Magnus neden bu partiyi verdiğinden emin değildi. Kendisine her ne kadar bunun kedisinin doğum günü için olduğunu söylese de Başkan Miyav uzun zamandır yatağının altında saklanıyordu.
Partide özellikle görmek istediği kimse yoktu. Hayatı oldukça sıkıcı bir şeye dönüşmüştü. Çoğu şey onu boğuyordu — monoton günler birbirini kovalayıp duruyordu.
Clary hakkında da endişelenmeye başlamıştı. Jocelyn aradığında Clary ile kavga ettiğini ve onun çekip gittiğini söylemişti. Magnus o günden beri onlardan haber almamıştı. Büyüyü yenilemek için bir ay gecikmişlerdi bile.
Magnus kıza oldukça alışmıştı. Bu garipti. Onun için hiçbir şey ifade etmemeliydi fakat kızın büyümesini izlemişti. İki yıla bir de olsa, daha önce hiçbir çocuğu bu kadar sık görmemişti.
Magnus iki kez zilinin çalındığını duydu. Kapıya doğru yöneldi ve dramatik bir şekilde kapıyı açtı.
Önünde bir kız duruyordu, siyah saçları ve koyu renkli gözleri olan bir Gölge Avcısıydı. Yüz hatlarına bakarak ismi hakkında kesin bir sonuca varamasa da tahmin etmesi gerekirse Lightwood derdi.
"Magnus? Magnus Bane?" diye sordu kız.
"Evet, benim." diyerek cevapladı Magnus.
Kızın yanında üç Gölge Avcısı daha vardı: kendini beğenmiş bir sarışın, onun arkasında duran siyah saçlı bir çocuk — ve Clary! Gölge Avcıları ile takılarak ne halt ediyordu? Annesi neredeydi? Onlarla konuşurken şaşkınlığını yüzüne yansıtmamayı başardı. Şaşırtıcı bir şekilde partisine davetiyeleri vardı.
Davetiyeyi açıklamak için "Sarhoştum herhalde." diyiverdi. Kapısını sonunda kadar araladı ve "Girin. Ve konuklarımı öldürmemeye çalışın."
Davetiyeleri olsun ya da olmasın, onları her halükarda içeri alırdı zaten. Clary'nin neden burada olduğunu bilmek istiyordu. Buraya gelmesi gerektiğini nasıl bilmişti? Ne kadarını hatırlıyordu? Jocelyn, Clary'nin yalnız gelmesine asla izin vermezdi. Magnus kadının zaten bir bilgisi olmadığından şüpheleniyordu.
Magnus, genç yüzlerindeki hayranlık ifadesini alçak gönüllülükle karşıladı. İnsanların onun eserlerine böyle bakmasını seviyordu. Alçak gönüllü olmasına da gerek olduğunu düşünmüyordu. Sonuçta evine, partiye hazırlık olsun diye büyü yapmıştı. Tüm mobilyalar kenara çekilmişti, yaşamayan misafirleri için pencereler örtülmüştü ve tabii ki dans alanının ortasında bir disko topu dikkat çekiyordu. Clary'nin gözlerini takip etti ve dikkatinin barmenin iki çift kolunda toplandığını gördü.
"Partiden hoşlanır mısın?" Magnus ona Kurabiye diye seslenmekten kendini son anda alıkoymuştu. Bu, ona yıllar önce verdiği bir takma addı. Neden öyle dediğini hatırlamıyordu fakat annesi beğense de beğenmese de bu isim Clary'e uyuyordu. Magnus, Jocelyn'in onu Clary'e ölüm perisi dediği için affetmediğini düşünüyordu. Clary o zamanlar çok küçüktü. Kedisinin kuyruğunu çektikten sonra bağıran bir bebekti. Kurabiye, ölüm perisinden çok daha iyiydi. Jocelyn'in rahatlamayı öğrenmesi lazımdı.
"Bu partinin bir nedeni var mı?" diye sordu Clary.
"Kedimin doğum günü." cevapladı Magnus ve Başkan Miyav'ın partiye katılmamasına şaşırmış gibi yaptı.
Sarışın olan tekrardan yörüngesine girmişti ve siyah saçlı çocuk, onu gölgesiymiş gibi takip ediyordu.
"MAGNUS BANE!" Ses odanın karşısından geliyordu. Magnus, vampire bakmak için döndü. İsmini hatırlayamıyordu, belki Gregor olabilirdi. Birisi motosikletine kutsal su dökerek mahvetmişti. Magnus bunu yapanın beklenmedik misafirleri olan Nefilimlerden biri olduğuna iddiaya girebilirdi. Büyük ihtimalle sarışın olan yapmıştı.
Vampir, Magnus'un sinirlerini bozmaya başlamıştı. Parmağını şıklattı ve vampirin soluk borusunu tıkadı. Nefes alması gerekmiyordu tabii ki fakat bu, bir süreliğine de olsa onu sustururdu. Magnus bir adım geriye çekildi ve vampiri büyü ile evinden dışarı attı.
"Vay canına, bu etkileyiciydi." dedi sarışın.
"Bu gerizekalıyı mı kastediyorsun?" dedi Magnus. Bu partileri neden veriyordu ki? Onu huysuzlaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlardı. Yine de tüm gün evinde kedisi ile yalnız başına olmaktan daha iyi olduğunu düşünüyordu.
"Yakıt deposuna kutsal suyu biz koyduk, biliyorsun." dedi gülerek sarışının gölgesi. Magnus Gölge Avcısının kahkahasını duyunca şaşırmıştı. Muhteşem bir gülüşü vardı. Çok bulaşıcıydı.
"Alec," dedi sarışın. "Kapa çeneni."
Demek ismi buydu. Alec.
"Bunu tahmin etmiştim," dedi Magnus, hafifçe gülümseyerek. "Bu yüzden mi partimi basmaya karar verdiniz? Sadece birkaç kan emicinin motosikletini bozmak için mi?"
"Hayır," dedi sarışın. "Seninle konuşmamız gerek. Tercihen gözden uzak bir yerde."
Magnus, tanımadığı Gölge Avcıları tarafından yaklaşılan bir iblis efendisi gibi davranmaya çalıştı. Ve Clary de onu tanımadığına göre başka ne yapabilirdi ki? Buna rağmen sarışının üstü kapalı tehdidini fark etmişti. Sarışın kesinlikle onun iyi tarafında değildi.
Magnus onları yatak odasına götürdü. Bu oda parti için büyü yapmadığı tek odaydı. Kapısı kapalı kalan tek oda.
Magnus hala onu tanımıyormuş gibi yaparak Clary'i dinledi. Clary'nin, Magnus'u değil de annesini ve hatıralarını sorması en iyisi olurdu.
Bu durumda nerede durduğundan emin değildi. Tabii, Clary'i hayatı boyunca tanımıştı fakat amcası falan değildi. O bir yabancıydı. Jocelyn, onun Clary'e anlatmasını ister miydi? Jocelyn ona hiçbir şey anlatmamıştı: babasının kim olduğunu, annesinin bir Gölge Avcısı olduğunu, Clary'nin de bu dünyanın bir parçası olduğunu… Hiçbir şey.
"Kardeşler'in onun zihninden neler çıkarabileceğini görmek için Sessiz Şehir'e gittik," dedi sarışın olan. "İki kelime bulabildiler. Sanırım ne olduklarını tahmin edersin."
Ah, demek onu tanımıyormuş gibi yapmasının hiçbir anlamı yoktu. Sessiz Kardeşler'in ne bulduğunu tam olarak biliyordu. İmzası. Onu orada bırakmamalıydı fakat eseriyle gerçekten gurur duyuyordu. Oldukça eşsiz bir büyüydü ve ustalıkla yapılmıştı. Artık onlara anlatmaktan başka bir çaresi yoktu.
"Yani buraya girdiğimiz anda Clary'i tanıdın," dedi sarışın Magnus açıklamasını bitirir bitirmez. "Tanımış olmalısın."
"Elbette tanıdım." dedi Magnus bıkkınlıkla. "Ve şaşırtıcıydı da."
Clary anılarını geri istiyordu, Magnus ona anılarının zamanla döneceğini anlatmaya çalıştı. Sarışın olan hala onu gıcık ediyordu ama. Emirler yağdırıp duruyordu. Magnus gerçekten ondan hoşlanmamıştı. Clary'nin bu güvenilmez Nefilimle ne işi vardı?
"Sana zarar vermedim," dedi Magnus. Elinde olmadan dudaklarını büküp keskin beyaz dişlerini ortaya çıkarmıştı. Böyle bir şeyle suçlandığına inanamıyordu. Önemsediği ilk çocuğa zarar vermekle suçlanmak ha?
Birden sözcükler ağzından dökülmeye başladı. Clary'i tüm hayatından şüphe ettiren o değildi. Her genç farklı hissederdi. Farklı olmak mükemmel bir şekilde karşılanmıyordu ve o bunu çok iyi biliyordu. Onlara ebeveynlerini anlattı ve daha önce kimseye söylemediği şeyleri söyledi. Neden böyle yaptığından emin değildi. Konuşmasını durduramayacak kadar güçlü şeyler hissetmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Sanki bir tsunami, görünmez duvarlarını yıkmış ve onu ele geçirmiş gibiydi.
"Bu senin hatan değildi," dedi sarışının gölgesi. "Büyürken içinde bulunduğun şartları sen seçemezsin."
Bunu bir Nefilimin demesi ne kadar sıra dışı, diye düşündü Magnus. Normalde Gölge Avcılarının genlerine üstünlük duygusu işlenmiş gibiydi ve az önce olan bunun tam tersiydi. Bu gen onları, iblis efendilerini ve perileri böyle doğdukları için, vampirler ve kurt adamları da onlara yapılan şeyler için yargılamalarına ve cezalandırmalarına itiyordu.
Magnus kendisini toparladı. Clary onu dinlemiyordu ve Magnus vazgeçerek ona Gri Kitap'ı göstermeye karar verdi. Belki birkaç anısını geri getirebilirdi.
Magnus sarışının gölgesi olan siyah saçlı çocukla göz göze geldi ve çocuğun gözlerini ilk defa fark etti. Maviydi. Güzel, masmavi gözler. Magnus çocuğun yüz hatlarına hayran hayran bakmaktan kendini alıkoyamadı. Sanki bir mıknatıs Magnus'un bakışlarını onun üstünde tutuyordu.
Çocuk, Magnus'un bakışları altında kızardı. Tepkisi, onu heyecanlandırmıştı. Fakat o masmavi gözler şimdi ellerine bakıyordu. Magnus, çocuğun yukarı bakmasını diledi. Böylesine bir güzelliği saklamak yazık oluyordu.
"Şimdi, eğer burada işimiz bittiyse," dedi Magnus. "Konuklar birbirini yemeye başlamadan partime dönmek istiyorum."
Sarışın çocuk sinirlenmişe benziyordu ama mavi gözlü olan elini onun omzuna koydu.
"Böyle bir olasılık var mı?" diye sordu mavi gözlü.
Adı Alec'ti, değil mi? Alec şimdi ona bakıyordu. Magnus elinde olamadan yüzündeki ifadeden zevk aldı. Ne kadar açık bir şekilde merakını sergiliyordu. Diğer Nefilimlerden çok farklıydı.
"Bu daha önce oldu." dedi Magnus. Hala mıhlanmış gibi Alec'in gözlerine bakıyordu.
Magnus kendini toparladı ve gençleri odasından kovdu fakat Alec'i gözünden ayırmadı.
Demek siyah saçlı kız mavi gözlünün kız kardeşiydi. O bir Lightwood ise Alec de öyleydi… Ama mavi gözlü bir Lightwood mu? Magnus, jenerasyonlar boyu kaba, kendini üstün zanneden, yeşil gözlü Lightwood'ları hatırladı fakat hiç mavi gözlere sahip olanla karşılaşmamıştı.
"Buraya gelin," dedi Alec kız kardeşini gördüğünde. "Fasulye sırığına da dikkat edin."
"Fasulye sırığına dikkat edin mi?" dedi sarışın.
"Daha önce yanından geçtiğimde beni çimdikledi. Biraz fazla mahrem bir yerimi."
Mavi gözlü buna o kadar utanmış gözüküyordu ki, yabancı biri tarafından dokunulmak… Çok masumdu. Magnus birden bunu bozma isteğiyle doldu. Aklı çocuğa yapmak istediği onca şey ile oldu, onu kızartmak tüm yolları deneyebilirdi. Ne kadar lezzetli birisiydi. Oldukça müstehcen düşüncelerdi bunlar. Kendisini yaşlı, pis bir bunak gibi hissetti fakat bu elinde değildi. Çocuk göz kamaştırıcıydı!
Alec'in kız kardeşi sarhoş gibi görünüyordu, yanlarında getirdiği sıradanın bir sıçan olduğunu söylüyordu. Alec, onun sözlerini mecazi bir şekilde yorumlamıştı ve birden korumacı bir hale büründü. Alec'in kardeşini korumak istemesi ne kadar da tatlı, diye düşündü Magnus.
Magnus gençleri tartışırken izledi. Gözü sürekli mavi gözlüye kayıyordu. Başını salladı. Neler oluyordu? Tamam, çocuk afet gibiydi ama gerçekten kendine anlam veremiyordu.
Magnus gölgelerde saklanarak onları izledi ve sıradanı sıçanlıktan kurtarmak amacı ile adından birkaç kez bahsedildiğini duydu.
Teslim olarak, Clary'nin yanına gitti ve arkadaşının birkaç saate kendine gelip insana dönüşeceğini söyledi. Büyüyü tersine çevirmek, yardım etmekten çok zarar verirdi. Clary bu haberi iyi karşılamadı ama buna engel olamıyordu. O her zaman tutkulu olmuştu.
Magnus kapısının orada bir kargaşa duydu. Kulağa yine o çılgın vampirler gibi geliyordu. Bu parti onu hasta etmeye başlamıştı. Birbiriyle atışan ergenlerin yanından ayrıldı.
Kan emicilere motosikletlerini tamir etmeleri için gün doğumuna kadar süre verdi ve partiyi bitirdi. Alacağını almıştı zaten.
Misafirleri evi terk etti, parti bittikten sonra ortalıkta dolanmaktan daha iyisini biliyorlardı. Geride kalanlardan hoşlanmıyordu, özellikle bayılıp kalmış olanlardan. Eğer bilincini yitirdiyse sorun değildi, sabah evine yollardı. Fakat yürüyebilecek haldelerse Magnus onlara dediği anda gitmeleri gerekiyordu. Öyle ya da böyle.
"Sizi gördüğüme memnun oldum demek isterdim," dedi Magnus Nefilim misafirlerini yolcu ederken. "Ama açıkçası olmadım. Ama hepinizin sevimsiz olduğunu düşündüğümü de sanmayın." Mavi gözlerin içine baktı ve göz kırptı. "Beni arar mısın?"
Brooklyn'nin Baş İblis Efendisi olarak numarası, enstitüde vardı zaten. Mavi Gözlü, onu arayabilirdi. Bir olasılıktı fakat büyük ihtimalle gerçekleşmeyecekti. Yine de onunla flört etmek, kendini durdurması için fazla eğlenceliydi.
Çocuğun yüzündeki şaşkınlık çok tatlıydı. Bir şekilde, kızarması daha da tatlıydı. Telaşlı bir şekilde kekeliyordu, sanki ona ilgi göstermesi çok şaşırtıcıymış gibi. Çocuk aynaya hiç bakmamış mıydı? Zavallı çocuk, sarışın onu çekip götürmeden önce bir kelime dahi konuşamamıştı.
Onları izlerken Magnus sıkıcı hayatına elektrik verilmiş gibi hissetti.
Alec, Magnus Bane'in onunla flört etmesinden veya onu kesmesinden ne çıkarması gerektiğini bilmiyordu. Üzerinde çok düşünmemeye çalıştı.
"Partide sen hiç eğlenmedin mi, Alec?" diye sordu kız kardeşi.
"Hayır."
"Magnus'tan hoşlanabileceğini düşündüm. Tatlı biri, değil mi?"
"Tatlı mı?" Alec kardeşine deliymiş gibi baktı. "Kedi yavruları tatlıdır. İblis efendileri…" Bir an tereddüt etti. "Değildir."
"Yine de ondan hoşlanacağını düşündüm." dedi İzzy. "Arkadaş olabileceğinizi."
"Benim arkadaşlarım var." dedi Jace'e bakarak. Sahip olamayacağın arkadaşlar, diye hatırlattı kendisine. Fark edilmek hoşuna gitmişti ama. Şaşırtıcıydı fakat güzeldi.
Magnus sonunda evini düzenleyebilmişti. Mobilyalar büyüyle eski yerlerine koyulmuştu, yeniden evde başka odalar da olduğu izlenimini veriyordu. Dans alanı ve ışıklar kaybolmuştu ve kedisi koltukta mutlu bir biçimde uyuyordu. Başkan Miyav partilerinden hoşlanmıyordu, bu doğruydu.
Pijamalarını giyindi, bugün alımlı bir kimono tercih etmişti. Yatağa girdiğinde zili tekrardan çaldı. Bu sefer her zamanki gibi cevap vermeye karar verdi. Hoparlöre bastırdı ve tehdit edici bir şekilde bağırdı.
"DİNLENMEMİ BÖLMEYE CESARET EDEN KİM?"
"Merkez'den geliyorum."
"Ah, evet." dedi Magnus hevesle. "Mavi gözlü olan mı?"
"Hayır. Genellikle gözlerimin altın rengi olduğu söylenir. Ve parlak."
"Ah, demek osun." dedi Magnus mutluluğun çekip gittiğini hissederek. Aptal sarışın geri dönmüştü. "Yukarı gelsen iyi olur."
"Uyuyordum," dedi Magnus kıyafetini açıklamak için. Clary ve sarışın antrede duruyordu.
Sarışın, uyku kıyafetleri konusunda oldukça kaba bir şey söylemek üzereydi, biliyordu fakat Kurabiye, sarışın çocuk konuşamadan onu bölmüştü.
Magnus kedisinin bacaklarına sürtündüğünü hissetti. Clary çok tatlı bir kızdı. Kedisinin adını bile hatırlıyordu. Eğer babasının kim olduğunu bilmese, bu tarz karanlık insanlarla bir bağlantısı olduğunu tahmin bile edemezdi.
Clary'nin sıçanı, daha doğrusu arkadaşı kayıptı.
Magnus isteksiz bir biçimde edebildiği kadar yardım etti. Büyük ihtimalle sıçanı hangi vampirin aldığını, vampirlerin ininin nerede olduğunu ve en yakın kilisenin adresini söyledi. Fakat onlar için bir portal açmayı reddetti. İşleri bittiğinde kapıyı suratlarına çarptı. Onlara yardım etmekten hoşlandığını düşünmelerini istemiyordu yoksa her küçük iş için ona gelmeye başlarlardı.
Magnus, ilk defa Gölge Avcıları ile kaynaştığı zamanı, yüz yıldan da öncesini hatırladı. Will Herondale sırılsıklam bir şekilde kapısında belirmişti ve ona yardım etmesi için yalvarırken yüzünü acı kaplamıştı. Will eninde sonunda onun arkadaşı olmuştu ama ölümlü olduğu için o öleli uzun zaman oluyordu. Gölge Avcıların sorunu bu işte, diye düşündü Magnus. Aydınlık yaşamları ve güçlü sevgileri ile kendilerini önemsetiyorlardı. Ondan sonra da ölüveriyorlardı. Magnus bir daha Gölge Avcılarına bulaşmamaya kararlıydı. Charlotte, Henry, Will, hatta Jessamine'i bile düşünmek ona acı veriyordu. Jem hala hayattaydı fakat Kardeş Zachariah olarak aynı değildi. Tessa, bu insanlara son bağlantısıydı ama o da Spiral Labyrinth'deydi.
Hayır, diye Magnus yemin etti. O güzel mavi gözlü Gölge Avcısı gelse bile Magnus Bane, Gölge Avcılarıyla duygusal bir bağ kurmayacaktı.
Bu bir çeviri hikayesidir. Orijinaline s/11854011/1/Malec-s-Point-of-View-of-The-Mortal-Instruments bu linkten ulaşabilirsiniz.
