrıca, dersi sonlandırmadan önce size birkaç şey söylemek istiyorum," dedi Umbridge kız gibi ince sesiyle. "Profesör Dumbledore'un aklından ne geçiyordu bilmiyorum, fakat sizi Grindelwald ile korkutmaya hiç hakkı yoktu. Sihir Bakanlığı adına sizi temin ederim ki Grindelwald'ın ülkeye girme olasılığı yok."
Harry kendini tutamadı. "Peki ülkemizin sınırları içerisinde kaybolan onlarca büyücünün sizce Grindelwald'la bir ilgisi yok mu?" diye sordu.
Hermione şahin gibi dönüp Harry'e baktı. Gözleri ayrılmıştı. Umbridge'in bakışı daha da vahşiydi. Harry onun vıraklamasını ve uzayan diliyle ona bir tane çakmasını bekliyordu. Fakat yapmadı.
"Mr. Potter, cezalısınız," dedi sadece mini mini bir sesle. "Yarın akşam odama gelin."
o
o - o - o - o
o
Tüm herkes yılın ilk Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Partisi için Quidditch Sahası'na giderken Harry, Umbridge'in kapısının önündeydi. Ron, halden anlar bir tavırla ona içki ve abur cubur ayıracaklarını söylemişti. Hermione ise hiç yorum yapmamıştı. Belli ki boşboğazlığı yüzünden cezayı hak ettiğini düşünüyordu. Tom ise onunla konuşmamıştı bile. Önce doğum günü, şimdi bu. Süper arkadaş, diye düşündü Harry.
Harry, Umbridge'in odasına adım attığı an kusmak istedi. Her şey, tepeden tırnağa her şey ya pembe, ya da kedi desenliydi. Bazen de ikisi birden. Harry, köpekleri tercih ediyordu.
Umbridge, bir süre boyunca Harry'e kaybolan insanlar hakkında ne kadar şey bildiğini, bunları kimden duyduğunu sordu. Harry ısrarla okuldaki herkesin bildiğini söyledi. Bu, Umbridge'in hiç hoşuna gitmedi.
"Bu gizli bir bakanlık bilgisidir, Mr. Potter," dedi Umbridge. "Bu tür bir bilgiyi ifşa etmenin ağır cezaları olduğunun farkında mısınız?"
Harry cevap vermedi. Umbridge, Harry'nin önüne bir fincan çay koydu. Harry şüpheyle fincana baktı. İçinde Veritaserum olabilirdi. Cho'yu ve annesini tehlikeye atmak istemiyordu. Şimdi Hermione'nin haklı olduğunu düşündü, boşboğazlık ettiğine pişman olmuştu.
"Buyrun, için," dedi Umbridge.
"Teşekkür ederim, almayayım."
"Mr. Potter, çayınızı için." Bu sefer sesi sertti.
Harry, gül desenli pembe fincanı dudaklarına değdirip minicik bir yudum aldı. Belki az içerse Veritaserum etki etmezdi.
GÜM!
Harry'nin gözleri karardı. Kalbi sıkıştı. Umbridge'i göremiyordu bile.
GÜM!
Kafasının içinden dayanılmaz yükseklikte, rahatsız edici sesler gürlüyordu. Kendi kanında boğularak ölen insanların çıkarttığı öksürme sesi, testere sesleri ve dini ritüellerdeki ulumaların bir karışımı gibiydi. Harry'nin kollarını hissizleşmeye başladı. Ses gittikçe yükseliyordu. Elini çaresizce kulaklarına götüren Harry, nefes alamamaya başladı. Ciğerleri acıyla sıkıştı. Ölüyorum, diye düşündü.
Ve bitti. Harry, şoka uğramış bir ifadeyle Umbridge'e baktı. Elini boğazına götürdü. Kafatası acıyordu ve beyni uğulduyordu.
"Evet?" diye sordu Umbridge. Masmavi gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Başı hâlâ çatlayan Harry dişlerini sıkarak cevabı yapıştırdı. "Beğenmedim. Fazla şeker kullanıyorsunuz."
Umbridge kafasını eğip gülümsedi. Gözleri tehditkâr bir ifadeyle Harry'nin ağzına odaklandı.
"Çene yapınız ne kadar güzel, bunu size daha önce söyleyen olmuş muydu?"
Harry cevap vermedi, Umbridge devam etti. "Sizin yerinizde olsaydım fazla, ee, düşürmemeye çalışırdım. Bu güzel çeneye kalıcı bir hasar gelmesi büyük bir ziyan olurdu, değil mi?"
Bir profesörden gelen bu denli açık bir tehdidin karşısında afallayan Harry, hafifçe baş salladı ve sandalyeden kalktı.
"Bana vakit ayırdığınız için teşekkür ederim, Mr. Potter," dedi Umbridge şeker gibi bir sesle. "Yeni tanıştığımız için size nezâket gösterip sadece küçük bir uyarıyla yollamayı tercih ediyorum. Bir dahaki sefere herhangi birinizin dilini çözecek bir şey kullanabilirim, fakat bu benim için büyük bir zahmet demek, size bu bilgileri sızdıran kişiler için ise daha büyük bir belâ. Ben hepimizin işbirliği yapmasını ve arkadaş olmasını istiyorum." İğrenç gülümsemesi tüm yüzüne yayılırken son sözünü söyledi. "Lütfen diğer arkadaşlarınıza Bakanlığın kanunlarına ve yasalarına uymanın, ve o güzel çenelerinizi sıkı tutmanın, ne kadar önemli olduğunu iletin."
o
o - o - o - o
o
Odadan çıktığında Harry'nin aklındaki son şey partiydi. Vücudunu kontrol edemiyor gibiydi. Ayakları onu 7. kata, Gryffindor Kulesi'ne doğru götürüyordu. Başı hâlâ acı verici bir şekilde zonkluyordu.
"Potter."
Harry kafasını kaldırınca Şişman Hanım'ın önünde bekleyen Tom'u gördü.
"Hey," dedi Harry, gülümsemeye çalışarak. Yüz kasları acıyordu. hâlâ o dehşet verici seslerin birazını duyuyordu.
"Harry!" Tom koşarak Harry'nin yanına geldi ve omzunu tuttu. "O kadın sana ne yaptı? Kendini gördün mü? Berbat bir haldesin!"
Şişman Hanım, Tom'un arkasından bağırdı. "Gözlerinin altı mosmor, ve sapsarı olmuşsun, canım. Ben de ölmeden önce aynı böyle görünüyordum."
"Sağolun," dedi Harry kaşlarını çatarak. "Ama iyiyim. Sadece dinlenmeye ihtiyacım var."
Bir an durakladılar. En iyi arkadaşları sarhoş olup eğlenirken, berbat bir arkadaş olduğunu düşündüğü insanın onu beklemesi Harry'i çok şaşırtmıştı.
"İlgilendiğin için sağol," dedi Harry, yukarı, Tom'un gözlerine doğru odak almaya çalışıyordu.
"Rica ederim," dedi Tom ve Şişman Hanım aynı anda.
Harry'nin gözleri, Muggle telefonunun kamerası gibi işlemeye başlamıştı, bir türlü odak alamıyordu. Tom'un yüzü bulanık görünüyordu.
Tom'un endişeli sesi uzaktan gelmeye başladı. "Harry, iyi misin? Bir şey içmek ister misin? Çay?"
Çay.
Çay?
BÖĞK!
Harry, tüm içindekileri Tom'un üzerine boşalttı.
o
o - o - o - o
o
Tom Marvolo'nun üzerine kustum. İki genç, karanlık, serin arazide yürürken Harry'nin tek düşünebildiği buydu. Ve Harry'nin şu an dünyada olmak istemediği başka bir yer yoktu.
Tom, önce asasıyla Harry'nin yarattığı karmaşayı temizlemişti. Sonra Harry'i en yakın banyoya götürüp yüzünü yıkamış, Umbridge'in ona tam olarak ne yaptığını anlatmaya zorlamıştı. Harry önce konuşmayı reddetmişti, ama Tom anlatana kadar onun baygın ve ıslak yüzüne tokat atmıştı.
"Sana söz veriyorum, Umbridge bunu yaptığına pişman olacak," dedi Tom sadece, ikisi serin havada yürürken. Uzun bir süre konuşmadılar. Yanakları sızlayan Harry daha iyi hissettiğinde tokat konusunu Tom ile konuşmayı aklının bir kenarına yazdı. Fakat temiz hava ciğerlerine gerçekten iyi geliyordu. Harry, çimenlerle bezenmiş Hogwarts arazisinin daha önce hiç bulunmadığı bir kısmına doğru yürüdüklerini fark etti. Hagrid'in kulübesi ve Yasak Orman'ın tam aksi yönüne gidiyorlardı, ve yol oldukça dikleşmeye başlamıştı. Sık ağaçların arasından geçiyorlardı şimdi, Harry nereye gittiklerini göremiyordu. Soramayacak kadar halsizdi zaten.
On dakika sonra Harry, bir tepenin üstünde olduklarını fark etti. Yokuşu tırmanmak ciğerlerini açmıştı, çok daha iyi hissediyordu. Etrafına baktı. Sadece lacivert, yıldızlı gökyüzü ve yeşil ağaçlar görünüyordu, fakat şu an bulundukları kısım keldi. Hoş bir görüntüydü. Tom, tepenin yamacına gidip oturdu, ve omzunun üzerinden Harry'e bakıp gelmesini işaret etti.
Tom'un yanına oturdu Harry. İkisinin de ayakları uçurumun dışındaydı. Harry, Kara Göl ve tüm arazinin altlarında olduğunu fark etti. Quidditch Sahası ve Yasak Orman'ın bir kısmı da görünüyordu.
"Süper!" dedi Harry. Umbridge'den beri ilk kez gülümsemişti. "Manzaraya bayıldım."
Tom, her zamanki kibirli, yamuk gülümsemesiyle Harry'e döndü. "Ben de."
Sonra birden ciddileşti. "Bunları senin için getirdim. Ron, senin için bir sürü yiyecek paketledi." Çimenlerin üzerine bir sürü çerez kutusu yığdı. Çikolatalı kurbağalar, ilk ısırıkta elektrik şoku veren Krem Şokotop, Fışırdayan Vızvızlar ve Harry'nin en sevdiği olan Balkabaklı Kazan Pastası. "Ve Luna senin için bunu ayırdı." Kutuların yanına acemice sarılmış bir sigara bıraktı.
"Bu tahmin ettiğim şey mi?" diye sordu Harry.
Tom gülümsedi. "Evet. Bende de bir tane var." Daha düzgün sarılmış görünen bir sigarayı salladı.
Tom, asasının ucunu sigaranın ucuyla birleştirip, "Incendio!" diye mırıldandı. Sigaranın ucu alev almıştı. Tom sigarayı dudaklarının arasına koyup derin bir nefes çekip ciğerlerinde bekletirken Harry, onun her hareketini dikkatle izliyordu. Bugünlük küçük düşme kotasını fazlasıyla doldurduğu için her ayrıntıyı ezberlemeliydi.
"Kuralları çiğnediğin için cezalandırıldığında moralini en çok ne düzeltir biliyor musun, Harry?" diye sordu Tom. Sonra hatırı sayılır büyüklükte bir duman bulutu üfledi. "Daha fazla kuralı çiğnemek."
Harry güldü. Kötü olmak çok eğlenceli. Yani, kafanın içinde testerelerin cirit atmadığı zamanlar...
Harry kendi sigarasını eline aldı. Kaşlarını çatan Tom, hemen sigarayı onun elinden çekip kaldırdı. Harry'e delirmiş gibi bakıyordu.
"İlk seferinde tek bir tane mi? Saçmalama. Benimkini paylaşabilirsin." Elindeki joint'i Harry'e uzattı. Gözlerini deviren Harry yanan sigarayı Tom'un elinden alıp yüzüne yaklaştırdı ve kaşlarını çatarak inceledi. Sonra hızla ağzına götürüp çekebildiği kadar içine çekti.
Öksürmeyeceğim. Öksürmeyeceğim. Öksürmeyeceğim.
Acıyla yüzünü buruşturan Harry'nin boğazı ve ciğerleri o kadar yanıyordu ki, bir Macar Boynuzkuyruk gibi alev püskürteceğine emindi. Birkaç saniye dumanı içinde tuttuktan sonra yavaşça dışarı verdi. Öksürmemişti. Bulutu Tom'unki kadar büyük değildi, ama işini görürdü.
Tom etkilenmişti. "Aferin Potter! Doğal yetenek," dedi Harry'e hafifçe omuz atarak. Ay ışığında çökük yanakları ve elmacık kemikleri çok ilginç duruyordu. Tablo gibiydi. Gri gözleri simsiyah görünüyordu. Harry bir nefes daha çekti. İkincisi çok daha kolay gelmişti. Bu sefer daha büyük bir duman çıkarmıştı.
Harry, "Peki ne zaman anlayacağım?" diye sordu. Tom'la birkaç saniye bakıştılar. "Oh..." dedi Harry sadece.
Luna haklıymış, diye düşündü Harry ilk önce. Etraftaki her şey netlik kazanmıştı. Zihninin açıldığını hissediyordu. Gökyüzünün, yıldızların ve hatta gölün görüntüsünü yoğun bir şekilde incelemeye başladı. Çevrelerindeki her hayvanın sesini duyuyordu sanki. Böceklerin vızıltısı, Gecekuşlarının şarkıları, hatta Kara Göl Canavarı'nın suyun içindeki hareketi. Ve her şey gerçekten daha komik gelmeye başlamıştı. Harry, gülme isteğiyle doldu, ve kahkahayı patlattı.
"Üzerine kustum, Tom." Ve tüm gücüyle kahkaha atmaya başladı. Kısık gözlerinin arasından Tom'un şaşkınlıkla gülümseyerek onu izlediğini görüyordu. Küçük bir parçası Harry'e kendine gelmesini, daha fazla rezil olacağını hatırlattı. Ama daha büyük olan parçası o parçayı susturdu. Kimse umrunda değildi Harry'nin. Şu an mutluydu.
Harry'e iki saat gibi gelen bir süre boyunca şekerlemeleri yiyerek evrenden, yıldızlardan, müzisyenlerden ve profesörlerden bahsettiler. Sonra Umbridge'in taklidini yaparak kıs kıs güldüler, ve fırsatını bulurlarsa ona ne tür büyüler yapmak isteyeceklerini tartıştılar. Harry onu gerçek bir kurbağaya dönüştürmek istediğini söylemişti, fakat Tom daha acımasızdı. Umbridge'i Rictusempra Büyüsü ile ölene kadar gıdıklamayı tercih edeceğini söylemişti. Harry Tom'a sadist olduğunu söyleyince Tom muzip ama karanlık bir bakış atarak, "Belki de öyleyimdir, Potter," dedi. Harry'nin kasıklarında tuhaf bir kıpırtı oldu.
Bir süre sonra ikisi de kafalarını çimenlere yasladı. Ayakları hâlâ uçurumun dışındaydı. "Bir süre hiçbir şey yapmayabilir miyiz?" diye sordu Harry, gözleri kapalı.
"Zevkle," dedi Tom Marvolo. O da gözlerini kapattı.
Harry, bir süre düşünceleriyle yalnız kaldı, ve çok mutluydu. Arada bir gözlerini açıp yıldızları inceliyor, Tom'un keskin yüz hatlarına kaçamak bakışlar atıyordu. Sahip olduğu her şeyi düşündü Harry. Güzel şeyleri. Annesini, babasını, Weasleyleri, Grangerları, Luna'yı, ve hatta yanında yatan bu gizemli ama iyi kalpli Slytherin'liyi. Umbridge'in, Snape'in, Draco'nun, hiçbir pisliğin onu üzmesine izin vermeyecekti.
Ani bir patırtıyla uyandılar. Tüm gökyüzü bulanık ve rengârenk parlıyordu. Gözlüğünü takan Harry, tekrar yukarı baktığında havai fişeklerin patladığını gördü. Bebe-Ronsuz Parti devam ediyordu anlaşılan. Harry doğruldu. Yeryüzüne tekrar iniş yapmıştı.
"Bir şey daha var," dedi Tom. Çantasından yarısı şeffaf suyla dolu bir içki şişesi çıkarttı. "Şimdi aklıma geldi. Bunu da senin için ben yürüttüm. İhtiyacın olabileceğini düşünmüştüm."
"Bu ne?" diye sordu Harry, karanlıkta şişeyi incelemeye çalışarak. Havai fişeklerin renkli ışığı berrak şişenin üzerinden yansıyordu.
"Rakı. Ouzo. Değişiyor. Akdeniz içkisi olduğunu varsayıyorum. Yeni gelen ikiz kızlar okula birkaç şişe sokmayı başarmış. Çok... değişik... zevkleri var."
Bugün içtiği en kötü şey olmayacağı kesindi. Harry omzunu silkti ve içkiden koca bir yudum aldı.
Boğazının gözleri olsaydı şu an devirirdi. İçki çok alkollü ve çok acıydı, boğazı aynı gün üçüncü kez alevler içerisinde kaldı. Ama tüm o acının arasında, tatlı, meyanköküne benzeyen bir tadı da vardı. Ne kadar ilginç, diye düşündü Harry.
"Nasıl?" diye sordu Tom. Sonra şişeyi kapıp birkaç yudum aldı ve havai fişekleri izlemeye başladı.
Harry dudaklarını şapırdattı. Tom'a baktı. Havai fişeklerin, Kara Göl'ün yüzeyinde oluşturduğu yansımaya baktı. Ve sonra yutkundu. Rüyasında gördüğü an bu andı. Kalbi hızla atan Harry, bunun ne anlama gelebileceğini düşünmek için kendisine zaman vermeye karar verdi. Yanında oturan, havai fişeklerin aydınlattığı tablovari yakışıklı yüze bir kez daha baktı.
Gerçekler Harry'e bir Bludger kadar ani, Umbridge'in çayı kadar acı verici bir şekilde çarptı.
Siktir! Tom Marvolo'dan hoşlanıyorum!
Siktir! Tom Marvolo'nun üzerine kustum!
o
o - o - o - o
o
Harry, Ortak Salon'a doğru yürürken kendisini çok daha iyi hissediyordu, fakat kafasında şu an ilgilenmek istemediği binbir düşünce vardı. Tom çarpık gülümsemesiyle koluna hafifçe vurarak veda edene kadar şatonun içinde olduğunun farkında bile değildi Harry. Bir anlık tereddütün ardından Slytherin Ortak Salonu'na inen zindanlara doğru yürüyen Tom'un arkasından seslendi.
"Tom."
Yüzünde hafif bir merak ifadesiyle arkasını dönen Tom, Harry'e doğru birkaç adım attı. Şatonun loş ışığında neredeyse yeşilimsi bir renkle parlayan gözlere dalan Harry'nin söylemek istediği birçok şey vardı. Yapmak istedikleri ise daha fazlaydı. Fakat hislerine iyice kafa yormadan -ve kafasını ayıltmadan- asla bir adım atmaya niyeti yoktu. Tek bildiği, Tom'la geçirdiği vakti uzatabildiği kadar uzatmak istediğiydi.
"Neden Süper-Yetişkin Bebe-Ronsuz Parti'ye dönmüyorsun?" diye sordu Harry. "Seslere bakılırsa herkes hâlâ Quidditch Sahası'nda. Yarın ders de yok." Sonra bir şey daha hatırlamış gibi kaşlarını çatıp ekledi. "Yani, sonuçta geceni berbat ettim. hâlâ kurtarma şansın var." Yenik bir gülümsemeyle Tom'un vereceği cevabı bekledi.
Tom'un yarım gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. "Kötü bir gece geçirdiğimi nereden çıkardın, Potter?"
Sanki biri Harry'nin kalbini Wingardium Leviosa ile boğazına kadar çıkarmıştı. Ama hâlâ aklında birçok soru vardı.
"Benimle vakit geçirmeyi seviyorsan neden yaz boyunca bu kadar uzak davrandın?"
Tom kaşlarını çatıp yere baktı. Sanki aklındaki şeyi söylemekte tereddüt ediyordu.
"Ailevi bir mesele yüzünden bayağı yoğundum diyebiliriz," dedi önce. Her kelimesini dikkatle seçiyormuş gibiydi. "Kısacası, Remus ve Nymphadora Lupin'in gerçek ebeveynlerim olmadığı hakkında şüphelerim var." Tom, bir şey söylemek için ağzını açan Harry'nin sözünü kesti. Sert bakışları Harry'nin gözlerini hançer gibi deliyordu. "Ama şimdilik bunun hakkında konuşmak istemiyorum. Ve bundan kimseye bahsetmezsen sevinirim, en azından ben gerçeği öğrenene kadar."
Harry kafasını salladı. Tom'un isteğine saygı duyacaktı, ama ona yardım etmek de istiyordu. Remus babasının eski bir arkadaşıydı sonuçta. Harry babasını bu konuda sorguya çekmeyi aklının bir köşesine yazarken iki genç derin bir nefes aldı ve birkaç saniye boyunca konuşmadı.
"Tom," dedi Harry usulca. "Bu akşam yaptığın her şey için çok teşekkür ederim. Sen iyi bir arkadaşsın."
Tom gözlerini devirdi, ama yüzü o silik hoşnutluk ifadesini gizleyemiyordu.
"Sakın bana duygusal birine dönüştüğünü söyleme, Potter," dedi alaylı bir tavırla. "Hadi gidip dinlen."
Harry tam arkasını dönecekken Tom bir kez daha konuştu. "Ah, bu arada, doğum gününü unuttuğumun farkındayım. Eğer çeneni kapatmanı sağlayacaksa sana özel bir hediye vereceğime söz veriyorum. Tamam mı?"
Bu sefer gülümsemesi tüm yüzüne yayılan Harry oldu.
o
o - o - o - o
o
Büyülü merdivenlerin uçmasına gerek bile yok, diye düşündü Harry, çünkü bu mutlulukla ayakları kendiliğinden havalanıp onu yedinci kata çıkarabilirdi. Tom Marvolo Lupin ile gerçekten bir şansım var mı? Hareket eden portrelerin her birine gülücükler saçarak selam verdikten sonra yedinci kata vardı. Liseli Muggle kızları gibi yüzüstü uzandığı yatağında saçlarını parmaklarıyla döndürerek hayaller kurmanın planını yaparken, bu katın koridorunda görmeyi hiç beklemediği birini gördü.
"Luna?" aniden yer değiştirmeye karar veren merdivenden son anda koridora atlayarak zayıf sarışın kıza doğru yürüdü. "Neden partide değilsin?"
Hulyalı bir ifadeyle arkasını dönen Luna'nın gözleri Harry'i gördüğünde kocaman açıldı. "Merhaba Harry Potter." Biraz düşünceli görünüyordu. Yani, Luna'ya göre bile...
"Benimle yürümek ister misin, Harry?" diye sordu kız. Harry daha cevap veremeden Luna yürümeye başlamıştı bile. Harry de peşine takılmak zorunda kaldı.
"Bazen etrafımda düzinelerce kişi olmasına rağmen dünyadaki en yalnız insanmışım gibi hissediyorum," diye başladı Luna o narin sesiyle. Daha önce hiç böyle hissetmemişti Harry. "İşte o zamanlar geldiğim bir yer var. Eğer izin verirsen sana da göstermek isterim."
Luna Harry'i Gryffindor Kulesi'nin tam aksi yönünde kalan, daha önce keşfetmediği bir koridora getirdi. Boş bir tuğla duvarın önünde durdular. Luna sevgi dolu bir ifadeyle duvara bakarken Harry ister istemez Luna'nın keçileri kaçırıp kaçırmadığını düşünüyordu. Neden boş bir duvarla bakışıyorlardı? Luna'nın yalnızlıkla başa çıkma yöntemi bu muydu? Tamam, taş işçiliği hiç fena değil, diye düşündü Harry; fakat bir cuma akşamında yapmayı tercih edeceği şeyler listesindeki son şey kârgir sanatı incelemesiydi.
Luna, Harry'nin elini tuttu. Kedi gibi irkilen Harry, bu fiziksel temas gösterisinden rahatsız olsa da sesini çıkarmamaya karar verdi. Luna'yı ömür boyu kıracak bir şey söylemektense kısa süreli hafif bir rahatsızlıkla başa çıkabilirdi.
Okuldaki çoğu öğrencinin -hatta Ravenclaw'dakilerin bile- Luna'yı pek anlamadığını biliyordu Harry. Anlamamak hafif bir tabirdi aslında. Okulda Luna'yı deli olarak gören ve her fırsatta onunla dalga geçen, eşyalarını saklayan ve küçük düşürücü şakalar yapan birçok öğrenci vardı. Yuvarlak gözleri duvara kilitlenmiş arkadaşının çocuksu yüz hatlarını incelerken Harry'nin içi sıcak bir merhamet duygusuyla doldu. Popülarite veya anlık bir eğlence uğruna onu kırmayı seçen herkese karşı ise öfkeyle. Cesaret verircesine Luna'nın elini sıktı.
"Burası," dedi Luna, kaşlarıyla duvarı işaret ederek, "Bazılarının İhtiyaç Odası adını verdikleri yer." Harry'nin elini bıraktı.
Kafasını tekrar duvara -yani biraz önce duvarın olduğu yere- çeviren Harry'nın ağzı açık kaldı. İki genç, koskocaman bir ahşap kapının önünde duruyordu şimdi. Hogwarts'ta geçirdiği beş yılın ardından şatonun hâlâ sürprizlerle dolu olduğunu görmek Harry'i çocuksu bir heyecan duygusuyla doldurdu. Luna'nın tüm gücüyle ittiği kapıdan içeri geçerken Harry, "Bunu nasıl yaptın?" diye sorabildi sadece.
İçerisi bir katedral kadar büyük ve aydınlıktı. Şatonun dış hatlarını defalarca inceleyen Harry, yedinci katın kulesinde bu kadar büyük bir odanın varlığının dışardan kesinlikle fark edilebileceğini düşündü, dolayısıyla oda büyüyle gizlenmiş olmalıydı. Düzinelerce dikey vitray pencere ile aydınlatılıyordu bu büyülü oda, ve her bir pencere üst üste binmiş devler kadar uzundu. Renkli camlardan içeri vuran güneş ışığı, siyah-beyaz girift desenli mermer zeminden yansıyıp tüm salonu rengarenk bir ışıltıyla boyuyordu. Devasa salon neredeyse bomboştu; odanın diğer ucundaki şömineyi, en az on kişinin sığabileceği devasa dağınık yatağı ve büyük ekran televizyonu saymazsanız. Televizyon?!
"Luna," dedi Harry sırıtarak. "Buraya kocaman bir yatakta Muggle dizisi keyfi yapmak için mi geliyorsun? Mr. Weasley ile iyi anlaşmanıza şaşırmamalı."
Luna gülümsemişti, fakat yüzünde gizleyemediği bir endişe vardı. "Takip ettiğim birkaç Muggle dizisi var," dedi önce. Şimdi devasa odanın diğer ucuna doğru yürüyorlardı. "Fakat sana göstermek istediğim şey bu değil. Burası -" eliyle tüm odayı gösteren bir hareket yaptı, "o an ihtiyacın olan şey neyse sana onu sağlayacak bir sığınağın şeklini alır. Bazı öğrenciler burayı hoşlandıkları kişiyle özel vakit geçirmek için kullanıyor (Harry istemsiz bir dürtüyle kendisini Tom'la o yatakta hayal etti ama hemen kafasını sallayıp bu düşünceyi uzaklaştırdı.), bazıları büyü pratiğini yalnızken yapmayı tercih ettiği için, bazıları ise sadece kurtulmak istedikleri tehlikeli eşyaları saklamak için kullanıyor. Benim saklamaya çalıştığım şey ise-"
Şömine, yatak ve televizyona gittikçe yaklaşan Harry, bir çadır kadar geniş olan yatak örtüsünün hareket ettiğini fark etti. "- oldukça büyük."
Harry'nin ensesindeki tüyler havaya kalktı. "Luna, yatağın içinde ne var?"
Luna'nın soruyu cevaplamasına gerek kalmadan yatak örtüsü -ve altında saklanan şey- yavaşça kıvranmaya başladı. Yatağın kenarından önce aslan pençesine benzeyen büyük, beyaz ve tüylü bir yaratık uzvu belirdi. Devasa pençenin devamı Harry'nin bir kadın bacağı olduğunu düşündüğü bir şeye bağlıydı, ve uzundu. Harry, büyülenmiş bir ifadeyle ortaya çıkacak şeyi görmeyi beklerken yaratık ani bir çeviklikle yataktan sıçradı ve çadırımsı örtüyü metrelerce yükseğe uçurdu. Harry panikle gerilerken Luna sakin ama mağrur bir ifadeyle yerinde durmayı seçmişti. Havadan bir paraşüt gibi yavaşça inen örtü, karşılarındaki manzarayı, bir sanat eserini izleyiciye sunmak için çekilen perde gibi ortaya çıkardı. Harry'nin beyni gözlerinin önündeki şeyi işlemeye çalışıyordu, ağzı kocaman açılmış, tüyleri diken diken olmuştu.
Bir kadının vücuduydu bu, dört metreden uzun, kocaman, çıplak bir kadının. Süt beyazı teni, Luna'nınki gibi upuzun, gümüş sarısı saçları vardı. İnsan ayağı yerine tüyleri gümüş gibi parlayan keskin hipogrif pençelerine sahipti. Büyüleyici bir kurşuni tonda ışıldayan tüylü kanatları bir ejderhanınkiler kadar genişti, omuzlarının arkasında tehditkâr bir pozisyonda açılmıştı. Tüysüz uzun kollarının altında iki narin insan eli vardı, fakat tırnakları siyah, sivri ve görünüşe göre jilet kadar keskindi. Beline kadar inen saçları sekiz adet göğsü kapatıyordu. Yüzü bir vitrin mankeni kadar güzel ve kusursuzdu. Renkli pencerelerden sızan ışıkla ilâhi bir tablo gibi görünen yaratığın yuvarlak turuncu gözleri merakla Harry'i izliyordu.
"Bu Pulcherrima," dedi Luna hüzünlü bir ifadeyle. "Harry. Bu benim kardeşim."
Muggle uyuşturucuları bayağı fenaymış, diye düşündü Harry. Çünkü bu gördüklerinin ve duyduklarının kafasının hâlâ güzel olmasından başka açıklaması olamazdı. Birazdan uyanacak ve kendisini Tom'la uçurumun kenarında bulacaktı.
İsmini duyduğunda rahatlamış gibi görünen yaratık tırnaklarını geri çekti, kanatlarını katladı ve bağdaş kurarak mermer zemine oturdu. Oturduğunda bile Harry ve Luna'nın iki katı kadar uzundu. Hem yırtıcı hem de merhametle dolu görünen gözleri sorgulayıcı bir bakışla Harry'e kilitlenmişti.
Harry ise Umbridge'i gururla parlatacak bir sessizlikle bakakalmıştı, kelimenin tam anlamıyla dili tutulmuştu. Bir parçası "Memnun oldum," diyip yaratığın elini sıkmak istiyordu, fakat parmaklarını vücuduna bağlı tutmak isteyen parçası bunun yapılacak doğru şey olmadığı konusunda kararlıydı.
"Luna, yanlış anlamanı istemiyorum ama," diye başlayan Harry hâlâ göz ucuyla Pulcha-bilmemne'yi inceliyordu. "Açıklar mısın lütfen?"
Luna, sarı saçları boyalı pencerenin renkleriyle dans ederek kardeşinin yanına gitti ve elini yaratığın bacağına koydu. Yaratık, bir insanda gülme eylemi olarak nitelendirilebilecek bir hareketle ağzını açtı, sivri dişlerinin arasından yılan gibi upuzun siyah bir dili çıkardı ve Luna'nın saçlarını yalamaya başladı. Dilinin boyu bile neredeyse Luna kadardı. İkisinin cüssesinin tezatı o kadar komikti ki, Harry gülmemek için kendini zor tutarak ikisinin kardeş olmasının imkansız olduğunu düşündü. Ayrıca bu... şey... insan değildi.
"Sana ilk tanıştığımız sene annemin öldüğünden bahsetmiştim, değil mi?" diye sordu Luna. Bir yandan kafasına çarpan güçlü dil darbeleriyle savaşarak ayakta durmaya çalışıyordu. "Ama nasıl öldüğünü anlatmamıştım." Yaratığın bacağına tırmanıp oturdu. Harry mesafesini korudu.
"Annemle babam ben küçükken ayrıldı. Eskiden annemle yaşıyordum, babamı sadece haftasonları görüyordum. Annem, yatmadan önce her gece bana sihirli yaratıklar ve onlar hakkındaki efsanelerle dolu kitaplar okurdu. Bu ikimizin geleneği gibi bir şeydi. Her hafta yeni bir kitap. Şimdi düşünüyorum da, annemi en mutlu gördüğüm zamanlar yeni bir kitaba başladığımız anlardı. Benim sihirli yaratıklara olan tutkum onu da bir çocuk gibi heyecanlanıyordu." Elleriyle devasa kardeşinin saçlarını okşuyordu, gözleri ise üzgündü, renkli camlardan uzaklara bakıyordu. "Efsanelerden birinde kelimelerle tarif edilemeyecek kadar güzel ve korkutucu bir kadim halkın hikâyesi vardı. Pulcherrimi. Bir dev kadar büyük, Veela kadar güzel, hipogrif kadar gururlu, ejderha kadar özgür ve güçlü bir halk. Tanıdık geldi mi?" Kafasını kaldırıp kucağında oturduğu yaratığa hüzünle gülümsedi. Yaratık saçlarının okşanmasından hoşnutmuş gibi gözlerini kapatmıştı, hırlıyor ve Luna'nın sesini dinliyordu. Tekrar uzaklara dalan Luna hikâyesine devam etti. "Bu efsane beni o kadar etkilemişti ki, dinledikten sonra bir daha eskisi gibi olamadım. Annemden her akşam Pulcherrimi destanını okumasını istiyordum ve başka kitaplara geçmeyi ısrarla reddediyordum. Artık saplantım öyle bir noktaya gelmişti ki, sürekli ağlayıp bir kardeş istediğimi söylüyordum. İkimizi sırtına bindirecek, güzel kanatlarını çırpıp havalanacak ve bize dünyayı gösterecek bir kardeş. Kötü büyücüler bize saldırmaya kalktığında yukarıdan buz nefesini püskürterek onları donduracak, bizi her şeyden koruyacak bir kardeş. Güzel saçlarını okşayıp örebileceğim bir kardeş. Bir Pulcherrimi." Derin bir nefes aldı. Nefesi de, sesi de titriyordu şimdi. "Annem defalarca bunun imkânsız olduğunu bana anlatmaya çalıştı, ama bir türlü anlamıyordum. Biz büyücüydük sonuçta, büyünün olduğu bir dünyada en büyük hayalim nasıl imkânsız olabilirdi ki?" Harry, bu hikâyenin nereye gideceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyordu, fakat yine de kaşlarını çatarak arkadaşının devam etmesine izin verdi.
"Bir süre sonra hayal kırıklığım öfkeye yöneldi. Öfkem de anneme. Ona sürekli yeterince iyi bir cadı olmadığını söylüyordum. 'Keşke annem sen değil de daha güçlü bir cadı olsaydı', diyordum, bana istediğimi verebilecek bir cadı." Gözlerini Harry'e çevirdi. Harry bu soluk mavi gözlerdeki ızdırabı görebiliyordu. "Her gece bana yine aynı destanı okuduktan sonra uyumak yerine evden çıkıp kaybolmaya başladı. Sabaha birkaç saat kala eve geliyordu, sadece birkaç saat dinlenip işe gidiyordu. Ve gece yine aynı hikâye. Bir süre böyle devam etti, zamanla o neşeli yüzü solmaya başladı. Evimizden sürekli eşyalar da eksiliyordu. Mücevherler, aile yâdigarları, uğrunda çok çalıştığı olağandışı icatları. Ben ise içten içe onları sattığını ve gecesini gündüzüne katarak hayalimi gerçekleştirmek için bir yol aradığını hissedebiliyordum, ama yine de onu durdurmuyordum. Onun olağandışı olduğu kadar ben de inatçıydım çünkü."
Harry, arkadaşının içini dökmesini dinlerken nefesini tuttuğunu fark etti. Derin bir nefes alıp Luna'yı dinlemeye devam etti. Bu sefer onun da nefesi titremişti.
"Birkaç ay gibi bir süre sonra annem uzun süredir yüzünde hiç görmediğim bir neşeyle eve girdi. 'Lulu!' diye bağırdı sevinçle. 'Lulu, başardım!' Evet, bana Lulu diyordu," diye kafasını salladı gümüş saçlı üzgün kız gülerek, gözleri nemliydi şimdi. "Elimi karnına götürüp gözlerimin içine gülerek baktığı o an, hayatımın ilk pişmanlığını yaşadım. Yüzüne uzun süredir ilk kez yakından bakmıştım. O görüntüyü hiç unutmuyorum, Harry. Annem eskisi gibi değildi artık. Yüzü kırışmıştı, gözlerinin altı mosmordu, yorulmuştu. Ve o an hiçbir mistik yaratığı, hiçbir efsaneyi istemediğime karar verdim. Annemi istiyordum sadece. Ama inatçılığımdan vazgeçmiştim artık. Şımarık bir çocuk gibi anneme tüm emeklerini bir kenara atıp vazgeçmesini, ne yaptıysa geri almasını söylemeye içim vermedi. Ve ben... Pulcherrima'nın annemi parçalayarak dünyaya gelmesine izin verdim... Bir parçam gerçekten inanmıştı biliyor musun?" Kızarmaya başlayan gözlerindeki ifade boştu şimdi, hâlâ kardeşinin gümüş saçlarını okşuyordu. "Üçümüzün mutlu ve özgürce uçabileceğine... Annem kanlar içinde yatarken çaresizce hastaneye ışınlanması için yalvardığımı hatırlıyorum. O ise kendisini iyileştirebileceğini iddia etmişti. Denedi de. Ama olmadı işte."
Üzüntüyle kaşlarını kaldıran Harry, bu kanlı hamileliğin detaylarını Luna'ya asla soramazdı. Gözünde canlandırmak istemediği türden bir şeydi zaten.
"Yıllarca her gün o geceyi düşündüm. Neden St. Mungo'ya gitmediğini artık daha iyi anlıyorum. Büyücülüğün en temel kurallarını çiğnemişti annem, ömür boyu Azkaban'a tıkılmanı sağlayabilecek kuralları. Günlüğünü okuduğumda aylar boyunca çeşitli karanlık büyücüler ve simyacıların peşine düştüğünü, istediğim şeye kavuşmam için neleri feda ettiğini öğrendim. Hepsi nankör, inatçı kızını mutlu etmek içindi."
Harry hiçbir şey söylemedi. Luna'nın elinden tutup kardeşinin kucağından inmesine yardımcı oldu, ve ona sımsıkı sarıldı. Hırlayan Pulcherrima'nın güzel yüzü gerildi, turuncu gözleri koruyucu bir tehditkârlıkla parladı; fakat Harry'nin niyetinin kötü olmadığını anlamış olacak ki, usulca arkasını dönüp uzun parmağıyla televizyonun güç tuşuna bir tane çaktı ve yere uzandı. Yaratığın hareketleri cüssesine göre oldukça nazik olmasına rağmen her bir adımı üçünün üzerinde durduğu zemini titretiyordu resmen.
Lavanta kokan arkadaşını kollarıyla sarmalayan Harry'nin kalbi hızla atıyordu. Ve acıyla. Luna'nın kalp atışını da kendi göğüs kapağında hissedebiliyordu. "Bunca yıl bu yüzden kendini suçladığına inanamıyorum," dedi Harry arkadaşının kulağına. Fiziksel temas korkusu, git ve kendini becer. Harry, Luna'yı iyi hissettirecekse ona saatlerce sarılabilirdi. Bu tatlı kızın hayatının bu kadar acıyla dolu olduğuna inanamıyordu. "Sen sadece bir çocuktun. Annen seni asla suçlamazdı, Luna. Asla."
Sonra gözünün ucuyla televizyonda Süngerbob Kareşort'un olduğunu gördü ve istemsizce güldü. Hatta hortladı. "Özür dilerim," dedi hemen yüzünü ciddileştirerek. Luna da önemli-değil dercesine kafasını salladı ve gülümsedi. "Çizgi filmleri gerçekten çok seviyor," dedi omzunun üzerinden kardeşine bakarak. "Ona konuşmayı ve insan hayatını öğretmeye çalışıyorum. Ama açıkçası çene ve dil yapısının insan seslerine uygun olup olmadığını bile bilmiyorum. Tamamen kaybolmuş durumdayım."
Luna'nın burnundan neredeyse gülme anlamına gelebilecek bir hıh sesi çıktı. "Şimdi hepsi kötü bir şaka gibi geliyor. Annemle kolayca süpürgeye binip dünyayı gezebilirdim. Birlikte özgür olabilirdik. Onun yerine annemin ölümüne sebep oldum, ve yaradılışı özgürlüğü sembolize eden bu heybetli yaratığı bir odaya hapsetmeyi seçtim."
Harry ne diyeceğini bilemiyordu. Ama Luna anlıyordu.
Bir süre bu dört metrelik görkemli yaratıkla Muggle çizgi filmleri seyrettiler. Sonra Luna sırt çantasından çıkardığı yiyecekleri Pulcherrima'nın önüne bıraktı. Biftekler, börekler, meyveler ve tartlar vardı. Minik bir Hogwarts ziyafeti. Harry, Pulcherrima'nın hırıl hırıl sesler eşliğinde limonlu tarta saldırmasını izlerken şefkatle gülümsedi. Onun ilk tercihi de limonlu tarttan yana olurdu.
"Şömine Yasak Orman'a açılıyor. İstediği zaman çıkıp avlanabiliyor, ama yine de..." Luna omzunu silkti. Harry'nin arazide uçan devasa bir mistik yaratığın hem yaratığın kendisi, hem de şato halkı için ne kadar güvenli olduğu konusunda şüpheleri vardı, ama bunu dile getirmedi. Arkadaşının daha fazla üzülmesini istemiyordu.
İki genç odayı terk etmek için kapıya doğru yürürken Luna, "Harry, burada gördüğün şeyi senden başka kimse bilmiyor," dedi. "Bunun aramızda kalması çok önemli. Sana yalvarıyorum." Masum gözleri köpek yavrusu gibi kocaman bakıyordu. "O bana annemi hatırlatan tek şey. Annemin bir parçası hâlâ onun içinde yaşıyor. Onu da kaybedersem ne yaparım bilmiyorum... Sana bunu anlatmamın tek sebebi en iyi arkadaşım olman ve sana tamamen güvenmem."
En iyi arkadaşım. Harry, çok değer verdiği Luna'nın güvenine bu şekilde ihanet edebileceği bir durumu hayal bile edemiyordu. Kapının önünde Luna'yı durdurup gözlerinin içine baktı. İki gencin de gözleri nemli, yüzleri olabildiğince ciddiydi.
"Sana tüm değer verdiğim şeyler adına yemin ediyorum Luna, bu sırrı mezara götüreceğim."
Önündeki yemekleri çoktan silip süpürmüş olan Pulcherrima, Luna'nın omzunun arkasından Harry'e "Yeminini bozarsan dehşet dolu sonuçlarına katlanırsın," dercesine bakıyordu.
o
o - o - o - o
o
Fred ve George'un ünlü havai fişekleri ve ışık oyunlarına bakılırsa Süper-Yetişkin-Bebe-Ronsuz Parti hâlâ devam ediyordu. Harry Gryffindor Kulesi'ndeydi, bomboş yatak odasındaki pencere oyuğunda oturmuş, Hedwig'in karbeyazı tüylerini okşuyordu. Kulenin tepesindeki pencereden karınca gibi görünen gençlerin Quidditch Sahası'nda eğlendiğini görebiliyordu. Bugün yaşadığı sayısız delice olaydan sonra aşağıdaki alkollü ve gürültülü ortama katlanabileceğini düşünmüyordu, fakat gelecek hafta düzenlenecek partiye katılacağına dair kendine söz verdi. Eğer Umbridge onu da mahvetmezse.
Ne kadar yorgun olduğunu uyumak için başını yastığa koyduğu an fark etti Harry. Yine de kafasındaki çarklar bir süre daha çalışmaya devam etti. Bir gün içerisinde en yakın arkadaşlarının aileleri hakkında bu kadar şaşırtıcı sır öğrendiğine inanamıyordu. Tom evlatlık, Luna'nın sihirli yaratık kırması bir kardeşi var... Peki sırada ne var? Ron'un odasının üst katında bir gulyabaninin yaşadığını mı öğreneceğim?
