Feragatname: Star Wars ve Star Wars: Knights of the Old Republic, Lucas Arts'a aittir, bana değil. Benim tek yaptığım bu nefis oyuncaklarla oynamak, o yüzden lütfen beni dava etmeyin.
Küllerden
Yazar: Prisoner 24601
Bölüm İki: Garip İş Ortakları
Carth sonunda botun artık hareket etmediğini fark ettiğinde, yanındaki kadına göz attı.
Kahretsin. Hiç iyi görünmüyor…
Sol gözünün üzerinde açılan yaradan akan kan, yüzüne yayılıyordu ve nefes alışı çok zayıftı. Carth kadının kendi emniyet kemerlerinin ancak bir bölümünü takabildiğini fark etti. Titreyen ellerle kendi kemerlerini çözmeye çabaladı ve çürük içindeki bedenini koltuktan kurtardı.
Dikkat çekmeden buradan ayrılmalıyız.
Carth kaçış botunun kapısını açıp, dışarı baktığında gezegenin gece yaşanan bölümüne düştüklerini görmekten dolayı sevindi. Taris genel olarak gökdelenlerle kaplı şehirlerden oluşan bir gezegendi ve görünüşe göre gezegenin kilometre uzunluğundaki gökdelenlerinin en üst tarafındaki Üst Şehir'e iniş yapmışlardı. Sokak bomboştu ama her ne kadar kimse yoksa da, biliyordu ki çok kısa bir zaman içinde geleceklerdi.
Şanslıyız.
Dikkatini botun içindeki kadına yöneltirken, gözünün hemen üzerindeki yarayı hızla inceledi. Yara kan içindeydi ve bir şeyler yapabilmesi için zamana ihtiyacı vardı ama kendilerine doğru yaklaşan insanları da duymaya başlamıştı. Kadının çantasını omzuna attı ve kaçış botundaki sağlık kitini de içine koydu. Daha sonra kadını kemerlerinden olabildiği kadar nazik bir şekilde kurtardı ve kucağına alarak sokağa çıkardı. Carth yakındaki dar bir sokağa girdi ve soğuk gecede gözden kayboldu.
Şans onlarlaydı. Yakınlardaki bir sitede bir apartman buldu, ki bu iyi bir şeydi çünkü onu daha ne kadar taşıyabileceğini bilmiyordu. Hızla apartmana göz attıktan sonra birkaç terkedilmiş daire olduğunu fark etti. İçlerinden en az kokanını tercih ederek, baygın kadını yatağa yatırdı ve çantasını da tozlu masanın üzerine bıraktı. Yaralarına daha iyi baktığında gözünün üzerindeki yaradaki kanın pıhtılaşmaya ve çenesinde de bir morluk oluşmaya başladığını gördü. Bunların dışında başka bir yaralanma belirtisi yoktu. Carth sağlık kitinin içindekilerle hızlı ve etkili bir şekilde pansuman yapmaya başladı. İşini bitirdikten sonra biraz geri çekilip yaptığı işi inceledi.
Fena değil.
Doğal olarak savaş yaraları fazlasıyla deneyimli olduğu bir konuydu.
İlgisini masada duran el çantasına verdi ve çantanın içindekileri hızla masanın üzerine boşalttı. Bir datapad, birkaç yüz para, ne olduğunu çözemediği bir iki araç gereç, bir çift altın halka küpe, bir tarak, makyaj malzemeleri ve… el bombaları?
Doğru ya, beni neredeyse havaya uçuruyordu.
İlgisini datapad'e verdi ve içindeki bilgileri okumaya başladı. Adı Minuet Avery idi ve ismini hiç duymadığı "Midnight Run Antika" adında bir şirketi yönetiyordu. Sivil olması ve mürettebattan olmaması gerçekten çok garipti. Datapad'deki diğer veriler yüksek düzey bir kodla şifrelenmişti.
Gözlerini baygın halde yatan kadına çevirdi. Kimsin sen Minuet Avery? Endar Spire'da ne yapıyordun?
İşte o anda kadını anımsadı. Limanın arka tarafında oturan kadın sendin. Jedi'ların gemiye bindiği gün. Bastila'ya onun hakkında sorular sormaya kararlıydı ama zaman bulamamıştı.
Minuet Avery şimdi daha rahat nefes alıp veriyordu. Eğer yarına kadar uyanmazsa gidip doktor yardımı almalıyım. Ama o anda yapabileceği fazla bir şey yoktu. Gidip kapıyı sağlamca kapattı ve yakındaki bir sandalyeye biraz uyuyabilmek için oturdu.
Minuet'in uyanması iki gün aldı ve uyandığında da durum pek iç açıcı değildi.
Bir gün boyunca Minuet'in nefes alışının gittikçe daha da derinden gelişini izledikten sonra, Carth çıkıp doktor aramaya karar vermişti. Sokakları bekleyen yığınla Sith taburunu düşününce, bu biraz zor olacaktı.
Carth daha az dikkat çekmek amacıyla bariz Cumhuriyet üniforması olan siyah ceketini, dairelerden birinde bulduğu oldukça turuncu deri bir ceketle değiştirdi ve ortalığı keşfe çıktı. Sith'in gezegeni "tıbbi karantina" altına aldığını ve izinsiz her türlü yolculuğu yasakladığını öğrendi. Carth biliyordu ki, bu sadece gerçekte Bastila'yı arıyor olmalarının üzerini kapatmak için uydurulmuş bir bahaneydi. Bu "karantina"nın hala geçerli olmasından dolayı, Bastila'yı henüz bulamadıklarını düşünüyordu. Sokaklardaki Sith taburları yüzünden tıbbi yardımı Minuet'e getirmek zorunda kalacaktı. Ne de olsa baygın ve yaralı bir kadını sokaklarda kucağında taşımak fazlasıyla dikkat çekici olurdu.
Minuet'in çantasından aldığı parayı üçkağıtçı komşuların ellerine sıkıştırarak oldukça yararlı bilgiler edinmeyi başarmıştı. Öğrendiğine göre yakınlardaki bir klinikte çalışan Dr. Forn'un oğlu Cumhuriyet'e hizmet eden bir askerdi. Kliniğe doğru ilerlerken Carth doktorun Cumhuriyet'e karşı sempatik duygular içinde olmasını umuyordu. Ama sonunda ortaya çıkan manzara umduğundan da iyiydi. Görünüşe bakılırsa Dr. Forn'un oğlu, Carth komuta ederken, Intrepid'in askerlerindendi ve doktor bir Cumhuriyet kahramanına yardımcı olmaktan büyük mutluluk duyacağını belirtmişti. Görünüşe göre gezegenin diğer yerlileri de Carth ile aynı fikirdeydi; insanlar Dr. Forn'a yakın zamanda düşmüş başka bir Cumhuriyet kaçış botundan çıkardıkları askerleri gizlice getirmişlerdi. Carth sıvı bakım tankları içindeki askerleri tanımıştı ve büyük ihtimalle iyileşemeyeceklerini öğrendiğinde üzüldü. Dr. Forn vardiyası bittiği anda dairelerine uğrayacağına söz verdi.
Doktor akşam daireye geldiğinde, Minuet çok daha iyi görünüyordu. Dr. Forn büyük ihtimalle kısa sürede uyanacağına inandığını ve onu hareket ettirmenin gereksiz bir risk olduğunu söyledi. Carth'a eğer durumu kötüleşirse ya da gün içinde uyanmazsa ne yapması gerektiğine dair talimatlar verdikten sonra daireden ayrıldı.
Ama Minuet uyandı, çığlıklar içinde…
Kahverengi saçları, soğuk ve çekici görüntüsüyle genç Jedi kadın, bir Sith çırağıyla yüz yüzeydi. Sith saldırdığında ışın kılıcını enerji tıslamasına benzer bir sesle çekti. Sarı, kırmızının karşısında parladı ve sürtünmeyle kıvılcımlar çıkmaya başladı. Hayatta kalma mücadelesi veren Jedi'ın korkusunu tadabiliyordu. Jedi kendini bir saldırıya daha hazırladı…
Min yatakta çırpınırken bilinçsizce haykırdı.
"Hey! Uyan!" Carth koşarak Min'e ulaştı ve yere düşmesine engel olmak için omuzlarından yakaladı. Sarsıntılar arasında onu zaptetmek gerçekten zordu.
Min'in gözleri aniden açıldı ve debelenmesi sona erdi. Yavaşça yatakta doğrulurken, Carth tuttuğunun farkında olmadığı nefesini bıraktı.
"Sadece bir kabustu" dedi Min'i sakinleştirmeye çalışarak. "Al, biraz su iç." Min'e bardağı uzattı.
Min kafası karışık bir durumda Carth'a bakarken, titreyen ellerle bardağı aldı. Sonunda sudan büyük bir yudum aldı.
Carth yeniden konuşmaya başladığında, sesinin olabildiğince tehditkar çıkmamasına özen gösterdi. "Uyanıp uyanmayacağını merak etmeye başlamıştım. Ben Carth, Endar Spire'daki görevlilerdenim. Kaçış botunda seninle birlikteydim. Hatırlıyor musun?"
Karmaşanın yerini anlayış alıyordu. "Kom linkteki mi?"
"Doğru."
Min, elini yüzünde dolaştırdı. "Neler oldu?"
Carth, kaçış botuna bindikten sonra olanları anlatmaya başladı. O anlattıkça Minuet yavaş yavaş rahatlıyordu.
"Sanırım hayatımı sana borçluyum. Teşekkürler."
Carth geçiştirdi. "Bana teşekkür etmene gerek yok. Hayatımda kimseyi bir görev sırasında arkada bırakmadım ve bundan sonra da böyle bir huy edinmeye niyetim yok." Hem ayrıca yardımına ihtiyacım olacak. Ama yine de daha oraya gelmedik.
"Aç mısın?" diye sordu Carth.
Min başını salladı, ama o anda günlerdir üzerinde kurumuş ter ve kanla kapla olduğunu fark ederek hemen ekledi, "Önce temizlenebileceğim bir yer var mı?"
"Orada, ama korkarım sadece soğuk su var."
"Sorun değil."
"Şey, ben… üzerine giyebileceğin bir şeyler bulmuştum."
"Teşekkürler."
Min yataktan beceriksizce kalkarken, giysileri aldı ve duşa doğru yöneldi.
Kendine gelmesi rahat bir kırk beş dakikasını aldı. Suyun kaslarını dinçleştirip, vücudundaki ter ve kanı alıp götürmesini beklerken uzun süre duşta kalmıştı. Koyu teni sayesinde pek belli olmamasına rağmen, çenesindeki çirkin morluğu ve gözünün hemen üzerindeki, yeni iyileşmekte olan yarayı tamamen kapatabilmek için makyajdan faydalandı. Saçlarını da taradığında kendini neredeyse yeniden insan gibi hissetti.
Carth'ın kendisi için aldığı kıyafetlere baktı ve üzerine gayet iyi oturduklarını gördüğünde oldukça şaşırdı. Kendine şöyle bir aynada baktı ve yüzünü buruşturdu. Bej bir tunik ve pantolon giydiği en güzel kıyafet olmasa da, en azından temizlerdi.
Banyodan çıktığında doğruca yemeğe yöneldi. Carth kesinlikle çok daha iyi göründüğüne kanaat getirdi. Min masaya oturduğunda, Carth uzun zamandır beynini kemiren soruların ağzından kaçmamasına uğraşıyordu.
Ona biraz zaman ver, Onasi. İki gündür ağzına bir lokma girmedi ve açlıktan ölüyor olmalı.
Minuet yemeğini tabağına alırken, Carth'ın bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Onun da bir şeyler yemek isteyip istemediğini kontrol ettikten sonra, yemeğine başladı.
Carth'ın açıkça meraklı bakışları altında birkaç dakika yedikten sonra, Min'in sabrı taştı. "Pekala, buna dayanamıyorum." Doğrudan Carth'ın gözlerine baktı. "Ne var?"
En iyisi anlamazlıktan gelmek. Carth ne demek istendiğini anlamıyormuşçasına şaşkın bir bakışla karşılık verdi.
"Neden sanki daha az önce ikinci bir kafam çıkmış gibi gözlerini ayırmadan bana bakıyorsun?"
"Affedersin. İsteyerek olmadı. Sadece…"
"Evet?" diye üsteledi Min.
"Günlerdir bir şey yemedin ve şimdi sanki resmi bir ortamdaymışsın gibi yiyorsun. Sanki balodaki Alderaan'lı bir hanımefendiymişsin gibi."
Min sinirlensin mi yoksa bu durumla eğlensin mi karar veremedi. Eğlence ağır bastı. Zar zor. "Ve bu bir problem çünkü…"
Carth kızarmayı da biliyordu. "Problem değil, sadece garip. Hepsi bu."
Min bir kaşını ona doğru kaldırdı. "Benimle ilgili yorumda bulunmak istediğin başka bir gariplik var mı?"
"Aslında…"
Eğlenmekte olan bakışın yerini sinirli olan almıştı.
Konuşma Carth'ın pek de umduğu şekilde ilerlemiyordu. Aferin sana, Onasi. Hakkında hiçbir şey öğrenemedin ama rekor denebilecek bir sürede deli etmeyi başardın.
"Demek istediğim… yani… kimsin sen?" diyerek sabırsızlığının galip gelmesine izin verdi. "Cumhuriyet askeri ya da Jedi olmadığını biliyorum ama Endar Spire'daydın. Neden?"
Min tabağını itti ve ellerini silkeledi. Sandalyesinde geriye yaslandı, kollarını kavuşturdu ve keskinlikle yanan gözleriyle doğrudan Carth'ın gözlerinin içine baktı.
Masanın karşısında oturan adamı incelerken hiç acele etmedi. Adam sağlam bir yakışıklılığa sahipti, büyük ihtimalle otuzlu yaşların sonlarındaydı, koyu kahverengi saçlara ve daha da koyu gözlere sahipti. Şu an üzerinde talihsiz bir turuncunun hakim olduğu bir sivil ceketi olsa da, her haliyle askeriyede kariyer sahibi olduğu belli oluyordu. Şu an Min'in sinirli incelemesi sayesinde büyük bir rahatsızlık sergileyen açık ve dürüst bir yüzü vardı.
Onu mezuniyet töreninde gördüğünü anımsadı. Ah tabi ya, şimdi hatırladım, savaş kahramanı.
Carth kıpırdanmaya başladığında, ona ayak uydurup sorularını yanıtlamaya karar verdi. O benim hayatımı kurtardı. Sanırım benden bazı cevaplar almayı hak ediyor. Ama önce o benim sorumu yanıtlayacak.
"Peki Carth, ama önce sen. Sen kimsin?"
Kimin önce başlayacağı gibi saçma bir konuda akşama kadar tartışma ihtimalini çabucak fark eden Carth, iç çekerek yenilgiyi kabul etti. "Tamam. Ben Yüzbaşı Carth Onasi. Yıllarca Cumhuriyet ordusunda görev yaptım ve payıma düşenden çok daha fazla savaş gördüm. Tüm bunlar başlamadan önce de Mandalorya Savaşları'na katıldım."
Min devam etmesini bekledi.
"Endar Spire'da danışmanlık görevindeydim."
Min'in kafası karışmıştı. Çünkü limanda uzaktan gördüğü bu adam kesinlikle komutadaymış görüntüsü veriyordu. "Kime danışmanlık?"
"Bastila Shan. Teknik olarak Endar Spire'ın Hoth gezegeni üzerinde katılması gereken Yedinci Tümen Filosu'nun başındaydı. Ama onun…" Carth diplomasiyle gerçekleri dengelemeye çalıştı, "…gençliği ve deneyimsizliği dolayısıyla danışmanı olarak ben atandım."
Bu da büyük ihtimalle yılın en yetersiz ifadesiydi.
"Neden Cumhuriyet, Revan ve Malak'tan sonra herhangi bir filonun komutasını bir Jedi'ın almasına izin versin ki?"
Kendi sorusunun onun ağzından çıkmış olması şaşırtıcıydı. "Bastila sıradan bir Jedi değil. Darth Revan'ı öldüren Jedi O'ydu. Ayrıca büyük savaşlarda koca bir tümeni etkileyebilen, Jedi'ların savaş meditasyonu dedikleri bir yeteneği var. Endar Spire'ın saldırıya uğramasının ve Taris'in şu anda karantina altında olmasının sebebi o. Onu bulmalıyız."
Min şüpheci bir tarzda baktı. "Bastila bir Jedi. Büyük ihtimalle kendi başının çaresine bakabilir."
Carth başını iki yana salladı. "Hayır. Herkes onu arıyor olacak. Ama kimse bizi aramayacak."
Min özellikle "biz" kısmını duymamış gibi yaptı. "Madem Bastila o kadar iyi, nasıl oldu da Sith Endar Spire'ı pusuya düşürebildi?"
Çünkü salaklık edip, öğütlerimi takmadı. Carth'ın sesli olarak söylediği ise, "Anladığım kadarıyla, sahip olduğu bu savaş meditasyonu konsantrasyon ve belli bir hazırlık süreci gerektiriyor. Pusuya düşürüldüğümüz için de bunu kullanacak zamanı bulamadı," oldu.
Kendi sorularının cevabı için sabırsızlandığından, Min başka bir soru soramadan konuşmaya başladı. "Şimdi sıra sende. Kimsin ve Endar Spire'da ne yapıyordun?"
Min bunun adil olduğunu düşündü. "İsmim Minuet Avery. Midnight Run Antika adında bir şirketim var. Zengin müşteriler için el yapımı antikalar toplarım. Birkaç hafta önce Coruscant'daki Jedi Konseyi bana yanaştı ve benim yapmamı istedikleri bir iş olduğunu söyledi."
"Neymiş?"
"Bilmiyorum."
Şüpheci bakış sırası Carth'daydı şimdi. "Ne demek bilmiyorum?"
"Jedi bana bakmamı istedikleri bazı harabeler olduğunu ama tam yeri belirtemediklerini söylediler. Daha fazlasını öğrenmeye çalıştım fakat başka bir ipucu vermeden sadece yeri bulduğumda zaten her şeyin açıklığa kavuşacağını belirttiler."
Carth inanmazlık sergileyen bir tarzda tek kaşını kaldırdı. "Ve sen de işi kabul ettin mi?"
"Onlardan normal ücretimin üç katını istedim ve teknik olarak hala işi tam olarak kabul etmiş sayılmam. Bana Endar Spire'a rapor vermem ve Bastila'nın direktifi altında çalışacağım söylendi. Ama onunla tanışma fırsatını hiç bulamadım. Benimle bağlantıya gemideki diğer Jedi'lar vasıtasıyla geçmeyi tercih etti."
"Bu… garip."
"Biliyorum. Bu durum beni gerçekten sinirlendirmeye başlamıştı."
Carth açıkça aldığı cevaplardan tatmin olmuş vaziyette ayağa kalktı. "Kendini daha iyi hissediyorsan, harekete geçsek iyi olur. Bastila'nın kaçış botunun indiği yeri tespit etmeliyiz." Araç gerecini toparlamaya başladı.
"Bir dakika. Sana yardım edeceğimi nereden çıkardın?"
Carth gözlerini dikti. "Jedi seni işe aldı."
"Henüz değil. Önemli bir Jedi'ı Sith'den kurtarmak anlaşmanın hiçbir maddesinde yoktu. Coruscant'a döndüğüm gibi paralarını iade edeceğim."
Carth başka bir taktik denemeye karar verdi ve belki az da olsa sahip olduğu vatansever duygularına hitap etmeye çalıştı. "Bastila Cumhuriyet'in tüm savaş çabasının kilit kişisi ve ayrıca birkaç savaş kazanmış olmamızın tek sebebi. Eğer Sith onu eline geçirirse, Cumhuriyet'in işi biter." Min'in bu konuşmanın bir kelimesini bile yutmadığını görünce derhal ekledi, "Ki bu da sen dahil herkes için kötü olur. Ayrıca bu yerden kurtulmak bir Jedi'ın yardımıyla çok daha kolay hale gelir."
Min'in kalkmış kaşları bu konudaki şüphesini açıkça dile getiriyordu.
Carth yılmadan devam etti ve utanmazca vicdanıyla oynamaya başladı. "Yardımına ihtiyacım var. Çevreden bazı kaçış botlarının aşağı kente düştüğünü duydum ve orası da gangsterler ve ölümcül yaratıklarla dolu. Orada arkamı kollayacak birine ihtiyacım olacak."
Bu işe yaradı ve suçluluk duygusu Min'i ele geçirmeye başladı. Kahretsin, bu işe karışmak istemiyorum. Ama mecbur olmadığı halde hayatımı kurtardı…
"Pekala. Fikrimi değiştirmeden harekete geçelim."
Min'in varlığını karantina dolayısıyla gezegende mahsur kalmış iki hazine avcısı gibi davranarak kendilerini gizlemek için kullanmaya karar verdiler. Böylelikle fazla şüpheli görünmeden hem silah taşıyıp hem de zırh kullanabileceklerdi. Buna karar verdikten sonra en yakın kantine doğru yola çıktılar.
Daireyi terk ettikleri anda yaptıkları plan suya düşmüş gibi göründü çünkü kendilerini bir Sith taburunun tam karşısında buldular.
Daha Carth ya da Min bir şey diyemeden Sith komutanı bağırdı. "Bu binada insanlar mı? Cumhuriyet Filosu'ndan kaçmış olmalılar! Haklayın!"
Karmaşa başladı. Carth siper alırken elindeki silahları ateşlemeye başladı ama Min ne yazık ki, Carth iki blaster'ı da almakta direttiği için silahsızdı. Min en yakındaki askere saldırdı ve tam karnına bir tekme attı. Adam toparlanamadan elinden kılıcını kaptığı gibi tam göğsünden ölümcül bir yara açtı. Adam yere düştüğünde, Min silah sesinin kesildiğini fark etti. İşte o sırada koridordaki diğer uzaylıları gördü.
Bir Duros Min'e dikkatlice yanaştı. Yardımın için teşekkürler insan.
Min sürprizini kendine saklamasının en iyisi olacağına karar verdi. Yardımcı olabilmemize sevindim. Arkadaşın için üzgünüm. Min yerde yatan Duros'tan bahsediyordu.
Zavallı Ixgal, o Sith'e asla cevap vermemeliydi.
Min'in bu uzaylının dilini biliyor olması Carth'ı hayrete düşürmüştü.
Cesetler için endişelenme, ben icabına bakarım. Başka bir yerde ölmüş gibi gözükecekler.
Teşekkürler, ama önce çantalarına bakmam mümkün mü?
Nasıl istersen insan.
Min çabucak cesetlere baktı ve bir vibrokılıç, blaster ve biraz da para bulunca mutlu oldu. Kılıçların kabzalarındaki düğmeye basmasıyla, bıçak kısmı olduğu gibi kabzanın içine girdi ve Min bunları kendi çantasına atarak Carth'a döndü. "Gidelim mi?"
Gittikleri kantin ucuz bir eğlence yeriydi. Havada ağır bir içki, sigara ve ter kokusu vardı. Arka planda çalan grubun müziği hiçbir ırkı gücendirmeyecek kadar karışıktı, ama aynı sebepten de herkesi sıkmaktaydı. Bu mükemmeldi.
Carth kendi kendine düşünmekteydi. "Eğer zırh ve erzak alacaksak bize para gerekecek. Aşağı şehre onlar olmadan gitmek istemiyorum."
İki seçenekleri olduğunu keşfettiler: düello ringi veya pazaak masaları. Fazlasıyla göz önündeki düello seçeneğini derhal eleyerek, Min ve Carth pazaak masalarına doğru ilerledi.
"Çok kötü pazaak oynarım. Sen iyi misindir?" diye sordu Min.
Carth oyun masalarından birine yanaşırken omzunun üzerinden sırıttı. "İzle ve öğren, kardeşim."
Oyunda iyiydi. Hem de çok iyi. Min, bara gitmeden önce Carth'ın üç kişiyi parasız bırakarak elediğini gördü. Ayrılmaya karar vermişlerdi; Carth para kazanacak, Min bilgi toplayacaktı. Carth Min'e biraz para vermeye çalıştığında, Min yüzünde bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. Hiç paraya ihtiyacı yoktu.
Şimdi onu barda izlerken, Carth neden bu kadar eğlendiğini anladı. Erkekler yanaşmaya başlayıp, içki ikram etmeden en fazla on saniye barda oturmuştu Min. Yaklaşık bir saat sonra, bunun sebebini Carth anlayabildi.
O çok güzel… ve bunun farkında.
Olduğu yerde oturup gözlerini Min'e dikti ve neden bunu daha önce fark etmediğini merak etti. Bardaki adamların yarısı onu izliyordu ve büyük çoğunluğu da ilgilerini hiç de saklamıyorlardı.
Fark etmem bu kadar zamanımı aldıysa, gerçekten yaşlanıyor olmalıyım.
Biraz geriye yaslanıp, ilk defa gerçekten onu inceledi. İnce ve uzun vücudu atletik bir yapıya sahipti. Teni koyu ve pürüzsüzdü. Şu anda bir kulağının arkasına sıkıştırılmış kalın siyah saçları çenesinin tam altına yumuşak dalgalarla uzanıyordu.
Dirseğini bara yaslamış, bir elinde içkisi ve yüzünde kesinlikle edepsiz bir ifadeyle barda oturuyordu. Sergilediği tavır, sanki böylesine adi varlıklar tarafından çevrelenmiş olmasına inanamayan bir küçümserlik idi. Carth'ı asıl eğlendiren şey ise, Min'in yüz ifadesinin aslında bar ve hayranlarıyla ilgili gerçek hislerini yansıtıyor olmasından emin olmasıydı. Daha da komik olan, Min'in açık hoşnutsuzluğu cesaretlerini kıracağına, onları daha da çok çekiyor gibi görünüyordu. Tabi, adamların baktıkları yer nadiren onun yüzüydü…
"Hey, oynayacak mısın oynamayacak mısın?" Sinirli ses, Carth'ı tekrar pazaak masasına çevirdi.
"Hı?"
Rakibi Carth'ın bakışlarını takip edince Min'i gördü. "Ah, şimdi anladım." Utanmazca Min'in uzun bacaklarına baktı. "Tüm paranı aldıktan sonra sanırım gidip onda bir şansımı deneyeceğim."
O kadarı hiç belli olmaz.
Birkaç saat sonra ve birkaç yüz para daha zengin vaziyette kantinden ayrılarak, gecenin serin havasına çıktılar. Min, bu "beş para etmez gezegende" görev yapan yalnız bir Sith askerinden edindiği bilgiyi Carth'a iletti. Görünüşe göre aşağı şehre birkaç kaçış botu düşmüştü ama rackghoul denilen yaratıklar ve yarış çeteleri yüzünden Sith bu botlara ulaşmakta oldukça zorlanıyordu. Sith'in, Taris'in alt şehirlerine giriş çıkışları kapılarda nöbetçi tutarak kontrol altında tutmaya çalıştığını öğrenmişti. Planı, bir Sith üniforması çalmaktı.
"Bir parti. Bir Sith partisine gitmemizi mi istiyorsun?"
"Biz değil," şeklinde düzeltti, "ben. Benimle gelemezsin. Seni nasıl açıklarım? Birkaç saat içinde seninle dairede buluşuruz." Min tartışma sona ermişçesine yürümeye başladı.
Carth, Min'i kolundan yakaladı. "Bir dakika! Oraya tek başına gidemezsin."
"Neden olmasın?"
"Bir oda dolusu Sith askeri orada olacak. Tek başına gitmen çok tehlikeli."
O korkunç barda geçirdiği saatlerden sonra zaten sinirli olan Min, hızla kolunu çekti. "Nasıl tehlikeli olacak? Bu bir parti, sorgulama değil. İlgin için teşekkür ederim Carth ama bunu kendim halledebilirim."
"Belki edebilirsin ama ben yine de seninle geliyorum."
"Bak, hayatımın sensiz geçen otuz yılında kendimi gayet iyi idare ettim. Galaksinin her yerinde dolaştım ve senin büyük ihtimal asla görmeyeceğin pek çok yerde bulundum. Bir partiyi de sensiz idare edebilecek kadar yetenekliyim. Lütfen daireye dön." Tekrar yürümeye başladı.
"Hayır." Carth açık ve kesindi. Yüzünde inatçı bir ifadeyle Min'i takip etmeye başladı.
Min, Carth'ın "hayır"ı bir cevap olarak kabul etmeyeceğini anladığında neredeyse partinin yapıldığı daireye varmak üzereydi. Attığı her adımda öfkesi büyüyordu.
Min onu görmezlikten geldi ve binaya girdi. Sinirlenme, ödeş.
İntikamını partide aldı. Carth'ı sözleşmeli uşağı olarak tanıttıktan sonra, Min bütün gece emirler yağdırmaktan büyük zevk aldı. En sevdiği oyun da, kendisi için bir içki isteyip Carth da getirdiğinde reddedip, herkesin içinde beceriksizliğiyle dalga geçmekti. Beşinci kez bunu yaptığında Carth'ın içkiyi neredeyse kucağına dökmek üzere olduğunu fark etti. Carth'ın sınırlarını fazlasıyla zorladığının farkına vararak, onu kapıda nöbet tutmaya gönderdi. Carth, kapıda birkaç saat daha can sıkıntısından patlamak durumunda kaldı.
Gecenin sonunda artık Min'in boynunu kırmaya hazırdı. Carth'ı en çok kızdıran şey, tavrından çok hiçbir pişmanlık belirtisi göstermiyor olmasıydı. Min sızmış Sith askerlerinin üzerinden sıçrayarak üniformaların durduğu dolaba doğru ilerlerken, Carth ona dik dik bakmakla meşguldü.
Binayı terk ederlerken hala öfke içinde bakıyordu.
Min yapmacık bir şekilde gülümsedi. Cezanı buldun, seni inatçı herif.
Neredeyse bütün geceyi dışarıda geçirmelerinden dolayı ertesi güne oldukça geç başladılar. İkisi de kahvaltı için servis edilenleri büyük bir sessizlik içinde yediler. Min, Carth'ın dün akşamdan dolayı hala kızgın olup olmadığını merak ediyordu.
Çocuk gibi davrandığını kabul etmek zorundaydı. Ama yeteneklerini sorgulayan insanlara karşı pek iyi tepki veremiyordu. Daha da kötü hissetmesine sebep olan şey ise tam bir pislik gibi davrandığı halde, Carth yine de dairedeki tek yatağı inatla ona bırakmıştı. Özür dilemek zorunda olduğunun farkındaydı ama henüz hazır değildi.
Carth masanın karşı tarafındaki Min'e kaçamak bir bakış attı. Sorun, daha onunla ilgili ne düşünmem gerektiğini bulamamış olmam. Tam onun tam bir cadı olduğuna kanaat getirmişti ki, Min onu tamamen şaşırtmıştı.
Daireye dönerken dar bir sokakta iki silahlı adam tarafından sıkıştırılmış birini görmüşlerdi. Zavallı adam bir çete reisine borçlanmış ve borcunu ödeyememişti. Min adamın yardım isteyen çığlığını duyduğunda bir an bile duraksamadan koşmuştu. Sonrasında ise yine tereddütsüz kendi paralarından yüz küsur parayı borcunu kapatması için adama vermişti. Carth neden bir çete reisine borçlanacak kadar aptal bir adama böyle bir yardım yaptığını sorduğunda, cevabı netti. "Zorbalardan nefret ederim."
Bu olaydan sonra artık Min'e olan öfkesini korumak zor olacaktı.
Minuet kahvaltısını bitirdi ve Carth'a baktı. Aradaki buzların durumunu test etmenin zamanı gelmişti.
"Söylesene Carth, insanları öylesine çabuk yenip son kuruşlarına kadar almayı ne zaman öğrendin?" Aslında bir cevap alabileceğini hiç sanmıyordu.
"Ben çocukken, ağabeyimle birlik olup, diğer çocukların öğle yemeği harçlıklarına oynayarak kendimize bira ve sigara parası çıkarırdık. Evden ayrılıp askeriyeye katıldığımda daha da çok oynamaya başladım. Savaşlar arasında bir askerin yapacağı fazla bir şey yoktur. Bir şekilde zaman geçirmek zorundayız."
Min merakla sordu, "Memleketin neresi?". Ama sorduğu anda büyük bir pot kırdığını fark etti. Carth'ın yüzü bariz şekilde kararmıştı.
İsim ağzından zorla çıktı. "Telos."
Min ne söyleyeceğini bilemiyordu. Telos, Revan ve Malak'ın ağır bombardımanla neredeyse yok ettiği bir gezegendi. Carth'ın o gezegende tanıdığı herkes büyük ihtimalle ölmüş olmalıydı.
Carth anılarda kaybolmuşçasına duyulması zor bir sesle devam etti. "Sith geldiği zaman, onları durdurmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu."
Konuşurken sanki kendini söylediklerine ikna etmeye çalışıyor gibiydi. "Sanki olanlar senin suçunmuş gibi konuşuyorsun. Sanki bir şekilde sen başarısız olmuşsun gibi."
"Benim suçum olmamalı. Elimden geleni yaptım… Emirlerime uydum ve görevimi yaptım. Bu onları hayal kırıklığına uğrattığım anlamına gelmez, gelmemeli."
"Kimleri, Carth?"
Bir an duraksadı ve Min belki de kendisine açılacağını sandı. "Özür dilerim. Söylediklerim pek mantıklı değil, öyle değil mi? Eminim niyetin iyidir, ama ben geçmişimle ilgili konuşmaya pek alışkın değilim. Hiç değilim aslında. Başka bir şeyden bahsedebilir miyiz?"
"Olur." Min yeterince oyalandığına karar verdi. Artık dün geceki davranışı için özür dilemesi gerekiyordu.
"Bak, dün geceki davranışımla ilgili olarak… özür dilerim. Sana öyle davranmamalıydım. Tamamen çocukça ve gereksizdi. Sadece insanların benim yeteneklerimi sorguladıklarını düşündüğümde biraz hassaslaşıyorum."
Özrü Carth'ı hazırlıksız yakalamıştı. Belki de o kadar da kötü biri değildi bu kadın. "Senin yeteneklerini sorgulamıyordum."
"Biliyorum ama sorgulasaydın da seni suçlamaya hakkım olmazdı. Beni tanımıyorsun bile. Ne tür yeteneklerim olduğunu bilemezsin ki…"
"Merak etme. Her şey çoktan unutuldu."
Zırh ona yakışıyor.
Carth onun kendini aynada izleyişini seyretti. Güç adına, bu kadın ne kadar da mağrurdu.
Kendi dairesinin önünde silahlar satan üçkağıtçı bir Rodialı'ya uğramışlardı. İyi bir stoku vardı ve daha da iyisi, başlarına bela olacak sorular sormamıştı. Aşağı şehirdeki rackghoul'ları duymuş olduklarından, oraya hazırlıklı gitmek niyetindeydiler ve iyi bir zırh listelerinin başında yer alıyordu.
Min'in karar vermesi kırk saat sürmüştü ama sonuç tartışmasız bir harikaydı. Vücuduna tam oturan zırh, kıvrımlarını ve uzun bacaklarını ortaya çıkarırken, kırmızı ve altın renkler koyu ten rengini tamamlıyordu. Seçtiği zırhın koruması yeterli olsa da, Carth eğer kötü korumalı ama güzel bir zırhla, iyi ama çirkin bir zırh arasında seçim yapmak zorunda kalsa, Min'in hangisinde karar kılacağını merak etti. İlkini seçeceğinden neredeyse emindi.
Kalan eşyalarını terk edilmiş daireden aldıktan sonra sokağa çıktılar. Göze çarpmamak için artık çok geç. Kadın resmen trafiği durduruyor.
Min'in kendini çok daha iyi hissettiğine dair itirazlarına rağmen Carth, Dr. Forn'un kliniğine uğramakta ısrar etti. Doktor muayene ederken, Min rackghoul hastalığıyla ilgili ağzını arıyordu. Dr. Forn bu hastalığın yayılmasını engelleyecek bir serum olduğu halde Sith'in gezegeni işgal ettiğinde bu ilaca el koymasından dolayı sinirliydi. Eğer eline bir parça serum geçse çoğaltabileceğinden emindi. Min içinden bu serumu bulanı bir ödülün bekleyip beklemediğini merak etti.
Şimdi alt kente giden kapıların önündeydiler ve Carth aşırdıkları Sith üniformasını giyiyordu. Nöbetçiye bir Sith askerinin alt şehre yanında yalnız bir kadınla neden indiğini nasıl açıklayabileceğini düşünüyordu ama nöbetçinin aklı hesaba katmadığı kadar pisti.
Min kaşlarını çatarak "Bu düşündüğümden çok daha kolay oldu," dedi. "En azından birkaç soru sorar diye düşünmüştüm."
Belki, ama kalçanı incelemekle daha meşgul görünüyordu. Yanındaki kadının yeterince kibirli olduğuna karar veren Carth, bu gözlemini kendine saklamayı tercih etti.
"Şu üniformayı çıkarabileceğim bir yer bulalım. Gerektiğinden daha fazla üzerimde taşımaktan hoşlanmıyorum."
Min aynı fikirdeydi. "Burada yalnız bir Sith askeri olarak dolaşmak, ölüme açık davetiye çıkarmakla aynı anlama gelir."
Sith üniformasını çıkarmak pek de işe yaramış gibi görünmüyordu. Javyar'ın kantinine doğru ilerlerken bile üç defa saldırıya uğradılar. Buradaki kantin de üst şehirdekinden kat kat hareketli çıktı.
Daha kantine gireli beş dakika olmamıştı ki birileri öldürüldü. Min kendine bir içki söyledi ve Carth'la beraber oturdukları masadan tüm kantini, en fazla bilginin kimden alınabileceğini anlayabilmek için gözleriyle araştırırken üç Rodialı'nın, biraz aptalca giysisine rağmen her tarafından "Bana Bulaşmayın!" sinyalleri akan bir adama yanaştığını gördüler.
Min konuşmanın sadece bir bölümünü duyabildi. Rodialı'lar, Kara Vulkar çetesinin üyesiydiler ve görünüşe göre bu ünlü kelle avcısına biraz saygı kazanabilmek için yanaşmışlardı.
"Bu zevkli olacak gibi." dedi Carth.
"Bir." Kelle avcısı buz gibi tehlikeli bir tonla söylemişti bunu.
Çete üyeleri gittikçe huzursuzlaşıyor ve kelle avcısına sataşmaya başlıyordu.
"İki."
Mesajı anlayamadıkları açıkça görülen Rodialı'lardan biri avcıya doğru bir hamle yapacak oldu.
"Üç."
Sabrı tükenmiş kelle avcısı inanılmaz bir hızda hareket etti. En yakındaki Rodialı'nın boğazını nereden geldiği anlaşılmayan bir bıçakla keserken, diğer elindeki silahla kalan ikisini vurdu.
Üç beden hızla yere yuvarlandı.
Min'in gözleri büyüdü. "Vay canına, bu gerçekten etkileyiciydi." Carth, kendine rağmen Min'e hak verdi.
Kelle avcısı adımlarını bozmadan cesetlerin üzerinden geçti. Kantini terk ederken doğrudan Min'e doğru baktı. Min başını hafifçe salladığında mesajı açıktı. Yürümeye devam et. Sana bulaşmak istemiyoruz.
Neyse ki kelle avcısı dönüp gitti.
Garson Min'in içkisini henüz getirmişti ki, bir başka bela baş gösterdi. Mavi bir Twi'lek genç kız, ölü Rodialı'ların ceplerini karıştırmaya başladığında bir başka grup Rodialı salona girdi. Arkadaşlarını kaybetmiş olmaktan üzgün halde, mertliklerini daha kolay bir avla onarmaya karar vermişlerdi.
Belli ki, daha önce de onu rahatsız etmişlerdi çünkü Twi'lek döndü ve dedi ki, "Beni rahat bırakmanızı size söylemiştim. Hadi şimdi yol aç böcek gözlü - nefesleriniz bantha boku gibi kokuyor!"
Küçük kız barda olmamalı. Burası küçük kıza göre yer değil. Eğer küçük kız akıllı, evine koşar şimdi!
"Sen kime küçük kız diyorsun chuba-suratlı!"
"Hah. Kızın bir tarzı var," diye mırıldandı Min içkisini yudumlarken.
Küçük kızın biraz terbiyeye ihtiyacı var!
Min silahını çıkarıp masanın üzerine koydu ve namluyu Rodialı'ya doğru yöneltti. Küçük bir kızın çete mensuplarınca hırpalanmasını izlemeye hiç niyeti yoktu. O anda Carth'ın da aynı şeyi yaptığını fark etti. Ama telaşlanmalarına hiç gerek yoktu.
"Bir saniye çocuklar. Zaalbar… burada biraz yardıma ihtiyacım var. Bazı haşerelerin bacaklarını koparman gerekiyor!"
Min, Zaalbar'ın barda oturan Wookiee olduğunu anladığında neredeyse sandalyeden düşecekti.
Mission, meşgulüm. Daha yeni yemeğimi getirdiler.
"Şikayet etmeyi bırak, daha sonra da yiyebilirsin. Hem biraz egzersize ihtiyacın var. Buraya gel."
Carth rahatlayarak sandalyesine sırtını dayadı. İşte şimdi başınız belada. Küçük kızın neden bu kadar kendinden emin olduğu anlaşıldı.
Wookiee isteksizce yürüyerek, küçük kızın arkasında durdu ve herkese gürledi. Rodialı çete üyeleri geri adım atmaya başladılar. Wookiee'yle sorun istemiyoruz biz. Bizim sorunumuz sensin, küçük kız!
"Benimle bir sorununuz varsa, Koca Z ile de var demektir. Yani eğer tüylü arkadaşımla baş etmek istemiyorsanız, buradan derhal ayrılmanızı tavsiye ederim."
Rodialı'lar sayı olarak fazla olsalar da, bir Wookiee'yle kapışamayacaklarını gayet iyi bilerek uzaklaştılar. Ama giderken eklemeyi unutmadılar. Küçük kız çok şanslı çünkü büyük bir arkadaşı var!
Kıs kıs gülerken Min içinden cevapladı. İşte o konuda haklısın.
Twi'lek kız masanın üzerinde Carth ve Min'in silahlarını fark etti. Dostça bir gülümsemeyle onlara doğru yaklaştı. Cin gibi olduğu her halinden belli, genç ve güzel bir kızdı. Yaşı ise on beşten bir gün bile büyük değildi en iyi tahminle.
"Sağ olun," dedi başıyla blaster'ları işaret ederken.
Min Wookiee'ye baktı. "Açıkça bize ihtiyacın yoktu."
"Evet, ama buradaki insanların çoğu kıllarını bile kıpırdatmazdı."
Carth kızı masaya davet etti. "O Vulkar çetesiyle büyük bir cesaretle baş ettin, ufaklık. Bir adın var mı?" Wookiee, kızın tehlikede olmadığından emin olunca ihmal edilmiş yemeğine geri döndü.
"Mission Vao ve oradaki büyük Wookiee de en iyi arkadaşım Zaalbar."
"Tanıştığımıza sevindim Mission. Benim adım Minuet, bu da Carth."
"Sizi daha önce burada görmemiştim demek yenisiniz. Size bir şehir turu attırırdım ama sokaklar çok tehlikeli. Ama yine de başka bir şeye ihtiyacınız olursa…"
Mission'ın, Taris'in en büyük çete reisi Davik'in pislikleri ve az önce cani eğilimlerine şahit oldukları kiralık katili Calo Nord dahil pek çok konuda bilgi sahibi olduğu ortaya çıktı. En önemlisi de aşağı şehre düşen kaçış botlarını çetelerin yağmaladığını öğrenmeleriydi. Mission eğer botlardan istedikleri bir şey varsa, Gizli Bek lideri Gadon'la konuşmalarını tavsiye etti. Yardımları için Mission'a teşekkür ettiler ve genç Twi'lek kız tüylü arkadaşını alarak hoplaya zıplaya kantinden ayrıldı.
Tam içkilerini bitirirken Min dedi ki, "Carth, izin ver sana bir şey sorayım…"
Soracağı sadece Calo Nord'un Bastila'yı arıyor olup olamayacağıydı ki, sorusu yarıda kesildi.
Hayır, hayır. Özel hayatımla ilgili bir dizi soruya daha maruz kalmak niyetinde değilim.Carth Min'in dikkatini dağıtmaya karar verdi. Gözlerine pek yansıyamayan büyük bir gülücükle Min'e baktı. "Tüm dikkatimle dinliyorum güzelim."
Min'in gayet iyi ayarlanmış zırvalık radarları alarma geçti ve gözlerini devirmemek için büyük bir mücadele verdi. Carth'a bakarak seçeneklerini düşündü.
Bana güzelim diye hitap ettiği için canına okuyabilirim ya da blöfüne blöfle karşılık verebilirim. Nereye kadar sınırlarını zorlayabileceğini görmek Min'e daha eğlenceli gibi geldi.
En az Carth'ınki kadar yapmacık bir gülümseme takındı. "Kulağa hoş geliyor."
"Hangisi? Tüm dikkatimle dinlemem mi yoksa "güzelim" kısmı mı?"
Min düşünüyormuş gibi yaptı. "Güzelim kısmı. Bana güzelim demeye devam et."
"Düşünebilirim. Karşılığında sen bana ne diyeceksin?"
"Cinsiyet ayrımcı solucana ne dersin?"
Carth bu noktada inanılmaz eğlenmeye başlamıştı. "Hepsi bu mu? Daha iyisini yapabilirsin!"
"Peki, hangisini tercih edersin? Beyinsiz Gamorrean mı yoksa cinsiyetsiz bataklık kurbağası mı?"
"Ah! Hah. İşte bu daha iyiydi. Şimdi bahse girerim kıyaslandığında "güzelim" kulağa o kadar da kötü gelmiyordur."
Min'in bu sözler kendisine rağmen hoşuna gitti ve gözlerini devirdi. "Tam bir karın ağrısısın, Carth."
Carth güldü. "Uğraşıyorum." Nasıl devam edeceğini düşünürken duraksadı. "Ben sana bir şey sorayım. Endar Spire'daki savaşı kafamda defalarca canlandırıyorum ve bazı şeyler yerine bir türlü oturmuyor. Belki sen olanları kendi açından bana anlatabilirsin."
Bu konuşmanın nereye gideceğini merak ederek, Min açık sözlülükle cevapladı. "Neler olup bittiğini anlayabilecek bir durumda değildim gerçekten."
"Ben de öyle. Saldırı çok ani başladı. Ama düşününce," olabildiğince incitici olmamaya özen gösterse de bu konuda oldukça başarısızdı, "şu anda burada olman şaşırtıcı olmaktan biraz daha rahatsız edici, öyle değil mi?"
Min'in gözleri kısıldı. "Beni bir şeyle mi suçluyorsun, Onasi?"
"Asla. Sadece gemideki o kadar insanın arasından sağ kalan bir tek sen vardın."
Min "sigortaların atması" deyiminin ne anlama geldiğini şimdi daha iyi anlıyordu. "Öyle olmamasını mı tercih ederdin?"
Carth geri adım attı. "Gülünç olma. Buraya geldiğimizden beri kendini defalarca kanıtladın ve sen olmasan bu kadar ilerleyemezdik. Ama yine de…"
Min'in sınırlı sabrı artık son noktasındaydı. "Demek istediğin saldırıyla benim bir alakam olduğu mu?" Koyu tene tezat yaratan beyaz dişleri parlıyordu.
"Hayır. Şey…belki. Beni yanlış anlama, sadece Bastila'nın topluluğu tarafından bilinmeyen gizemli bir işi halletmesi için özellikle tutulan birinin sağ kurtulması garip geliyor."
Min cevap vermek için kendini yormadı bile.
"Sadece böyle düşününce daha mantıklı oluyor. Ben büyük ihtimalle yanılıyorum ve bunda büyük ihtimalle garip hiçbir şey yok. Ama hiçbir şeyi göründüğü gibi ele almamayı çok uzun zaman önce öğrendim. Ve sürprizlerden nefret ederim."
"Hep böyle şüpheci misindir?"
"Bak, bunun kişisel olarak seninle hiçbir ilgisi yok. Kendime özel sebeplerim var ve hayır, bunları seninle tartışmayacağım. O yüzden lütfen şimdi daha önemli konulara yoğunlaşabilir miyiz?"
Min'in sonraki sözleri ağzından taramalı gibi çıkmıştı. "Beni dinle bencil herif, bu çok önemli! Cumhuriyet askeri değilim ve ne Cumhuriyet'e ne de Jedi Konseyi'ne en ufak bir borcum var! Eğer hayatımı kurtarmış olmasaydın şu an kapıdan çıkıyor olurdum. O yüzden bana bunun önemli olmadığını söyleme! Eğer bunun üstesinden gelmezsek nasıl bir arada çalışabiliriz ki?"
"Tamam. Ama daha sonra konuşuruz. Şu anda Gizli Bek üssüne gitmeliyiz."
Ayağa kalktı ve Min'i masada öfkesiyle baş başa bırakarak kantinden çıktı.
Bastila'yı bulmak Min'in düşündüğünden çok daha zor olacak gibi görünüyordu. Başında her hareketini en ufak bir hata bulabilmek için gözleyen bir pilotun olması yetmezmiş gibi, şimdi de aşağı şehre girip genç Twi'lek Mission ve arkadaşı Wookiee'yi bulması gerekiyordu.
Gizli Bek'lerin lideri Gadon gerçekten işe yaramıştı. Ondan Bastila'nın hala hayatta olduğunu fakat Kara Vulkar'lar tarafından tutulduğunu öğrendiler. Ne yazık ki çok yakında gerçekleşecek yarışlarda büyük ödül olarak sunulacaktı. Gadon Bastila'yı bulmaları konusunda onlara yardım etmek istiyordu ama karşılığında Kara Vulkar'ların üssünden, özel bir swoop hızlandırıcısını çalmalarını istiyordu. Gadon'a göre Vulkar üssüne ulaşabilmelerinin en iyi yolu Mission ve arkadaşını bulup, kendilerine yardım etmeleri için onları ikna etmeleriydi.
Aşağı şehir tam bir felaketti. Asansörden indikleri gibi iğrenç bir kokuyla karşılaştılar. Alan, ahır gibi çirkin evleri daha da kirli gösteren loş bir flüoresan ışığıyla aydınlatılmıştı. Lağım suları sokaklara taşmıştı. Büyük bir şüphecilikle yeni gelenleri süzen ve fazla yaklaşmaya cesaret edemeyen bölgenin insanları da dökülüyordu. Soyguncu olmaya özenmiş iki kişi hariç.
"Bu gezegene inanamıyorum," diye mırıldandı Carth. "Dilenciler bile bizi korkutmaya çabalıyor."
Min sessizce Carth'ı onayladı ama hala kızgın olduğu için hiçbir şey söylemedi. Carth, Min'e bakarak bu sessiz protestonun daha ne kadar devam edeceğini merak etti.
Garip olan, bu kadar rezil yaşam şartlarına rağmen, aşağı şehirdeki çoğu insan yardımcı olmaya ve sorularını ellerinden geldiğince yanıtlamaya çalıştı. Hatta şehrin delisi Rukil bile iyiydi. Hem de Min'in onlara "vaat edilmiş topraklara" giden yolu açıklayacak datapad'leri bulacak "seçilmiş kişi" olduğu konusundaki ısrarına rağmen. Min sırf yaşlı adamdan yakayı kurtarabilmek için datapad'leri araştıracağını söyledi.
Mission'ın izini sürmek hiç de zor değildi. Gencecik mavi bir Twi'lek kız ile bir Wookiee, unutulması zor bir çift oluşturuyordu. Kapı bekçisi sağ tarafı işaret ettikten sonra onları şehir dışına çıkardı ve arkalarından kapıyı kilitledi.
Blaster'larını kullanarak Carth ve Min birkaç rackghoul saldırısından rahatlıkla kurtuldular. Aslında gerçekte yaşanan şey, Min bir tane rackghoul'a nişan alıp öldürünceye kadar Carth'ın geri kalanları devirmesiydi. Min çok kızgın olduğu halde, Carth'ın inanılmaz bir yetenek olduğunu kabul etmek zorundaydı.
Sith inzibatlarının cesetleriyle karşılaştıklarında, Min üstlerinden az da olsa bir miktar rackghoul serumu çıkınca çok sevindi.
"Bunu Dr. Forn'a götürmeliyiz," dedi Carth.
Min duraksadı. Daha önce Mission'dan çete reisi Davik'in bu serum için inanılmaz para önerdiğini öğrenmişti ve para gerçekten işlerine yarayacak bir şeydi. "Belki de serumu ikiye böleriz. Bir kısmını Dr. Forn'a verir, geri kalanını Davik'e satarız. Davik bu gerçeği öğrendiğinde buradan çoktan gitmiş oluruz."
Carth şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, bu kadın gerçekten bazen namussuz olabiliyordu. "Belki biz burada olmayız ama Dr. Forn olacak ve Davik de kesinlikle onu öldürecek." Carth Min'e sert bir bakış attı. "Bu, hayatını kurtarmış birine borcunu ödemenin olabilecek en kötü yolu olurdu."
Her ne kadar hayal kırıklığı olsa da, Min Carth'ın mantığıyla baş edemeyecekti. Hem haklı olduğunu da biliyordu. Dr. Forn'a hayatını borçluydu. Tam Carth'ın tavsiyesini kabul ettiğini belirtecekti ki, Mission onları buldu.
Mission panik içinde koşarak onlara doğru ilerliyordu.
"Lütfen, bana yardım etmelisiniz!" Kafa kuyrukları üzüntüyle seğirirken, hızla nefes alıp veriyordu. "Başka kimse bana yardım etmiyor hatta Gizli Bek'ler bile! Onu orada bırakamam, o benim arkadaşım!"
Mission biraz soluklandıktan sonra, kanalizasyonda Gamorrean'lı köle tacirlerinin Zaalbar'ı nasıl yakaladığını anlattı. Yardım sözü verirken Min biraz düşünmeye ihtiyaç bile duymadı. Köle tacirlerinden nefret ediyordu.
Carth kendini kötü hissetse de, Kara Vulkar üssünden bahsetmek zorunda kaldı. Mission hiç düşünmeden yardımcı olacağını söyledi.
Min buz gibi bakışlarını Carth'a yöneltince, Carth Mission'ın ona vaat edecek hiçbir şeyi olmasa da Min'in küçük kıza mutlaka yardım edeceğini fark etti.
Min tekrar kıza döndü ve sordu, "Onu nerede tutuyorlar, Mission?"
"Kanalizasyonda."
Min suratını astı. Bugünün daha kötüye gitmesi mümkünmü?
Ama birkaç saat sonra karşısındaki uyuyan rancor'a bakarken Min sorusunun yanıtını almıştı. Evet, demek ki gidebilirmiş.
Zaalbar'ı bulmak kolay olmuştu, ayrıca Gamorrean pataklamak da oldukça tatmin ediciydi. Min'i asıl rahatsız eden, Zaalbar'ın kendisine hayat borcu olduğunu ilan etmesiydi. Min bu durumu gayet açık ve şiddetle protesto ederek hayat borcunun gerekli olmadığını dile getirmişti. Hatta kızgınlığını unutarak, Carth'a yalvaran gözlerle bile bakmıştı.
"Üzgünüm" diye mırıldandı Carth sadece Min'in duyabileceği şekilde. "Ne diyeceğimi bilemiyorum."
O zaman Min tekrar Zaalbar'a döndü ve kurtarılmasına Carth'ın da yardım ettiğini hatırlattı. Ama Wookiee pek oyuna gelecek gibi görünmüyordu.
Mission beni kurtarmaya onun değil, senin karar verdiğini söyledi.
Carth hayat borcunun kendi üzerine yıkılmaya çalışılmasını pek takdir etmedi ve memnuniyetsizliğini sert bakışlarıyla göstermeyi yeterli buldu. Mission ve Zaalbar ayrılmaz bir ikili olduklarından, Mission artık kendisinden de kurtulamayacağını belirtti Min'e.
Aslında Min bu ikisinden hoşlanmıyor değildi. Belli ki bir Wookiee'nin beraberinde olmasının oldukça yararları vardı ve şimdiye kadar gördüklerinden, Mission'in harika bir çocuk olduğu söylenebilirdi..
Ama refahlarından sorumlu tutulmak istemiyorum.
Bu hayat borcuyla ilgilenecekti ama henüz değil. Şu anda yollarında bir rancor durmaktaydı.
Mission'ın rancor'un icabına bakmak için bir planı vardı, ki Min'e göre bu açık bir intihar girişimiydi. Mission yerlere mayın döşeyecek ve rancor'un bunların üzerinden geçmesini sağlayacaktı. Min bu arada on dört yaşında bir kızın neden bu kadar mayınla ortada dolaştığını merak ediyordu.
"Hayır. Kesinlikle olmaz Mission! Bunu yapmana izin vermiyorum," dedi Min kararlı bir şekilde.
"Bak, daha önce de bir rancor'u görünmeden geçmiştim. Tek yapacağım birkaç mayın döşeyip koşmak. Bana hiçbir şey olmayacak." dedi Mission gençliğinin verdiği iyimserlikle.
Endişeni anlıyorum Minuet ama Mission bu tür durumlarda gayet iyidir, diye yardımcı olmaya çalıştı Zaalbar.
Sonunda Mission kazandı çünkü başka şansları yoktu. Sonuçta zaman ilerliyordu ve hızlandırıcıyı Gadon'a götürebilmeleri için bir günden az bir zamanları vardı.
Umarım Bastila buna değer.
Mission gizlilik alanını devreye soktuğunda, Min'in yüzünü korkunç bir panik ifadesi kapladı. Carth da endişeleniyordu ama Min her an bayılabilirmiş gibi görünüyordu. Bir günden az bir süredir tanıdığı bir çocuğu bu kadar önemsiyor.
Biraz olsun rahatlatmak amacıyla, Carth Min'in arkasında durdu ve ellerini onun omuzlarına koydu. Kulağına eğilerek yavaşça fısıldadı, "Ona bir şey olmayacak."
Ama Min bir rancor'un insana neler yapabildiğini görmüştü. Kafasından geçen tek şey, parçalanan kemiklerin sesiydi.
Dakikalar geçerken Min artık dayanamayacağını hissetmeye başlamıştı. Birden Mission tekrar görünür hale geçti ve rancor'un tam yüzünün önünde blaster'ını çıkararak burnuna bir el ateş etti. Rancor gürleyerek kalktı ve anında Mission'ı gördü.
Mission mayınların arasından koşmaya başlamıştı. Carth'ın Min'i omuzlarından tutuyor olması bu noktada iyi bir şeydi yoksa Min kendini çoktan rancor'un önüne atmış olacaktı.
Sağır edici bir on saniyede her şey olup bitmişti. Rancor mayınlara basarak Mission'ı takip etmiş ve şu an ölü bir halde yerde yatıyordu. Mission önlerinde durduğunda ağzı kulaklarına varıyordu.
"Gördünüz mü, yapabileceğimi söylemiştim!"
Evet, bir kalp krizi geçirmeden önce kesinlikle bu hayat borcundan kurtulması gerekiyordu.
Rancor'dan sonra Vulkar üssü kolay gelmişti. Carth'ın da belirttiği gibi Vulkar'lar sokak serserilerinden başka bir şey değillerdi. Adam gibi dövüşen kimsenin karşısına çıkacak disiplinleri veya eğitimleri yoktu.
Carth, Min ve Zaalbar'ın vibrokılıçlarıyla savaşarak Vulkar üssünde kendilerine yol açışlarını izledi. Mission ve kendisi arkalarından blaster tabancalarıyla onları koruyorlardı.
Min'in ilginç bir çift elle dövüşme tekniği vardı. Acaba böyle savaşmayı nerede öğrendi? Bunu da Minuet Avery ile ilgili cevaplanmamışlar listesine eklemeyi ihmal etmedi. Bu konuyu ona sormak istedi ama tahminince Min hala kendisine kızgındı. Biraz daha beklesem iyi olur.
Min, dövüşme şeklinin Carth tarafından izlendiğini fark etti. Carth'ın beyninde dolaşan şüpheci soruları hissedebiliyordu. Ama görmezden gelmeye karar verdi. Şimdilik.
Gadon hızlandırıcıyı getirebildiklerine sevinmişti. Ama ne yazık ki yarışçı olarak Min'i istiyordu. Gadon bu örnek hızlandırıcının istikrarsız olduğunu ve kendi yarışçılarından birinin yaralanmasını istemediğini söylemişti ama Min bunun gerçeğin sadece küçük bir parçası olduğunu biliyordu. Asıl sebep Gadon'un Min'in kaybedebileceğini düşünüyor olmasıydı. Vulkar'lar bu özel hızlandırıcıya sahip olmadıkları sürece, kendi adamları Vulkar'ları artık adil bir şekilde yenebilirdi.
Dördü birden hızlandırıcısı takılmış swoop hız motorunu incelediler.
Min başını iki yana salladı. "Motoru ben yarıştırmak zorundayım."
Carth şok olmuştu. "Sen mi? Yarışması gereken ben değil miyim? Yani pilot olan benim. Bence ben yarışsam daha iyi olur."
"Keşke olabilseydi," diyerek içini çekti Min, "ama sen çok ağırsın. Bu motorlar azami hıza çıkabilmek için hafif yarışçılar için yapılandırılmış. Motorda hem senin hem de hızlandırıcının ağırlığı büyük ihtimalle patlamasına sebep olur. Emin ol, eğer senin ağırlığını kaldırabileceğini düşünseydim, kesinlikle senin yarışmanı isterdim pilot çocuk."
"Ben yaparım!" diye atıldı Mission. "Hep swoop motor yarışçısı olmak istemişimdir!"
"Hayır!" Min'in sesi istediğinden biraz daha sert çıkmıştı. Rancor olayında neredeyse kalp krizi geçirecektim şimdi de her an patlayabilecek bir arabayı yarıştırmana asla izin vermem! Ama bu düşüncelerini Mission'a kendisini yeteneksiz hissettirip kıracağı için söyleyemezdi.
Şu ergenlik çağındakiler!
Bu yüzden Min, Mission'ı bir kenara çekti ve gizli bir görev verirmiş gibi anlatmaya başladı. "Ben yokken o iki akıllıya göz kulak olmanı istiyorum. Yoksa başlarını belaya sokacaklarını biliyorsun."
Daha inanması zor bir mazeret bulamaz mıydın, Min? Ama Mission bu gizli görevinden oldukça hoşlanmışa benziyordu.
Hızlandırıcıya bir göz atmama izin verir misin Minuet Avery? Bu tür konularda oldukça yetenekliyimdir.
Min, Zaalbar'a gülümsedi. "Tabi ki. Yalnız bir şey rica edeceğim. Sadece annem bana Minuet derdi, asıl sevdiğim insanlar bana Min der."
"Sence kazanma şansın ne?" diye sordu Carth. Gadon'un o gecelik Bek üssünde kalmaları teklifini kabul etmiş ve şimdi de misafirhanede Corellia şehriyelerini yemekteydiler.
"Doğruya doğru mu? Hiç. Bunu daha önce hiç yapmadım ama kazanmama gerek yok. Sadece Bastila'ya ulaşabilecek kadar süre hayatta kalmam yeterli olacaktır. Bir şekilde yarışlar sırasında ona ulaşabileceğimi sanıyorum. Eğer yapamazsam, başka bir plan yapmamız gerekecek. Zaalbar'ı teknisyenim olarak yarış alanına almamaları çok kötü oldu." Min duraksadı ve gözlerini Carth'a odakladı. "Ama seninle konuşmak istediğim başka şeyler var."
İşte başlıyoruz. Carth uzun süredir Min'in hiçbir şey söylemeden ne kadar dayanabileceğini merak ediyordu.
"Aramızda bir sorun olup olmadığını merak ediyorum."
"Beni anlamayacağını biliyordum." Carth derin bir nefes aldı ve açıklamaya çalıştı. "Sen büyük ihtimalle şimdiye kadar tanıdığım en yetenekli kadınsın. Hayatımı şimdiye kadar defalarca kurtardın ve yanımda olduğun için çok şanslıyım. Buna şüphe yok. Ama bu, seni izlemekten vazgeçeceğim ya da tedbiri elimden bırakacağım anlamına gelmez. Nokta."
Min tabağını kenara itti, birden artık aç değildi. "Peki tam olarak beni neden izliyorsun?"
"Henüz bilmiyorum. Daha önce söylediğim gibi, büyük ihtimal endişelenmemi gerektirecek bir şey yoktur. Ama daha önce insanlar tarafından ihanete uğradım ve ben… Yani bu bir daha olmayacak."
"Bu davranış tarzından gerçekten sıkılmaya başladım."
Carth kendisine yöneltilen öfkeye kıyasla çok sakindi. "Böyle hisseden ne ilk ne de son kişisin. Bak, senden arkadaşım falan olmanı beklemiyorum. Sadece ben böyle biriyim, bunu kişisel olarak algılamana gerek yok."
Min artık soğukkanlılığını kaybettiğini hissediyordu. Bu konuşma hiçbir yere gitmiyor. Buna derhal bir son vermeliyim. Ama bunun yerine, bağırmaya başladı. "Peki nasıl algılamamı isterdin, seni tüysüz Wookiee!"
"Tüysüz Wookiee mi?" Carth'ın yüzünde keyifli bir ifade dolandı. İki elini teslim olurmuşçasına kaldırdığında, gözleri hafifçe gülümsemesinden kırışmıştı. "Pekala kardeşim, kafan havaya uçmadan önce sakinleşsen iyi olur. "
Bu cümle gerçekten Min'in patlamasına sebep oldu. "Kimin kafası havaya uçacak şimdi göreceğiz, seni maymun kertenkelesi!"
Carth'ın elinde değildi, Min kendisine parladığında inanılmaz sevimli oluyordu. "Senin hakaret anlayışın bu mu? Hadi ama, en iyi atışını yap!"
"Salyalı Bomarr eskisi!"
Carth bir elini ölümcül bir yara almış gibi kalbinin üstüne koydu. "Ah. Galiba bu seferkiyle erkeksi duygularımı incittin."
Ardından gelen cevabı duyunca, bu tartışmanın galibi olduğunu biliyordu. "Ye beni, Onasi!"
"Aklımdan bile geçmez. Şimdi daha iyi hissediyor musun?"
"Hayır! Bu konu ciddi!" Biraz esprinin onu hemen sakinleştirmeyeceği apaçık ortadaydı. Min hala öfkeliydi.
"Tek söylemeye çalıştığım eğer akıllıysan, sen de bana güvenmezsin. Ne bana, ne Bastila'ya ama özellikle de kendine."
"Çok özlü bir tavsiye" diyerek arkasına yaslandı ve kollarını kavuşturdu Min.
"Analiz edilmeye ihtiyacım yok, teşekkürler."
"Ve benim de bana güvenmeyen birine ihtiyacım yok." Min aniden ayağa kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı.
Carth arkasından seslendi. "Neden benim sana ya da bir başkasına güvenip güvenmemem bu kadar önemli ki? Neden bu kadar önemsiyorsun?"
Min Carth'a doğru döndü. "Çünkü bu çok aşağılayıcı ve saygısızca, kahretsin! Arkadaşım olmak istemiyor musun? Tamam. Ben koca bir kızım ve bunun üstesinden gelebilirim. Ama pek değerli Jedi'ınızı kurtarmak için büyük ihtimalle patlayacak bir motor yarıştırmamın bir gece öncesinde güvenilirliğimle ilgili yaptığın bu suçlamalar sadece zırvalık! Şüpheciliğin karşısında biraz olsun imtiyazım olmalıydı ama zamanımı sana boşuna harcadığım yetti artık." Arkasını dönüp, kapıdan çıktı.
Çok geç saatlere kadar dönmedi.
Mission ve Zaalbar saatler öncesinde dönmüşlerdi ve şu anki seslere bakılırsa ikisi de uyuyordu. Carth kapının açıldığını duydu. Karanlığın içinde sessiz olmaya çalışan Min'in siluetini izledi. Ama uğraşmasına gerek yoktu, ne kadar uğraşsa horlayan bir Wookiee'nin sesini bastırması mümkün olamazdı.
Carth rahatlayarak içini çekti, bir daha dönmeyeceğinden korkmuştu.
Cezamı bulmuş olurdum, ona çok haksızlık ettim.
Min'in de sözleri Carth'ı incitmişti ama pek de haksız olmadığını kabul etmeliydi; onu Endar Spire'ı sabote ettiği için suçlamak gerçekten aşağılayıcıydı. Ona güvenemese de, en azından bunun sebebini bilmeyi hak ediyordu.
Yarın aramızı düzeltmeye çalışacağım.
Gadon yarışa götürmek için geldiğinde Min hala uyuyordu. Yorgun ve bezmiş bir görüntüsü vardı. Carth son günlerin Min için hem fiziksel hem de manevi olarak zor geçtiğini fark etti.
"İyi şanslar." Min kapıdan çıkarken, Carth arkasından seslendi. Min belli belirsiz kafasını salladı.
Swoop yarış alanına alınmadıkları ve tüm biletler de satılmış olduğu için, Carth, Mission ve Zaalbar yarışı holoekrandan seyretmek üzere kantine yöneldiler.
Kantin gürültülü swoop yarışı fanatikleriyle kaynıyordu. Carth bir an masa bulamayacakları için endişelense de, Zaalbar o işi rahatlıkla halletti. Genç serserilerin oturduğu bir masaya yanaştı ve ya kalkmalarını ya da bacaklarını koparacağını söyledi.
Mission neredeyse yerinde zıplıyor, kafa kuyrukları bekleyişin verdiği heyecanla seğiriyordu. "Daha önce yarışçı bir tanıdığım hiç olmamıştı!"
Yarış başladığında Carth, Min'i hiç tanımamış olmayı diliyordu. Tanıdığı birinin o hızlarda yarıştığını izlemek hiç de eğlenceli değildi. Yarışçılardan biri duvara çarpana dek iyiydi. Carth arabanın havada takla atıp parçalanışını izledi.
"Birileri o adamı yarış pistinin zemininden kazımak zorunda kalacak" dedi Mission, Carth'ın endişesinden habersiz olarak.
Onu ölmeye gönderdim! Carth kusmamak için kendini zor tuttu.
Ama Min ölmedi. İmkansız olanı gerçekleştirdi ve kazandı. Yakın tarihin en sıkı yarışlarından birini kazanmıştı.
Bana yalan söyledi, daha önce yarışmış! Ama Min'in suratını holoekranda gördüğünde en az kendisi kadar şokta olduğunu fark etti.
Bardaki yarış fanatikleri delirmişti ve tezahüratlar sağır edici olmaya başlamıştı. Mission masanın etrafında zafer dansı yaparken, Carth Min'in ödülü almaya gidişini izliyordu ki, a anda ortalık karıştı. Bir an sadece tezahüratlar vardı ekranda, hemen ardından duman ve silah sesleri.
Kahretsin!
Mission ve Zaalbar'ı yakalayıp hızla kantinden ayrıldı.
Min kendini bir anda çete savaşının ortasında bulmuştu. Kimin Vulkar, kimin Bek olduğunu çıkaramıyordu. Bunun yerine tüm dikkatini Bastila'yı tutan kafese ulaşmaya verdi. Onu durdurmaya çalışan herkese saldırıyordu.
Brejik saldırdığında neredeyse kafese varmak üzereydi. Adamın köşeden fırladığını gözünün ucuyla görebildi ve saldırıyı zar zor engelleyebildi. Brejik'e tam saldırmaya hazırlanırken adam birden kaskatı kesildi ve boğazından garip sesler çıkararak sırtında bir bıçakla yere devrildi. Arkasında sinirsel sınırlayıcıdan kurtulmuş Bastila duruyordu.
"Vulkar hayvanı!" dedi Bastila vibrokılıcını geri alırken.
Bastila saldırmaya hazırlandı ama Min'i tanıyınca duraksadı.
"Buna inanamıyorum, sen Minuet Avery'sin, değil mi? Evet, bundan kesinlikle eminim!"
"Bu taraftan" diye seslendi Min, en yakın çıkışa doğru kargaşa arasında koşmaya çalışırken. Bastila'nın da kendisini takip edecek kadar akıllı olduğunu umuyordu.
Bastila'nın yöntemi daha iyiydi. Elinin küçük bir hareketiyle yollarının üzerindeki çete mensuplarını Güç'ü kullanarak itmişti.
İşte bu harikaydı! diye düşündü Min çıkışa koşarken.
Min'in Bastila'ya olan takdiri ancak tehlikeden kurtuldukları ana kadar sürebildi. Yukarı şehre doğru ilerlerken, Bastila bazı cevaplara ihtiyacı olduğunu düşündü. Yolun ortasında durup, Min'i sorguya çekmeye başladı.
"Nasıl oldu da kendini motor yarışlarında buldun?"
"Bak Bastila, bu uzun bir hikaye. Eminim sorularına bazı cevaplar istiyorsundur ama şu anda yolumuza devam etmeliyiz." Min sokağı gözlerken, etrafta Sith taburu olmamasını umuyordu.
"Gidebileceğimiz güvenli bir yer var mı?" Sorun, sorunun kendisinde değil, soruyu soran sesin küstahlığındaydı. Min'in dişleri gıcırdamaya başlamıştı.
"Evet, plan da buydu. Bastila'yı kurtar, güvenli bir daireye götür. Şimdi kımıldayalım." Min yürümeye başladı.
"Beni kurtarmak mı? Motor yarışlarına katılarak yapmaya çalıştığın şey bu muydu? Bildiğim kurtarmaların yanında bu oldukça kötü bir örnekti. Belki dikkatini çekmemiştir diye söylüyorum, sinirsel sınırlayıcıdan beni kurtaran yine kendimdim. Aslında, benim seni kurtardığımı söylemek çok daha doğru olacaktır." Bastila'nın şaka yapmadığını idrak etmek birkaç saniye sürdü.
Min'in iğrenirmiş gibi bakışları altında, Bastila konuşmaya devam etti. "Eğer o savaşa girmeseydim, Brejik ve adamları seni çoktan öldürmüş olurlardı. Seni o pislikten kurtardığım için şanslısın."
"Her neyse. Bunun için zamanımız yok. Onasi bizi bekliyor."
Bastila Min'e yetişebilmek için adımlarını hızlandırdı. "Demek Carth Onasi yaşıyor! Sonunda, güzel bir haber. Seni o mu gönderdi?" Bu bilginin, Bastila'nın Min'e bakış açısını bir şekilde değiştirdiği belliydi. "Belki de seni yanlış değerlendirdim. Carth senin yeteneklerine güvenmeseydi, asla seni göndermezdi."
"Evet, tabi. Ama başka bir şansı da yoktu" diye mırıldandı Min. "Bu taraftan."
Min akıl sağlığını koruyabilmesinin tek yolunun, Bastila yokmuş gibi davranmak olduğuna kanaat getirmişti.
Ama bu karara uymak Bastila'yla biraz zordu. Devamlı sorularına cevaplar beklese de, Min tek bir adımını bozmadan yürüdü. Bastila sonunda sessizleşti ama içte içe dolup taşıyordu. Daireye ulaştıklarında ikisi de burnundan soluyordu.
Dairenin kapısı açıldığında inanılmaz endişeli bir görüntü çizen Carth'la karşılaştılar. Min neredeyse bu endişeli halden etkilenecekti ki, Carth konuştu. "Bastila, yaşıyorsun! Sonunda her şey yoluna girmeye başladı."
Tabi ya. Neden bir Sith sabotajcısı için endişelensin ki?
"Mission ve Zaalbar nerede?" diye sordu Min.
"Dışarıda seni arıyorlar. Holovidde pistte çıkan karmaşayı görünce stada gelmeye çalıştık ama çok kalabalıktı. İçeri giremedik. Belki buraya gelirsin diye daireye döndüm ve onlara da seni bulamazlarsa iki saat içinde dönmelerini söyledim."
Carth gülümsedi. "Oradan çıkmayı başaracağını tahmin etmeliydim. Şimdi tek yapmamız gereken bu gezegenden gitmek için bir plan yapmak."
Bastila çıkıştı. "Yani hala Taris'ten kaçmamızı sağlayacak bir planınız yok mu? Bu kadar zamandır ne yapıyordunuz?"
"Seni bulmaya çalışıyorduk, unuttun mu!" diye tersledi Min. Carth, sonunda iki kadının birbirlerine öfkeyle baktığını fark edebilmişti.
Bastila durumu kontrol altına almaya çalıştı. "Anlıyorum. Şimdi bu görevin başına yeniden ben geçtiğime göre belki artık bazı şeyleri doğru düzgün yapmaya başlayabiliriz. Umalım ki Taris'ten kaçışımız, beni Brejik'ten "kurtarma" çabanızdan çok daha düzgün işler."
Biraz geç de olsa, Carth Min'i Bastila'yla ilgili önceden uyarması gerektiğini anladı.
Min tam karşılık verecekti ki, Carth ümitsizce barışı korumak amacıyla araya girdi. "Bu konularda yeni olduğunu biliyorum Bastila. Ama bir lider sırf işler planlandığı gibi gitmediği için beraberindekileri azarlamaz. Egonun işleri karıştırmasına izin verme."
"Bu tarzın hiç de komutanınla konuşuyormuşsun hissi vermiyor Carth. Ben Jedi Düzeni'nin bir üyesiyim ve bu benim sorumluluğumda olan bir görev. Savaş meditasyonumu da düşünecek olursak-"
Carth acımazsızca sözünü kesti. "Yeteneklerin bize birkaç savaş kazandırmış olabilir Bastila, ama bu seni iyi bir lider yapmaz. İyi bir lider en azından kendisinin hiç göremeyeceği sayıda savaş görmüş insanların tavsiyelerine kulak verir."
Min yeterince dinlediğine karar verdi. Bastila ve Carth kim komutadadır diye tartışırken, eşyalarını alıp, sessizce kapıya doğru yürüdü.
Tam birbirleri için yaratılmışlar. Ben gidiyorum..
Kapıyı açarken Carth onu gördü. "Nereye gidiyorsun?"
"İkinizden olabildiğince uzağa."
"Gidemezsin," dedi Bastila. "Jedi Konseyi tarafından bir iş için tutuldun ve senden anlaşmaya uymanı bekliyoruz."
"Yanlış. Henüz müşterim değilsiniz. Coruscant'a döndüğüm gibi depozitinizi iade edeceğim."
"Min, bekle. Biraz konuşalım."
Tabi şimdi konuşmak istersin. Bu da iyi.
"Paranoyak pilotlardan ve şımarık Jedi çocuklarından yediğim taciz bana yetti. Sen hayatımı kurtardın, ben de sana Bastila'yı getirdim. Bana göre artık ödeştik. Mission ve Zaalbar döndüğünde, lütfen onlara sokağın karşısındaki kantinde olacağımı söyle." Böylece daireden çıkıp gitti.
Bastila gerçekten panik içindeydi. "Ama o gidemez! Jedi Konseyi'nin ona ihtiyacı var."
Carth gözlerini kıstı. "Neden? Ne için ona ihtiyacınız var?"
"Eminim sana anlatmıştır. Konsey ondan bazı eski harabeleri incelemesini istiyor. Benim görevim, onu bir an önce Dantooine'deki Jedi bölgesine götürmek." Bastila'nın sesi buz gibi çıkmıştı.
"Neden sen?"
"Efendim?"
"Neden özellikle sen? Cumhuriyet'in senin savaş meditasyonu yeteneğine umutsuzca ihtiyacı var ama bir kadını Dantooine'e götürme işinde pek iyi sayılmazsın. Bu kulağa hiç mantıklı gelmiyor. Neden başka bir Jedi göndermesinler ki?"
"Bilmiyorum. Jedi Konseyi'ni sorgulamak bana düşmez. Tek bildiğim, onu Dantooine'e en kısa zamanda götürmemin zorunlu olduğu."
Bana yalan söylüyor.
Carth, Min'i limanda ilk gördüğünden beri içinde sakladığı şüpheyi sonunda dile getirebildi. "Coruscant'a gitmemizin tek sebebi oydu, öyle değil mi? Yeni mezunlar sadece bir bahaneydi."
Min inanılmaz önemli olmalı ama eminim kendisinin bile haberi yoktur. Sinsi Jedi pislikleri!
"Neden durmuş bunu konuşuyoruz, şu anda peşinden gidiyor olmam gerekirdi. Onu geri getirmeliyim."
"Asla olmaz, kardeşim. Şimdiden yeterince zarara yol açtın zaten. Sen burada kalıyorsun."
"Ama bu benim görevim!"
"Bak kardeşim, kimin görevi olduğuna takılıp kalamayız. Eğer bu gezegenden ayrılmak istiyorsak birlikte çalışmalıyız. Eğer oraya gidersen tek yapacağın onu da daha sinirlendirmek olacak." Evet, sanki ben başka bir işe yarayabileceğim.
Kapının açıldığını duyunca, Carth gelenin Min olduğunu umdu. Ama içeri giren perişan halde görünen Mission ve Zaalbar idi.
"Onu bulamadık!" dedi Mission üzüntüyle.
"Merak etme Mission. Nerede olduğunu biliyorum. Herkes burada kalsın. Döneceğim."
Carth kantine girdiğinde Min'in en uzak köşede bir masada oturmuş, ayaklarının yanındaki sandalyeye uzatmış halde, bir Mandaloryalı paralı askeriyle hararetli bir konuşma içinde olduğunu gördü.
Mandaloryalı, Carth'ın yaklaştığını gördü ve iki adam birbirlerini süzdüler. Mandaloryalı oldukça iri bir adamdı ve görünüşe bakılırsa tahminen ellili yaşların başındaki bir adam için inanılmaz formdaydı. Vücudu kaya gibi sağlam görünüyordu, burnu defalarca kırılmıştı ve gözünün altındaki derin bir yarayla yüzü bir yumruğu andırıyordu.
Ayağa kalkarken Mandaloryalı dilinde konuştu. Beni nerede bulacağını biliyorsun. Carth'a bir defa daha baktıktan sonra dönüp gitti.
Carth az önce Mandaloryalı'nın boşalttığı sandalyeye oturdu ve kollarını geriye sarkıttı.
"Sen Mandaloryalı dilini de mi biliyorsun?"
Min başını bile kaldırmadı, elindeki datapad'i incelemekle meşguldü. "Git buradan Carth."
"O kimdi?"
"Seni ilgilendirmez, şimdi defol. Seninle konuşmak istemiyorum."
Carth ortaya yem atmaya karar verdi. "Demek biraz daha tartışmak istiyorsun, öyle mi?"
"Biz Sith casuslarını bilirsin, daima kuşkucu Cumhuriyet askerleriyle dalaşmaya hazırızdır." Min kuru bir sesle konuşmuştu. Hala kafasını datapad'den kaldırmayı reddediyordu.
Carth sinir bozucu datapad'i elinden alıp fırlatma isteğini bastırmaya çalışıyordu.
"Yine aynı noktaya döndük, değil mi? Bak, bana özel sebeplerden dolayı kolay kolay kimseye güvenemiyorum!"
Min hala bakmıyordu. "Buraya gelmeni isteyen ben değildim. O çok önemli sebeplerini alıp-"
Min'in küfrü, Carth'ın masanın diğer tarafından uzanıp elindeki datapad'i çekip almasıyla yarıda kesildi. "Bana postayı koyarken en azından yüzüme bakar mısın?"
Şimdi dikkatini çekebilmişti. Min'in suratındaki ifade çok açıktı: Bunu yaptığına inanamıyorum!
Bir açıklama yapmadığı sürece hiçbir şey elde edemeyeceğinin farkındaydı Carth. "Ah, kahretsin! Neden kimseye güvenmediğimi bilmek mi istiyorsun? Peki, kazandın. Beş yıl önce Jedi'lar, Mandaloryalı'lar ile aralarındaki savaşı henüz bitirmişlerdi. Revan ve Malak Cumhuriyet'in kahramanlarıydı ve onların filosunda görev yapmış olmaktan inanılmaz gurur duyuyordum. Cumhuriyet hala zayıf durumdayken aniden bizi düşman edinip saldırmaya başlamaları herkesi şok etmişti. Kimse ne düşüneceğini bilemiyordu, özellikle de ben. Kahramanlarımız, cani işgalci Sith'lere dönüşmüşlerdi ve karşılarında hiçbir şansımız yok gibiydi. Bir düşün, en iyi Jedi'a bile güvenemezsen kime güvenebilirsin?"
"Açıkça karanlık tarafa yenik düşmüşler. Bu neden bu kadar kişisel?"
"Ben…tabi ki karanlık tarafa düşmüşlerdi," diye çıkıştı Carth. "Ama Jedi olmayanlar da vardı, iyi adamlar, güvenilir adamlar, Revan ve Malak'ı takip ettiler. Revan, Malak ve Sith yaptıklarından dolayı ölmeyi hak ediyorlar ama onları takip edenler çok daha fazlasını. Karanlık tarafın onların yaptıklarıyla hiçbir ilgisi yok. Asla merhamet hak etmiyorlar!"
Min, Carth'ın sesindeki soğukluğa şaşırdı.
Israr etmemesi gerektiğini biliyordu ama kendine engel olamadı. "Kim Carth? Kim hak etmiyor?"
"Saul."
"İsmi sanki bilmem gerekirmiş gibi söylüyorsun."
"Bilmiyor musun? Herkes onu tanır sanıyordum. Saul Karath tüm Sith filosunun komutanıdır. Malak'ın savaşlardaki başarısının en az yarısı ona aittir. Mandaloryalı savaşı ilk başladığında Saul benim komutanımdı. Asker olmakla ilgili her şeyi bana o öğretti, benim için olabilecek en mükemmel örnek gibiydi. Saul gitmeden önce bana geldi ve Cumhuriyet'in kaybeden tarafta olduğunu ve kendimi de düşünmem gerektiğini söyledi. Şimdi biliyorum ki Sith'e katılmamı istiyordu ama o sırada bu aklımdan bile geçmemişti. Onunla tartıştım, sinirlendi ve gitti. O zamandan beri onu görmedim."
"Cumhuriyet'e ihanet edebileceğini düşünmemiştin," diyerek yargılamadan görüşünü bildirdi Min.
"Saul benim hocamdı. Mandaloryalı'lara karşı pek çok zafer kazanmamızı sağladı. Sadece böyle bir ihtimalin gerçek olabileceğine inanamadım. Ciddi olmazdı. Tabi ki yanılıyordum, Sith'in tarafına geçmekle kalmadı, Cumhuriyet'in tüm güvenlik kodlarını da Sith'e teslim etti. İlk defa Sith'in hiçbir direnişle karşılaşmadan güvenlik duvarlarını aşıp, sürpriz bir şekilde limanlarımıza saldırdığı günü hatırlıyorum. Bomba sesleriyle uyanmıştım ve neler olduğunu o anda anladım. Onu durdurabilirdim, tüm bunların olmasını engelleyebilirdim."
Söylediklerinden daha fazlası var.
"Yani arkadaşına güvendiğin için mi kendini suçluyorsun?"
"Ben Saul'u suçluyorum, kendimi değil! Aptaldım ve tehlikeyi göremedim. Neredeyse hepimizi yok ediyordu. Yıllardır onun peşindeyim ve eğer bir gün… bir gün onu elime geçirirsem… yaptıkları için çok pişman olacak!"
Min, Carth'ın sözlerini düşündü bir süre. "Senin yerinde olsam ben de aynı şeyi yapardım."
Carth elini saçlarına götürdü. Çok yorgunum.
"Senden özür dilemem gerektiğini biliyorum. Sadece insanlardan en kötüsünü beklemeye o kadar alıştım ki… ve sen bunu hak edecek hiçbir şey yapmadın."
Min, her ne kadar beklediği özrü duymamış olsa da Carth'ın konuyu kapatma isteğini başıyla onayladı. Garsona işaret ederek iki içki istedi.
"Teşekkürler. Şimdi bir içki iyi gider."
Aralarında sessizlik hakimdi. Carth, bu açıklamanın yeterli olmadığını biliyordu. Özür dilerim, Min. Şimdilik elimden ancak bu kadarı geliyor. Ancak garson içkileri getirdikten sonra Min konuşmaya başladı.
"Neden beni Bastila konusunda uyarmadın? Danışmanı olduğuna göre onu biraz olsun tanıyor olmalısın."
Carth'ın yüzünde zafer dolu bir gülümseme belirdi. "Düşündüm ki eğer sana onun nasıl biri olduğunu söyleseydim, bana onu kurtarmamda kesinlikle yardım etmezdin."
"Ona göre zaten etmedim."
"Efendim?"
Min yarıştan sonra olanları anlatmaya başladı. Bu kadar öfkeli olmasına şaşmamalı. Hem benden hem de Bastila'dan fazlasıyla çekti.
"Jedi prensesini bir süre daha kafesinde bırakmalıydık. Belki bu durum bazı konularda düşünmesini sağlardı."
Bu cümle Min'i gülümsetmeyi başardı. "Bundan gerçekten kuşku duyarım. Kaçınılmaz olanı sadece geciktirmiş olurduk. Jedi Konseyi ona filoyu teslim ederken ne düşünüyordu acaba?"
"Çaresizdiler. Sith filosu tüm galakside canımıza okuyor. Açıkçası Cumhuriyet'in elinde ne yeterince adam ne de silah kaldı. Ona biraz daha az sert davranmaya çalışıyorum çünkü sonuçta, o daha çok büyük bir sorumluluğun altında çırpınan ürkek bir çocuk. Savaş meditasyonu yeteneği birkaç savaş kazanmış olmamızın tek sebebi."
"O zaman niye başka bir yerde savaş meditasyonunu kullanmıyor? Neden bana eşlik ediyor? Tabi Jedi Konseyi'nin benden bakmamı istediği harabeler çok, çok önemli değilse. Savaş kazanmaktan bile önemli?"
Kimse Min'in yavaş kavradığını söyleyemezdi. Belki çok hızlı öfkeleniyordu ve biraz da cadıydı. Ama kesinlikle algı ve kavrama hızı çok yüksekti. "Evet. Galaksiyi kurtaracak önemde olsa gerek."
"Ne bu kadar önemli olabilir ki?"
"Bilmiyorum ama eğer Bastila biliyorsa da söylemiyor."
Min'in cevabı Carth'ı şaşırttı. "Endar Spire'dan kurtulmamın biraz tuhaf olduğunu söylediğini hatırlıyor musun?
"Evet?"
"Rastlantı değildi. Bir Cumhuriyet askeri özellikle beni kaçış botlarına götürebilmek için görevlendirilmişti. Hatta kaçmamı sağlayabilmek için kendini bir Karanlık Jedi'ın önüne attı."
Biliyordum! Tüm bu olanlarda bir terslik olduğunu biliyordum. Carth bu düşüncelerini akıllılık ederek kendine sakladı.
Min masaya doğru eğildi ve bardağıyla oynamaya başladı. Carth, Min'in yüzündeki öfkeden korkuya doğru değişen ifadeyi görebiliyordu. Min başını kaldırıp Carth'a baktı, koyu gözleri sanki Carth tüm korkularını yok edebilirmişçesine yalvarıyordu. Keşke bir şeyler yapabilseydim, Min.
"Bu kadar büyük bir şeyin parçası olmak istemiyorum."
"Biliyorum."
"Bu sorumluluğu ben istemedim."
"Biliyorum. Ama şu anda o durumdasın. İstesen de istemesen de. Çünkü…" Carth devam etti, "…eğer bu şey tahmin ettiğim kadar büyükse, elini kolunu şahsen bağlayıp, Jedi Konseyi'ne seni kendim götüreceğim."
Min bir kahkaha attı. "Sanki yapabilirmişsin gibi, Onasi. Gerçi denediğini görmek isterdim."
Carth bağlanmış bir Min'i omzunda taşıdığı görüntüsü aklında canlanınca kızardı. Normale dönmeye çalışırken barın kısık ışıklarında Min'in utandığını görmemesini diliyordu. "Yani daireye geliyorsun, öyle değil mi?" dedi zorlukla.
Min sessizlik içinde ona baktı.
"Lütfen? Hadi ama, beni Bastila'yla tek başıma bırakamazsın. Bu gerçekten çok kaba bir davranış olurdu."
Min gülümsedi. "Öyle olsun, gidelim."
Gülümsemeye aynı şekilde karşılık verirken, Carth ayağa kalktı. Min fikrini değiştirmeden daireye gitmek niyetindeydi. "Güzel, şimdi tek ihtiyacımız olan bu gezegenden nasıl kurtulacağımı bulmak."
"Aslında, sanırım ben o işi çoktan hallettim," dedi Min bardan çıkarlarken.
Carth'ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Gerçekten mi? Çoktan mı?"
"Burada olmaz. Daireye dönünce anlatırım."
"Durun bakalım ben şu işi tam olarak anlamış mıyım," dedi Bastila inatla sinir bozucu olmaktan vazgeçmeyerek. "Barda bu gezegendeki en büyük çete reisi Davik'in paralı askeri olan bir Mandaloryalı ile tanıştın. Bu adam senden Sith üssüne girip, Taris'ten gitmemizi sağlayacak uçuş kodlarını almanı istedi. Daha sonra da sen ve bu adam, Davik'in gemisini çalacaksınız."
"Evet" dedi Min gıcırdayan dişlerinin arasından.
"Bu plan kesinlikle kabul edilemez," dedi Bastila elini onaylamaz bir tavırla sallarken, "başka bir plan bulmalıyız."
"Bekle," dedi Carth, "adamın dürüst olduğunu nereden bileceğiz?"
"Karantina yüzünden Davik bir süredir maaşını ödeyemiyormuş. Hem ayrıca klanı adına yemin ettirdim."
Bastila sinirliydi. "Ve biz de bir suçlunun yeminine güveneceğiz!"
Min, Mandalorya kültürünü pek iyi tanımayan birinin bunun ne anlama geldiğini tahmin edemeyeceğini düşünerek, sinirlerine hakim olmayı başardı. "O bir Mandaloryalı paralı askeri. Bir kere klan sözü verdiklerinde, asla sözlerinden dönmezler. Çünkü geri dönmek onursuz bir davranış olur. Bizi aldatmaya çalışmayacak."
Carth Min'le aynı fikirdeydi, böylelikle karar verilmiş oldu. Üsse girmek için en iyi zamanın yarın sabah vardiya değişiminden sonra olduğuna karar verdiler, böylelikle akşamın geri kalanını hazırlık yaparak geçirdiler. Carth ve Zaalbar uygun silah bakmaya çıktığında, Min ve Mission da üsse giden kapıyı açmaya yarayacak droidi satın almaya gittiler. Min'in gördüğü kadarıyla küçük Twi'lek de Bastila ile dalaşmak üzereydi. Bastila dairede bekleyecekti.
"Bastila, sen ve Carth yokken bizi sorguladı" diye belirtti Mission Min'e.
"Ne hakkında?"
"Senin hakkında. Soruları bittikten sonra da odanın köşesine çekildi. Biz de Koca Z ile biraz pazaak oynamaya karar verdik. Ama tam başlamıştık ki, odanın diğer ucundan bağırarak meditasyonunu bozduğumuzu ve ses çıkarmamamızı söyledi. Ben de ona kendi işine bakmasını söyledim."
Min ikisini fazla bir araya getirmemeye dikkat edeceğine dair aklına not aldı.
Daireye geri dönerken Min, Dr. Forn'un kliniğine uğradı ve rackghoul serumunu verdi. Doktor fazlasıyla şaşırmış ve inanılmaz sevinmişti.
"Bunu bana vermek istediğinden emin misin? Sana karşı dürüst olmalıyım, Davik bunun için inanılmaz paralar ödeyebilir."
"Benim hayatımı kurtarmak için kendininkini riske atan Davik değil, sizdiniz."
"Fazla param yok ama…"
Min doktorun itirazını durdurmak için elini kaldırdı. "Paranızı istemiyorum." Ve bu da doğruydu.
Kadınların onu gerçekten sevdiği zamanları düşündü Carth. Kadınların elinden yemek yemelerini sağlamak için tek yapması gereken, tatlı bir gülümseme ve biraz esprili bir yanaşmaydı. Şimdi ise tek yapabildiği onları kızdırmakmış gibi görünüyordu.
Bastila ona, kendisini dinlemediği ve liderliği Min'e kör gibi bıraktığı için sinirliydi. Her ne kadar Min ile aralarında kolay olmayan bir ateşkes sağlanmış olsa da, Carth biliyordu ki yeniden tartışmaları an meselesiydi. Ve bir de fazlasıyla alıngan olan Mission vardı tabi.
Tartışma akşam yemeği sırasında gerçekleşmişti. Mission, Carth'ın bir Cumhuriyet askeri olduğunu öğrendiğinde, sonu gelmez sorularına başlamıştı. Gezdiği gezegenler, hizmet ettiği savaşlarla ilgili yüzlerce soru soruyordu. Carth bu sohbetten oldukça memnundu, ne de olsa Mission çok akıllı bir kız çocuğuydu ve ondan hoşlanmamak elde değildi. Ama Carth istemeyerek, belki de kaçınılmaz olarak pot kırmayı başardı.
"İnan bana, Mission. Taris'ten çok daha iyi durumda pek çok gezegen var. Tabi daha kötüleri de var. Ama Taris bir çocuğun tek başına yaşaması için pek de iyi bir yer değil. Hatta yanında bir Wookiee ile gezen bir çocuğun bile."
Carth öfkenin, küçük kızın güzel, mavi yüzünde yayılışını biraz suçluluk duygusuyla izledi.Tabi ki kendi gezegenini savunmaya çalışacaktı. Ama Mission'ı kızdıran bu değildi.
"Hey, ben çocuk değilim! Zaalbar'ın bana baktığı kadar ben de ona bakıyorum. Hem Koca Z benim arkadaşım, bebek bakıcım değil! İnanmıyorum! Sana birkaç soru sorayım diyorum, sen bana ders vermeye kalkıyorsun!"
Belki Carth yorgundu ama yine olabilecek en kötü şekilde cevap verdi: sinirlenmiş baba edasıyla.
"Sakın bana parlayayım deme, küçük hanım! Ders mi istiyorsun? Şuna ne dersin: ancak hınzır küçük çocuklar büyüklerinden gelen basit bir yorum karşısında böylesine parlarlar!"
"Seni dinlemek zorunda değilim, Carth. Sen benim babam değilsin, ki gayet de olabilecek yaştasın! Yani derslerini o yaşlanmış kafanın içinde tut, çünkü onlara ihtiyacım yok!"
Mission oradan hızla uzaklaştıktan sonra, Min'in ağzı bir karış açık halde kendisine baktığını gördü.
Min kafasını geriye atıp gülmeye başladığında, Carth isteksizce sordu. "Ne oldu?"
Nefesini tekrar kazanması Min'in birkaç saniyesini aldı. "Ona gerçekten "küçük hanım" dediğine inanamıyorum!"
"Bunun neresi bu kadar komik?"
Min kahkahaları arasında konuşmaya çalıştı. "Çünkü bu tür kelimeleri genelde büyükbabalar kullanır!" Bu laf gerçekten Carth'ın canını yakmıştı.
"Anladığım kadarıyla onun tarafını tutuyorsun" diye homurdandı Carth.
"Hayır. Seninle öyle konuşması çok saygısızcaydı. Ama burada ortada olan şey, bu tür konuşmaların ergenlik çağındakileri nasıl rahatsız ettiğini unutmanın üzerinden çok geçmiş olması. Onun yaşındakilerin tek istedikleri, hayranlık duydukları insanların takdirini kazanmaktır. "Çocuk" olarak adlandırılmak değil… gerçekte çocuk oldukları halde."
Min, Carth'ı bu sözler üzerine ortaya çıkan endişesiyle yalnız bırakırken hala gülüyordu.
Neyse ki o akşamı rezil olmaktan kurtaran, sohbeti Min ve Mission'ın ele geçirmiş olmasıydı. Carth'ın suskunluğuna kıyasla konuştukça açılan Mission, cesaretlenmişti. Min'e Zaalbar ile nasıl tanıştıklarını, Taris'teki hayatını ve ağabeyi Griff'i anlattı.
Konuşmaktan aldıkları zevk, Bastila tarafından yöneltilen sorularla bölünmüş oldu. Min bu sorulara gayet hoşgörülü yaklaştı. Biliyordu ki, Bastila'nın tüm yaşadıklarından sonra yüzlerce sorusunun olması gayet normaldi.
Min'i şok eden Bastila'nın kendisi hakkındaki görüşüydü.
"Sen Güç'e duyarlısın" dedi Bastila, sanki su ıslaktır dermiş kadar sıradan bir tavırla. Odada konuşmayı yarım ilgiyle dinleyen diğerleri, şimdi ikisine gözlerini dikmişti.
Min'in sesi inançsızlığının yankısı gibiydi. "Bence yanılıyorsun."
Bastila bunu duymamıştı bile. "Tüm bunları yapabilmenin başka bir açıklaması yok. Sith'in dikkatini çekmemeyi başardın, benim Vulkar'ların tutsağı olduğumu öğrendin, kendine swoop yarışları için sponsor buldun ve yarış şampiyonu oldun!"
"Ne diyebilirim ki, ben yetenekli bir şahsım!"
Bastila, Min'in açık alaycılığına hiç ilgi göstermeden devam etti. "Seni işe aldığımızda asla bu kadarını başarabilmeni beklemiyorduk. Bu saydıklarımı tabi ki bir Jedi yapabilir ama Güç'ü fazlasıyla kullanarak."
"Bence biz Güç'e duyarsız olanları hafife alıyorsun sen, Bastila," dedi Min bu düşünceyi tamamen dikkate almaksızın.
Yarışta olanları gördükten sonra, Carth bu düşünceyi Min kadar kolay başından atamayacaktı. Bu konuyu eline geçen ilk fırsatta konuşmaya karar verdi.
Bastila'nın önderliğindeki Jedi grubu, kara pelerinli figüre iyice yaklaşmıştı. Maskeli Sith'den yayılan karanlık güç, neredeyse elle dokunulabilecek kadar yoğundu. Bastila titredi, bu sanki vücut bulmuş ölümle yüz yüze gelmek gibiydi. Dört Jedi ışın kılıçlarını kaldırdı ve saldırmaya hazırlandı.
Maskeli olan, Jedi'ları iğnelemeyi unutmadı, " Bire karşı dört. Hiç sportmence sayılmaz."
Bastila'nın sesi, içindeki onu boğmak üzere olan korkusuna rağmen sakin çıktı. "Kazanamazsın, Revan."
Revan'ın ışın kılıçları kabzalarından çıktı ve akıcı bir hareketle Revan savaşa hazırlandı. O anda gemide büyük bir patlama oldu ve Revan'ın hemen arkasındaki güç terminali beyaz enerjiyi Karanlık Jedi'a ileterek patladı. Bastila Revan'ın yanına sürünerek ulaştığında, karanlık olanın yaşamının kayıp gitmekte olduğunu hissedebiliyordu…
Min ter içinde uyandığında, başında endişeyle kendisine bakan Mission'ı buldu. "İyi misin?" Min cevap olarak aptal gibi başını salladı. Yatağın üzerinde oturan Bastila'ya baktı. Bastila'nın saçları salık ve yüzü inanılmaz solgundu.
Hissettiğim gibi görünüyor. Min kendine gelmek için gerindi. Ortak kararla, Bastila'nın Vulkar'ların elinde oldukça zor bir zaman geçirdiğini düşünerek tek yatağı ona bırakmışlardı. Bu hareket karşısında Bastila gerçekten minnettar olmuş ve diğerlerinin yerde yatmasından biraz suçluluk duymuştu.
"Ne gördün?" diye sordu Bastila.
"Seni… Revan'la savaşırken. Sanırım…"
"Hatıralarımdan birini görüyordun" dedi Bastila.
"Ama nasıl?"
"Sana söyledim," diye çıkıştı Bastila. "Sen Güç'e duyarlısın. Bu da kanıtı." Bastila daha fazla yorum yapmayı reddederken, geri kalan sorularını Jedi Konseyi'ne yöneltmesi gerektiğini söyledi.
Ama Güç'e duyarlı ya da değil, şimdi asıl işleri halletmenin vaktiydi.
Sith üssüne girmek inanılmaz kolay olmuştu. Mandaloryalı paralı asker Canderous'un onlara sağladığı T3-M4 droidi bu konuda fazlasıyla yetenekli olduğunu kanıtlamıştı. Güvenlik sistemlerini kırmış ve üsse giden kapıyı rahatlıkla açmıştı. Güvenlik sistemini tarayarak, ihtiyaç duydukları kodların nerede tutulduğunu bulmuş, o noktaya giden yolun haritasını çıkarmış, Carth ve Min'in girmeye ihtiyaç duymadığı tüm odaların kapılarını mühürlemiş, güvenlik kameralarını kapatıp, nöbetçi robotları devre dışı bırakmıştı. Hatta son olarak Carth ve Min'i ölümden kurtarmayı başarmıştı.
Min ve Carth Vali'nin odasına kadar ilerlemişlerdi. Carth kapıyı açmak için adım attığında, Min uyarı olarak elini kaldırdı.
"Ne oldu?"
Min duyularına karışan ağır bir soğukluk hissediyordu. "Kapı… kapının diğer tarafında olduğunu hissedebiliyorum."
"Kimin?"
"Bir Karanlık Jedi." Bu seferki Endar Spire'da rastladığı Karanlık Jedi kadar güçlü değildi ama yine de adamdan yayılan kötülüğü sezebiliyordu. Min şimdi Bastila'yı dairede bıraktığı için kendine sövüyordu. "Bu Sith Valisi olmalı."
"Şimdi geri dönemeyiz," dedi Carth."Bu bizim tek şansımız. Belki de…"
Daha Carth cümlesini tamamlayamadan, önlerindeki kapı açıldı ve Karanlık Jedi kapının girişinde belirdi.
"Burada bir şeylerin olduğunu hissetmiştim."
Min ve Carth'ın daha tepki verecek vakti olmadan Karanlık Jedi çevrelerine, onları hareketsiz bırakacak Güç'ü sardı. "Bu gezegende Güç'ü kullanmakta usta biri demek. Ne ilginç. Ne gereksiz." Karanlık Jedi çift bıçaklı kılıcını çıkardı.
Min başının üzerinde yükselen kılıcı büyük bir çaresizlikle izliyordu ki Karanlık Jedi'ı birden alevler sardı. Adam acı içinde bağırmaya başladığında kılıcını düşürdü ve bu sırada Carth ve Min'i etkisi altına almış hareketsizlik Güç'ü yok olduğunda, ikisi de aynı anda saldırıya geçtiler. Birkaç saniye sonra Sith'in cesedi yerde yatıyordu.
Min, T3'ü takdir ettiğini gösterir şekilde başını okşadı. "Aferin sana!"
Dairede Bastila öfkesini yatıştırmak için meditasyon yapmaya başladığında, Carth'ın bıraktığı kom linki çalmaya başladı.
"Kodları aldık ve şimdi Canderous'la buluşmaya gidiyoruz. Olduğun yerde kal." Bastila daha cevap veremeden hat kesildi.
Geride bırakılmış olmaktan dolayı rahatsız, kaşlarını çattı. Gerçi bu durumun arkasında yatan sebebi anlayabiliyordu. Tüm Sith filosu tarafından aranırken, Sith'lerin doğrudan üslerine girmek pek akıl karı sayılmazdı. Ama yine de bomboş dairede oturup, haber beklemek sinir bozucuydu.
O anda bozuk holoekranı tamir etmeye çalışmaktan fenalık geçirmekte olan Mission ve Zaalbar'a baktı. Acaba Jedi Konseyi bu yeni yol arkadaşlarımızı görünce ne diyecek?
Her ne kadar asla dile getirmeyecek olsa da, aslında yanında birilerinin olması hoşuna gidiyordu. Dairede tek başına oturmak dayanabileceği bir şey değildi. Hep uzak ve aşırı mesafeli görüntüsüyle asla fazla arkadaş edinememişti. Jedi Ustaları hiçbir zaman kişisel bağlılıkları desteklemediği için, Bastila sosyal ilişkiler konusunda tam bir rezaletti. Telaşlanıp bocaladığında verdiği tepki, vaaz verip kaskatı dikilmek olurdu.
Ve Minuet Avery onu ürkütüyordu.
Kabul et. Ondan gözün korkuyor. Senin ödünü koparıyor.
Bastila diğer kadındaki Güç'ün sanki bir girdap oluştururmuş gibi çevresinde döndüğünü hissedebiliyordu. Daha önce hiç böyle bir şey hissetmemişti, bu bir yandan korkutucu bir yandan da sarhoş ediciydi. Endar Spire'dayken Min ile diğer Jedi'lar aracılığıyla iletişim kuruyordu ama burada öyle bir lüksü yoktu. Ve gece paylaştıkları imgelemin anlamını düşünmek bile istemiyordu.
Şimdi dene, diye gürledi Wookiee.
Mission ekran başlığının oturduğunu görünce sevinçle koltuğa yerleşti. Ekranda swoop yarışlarını seyretmeye başladılar. Bastila gürültüye teslim oldu. Meditasyon için çok fazlaydı.
Oturup yarışları izlemeye başladı ve Jedi Konseyi'nin ölümcül bir karar verip vermediğini düşünmemeye çalıştı.
Davik, Min'in elini dudaklarına götürdü ve mayhoş bir şekilde gülümsedi. "Benimle gel, seni operasyonlarımla ilgili bir tura çıkarayım. Sanırım fazlasıyla etkileneceksin." Min elini zırhına iğretiyle silmeden durabilmeyi başardı. Zar zor. Davik tur sırasında Min'in kolundan nazikçe tutmuş yürürken, Min'in öfkesi tenini kızartarak yükseliyor olsa da, yüzüne bir şekilde nötr bir ifade vermeye çalışıyordu. Canderous, Carth, T3 ve Calo Nord sessizce arkalarında ilerliyorlardı.
"Yarışlardaki ve hemen ardından çıkan kargaşadaki performansından çok etkilendim. Bu yüzden de Canderous'u seni bulmak üzere peşinden gönderdim."
"Teşekkür ederim."
Min, kolundan yakalamış olan adamı incelemeye başladı. Orta yaşlı, saçları dökülmeye başlamış ve biraz da tıknaz bir adamdı. Davik hiç de bir suç teşkilatı liderine benzemiyordu, özellikle de giymekte olduğu, Min'in hayatında gördüğü en süslü zırh göz önüne alınırsa. Her ne kadar zırhın oldukça pahalı olduğu her halinden belli olsa da, parlak, cart bir mor rengi vardı.
Bu zırh daha çok ergenlik çağındaki bir kızın giyeceği türde. Eminim Mission buna bayılırdı.
Min yine de Davik'in binasından etkilenmişti. Annesinin söylediği bir sözü doğrular gibiydi bu durum: suç her zaman para getirir.
Büyük tur son olarak hangara gelmişti ve Davik'in özel olarak gurur duyduğu gemisinin önünde durdular: Ebon Hawk. Davik gemisinin özelliklerini sıralarken, Min gruptaki diğerlerine şöyle bir göz gezdirdi. Canderous ve Calo Nord açık bir düşmanlıkla birbirlerini süzerlerken, diğer taraftan Carth büyük bir hayranlıkla gemiyi seyrediyor ve Davik'in gemiyle ilgili söylediği her şeyi can kulağıyla dinliyordu. Suratındaki ifadeyi açıklayabilecek tek kelime… Şehvet idi. Bir gemiyi şehvetle arzuluyor.
Min engellemeye çalışsa da dudakları sırıtmak üzere kıvrılıyordu.
Pilotlar. Acaba bana da bu şekilde bakmasını sağlamak için ne yapmam gerekirdi? O an odanın sıcaklığı birkaç derece artmış gibi geldi.
Min'in düşünceleri daha da ileri gidemeden, Davik onu gerçek dünyaya döndürdü.
"Ve şimdi de tatlım, sana süitine kadar eşlik edeceğim."
Min'in süiti en az Davik'in zırhı kadar cafcaflıydı. Her yer mor saten ve beyaz dantel doluydu. Carth ve Canderous koridorun hemen karşısındaki odaya alınmışlardı.
Odaya geldiklerinde Davik kuralları açıklığa kavuşturmuştu. Burada kaldıkları sürece kendisi veya nöbetçilerinden birinin eşliğinde olmadığı sürece misafirhaneyi terk etmeleri kesinlikle yasaktı yoksa görüldükleri yerde vurulacaklardı. "Ve böyle bir durum," diyerek Min'in vücuduna göz gezdirdi, "çok büyük bir kayıp olurdu."
Carth, Davik'in yüzünü dağıtma arzusuyla zar zor baş edebiliyordu.
"Akşam yemeğinde bana katılacaksın." Bu bir dilek değil, doğrudan bir emirdi.
Min bahane olarak ortaya atabileceği her şeye razıydı. "Ama giyecek hiçbir şeyim yok."
"Sen merak etme hayatım, bu konuyla ilgilenecek birilerini derhal göndereceğim." Min daha fazla itiraz edemeden, Davik gitmişti bile.
Min öfke dolu bakışlarla Canderous'un üzerine yürümeye başladı. "Seni pislik! Bana yalan söyledin!"
Canderous sırıttı. "Hayır, söylemedim. Seni işe almak istediğini söyledim. İşin ne olduğu konusunda hiçbir şey sormayıp, varsayımda bulunan sendin."
"Fahişesi olarak işe alındığımı söylemen gerekirdi!"
"Ne fark eder ki? Şimdi içerdeyiz. Tek ihtiyacımız olan hangara ulaşmamızı sağlayacak güvenlik kodlarına ulaşabilmek." T3'yi kullanmak, Davik droide bir kısıtlama kemeri taktırdığı için mümkün değildi.
"Davik'in yemeğine daha ne kadar zaman var?" diye sordu Carth.
"İki saat" dedi Canderous. "Kodları nerede bulabileceğimizi de biliyorum."
Kapı açıldı ve içeriye iki Twi'lek köle kadın girdi. "Buraya giysini hazırlamak için geldik," diye belirttiler.
İçeriye üç kadın daha girdi. Ellerinde kat kat kumaşlar ve Carth'ın ne olduğunu anlayamadığı daha bir çok şey vardı. Min'in fazlasıyla şüphe yaratmadan onlara katılamayacağı açıklık kazanmıştı.
"Hadi," dedi Canderous Carth'a. Odadan çıkarken, Min'i hizmetçilerin eline terk ettiler.
Tekrar geri döndüklerinde neredeyse iki saat geçmişti. Min çoktan zırhını giymişti ve eğer o kumaş parçasına "elbise" denebilirse, çıkarıldığı gibi yerde duruyordu. Aslında temel olarak birkaç küçük ve mor kumaş parçasından başka bir şey değildi. Aslında, kodların ele geçirildiğinden ve Davik'le yemeğe kesin olarak katılmayacağından emin olmadan üzerinden
elbiseyi çıkarmış olması pek de güvenli değildi. Ama gururu buna izin vermemişti.
Bu şeyle ortalıkta dolaşmaktansa, ölmeyi tercih ederim!
Beklemekten bıkmış halde bileğine bir enerji kalkanı taktı, el çantasını T3'nin boynuna geçirdi ve gözlerini kapıya dikti.
Kapı açıldığında Carth içeri girdi. Min odanın ortasında, elleri belinde sinirli bir şekilde karşıladı. "Nerede kaldın!"
Yerde duran "elbiseyi" görünce, Carth içinden kendine daha çabuk buraya gelemediği için sövdü. Eğer o şeyi giyeceğini bilseydim, şimdikinden iki kat hızlı gelirdim! Hayal gücü, elbiseyi Min'in atletik vücudunda düşlemeye başladığı zaman…
Carth'ın düşünceleri odaya dalarak, kapıyı holden gelen blaster ışınlarına siper olarak kullanan Canderous'un varlığıyla yarıda kesildi. Min çantasından bir el bombası kaptı ve hole fırlattı. Az sonra bir patlama sesi duyuldu ve ardından sessizlik.
Eline vibrokılıçlarını aldı ve erkekleri geride bırakarak koridorda koşmaya başladı.
İlk titremelerine sebep olan patlama olduğunda hangar kapısının hemen dışındaydılar. Canderous hızla kodu kapıdaki bilgisayara girdi ve bu arada Min kolundaki kalkanı aktif hale getirdi.
Kapı açıldığında Davik ve Calo Nord'un Ebon Hawk'a doğru koştuğunu gördüler. Çete reisi ve kelle avcısı, Canderous, Carth ve Min'in de aynı düşüncede olduğunu görünce pek de mutlu olmamışlardı. Min hızla harekete geçti ve Davik'e saldırmak üzere koşmaya başladı. Carth ve Canderous eğilerek koruma ateşine başladılar. Min Davik'e ulaştığında, Ebon Hawk'un biniş rampasının ortasındaydılar. Davik hızla dönerek Min'e bir el ateş etti. Min'in kalkanı cızırdadı ama sağlam kaldı. Min birkaç kılıç darbesiyle Davik'i etkisiz hale getirdi.
Bir başka bomba binayı salladığında, hangarın duvarlarının bir bölümü Calo Nord'un tam üzerine düşerek yerle bir oldu. Carth ve Canderous Min'in ardından koşarken, hala rampada duran Davik'in bedenini Canderous gayet kaba bir şekilde yere attı.
Min ve Carth kokpite vardıklarında, Min bağırdı, "Neler oluyor?"
Carth pilot koltuğuna geçerken cevapladı, "Sith gezegeni bombalıyor olmalı!"
"Pekala pilot çocuk. Şimdi yeteneklerini gösterme vakti!"
Carth'ın yanlarında olması gerçek bir şanstı. Çünkü sıradan bir pilot gemiyi o karmaşadan asla çıkaramazdı. Min, Carth'ın gemiyi şehrin içinde nasıl ustalıkla idare ettiğini ve kıvrak manevralarla gökten yağan metal yağmurundan kurtuluşunu izledi. Diğerlerinin bulunduğu sektöre tam zamanında yetiştiler. Gemiye binerlerken, dairelerinin bulunduğu bina büyük bir gürültüyle arkalarında yıkılıyordu.
Carth Ebon Hawk'un sınırlarını zorluyordu. Neredeyse tam bir dikey çizgide yükselmeye başladılar. Min geçiş kodlarını bilgisayara girdi.
Yörüngeden çıktıkları anda Min çığlık atmaya başladı.
Carth çok değerli bir saniyeyi Min'e bakmak için ayırdığında, Min'in elleriyle sanki bir gürültüyü engellemeye çalışıyormuş gibi kulaklarını kapattığını gördü. Ama ona yardım edecek zamanı yoktu, daha büyük sorunlar vardı. Kom linki kaptı; "Canderous, taret silahlarının başına geç, bize doğru gelen savaşçılar var!"
Canderous çevresine bakındı. Bastila duvara yaslanmış, kusmak üzereymiş gibi bir görüntü sergiliyordu. Başka şansı olmadığını görünce Twi'lek kızı kolundan tuttuğu gibi silahların başına oturttu.
"Bunun nasıl kullanılacağını bilmiyorum!" Canderous onu merdivene iterken Mission korkuyla bakıyordu.
"Çok kolay ufaklık. Sadece hedef al ve ateş et."
Hiperuzaya girinceye kadar ikisi Sith savaşçılarını uzak tutmayı başardı. Mission hayatının en eğlenceli dakikalarını yaşıyordu. Anlık olarak yerlisi olduğu gezegenin paramparça edilmesini unutmuş, vurduğu her uçaktan sonra bir zafer çığlığı patlatıyordu.
"Hiç fena değil," diye yüreklendirdi Canderous onu.
Sonunda güvenli bir şekilde hiper uzaya girdiklerinde, Carth dikkatini Min'e verdi. Min yardımcı pilot koltuğundan kokpitin köşesinde yere düşmüş ve çığlıkların yerini iniltiler almıştı. Görmeyen gözleri kocaman açılmıştı ve gözyaşları yüzünden süzülüyordu. Carth pilot koltuğundan kalktı ve sürünerek Min'in yanına gitti.
"Neyin var?"
Min cevap vermedi. Carth kaşlarını çattı. Koskoca bir gezegenin yerle bir edildiğini görmenin travma yaratacak şiddette olduğunu biliyordu ama Min'in bu kadar yıkılacağını düşünmemişti.
Elini ürkekçe Min'in omzuna koydu. "Hey, her şey yolunda. Güvendeyiz."
Dönüp Bastila'ya baktığında onun da Min'den çok iyi durumda olmadığını fark etti. Solgun ve titreyerek, yardımcı pilot koltuğuna yığılırmış gibi oturdu.
"Neler oluyor?" diye sordu. "Onun nesi var?"
"Taris. Taris'te ölen insanları hissedebiliyor," diye fısıldadı Bastila.
Carth dehşete düşmüştü. "Bu doğru," dedi Bastila. "Taris'teki ölümler Güç'te şok dalgaları oluşmasına sebep oluyor."
Carth tekrar Min'e baktı. "Sen niye onun gibi şuursuz değilsin?"
"Benim eğitimim var. Bu tür etkilerin çoğunu Güç'ü kullanarak engelleyebiliyorum. Ama o engelleyemiyor, hepsini hissediyor."
Carth böyle bir şeyin insanı nasıl etkileyebileceğini düşünemiyordu bile. "Ona yardım edemez misin?"
Bastila başını iki yana salladı. "Bende yarattığı etkiyi zar zor engelleyebiliyorum. Ama oradan ne kadar uzaklaşırsak, o kadar iyi olacak. Yapabileceğin hiçbir şey yok."
Bu ceza gibi.
Carth yere, Min'in yanına oturdu ve aklına gelebilen tek şeyi yaptı. Min'i yavaşça kollarına aldı ve o sessizce hıçkırırken saçlarını okşamaya başladı.
Bastila sessizce ayağa kalktı ve kokpitten çıktı.
Sonraki Bölüm: "Sıkıntılı Ateşkes"
Devam edecek…
Cihan CANDEMİR: Güzel sözleriniz ve görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkürler. İkinci oyunu daha çok sevdiğinizi belirtmişsiniz… İlk Kotor'un devamını konu alan (ve "Sürgün"ün büyük ihtimalle erkek karakter olacağı) şimdilik ne yazık ki askıya alınmış durumda bir hikayesi daha var aynı yazarın. Eğer yazar devam ederse, bu hikayeyi de tercüme etmeyi düşünüyorum. Tabi öncelikle, bu on bölümlük çeviriyi alnımın akıyla bitirmem gerekecek :-)
divxplanet: Beğendiğinize sevindim. Görüş bildirdiğiniz için çok teşekkürler.
