Feragatname: Star Wars ve Star Wars: Knights of the Old Republic, Lucas Arts'a aittir, bana değil. Benim tek yaptığım bu nefis oyuncaklarla oynamak, o yüzden lütfen beni dava etmeyin.


Küllerden

Yazar: Prisoner 24601


Bölüm Üç: Sıkıntılı Ateşkes

Carth, Min tekrar kendine gelene kadar ne kadar süre öylece oturduklarından emin değildi ama Min'i daha iyi görmek onu rahatlatmıştı. Min uzun süre inledikten sonra, önce sessizleşmiş ardından titremeye başlamış ve sonunda az da olsa kendine gelebilmişti. Min'i rahatsız etmekten korkarak, Carth pozisyonunu değiştirmeden olduğu yerde oturmuş, onu kucağına almış, çenesini başına yaslayarak uzun süredir savaştığı bitkinliğine yenik düşmüş ve uykuya dalmıştı.

Min'in üzerinde hareketlendiğini hissederek uyanmak nahoş bir his değildi. Min büyük bir gayretle kendi başına oturmayı başardı. Carth, onun yüzünü elleri arasına alarak, saçlarını geriye doğru okşadı ve gözlerinin içine bakıp, orada anlamlı bakışlarla karşılaştığında mutlu oldu.

"Merhaba güzelim," diye mırıldandı yavaşça, "nasıl hissediyorsun?"

Min ellerini Carth'ın göğsüne dayayarak kendini dengeledi ve cevap verdi. "Sanki daha az önce sarhoş bir bantha sürüsünün ayakları altında ezilmişim gibi." Hala kafasını toparlamaya çalışıyordu ki buna en büyük engellerden biri de, Carth'ın hala Min'in yüzünü ellerinin arasında tutmuş, yanağını parmaklarıyla okşuyor olduğu gerçeğiydi.

Orada metalin soğuğunda, gözleri kenetlenmiş, birbirlerine yakınlıklarının fazlasıyla farkında ama yine de hareket etmeye isteksiz bir halde oturdular, ta ki Mission'ın kokpite dalmasıyla bu durum sona erene kadar.

"Kalkmışsın! Senin için çok endişelendim!"

Min hızla ayağa kalkmaya çalıştı fakat bacakları onu taşımayı reddederken, dizleri titremeye başladı. Mission derhal atıldı ve koluna girerek yatağına kadar gitmesine yardım etti.


Min bir günden uzun süre uyudu ve Mission'un bulduğu uyku endükleyiciler sağ olsun, rüyasız bir uyku çekti. Yatakta doğruldu ve Mission ile Bastila'nın hala uyuyor olduğunu görünce sessiz olmaya çalıştı. Duş aldıktan sonra, Carth'ın kendisi için Taris'teyken aldığı kıyafeti üzerine geçirdi ve mutfağa doğru ilerledi.

Dolapları karıştırırken biraz kaffa buldu. Kaffayı ısıtıp bir bardağa doldurduktan sonra, sandalyeye oturup sintisayzırdan çıkan yulaf lapasına gözlerini dikti. Yüzünü asarak yemeye başladı.

En azından bu şeyin tadı yoktu.

Canderous taze kaffa kokusunun cazibesine kapılarak mutfağa daldığında ikinci tabağını yeni bitirmişti. Canderous kendine de bir bardak koyduktan sonra masada oturan Min'i sessizce incelemeye başladı. İlk tanıştıkları zaman Mandalorya dilinde konuşarak Canderous'u şok etmişti. Ama şimdi temel dilde konuşuyordu.

"Nereye gittiğimizi biliyor musun?"

Canderous'un cevabı Mandalorya dilindeydi. Kendi dilini biriyle konuşmayalı uzun zaman olmuştu ve dilini tekrar konuşabilmek garip bir şekilde kendini iyi hissettiriyordu. Dantooine, sanırım. Kahverengi saçlı Jedi ve Cumhuriyet pilotu sen uyurken bunu tartışıyorlardı. Canderous küçümsemesini hiç de saklamaya çalışmıyordu. Pilot olan, o işe yaramaz dişiye haddini bildirmeliydi.

Anladığım kadarıyla Bastila yine kendine arkadaş edinmeye başlamış. Min hoşgörülü davranmaya çalıştı. İşe yaramaz olduğundan pek emin değilim, daha çok tecrübesiz. Hem o bir Jedi,o kadar işe yaramaz olması mümkün değil.

Canderous bu görüşe katılmadığını homurdanarak gösterdi.

Min bu iri Mandaloryalı'ya karşı aşırı bir merak duyuyordu. Hangi klandansın?

Canderous soruya hazırlıksız yakalanmıştı, doğru cevap verdi. Ordo.

Peki galaksi adının altında kaç sene titredi? Min soruyu Mandaloryalı geleneklerine uygun bir şekilde sormuştu.

Canderous'un kaşları kalktı. Bir sigara yakıp, masada Min'e katıldı.

Sizin takvime göre kırk yıl.

Etkileyici.

Benim insanlarımı yönlendiren savaşın onuru ve zaferidir. Bizler ancak savaşlar sayesinde kendi değerimizi kanıtlar, nam salar ve kaderimizi çizeriz.

Doğru. Savaşta onur. Ölümü aldatmak. Kollarda yoldaşlar. Mandalor kanunu.

Evet. Kazan ya da kaybet, savaş adil olduğu sürece onur kazanılmıştır. İmkansız olanı yenmekteki zafer bizi hayata bağlar. Eğer ortaya koyduğun hiçbir şey yoksa: sahip oldukların, hayatın, dünyan, o zaman savaş anlamsızdır.Bizi Mandaloryalı yapan ne varsa alır, savaşa sunarız.Bu kendini en iyi test edebileceğin yöntemdir; unutulmaya ve ölüme karşı savaşmak. Ama sen bunları zaten biliyorsun, öyle değil mi?

Evet. İşim gereği pek çok kültürle ilgili bilgi sahibi olmam gerekiyor. Ayrıca bu konuları inanılmaz büyüleyici buluyorum. İçeceğinden bir yudum alıp konuşmaya devam etti. Dantooine'e vardığımızda ne yapmayı planlıyorsun?

Ben… emin değilim. Savaş, zafer ve ölümü aldatma günlerim artık geride kalmış gibi görünüyor. Önüme ne iş çıkarsa yapıyorum. Ama artık hiç gerçek mücadeleler yok. Davik'in düşmanlarını haklamak ya da Taris'in zavallı çeteleriyle uğraşmak pek de şerefli görevler sayılmazdı. Katıldığım savaşları, öldürdüğüm binleri, yaktığım dünyaları düşündüğümde geçmişim için ağlıyorum. Canderous kendi kendine homurdandı. Kendisiyle ilgili bu kadar çok şeyi açığa vurmak gibi bir niyeti yoktu.

Bir işe ne dersin?

Min'e bakarak güldü. Ne? Senin yanında mı?

Neden olmasın? Jedi Konseyi tarafından bazı harabeleri araştırmakla görevlendirildim. Görevin şimdiye kadarki bölümünden çıkardığım kadarıyla, yanımda senin yeteneklerinde birinin olması oldukça işe yarayabilir. Ayrıca, Davik için çalışmaktan çok daha iyi bir seçenek olduğum kesin.

Bu öneri Canderous'un ilgisini çekmişti. Bana biraz daha işinden bahset.

Carth ikisinin konuşmasını kapıdan izliyordu. Onları dinledikçe, Min Avery ile ilgili ne kadar çok bilmediği şey olduğunu yeniden hatırlıyordu. Bu Min'i gayet akıcı bir şekilde konuşurken duyduğu dördüncü temel olmayan dildi. Canderous ile Mandaloryalı dilinde sohbet ettiğini görmek onu fazlasıyla sinirlendiriyordu.

Düşünceleri Min'in temel dile geçmesiyle bölündü.

"Anlaştık mı?"

Canderous arkasına yaslandı ve bir an düşündü. Neden olmasın? Sanki yapacak daha iyi bir işim mi var?

"Evet." Masada birbirlerine uzanarak el sıkıştılar.

Min gülümsedi. "Taris'ten beri hiç uyuma fırsatı bulabildin mi?"

"Hayır. Birilerinin nöbet beklemesi lazımdı."

"Git biraz uyu."

Canderous başını salladı ve mürettebat yatakhanesine doğru ilerledi. Min, Carth'ın kendisini kapıdan izlediğini fark etmeden önce kirli bulaşıkları lavaboya koydu.

"Neyle ilgili konuşuyordunuz?"

"Canderous'u şirketim için çalışmak üzere işe aldım." Min kendini Carth'dan geleceğini düşündüğü öfke patlamasına karşı hazırladı.

Carth bir an gözlerini kırpıştırdı. Beklediği cevap bu değildi ama çok mantıklıydı. Bu herkesin işine yarayacak bir durumdu.

Dantooine'e vardıklarında bu Mandaloryalı ile ne yapacağını uzun süredir düşünmekteydi. Ortada Bastila'nın nerede ve neyin peşinde olduğu bilgisiyle dolanıp duracak bir Mandaloryalı paralı askeri kabul edilebilecek bir şey değildi. Ama şimdi görüldüğü gibi bu sorun oldukça etkili bir şekilde Min tarafından çözülmüştü.

"Tamam." Kendine bir bardak aldıktan sonra kokpite doğru ilerlemeye başladı.

"Carth, bekle."

Carth kapıda durdu. Min minnettarlığını açıklayabilecek kelimeleri bulmak için çabalarken, sonunda ağzından basit bir "Teşekkür ederim" çıktı.

Ama kelimelere ihtiyacı yoktu. Carth'ın gözlerinde zaten bildiğini gösteren ifadeyi görmüştü.

Carth belli belirsiz başını salladı. "Her zaman."


Birkaç saat sonra Carth'ı derin düşüncelerden uyandıran Mission'ın kokpite utangaç bir şekilde kafasını uzatması oldu.

"Carth… bir saniye seninle konuşabilir miyim?"

Carth'ın sesi hedeflediğinden daha keskin çıktı. "Medeni bir konuşmaya hazır mısın yoksa bir huysuzluk nöbetine daha mı hazırlanayım?"

"Huysuzluk nöbetimi? Burada özür dilemeye çalışıyorum seni nerf-çobanı!" Mission derin bir nefes aldı ve yeniden denedi. "Yani özür dilerim. Sana sinirlenmek istememiştim. Sadece herkesin bana çaresiz bir çocukmuşum gibi davranmasından bıktım."

Carth pilot koltuğunu Mission'a doğru çevirdi. "Evet, biliyorum. Ve ben de söylediklerimden dolayı üzgünüm. Sadece son zamanlarda biraz sınırlarda geziyorum. Yaşadıklarımızdan sonra fazla da şaşırtıcı olmasa gerek. Ama bunu senden çıkarmamalıydım. Mission, bilmeni isterim ki kesinlikle senin çaresiz olduğunu düşünmüyoruz. Nerede olduğumuza, ne yaptığımıza bir bak. Sen burada öylesine bulunmuyorsun. Sana ihtiyacımız var."

Mission hem mutlu hem de Cumhuriyet için çalışan bir yüzbaşıdan böyle sözler duymaktan dehşete düşmüş halde durdu. "Söylediklerinde ciddisin, değil mi? Daha önce bana kimse böyle şeyler söylemedi, Koca Z bile. Düşündüğünden eminim ama sözcüklerle arası pek iyi değildir. Teşekkürler, Carth."

"Ah, hiç önemli değil. Nasıl olduğunu bilirim. Bazen cesaretlendirici bir iki şey duymak istersin." Kendine hakim olamadı. Sırıtarak ekledi, "Çocuklar böyledir işte."

"Çocuklar böyle midir? Sen ne…ah, anladım. Tamam, beni kandırdın Carth. Oldukça eğlencelisin. Yani yaşlı biri için." Mission kapıdan baktı. "Burada saklanabilir miyim diye düşünüyordum."

Carth eliyle yedek pilot koltuğunu gösterdi. "Neden saklanacaksın?"

Mission koltuğa kendini attı. "Bastila'dan. O ve Min oldukça şiddetli bir kavga içindeler."

"Ne hakkında?"

"Ben, Zaalbar ve Canderous hakkında. Bastila ona Dantooine'e vardığımızda, Jedi Konseyi'nin bizim oradan ayrılmamız için biletleri ayarlayacağını söyledi. Min de ona zahmet etmemelerini, çünkü artık hepimizin onun için çalıştığımızı söyledi!" Bu noktada Mission'ın yüzü aydınlanmıştı.

"Gerçekten mi?" Carth, Min'in bu cömertliğinden oldukça etkilenmişti ama bu düşüncelerini Mission'dan saklamayı başardı. "Gördün mü? Senin çaresiz olduğunu düşünmediğimizi söylemiştim."

"Evet! Beni bir sonraki gezegende bırakıp gideceğinden korkuyordum. Normalde Min'in Bastila'yı alt etmesini izlemekten zevk alırdım ama şu anda… pek canım istemiyor." Mission'ın yüzü asıldı.

"Taris'i düşünüyorsun."

"Yok olduğuna inanamıyorum! Yani ben orada büyüdüm ve şimdi…şimdi… şimdi artık yok!" Mission konuşurken zorlanmaya başladı. "Çok pis ve adaletsiz bir yer olduğunu biliyorum ama yine de evimdi."

Carth konuşmadan önce bir süre bekledi. "Nasıl hissettiğini biliyorum. Sith benim de evimi yok etmişti."

"Vay canına," diye ekledi Mission az sonra, "sonradan kendini toparlayabildin mi?"

Carth en azından bir parça dürüst olmaya karar verdi, Mission bunu hak ediyordu. "Zaman her şeyin ilacıdır." Ama bazı yaralar öyledir ki, yüreğini durmaksızın yakar ve zaman geçtikçe içten içe seni yer bitirir, diye ekledi içinden. Kendi yükünü çocuğa da yansıtmaya gerek yoktu. "Eninde sonunda, Malak ve Sith'in işledikleri tüm suçlar için cezalandırılacağına inanıyorum."

"Biliyorum. Jedi, Revan'dan kurtuldu. Sanırım Malak'ın da günleri sayılıdır."

Umarım öyledir, ufaklık.


Dantooine'e akşam üstü vardılar ve hediyeleri, gemiden indikleri anda onları karşılayan muhteşem bir günbatımıyla yarı yarıya aydınlanmış altın rengi ovaların güzel görüntüsü oldu. Bastila, Min'den kendisi Jedi Konseyi ile görüşüp raporunu verene kadar gemide kalmasını rica etti. Min avluda durup, güneşin tepeler ardında kayboluşunu izledi. Serin bir esinti yüzünü okşayarak geçti. Taris'te olanlardan sonra bu iyi gelmişti.

Mission sessizdi. Burası, sonuçta geldiği ancak üçüncü gezegendi ve keşfetmeye can atıyordu. Ama beklediği gibi, Min kesinlikle geminin yanından ayrılmamasını öğütlemiş ve daha sonra ilk fırsatta istediği kadar gezme şansını bulacağı sözünü vermişti.

Twi'lek bir Jedi yanlarına yaklaştı. Onları kalacakları misafirhaneye yönlendirip yemeğin servis edileceği salona götürdü. Akşam yemeğinden kısa bir süre sonra Bastila göründü.

"Konsey ile kısaca konuştum. Senin de katılmanı istediler. Derhal gitmeliyiz."

Hem Min hem de Carth ayağa kalkmıştı. "Sen değil Carth, yalnızca Min."

Tipik. "Bana en azından bunun neyle ilgili olduğunu söyleyemez misin?"

"Özür dilerim ama söyleyemem. Tek istediğim Güç'e ve Konsey'in bilgeliğine güvenmen."

Hayatta olmaz, hanımefendi. "Olan bitenin dışına itilmekten hoşlanmıyorum. Ama senin de başını Jedi Ustalarıyla belaya sokmak niyetinde değilim. O yüzden şimdilik oyunu senin istediğin gibi oynayacağım."

Bastila, Min'e döndü. "Gel, bizi bekliyorlar."

Sadece yirmi dakikadır Konsey salonundaydılar. Carth misafirhaneye çekilmeyi reddetmiş ve salonun önündeki resepsiyonda beklemeyi tercih etmişti. Oturmaktan sıkılmış ve kapılar açıldığında volta atmaya başlamıştı.

Min dışarı çıktığında, yüzünde dehşetli bir ifadeyle çok yakınında yürüyen Bastila, hiç de Jedi adabına uymayan bir tarzda Min'e patlamak üzere kapıların kapanmasını sabırsızlıkla bekliyordu.

"Jedi Konseyi'ne bunları söylediğine inanamıyorum!"

İlginç olan, Min'in inanılmaz sakin olmasıydı. "Bastila, bu sana biraz şok yaşatmış olabilir ama herkes Jedi olmayı arzulamak zorunda değildir."

Bastila, Min'i konuşturmak üzere yolunu kesti. "Ne kadar özel bir vaka olduğunun farkında mısın sen? Jedi neredeyse hiçbir zaman yetişkinleri eğitime almaz. Onları nasıl geri çevirebilirsin?"

Min iç çekti, şu an bir kavgaya başlamak niyetinde değildi. Giderek artan bir baş ağrısı çekiyordu ve tek istediği biraz uyumaktı. "Bastila, hayatımı olduğu gibi seviyorum. Kendi şirketimi işletiyorum, istediğimi yapıyor, istediğim yere istediğim zamanda gidiyorum. Klişe sözlerle bana patronluk taslayacak bir grup yaşlı adama dayanamayacak kadar büyük olduğumu düşünüyorum. Buraya bir işi halletmeye geldim, Jedi olmaya değil. Amacım Jedi Konseyi'ne hiçbir şekilde saygısızlık etmek değil. Ama ya bana vermek istedikleri işin ayrıntılarını konuşurlar ya da yarın ben buradan gitmiş olurum."

"Kaderinden kaçamazsın!"

"Kendi kaderimi kendim çizerim, Bastila. Buna özgür irade deniyor."

Min yürümeye başladığında tam karşısında Carth'ı gördü. Carth konuşmak üzere ağzını açtığında, Min elini kaldırdı. "Şimdi olmaz, Carth." Carth, Bastila'ya şaşırmış gözlerle baktı ama yine de Min'i takip etti.

Bastila uzaklaşmasını izlerken, gözlerinde dehşet, öfke ve… hayranlık vardı. İtiraf etmelisin ki daha önce kimse Jedi Konseyi'nin karşısında böylesine kendinden emin durmamıştı.

Min aslında Konsey'e karşı saygısızlık etmemişti sadece Jedi olmamak konusunda fazlasıyla ısrarcı davranmıştı. Ne Bastila'ya ne de Konsey'e birinin Jedi olmayı böylesine reddedebileceği mümkün görünmemişti.

Aslında neden bunu istesin ki? Konsey'in ondan tüm hayatından vazgeçmesini isterken karşılığında verebildiği tek şey Jedi olmanın onurundan başka bir şey değil.

Bir çocuktan Jedi olmasını istemek bir şeydi. Olgun bir kadından bunu istemek başka şey. Aslında bu teklifi havada kapacağını varsaymış olmaları gerçek bir kibirlilik örneğiydi. Ondan yığınla şey isterken, gerçek tehlikeleri ve ayrıntıları anlatmamışlardı.

Belki de başka bir taktik denemeleri gerekecekti. Min, Jedi Konseyi'nin büyüklüğü önünde paldır küldür eğilecek tipte bir kadın değildi. Yine de, eğer Min'e akıllıca serpiştirilmiş suçluluk duygusu yaratacak bir iki cümleyle beraber Jedi yoluna katılması için mantıklı sebepler sunabilirlerse, o zaman belki bir şansları olabilirdi. Bastila omuzlarını silkti ve salona geri döndü.


Aydınlık bir yaz günüydü ve Revan ile Malak antik bir kapının önünde dururken, kapüşonlu olan, dövmelinin uzunluğu sayesinde daha da kısa görünüyordu. Jedi'ın koyu, simsiyah cüppeleri, sarı ovaların arasında, tıpkı el değmemiş bir peyzajda yayılan kara bir kanser gibi gerçeküstü bir tezatlık yaratıyordu. Revan alışılmadık taş kapının üzerinde elini gezdirmeye başladığında, Malak volta atmaya başlamıştı. İkisi de harabelerden fışkıran karanlık gücün titreşimlerini hissedebiliyorlardı.

"Bu akıllıca mı? Eski Jedi Ustalarının bu tapınağı mühürlemelerinin bir sebebi olmalı. Bir defa içeri girdik mi, artık geri dönüşümüz olmayacak…"

Malak'ı umursamayarak, Revan kapıyı kilitli tutan mekanizmayı çözdü ve kapılar taşın taşa sürtünürken çıkardığı uğursuz bir sesle önlerinde açıldı.

"Yıldız Yaratıcısı'nın sırları gerçekten bu kadar değerli mi Revan? Bunun gücü gerçekten aldığımız riske değer mi?"

Revan cevap vermedi ve gittikçe yoğunlaşan karanlığın içlerine doğru yürümeye başladı. Malak, her zaman yaptığı gibi, onu takip etti.

Min pek de güzel bir sabah geçirmiyordu. Hala dün gece gördüğü rüyanın verdiği sersemliği üzerinden atamamışken, Bastila onu yakaladı. Çantasını toplamakla meşgul olduğu için, Bastila'nın gelmesine canı sıkılmıştı.

"Jedi Konseyi seni görmek istiyor."

Min'in sessizliği buz gibiydi.

"Dün gece bir rüya daha gördün değil mi? Revan ve Malak'ın antik harabeye girişlerini?" Bastila ısrar etti. "Lütfen, gel onlarla konuş. Eğer Konsey ile konuştuktan sonra da gitmek istersen kimse seni durdurmayacak. Gemiyi ve sana verilen depoziti saklamana da izin verilecek." Bastila duraksadı, sonra devam etti, " Tüm bu yolu gelmişken, bir saat daha geçirmekten ne kaybedersin?"

"Tamam. Ama bir saatiniz var."


O bir saatin bir insanın hayatını böylesine altüst edebilmesi inanılır gibi değildi. Min şu an ilk meditasyon dersini alıyordu ama bir türlü dikkatini toplayamıyordu. Aklı devamlı Jedi Konseyi'yle yaptığı konuşmalara gidiyordu.

Usta Vrook, kaşları daima çatık insan Jedi, ilk konuşmayı yapmıştı. Görünüşüne bakılırsa, Min'in kendilerini daha önce reddetmiş olmasından dolayı oldukça öfkeliydi. "Güç senin içinde daha önce hiçbir öğrencide görmediğimiz kadar yoğun akıyor. Ama çok inatçı ve dik başlısın. Tehlikeli bir bileşim. Böylesine bir güç sorumluluk ve tehlikeyi de beraberinde getirir. Ne olduğunu kabul etmek istemeyebilirsin ama Jedi Konseyi bunu görmezden gelemez."

Jedi Konseyi'nin, başka kimse kalmamış gibi Bastila ile arasında bir tür Güç bağının oluştuğunu söylemesi rahatsız ediciydi. Bunun için hiçbir açıklamaları yoktu ve Min bu bağın kırılıp kırılamayacağını sorduğunda, cevapları bunun mümkün olmadığı yönündeydi. Min onlara inanmadı ama daha çok endişelenmesini sağlayacak mevzular ortaya çıktığında bu konuyu daha fazla düşünemedi.

Usta Vrook'la pek anlaşamadığını gören küçük, yeşil uzaylı Usta Vandar konuşmayı devraldı.

"Bastila paylaşmış olduğunuz rüyayı Konsey'e en ince ayrıntılarına kadar anlattı. Biz bunun rüyadan daha fazla bir şey olduğunu hissediyoruz. Bir imgelem.

"Bu harabeleri uzun zamandır biliyorduk fakat sadece mezar kalıntıları olduklarını düşünüyorduk. Şimdi yanlış düşündüğümüze, Revan ve Malak'ın orada bir şey bulduğuna inanıyoruz. İşte bu yüzden seni işe aldık."

"Senin ve Bastila'nın bu harabeleri incelemenizi istiyoruz… tabi Konsey hazır olduğuna kanaat getirdiği zaman. Tek umudumuz Revan ve Malak'ı kötülüğe sürükleyen sebeplerle ilgili bir ipucu, bir açıklama bulabilmen. Ve belki de bu harabelerde onları durduracak bir yol bulabilirsin."

"Bu harabeler karanlık gücün yozluğunu büyük bir yoğunlukla barındıran yerler. Eğer Güç'e duyarlı olmasaydın bu pek bir sorun yaratmazdı, ama beklenmedik şekilde Güç'e duyarlı olduğunu keşfettiğimiz için seni Jedi usulüyle eğitmemiz gerekecek. Ki böylece bu harabelerin karanlığına, kendi içindeki… hepimizin içindeki karanlığa direnebilesin. Aksi takdirde başarısızlığın garanti olacaktır."

Sonraki sözleri Min'i titretti, çünkü doğru olduğunu biliyordu.

"Eğer Malak durdurulmazsa, Cumhuriyet çökecek ve Jedi'ların nesli bilinçli bir şekilde yok edilecek. Galaksiye, binlerce nesildir görülmemiş bir karanlık ve zulüm hakim olacak."

Sonuçta bu son sözler artık Min'in Konsey'i geri çeviremeyeceğini gösteriyordu. Koca bir gezegenin yok oluşunu gördükten sonra, ne kadar istese de, kollarını kavuşturup bir kenarda oturamayacağını biliyordu. Malak'ı durdurabilecek bir yol bulabileceğine inanması güçtü ama Konsey bunu gerçekten düşünüyor gibiydi. Min'in kabul etmesi gerekirdi ki, içindeki arkeolog da o harabelerde ne olduğunu deli gibi merak ediyordu.

Sorun şu ki, gerçekten rezalet bir Jedi olacağımı düşünüyorum.

Usta Vrook kendisi için "dik başlı ve inatçı" dediğinde, Min doğruyu söylediğini biliyordu. Yaradılışında otoriteye ya da komuta zincirlerine hiçbir saygısı yoktu. Kurallara diyecek bir şeyi yoktu, tabi aptalca olduklarını düşünmediği sürece. Eğer aptalca bulursa, o zaman da çarpıtmak veya yıkmak gerekirdi. Saygısını kazanamayan insanlara hiç uğraşmadan yol verirdi. Min'e göre hayat aptallarla boşa harcanamayacak kadar kısaydı.

Ve hepsinden de öte, Min Jedi'ların Güç'e duyarlı çocukları ailelerinden alarak, sosyal ilişkilerini asla teşvik etmeyen bir eğitimle büyütmeleri gerçeğinden hiç hoşlanmıyordu.

Kendisiyle ilgili bu gerçeklerin tamamen farkındaydı ve değişmek istediğini de hiç sanmıyordu.

Tüm bu düşünce ve duygularını, Konsey'e karşı dürüst olması gerektiği düşüncesiyle anlattı. Ama söyledikleri Ustaları hiç de telaşa düşürmüş ya da şaşırtmış gibi görünmüyordu

Min bunu bir şekilde başarmak zorunda olduğunu biliyordu. Bu işi batırırsa, çok büyük şeyleri tehlikeye atmış olacaktı. Bu yüzden şu anda Bastila'yla birlikte örme bir minderde oturmuş, Usta Zhar ortalarında, ilk meditasyon dersini alıyordu.

Bir küp, yuvarlak delikten nasıl geçecekse.


Min'in eğitimi devam ederken, Ebon Hawk mürettebatının hayatı tam bir rutine dönüşmüştü.

Savaş cephelerine geri dönmek için can atan Carth, Amiral Dodonna'dan emir gelmesini bekliyordu. Eğer yapacak bir şeyler bulmazsa çıldıracağını anladığından, küçük mavi Twi'lek'e uçuş dersleri vermeye karar verdi ve bu durum Mission'u çok sevindirdi. Ama Mission'un hevesi, Carth'ın kendisine ilk hafta gemiyi döndürmesine bile izin vermeyeceğini öğrendiğinde kursağında kalmıştı. Bunun yerine Carth ondan kılavuzları okumasını, terimleri ezberleyip, geminin tüm parçalarını tanımasını istemişti.

"Bu haksızlık!" diye şikayet etti Mission bir gece Min'e. "Bunak pilot motorları ateşlememe bile izin vermiyor! Nasıl olur da bu şeyler," eliyle masanın üzerine yığılmış açık kitapları gösterdi, "bir gemiyi havalandırmayı bana öğretebilir ki?"

Min oldukça soğuk cevapladı. "Mission, Cumhuriyet için çalışan en iyi pilotlardan birinden bedava ders alıyorsun." Min Taris'ten kaçışlarını anımsadı. Bir gemiyi öyle kullanabilen hiç kimse görmemişti daha önce. "Ne kadar şanslı olduğunun farkında mısın? Eğer zamanını sana ayırıyorsa, senin gerçekten zeki olduğunu düşünüyor olmalı."

"Ya da sadece canı sıkılıyordur," diyerek dudaklarını büktü Mission.

"Belki biraz." Ovalarla kaplı gezegen gerçekten çok güzeldi. Ama uysallığı herkesin tepesini attırmaya başlamıştı. "Ama bence aptal olduğunu düşündüğü birisine zamanını harcamazdı. Bana soracak olursan, sen de böyle bir fırsatı tepmek için fazlasıyla akıllısın."

"Sence ben akıllı mıyım?"

Min cevap olarak başını salladı.

Bu konuşmadan sonra Mission iki katı çalışmaya başladı. Carth ise verdiği derslerden beklediğinden çok daha fazla zevk alıyordu. Doğuştan bir öğretmenlik yeteneği vardı ve Mission da oldukça parlak bir öğrenciydi. Ayrıca bilgilerini bir başkasına aktarmanın garip bir doyuruculuğu vardı.

Min hesabına ulaşabildiğinde Canderous, Zaalbar ve Mission'a maaşlarını ödedi.

Canderous parasına dokunmadı ve zamanını vücut çalışarak, gezegene özgü saldırgan hayvanları avlayarak ve silahlarını onararak geçirdi. Durumdan pek memnun olmasa da, Min maaşını ödediği sürece yanında kalmaya karar verdi.

Mission ilk maaşını aldığında inanılmaz mutlu oldu. Ama bu tarlalar gezegeninde parasını harcayabileceği pek bir şey yoktu. Uçuş dersleri almadığı zamanlarda, Zaalbar ile birlikte Jedi yerleşimini ve yabani hayvanların o kadar da yabani olmadığı kuzey bölgelerini keşfe çıkıyordu.

Mission dışında hiç kimse Min ve Bastila'yı akşam yemekleri dışında pek görmüyordu. Min eğitim sürecini gerçekten sevdiğini fark etti. Konsey Min'e Usta olarak ne aptal ne de yavaş algılayan biri olduğu açıkça ortada olan Twi'lek Usta Zhar'ı atamıştı. Bazı Jedi Ustalarının aksine Usta Zhar, Min'e olgun biri gibi davranmış ve bazı zorunlu dersleri yüzeysel olarak vermekle yetinmişti. Eğitimi ilerledikçe Min, Usta Zhar'a gittikçe artan bir saygıyla bakmaya başladı. Bu durum da Min'in düşüncesine göre, saygı duyduğu birinden eğitim almak çok daha kolay olduğu için oldukça memnun edici bir gelişmeydi.

Min'in tek şikayeti, Konsey'in kendisine arşivlere ulaşma iznini vermiyor oluşuydu. Revan ve Malak ile ilgili daha çok bilgi istiyordu. Jedi Ustaları her ne kadar karanlık tarafla ilgili uyarılarında bu düşmüş Jedi'lardan örnek verip dursa da, ikili ile ilgili hiçbir ayrıntıya girmiyorlardı. Bu durum çok can sıkıcıydı. Min'e göre eğer bu ikilinin düşüncelerine girebilse, neyi aradıklarını anlayabilmesi çok daha kolay olacaktı. Konsey'in ise fikir değiştirmeye hiç niyeti yoktu.

Carth beklediği emirleri iki hafta sonra aldı. Avluda durmuş, batan güneş ışığının altında Min'i bekliyordu. Konsey Min'i oldukça meşgul ediyordu ve Carth eğitimi başladığından beri onu yalnız başına yakalayamamıştı. Ama artık emirler bildirildiğine göre Min'i takip edip konuşmaya karar vermişti. Mission'dan öğrendiğine göre Konsey'in Min'i serbest bıraktığı tek zaman akşam yemeği öncesiydi. Min de bu zamanı ovalarda koşarak geçiriyordu.

Min avluya vardığında sık ve uzun adımlarla yürüyordu, ciğerleri yanarken, sırtı ter içinde kalmıştı. Günün en sevdiği zamanı buydu ve dönmeyi hiç istemiyordu. Taris'ten beri etrafında muhakkak birileri oluyor ve kendi başına hiç zaman geçiremiyordu. Bu yüzden Usta Zhar'dan düşüncelerini toparlayıp bacaklarını açabilmek için böyle bir zaman talep etmişti. Koşmayı seviyordu. Bu ona, illüzyondan ibaret olsa da bir tür özgürlük hissi veriyordu. Koşu yapmak kendini şımarttığı tek şeydi… bir de yeni aldığı kıyafeti vardı tabi. Kendi kendine söz vermişti. Şu eğitim bittiği anda gerçekten giymeye değer bir şeyler alacaktı üstüne.

Avlu girişine doğru ilerlerken, kendisini bekleyen bir siluet gördü.

Carth.

Her ne kadar Min, Carth'ın varlığını Güç sayesinde rahatlıkla hissedebiliyor olsa da, buna hiç gerek yoktu. Sadece duruşundan kim olduğu anlaşılıyordu, bacaklar ayrı ve omuzlar dik. Min bu görüntüden hoşlandığının farkındaydı, inanılmaz erkeksi bir görüntüydü.

Yaklaştıkça yavaşlamaya başladı, böylece yanına vardığında nefesi daha düzenli olacaktı.

Carth'ın emirlerini almış olduğunu fark etti. Veda etmeye gelmiş. Bu düşüncenin kendisini birden niye bu kadar üzdüğünün sebebini düşünmek bile istemedi.

Carth şüphelerini doğruladı. "Emirlerimi aldım."

Min sesine umursamaz bir ton vermeye uğraştı. "Ne zaman gidiyorsun?"

"Gitmiyorum." Carth duraksadı. "Jedi Konseyi'nin isteği doğrultusunda burada kalmam söylendi."

"Üzgünüm Carth, hayal kırıklığına uğramış olmalısın. Dışarıda bir yerde Saul'u aramak istediğini ve bir grup Jedi'a bebek bakıcılığı yapmaktan hoşlanmadığını biliyorum."

"Belki de niye beni burada tutmak istediklerini sen biliyorsundur diye düşünmüştüm."

"Hayır. Bilmiyorum."

"Jedi Konseyi ile ne oldu Min? Sen neden kalıyorsun?"

Konsey'in hoşuna gitmeyeceğini bilse de Min Carth'a hızlı bir şekilde olanları anlattı. Carth'a bunu borçlu olduğunu düşünüyordu ama Carth cevabından hiç de tatmin olmuşa benzemiyordu.

Tabi hala şüpheci olacak, neden herhangi bir şey değişmiş olsun ki? "Bak Carth, eğer başka bir şey öğrenirsem, sana söylerim." Kaçınılmaz tartışma başlamadan Min konuyu değiştirdi. "Mission'un dersleri nasıl gidiyor?"

Sorusunun karşılığını Carth'da gördüğü ilk hakiki gülümsemeyle aldı. Etkisi inanılmazdı. Kahverengi gözleri parlarken, sanki bir anda on yaş gençleşmiş gibi görünüyordu.

Min gözlerini kapatan güneş siperliğine müteşekkirdi. Aksi takdirde Carth, Min'in bakışlarını görebilirdi. Olamaz… Nefes al Min, nefes al!

"Harika gidiyor! Çocuk çok akıllı ve hızlı öğreniyor. Yarın ilk defa gemiyi havalandırmasına izin vereceğim. Eğer yeterince cesaretin varsa, sen de bize katılabilirsin."

Carth'ın gülümseyişi bulaşıcı gibiydi. Min de aynı şekilde gülümsedi. "Hayatta kaçırmam."


Ertesi gün Min hiç gelmemiş olmayı diliyordu. Mission'u bu kadar mutlu görmenin verdiği zevk bir yana, ilk havalandıklarında nakliye gemilerinden birine yirmi metre kadar yanaştıklarında, Min çığlık atmamak için dudağını ısırmak zorunda kaldı. Carth durumu oldukça iyi idare etmiş ve korkmuştuysa bile yüzünden asla anlaşılmamıştı. Sakin ama hızlı bir şekilde Mission'a talimatlar vermiş, yanlışlarını düzeltmiş ve doğru yaptığında onu övmüştü. Carth'ın şu an onun korkusuyla fazlasıyla eğlendiğini görmesine rağmen, Min adamın işinde gerçekten iyi olduğunu kabul etmesi gerekirdi.

Jedi Konseyi'nin eğitiminin neredeyse bitmek üzere olduğunu duyurması iki hafta daha aldı. Min, Konsey'in daha kendisini eğitmek istediğini biliyordu ama zaman gittikçe azalıyordu. Min kendisiyle gurur duyuyordu. Ağır çalışması meyvesini vermiş ve Ustaların da dikkatini çektiği üzere muhteşem bir yol kat etmişti. Usta Zhar bile Min'in, çoğu öğrencinin yıllarca eğitimden sonra kazandıklarını onun birkaç haftada başardığını söylemişti.

Ama bir yandan da Min'i endişelendiren buydu. Yeni beceriler öğreniyormuş gibi değil, eskileri hatırlıyormuş gibi hissediyordu.

Taris'teki yarışlarda da aynı şey olmuştu. Min hayatında hiç swoop motoru kullanmamıştı. Ama araca bindiği anda nasıl yarışacağını biliyordu.

Bu düşüncelerini Usta Zhar'a anlattığında, Ustasının normalde olduğundan çok daha açık bir pembeye döndüğüne yemin edebilirdi. Usta Zhar bunun Güç ile ilgili bir durum olması gerektiğini söyledi. Ama Min artık Güç'ü kullanmanın nasıl bir şey olduğunu daha iyi bildiğinden, yarışları kazanmak için gücü kullanmadığından kesinlikle emindi.

Sanki bunu daha önce yapmışım gibiydi. Ama bu mümkün değil.

Min hızla bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı, Usta Zhar haklı olmalıydı ve kendisi yanılıyordu. Ama ilk ışın kılıcını bir araya getirdiğinde yine aynı şeyi hissetti ve kuşkuları tekrar canlanmaya başladı.

Fakat Konsey bu düşüncelerine fazla zaman ayırmasına izin vermeden Min'i son sınavına gönderdi. Bu sınav konusunda Usta Zhar alışılmadık şekilde esrarlı davranıyordu.

Gemideki odasına dönüp eşyalarını toplamaya başladığında, Carth ve Canderous'u ortak salonda buldu. Etkileyici silahlarını yemek masasının üzerine masaya yaymış, temizleyip tamir etmekle meşguldüler. İnanılmaz ama gerçek, birbirleriyle konuşuyorlardı. Gerçi sohbetleri silahlarla ilgiliydi ama yine de beklenmedik bir durumdu. Min şok olmuştu. Her ne kadar aynı odada kalıyor olsalar da, Taris'te bir araya geldiklerinden beri durup iki kelime etmediklerinden emindi. Carth'ın Mandaloryalı'ya olan hürmetsizliği gözden kaçacak gibi değildi ama Canderous bu durumu hiç takmıyordu.

Vay canına, eğer konuşmaya başladılarsa gerçekten çok sıkılmış olmalılar.

Mission ve Zaalbar dolaşmaya çıkmışlardı. Min bunun şu çok büyütülen kamp yolculuklarından olduğunu düşünüyordu. Mission, tam bir şehir çocuğu olarak başta mızmızlansa da, Zaalbar'ın ne kadar heyecanlandığını görünce yumuşamıştı. Min onu gayet iyi anlıyordu, ne de olsa kendisi de kampların hayranlarından sayılmazdı. Mission yanına T3'yi de alma konusunda çok ısrar etmişti. Min bunun büyük ihtimalle droidin holo vericisinden en sevdiği holovid programlarını izlemek için olduğunu tahmin ediyordu.

Min odaya girince, iki adam da başlarını kaldırıp baktılar.

"Senin eğitimde olman gerekmiyor muydu?" diye sordu Canderous.

"Konsey benden kath tazılarının son zamanlarda neden bu kadar saldırgan davrandığını araştırmamı istedi. Yakınlardaki koruluğun bununla bir ilgisi olabileceğini düşünüyorlar. Padawan unvanını almadan önceki son sınavım olacak bu." Birden ilham geldi. "Gelmek istemez misiniz?"

"Eğer bu bir sınavsa, tek başına yapman gerekmez mi?" diye sordu Carth.

"Hey, kimse bana nasıl yapacağımı ya da yalnız yapmam gerektiğini söylemedi. Eğer böyle bir amaçları vardıysa belirtmeleri gerekirdi. Sizin de yapacak bir şeylere ihtiyaç duyduğunuzu sanmıştım, ama burada kalmak istiyorsanız…"

"Ben varım." Canderous, Min fikrini değiştirmeden atıldı. Bu gezegen onu delirtiyordu ve macera ihtimali olan hiçbir teklifi geri çevirmek niyetinde değildi.

"Güzel. On dakika sonra dışarıda buluşuruz." Min durup masadaki silahları inceledi.

"Özel olarak yanına almak istediğin bir şey var mı?" diye sordu Canderous.

"Yedek ışın kılıcın yoksa, hayır. Usta Zhar'ın söylediğine göre ellerinde sadece bir tane kalmış. Yeni ışın kılıcımı mı yoksa eski vibrokılıçlarımı mı yanıma alsam diye karar vermeye çalışıyorum."

Canderous ayağının dibindeki çantadan ışın kılıcını çıkardı. "Tut." Fırlattığı ışın kılıcını Min tek eliyle yakaladı.

"Bunu nereden buldun?" diye sorarken Min gelecek yanıttan korkuyordu.

"Dışarıda avlanırken bir grup Mandaloryalı eşkıyaya denk geldim," dedi Canderous sesinde inanılmaz bir tiksintiyle, "bunu da liderlerinin cesedinden aldım."

Min, Mandaloryalı'ların kırsal bölgede yağmacılık yaptıklarını duymuştu. "Tüm bir çeteyi tek başına mı hallettin?" derken ışın kılıcını açıp dengesini kontrol etmeye başladı. Mavi renk olduğunu fark edince yüzünü buruşturdu. Diğer sarı ışın kılıcı ve kırmızı-altın renkli zırhıyla pek uyum sağlamayacaktı.

"Evet. Ben ve birkaç termal patlayıcı." Aslında durum bundan daha karmaşıktı. Canderous çeteye rastladığında, liderlerinin zırhındaki klan nişanını görmüş ve adamların son Mandaloryalı savaşı kaçakları olduğunu anlamıştı. Hepsini öldürmek, onun için onur meselesiydi.

Min ışın kılıcıyla oynamayı kesti. "Şunu otuz dakika yapalım."

Carth masadan kalkarak eşyalarını toplamaya başladı. Onu tek başına bu Mandaloryalı eşkıyasıyla göndermeye hiç niyetim yok. Artık Canderous'un Min için çalışan bir adam olduğundan ileride tek başlarına defalarca yalnız kalacakları gerçeğini şimdilik pek düşünmemeye çalıştı.

Otuz dakika sonra Min kapıda göründüğünde, iki adamın da zırhlarıyla hazır durumda kendisini beklediğini görünce çok eğlendi. Carth'a baktığında dudakları biraz alaycı bir şekil alsa da, hiçbir şey söylemedi.

Güzel bir yaz günüydü ve güneş gökyüzünde parlarken, rüzgar buğday tarlalarını yalayarak esiyordu.

Bir grup kath tazısı tarafından saldırıya uğramaları çok uzun sürmedi. Sürü onlara doğru ovayı gürleyerek koşarken, gözleri kaymış ve ağızlarından köpükler çıkıyordu. Kuduz olmuş gibi görünüyor olsalar da, Min hayvanların karanlık bir varlıktan etkilendiğini biliyordu.

Hayvanların yaklaşmasıyla birlikte Carth ve Canderous ateş açtılar. Birkaç tanesini öldürmeyi başarsalar da çok daha fazlası arkadan geliyordu. Az sonra kılıçlarını çıkarmak zorunda kalacaklardı.

On metre kadar yanaştıklarında Min bir elini kaldırdı ve tazıları zihin gücüyle geri püskürttü.

Tazılar havada geriye fırladıklarında acı acı havlıyorlardı ve yere düşerken çoğundan kemiklerin kırılma sesleri çıktı. Min ışın kılıcını çıkardığında Carth ona doğru baktı.

İrkilerek, az önce gördüğü şeyi Min'in yapmış olması gerektiğini düşündü. Şok geçiriyordu, Min'in daha önce bu yeni güçlerini kullandığını hiç görmemişti. Tanıdığı birinin Güç'ü gerçekten kullanıyor olduğunu görmek biraz korku verici bir durumdu. Aptal, bu kadar haftadır ona ne öğretiyorlar sanıyordun!

Min gözlerini kapatıp, Güç yoluyla yeni duyularından yardım alarak konuştuğunda Carth hala şoktan kurtulmaya çalışıyordu.

"Orada, güney doğuya doğru. Çok uzakta değil."


Koruluğa varmadan önce birkaç kath tazısı sürüsüyle daha mücadele etmek zorunda kaldılar. Yaklaştıkça, Min çürümüşlüğü çok daha yoğun hissetmeye başlamıştı. Bu öfke, korku, üzüntü ve çaresizliğin garip bir karışımıydı. Atmosfer öylesine ağırdı ki, neredeyse Carth ve Canderous bile bu karanlık eziyeti hissedebilecekti. Min tüm bu duygulara sebep olan kaynağı gördü. Yalnız başına yerde meditasyon yaparak oturan bir kadın.

Min, Carth ve Canderous'a döndü. "Ne olursa olsun burada kalın."

Canderous sessizce kafasını salladı ama Carth karşı çıktı. Min hızla sözünü kesti. "Bu sınavı tek başıma vermem gerektiğini söyleyen sendin."

Min, Canderous'a Mandalorya dilinde bir şeyler söyleyerek yürümeye başladı. Carth kendi mantığına yenilmiş halde, ses çıkarmadan Min'in ağaçlara doğru ilerleyişini seyretti.

Her şey çok hızlı gerçekleşti. Bir an başı önünde, gayet sakince meditasyonunu yapan kadın, az sonra yerinden fırlamış ve ışın kılıcını çekmişti. Min bu hızlı saldırı karşısında kendini koruyabilmek için ışın kılıcını çıkarmaya zar zor zaman buldu. Yine kadını geriye fırlatmaya çalıştı. Ama bunun etkisi hafif kaldı ve kadın bu Güç'e karşı direndi. Yine de birkaç adım geriye sürüklenmesi Min'e toparlanacak zamanı verdi.

Kahretsin!

Işın kılıçları havada buluştu. Sonsuz gibi gelen bir an boyunca iki kadın da yerini korudu. Ama Min'in başı dertteydi, Güç'ü kullandığı halde karşısından gelen ataklarla çok zor başa çıkıyor ve hızla gücünü kaybediyordu.

Bu kadın benden daha iyi bir savaşçı.

Eğer hızla bir şeyler yapmazsa, Min öleceğini biliyordu. Ama ne yapacağını düşünemeden ayağı bir çıkıntıya takıldı ve yere hızla düşerken bileğini incitti. Rakibi bu anda işini bitirmek üzere ışın kılıcını havaya kaldırdı. Min bir saniye gecikmeli olarak yana yuvarlandı. Işın kılıcının zırhı delip, etini yaktığını hissetti.

Carth o anda ateş etmek üzere blaster tabancasını doğrultmuşken, Canderous namlusundan yakalayıp silahı itti. Carth saldırıya hazır bir şekilde döndüğünde, Canderous'un sözleri onu durdurdu.

"Savaşına müdahale ederek onun şerefini lekelemek mi istiyorsun?" Carth biraz gecikmeli olarak, Min'in kendisinin yardım etmeye uğraşacağını tahmin edip, Canderous'u onu durdurmak için uyarmış olduğunu anladı.

Min kesinlikle öleceğini düşündüğünde, en doğal hayatta kalma içgüdüleriyle hareket etti. Yerden bir avuç toprak kaparak rakibinin yüzüne fırlattı. Toprağın doğrudan gözlerine girmesiyle, kadın acıyla geriye doğru sendeledi. Min rakibinin dikkatinin dağıldığını hissetti ve bu avantajdan sonuna kadar yararlandı. Tekrar itme Güç'ünü kullandı ve bu sefer istediği sonucu aldı. Rakibi havada uçarak arkadaki ağacın gövdesine sesli bir şekilde çarptı. Öne doğru şuursuz bir halde yığıldı.

Min ışın kılıçlarını kapatıp, yerden yavaşça kalkarken Carth öfkeyle Canderous'u iterek koşmaya başladı. Ağacın gövdesine dayalı halde duran rakibine doğru yürürken, zayıflık göstermemesi gerektiğini hissederek, vücut ağırlığını taşımada Güç'ten yardım aldı. Son kalan Güç enerjisini kullanarak, rakibinin güçsüz elinden ışın kılıcını kendi eline çekti.

Min rakibini incelemeye başladı, ilk kez buna fırsat buluyordu. Kadın bir Cathar idi; uzun, kaslı ve kedigillerden. Jedi cüppesi parçalanmış ve kanla kaplıydı. Min asıl zor olan sınavın şimdi başlamak üzere olduğuna dair bir hisse kapıldı.

Cathar duyularını yeniden kazandığında, Min'e doğru baktı. Temel dili ağır bir aksanla konuşuyordu ve sert ve kalın sesi hırlamayla mırıldama karışımıydı. "Güçlüsün. Hatta benim karanlığımda, benden bile güçlüsün."

Pek sayılmaz. Seni çirkin bir şekilde yenebildim ancak.

"Kimsin sen?"

"Juhani ve burası da benim koruluğum," diye çıkıştı Juhani. "Burası benim karanlık gücümü sakladığım yer. Burası senin tecavüz ettiğin yer. Karanlık tarafı kucakladığımda, burası benim avuntu aradığım yer oldu. Burası benim!"

"Kath tazılarını sen mi yozlaştırıyordun?"

Juhani dik dik baktı. "Evet. Güzel değiller mi? Benim hayvanlarım. Benden yayılan gücün kokusunu seviyorlar. Efendilerini tanıyorlar."

"Bunu niye yapıyorsun?"

"Ustamı, Quatra'yı katlettiğimde bir daha asla geri dönemeyeceğimi biliyordum. Ve şimdi karanlık gücümden büyük keyif alıyorum. Senin gibi birini haklayacak kadar büyük bir güç, ya da en azından ben öyle sanıyordum…" Sonra küçümseyerek baktı. "Neden buradasın, insan?"

"Konsey beni buradaki karanlığı temizlemem için gönderdi."

"Konsey seni buraya beni öldürmen için mi gönderdi? Neden o zaman beni öylesine kolayca yenmişken işimi bitirmedin? Asla kurtarılamayacağım çok açık değil mi? Hala gücün varken, beni derhal öldür!"

Min yorgun bir şekilde içini çekti. "Seni öldürmek istemiyorum, Juhani."

Savunma önce vahşiliğe şimdi de ıstıraba dönmüştü. "İstemiyor musun? Ben bir zavallıyım. Burada oturmuş karanlık gücümle ne kadar ulu olduğumu düşünüyorum. Ama aslında bir hiçim!"

Bir defa konuşmaya başladığında sözleri büyük bir acı yansıtıyordu. "Hep beni engellediklerini, kıskandıklarını düşündüm. Ama bunun tek sebebi onların standartlarına eş gücüm olmamasıydı. Asla o kadar güçlü olamadım. Hala öğrenecek çok şeyim var gibi görünüyor. Hem Jedi olmakla ilgili, hem de kendimle. Tek dileğim cehaletimin bedelinin çok yüksek olmaması. Ustamın benim yüzümden acı çekmesini istemezdim."

"Ustan riskleri biliyordu."

"Ama onu inciten, öldüren bendim! Acı çekmesi sadece benim suçum! Dik başlı olduğumu biliyordu ama aydınlık tarafta kalacağımı düşünüyordu. Bunun yerine ben onun güvenine ihanet ettim. Eğer şimdi hayatta olsaydı, ona söyleyecek ve özür dilememi gerektirecek çok şeyim olurdu. Konsey tüm bu yaptıklarımdan sonra beni nasıl tekrar kabul eder? Öfkeyle Ustaya saldırmak affedilemez bir şeydir! Konsey pek çok şeyi affediyor olabilir… ama bunu değil. Kaybolmuşum gibi hissediyorum. Pişmanlık duysam da gidebileceğim hiçbir yer yok!"

Min kontrol edemeden sözcükler ağzından dökülüverdi. "Sanki Konsey'in seni affetmesini istemiyormuşsun gibi görünüyor."

"Ne?" diye gürledi Juhani.

"Eğer affetmezlerse senin için daha kolay olur, öyle değil mi? Hayatının sonuna kadar burada pişmanlık ve suçluluk duygusuyla oturup, kendine devamlı bunu hak ettiğini hatırlatırken hiçbir şekilde değişmeye çalışmamak. Seni affetmelerinden korkuyorsun çünkü affederlerse artık kendi sorumluluğunu tamamen alıp, sana verilen görevleri layığıyla yapman gerekecek. Daha da kötüsü, kendini affetmek zorunda kalabilirsin!"

"Neden bahsettiğini bilmiyorsun sen insan!" Juhani'nin sivri dişleri güneş ışığında parlıyordu ama Min yerini korudu.

"Öyle mi? Kurtarılma daha zor bir yoldur Juhani. Yaptıklarınla yüzleşip, hatalardan ders çıkarmak gerçek cesaret gerektirir."

Uzun süre birbirlerinin gözlerinin içine baktıktan sonra, sonunda Juhani başını çevirdi. "Beni utandırdın. Haklısın. Öyleyse Konsey'e döneceğim. Kendimi onların yargısına teslim edip, beni bağışlamalarını umacağım. Teşekkür ederim."

Min, Cathar'ın ayağa kalkmasına yardım ettikten sonra ışın kılıcını iade etti. Ardından "Güç seninle olsun" derken, bunu içten söylemiş olmasına kendisi de şaşırdı.

Min bir ağaca yaslanmadan önce Juhani'nin gözden kaybolmasını bekledi. Carth gelip, bir kayanın üzerine oturmasına yardım etti ve yan tarafındaki yarayı inceledi. Bir sağlık kiti çıkarırken, bu sefer aldığı yaranın neredeyse ölümcül olabilecek kadar derin olduğunu fark etti. "Sözünü hiç sakınmıyorsun değil mi?"

"Orada bir an yanlış bir şey yaptığımı ve tekrar bana saldıracağını sandım."

"Daha güzel dövüşler görmüştüm," dedi Canderous.

"Evet, öylesine ucuz bir yola başvurduğum için kendimi kötü hissediyorum." Carth koltoyu yaraya uyguladığında, Min'den acılı bir ses çıktı.

"İlkeldi ama işe yaradı." Canderous'un sesi garip şekilde destekleyiciydi.

Carth, Min'in bileğine baktı. "Şişmiş ama kırık yok. Ayağa kalkabilecek misin?"

Carth avluya kadar Min'e yürümesinde yardımcı olurken bir anda fark etti.

"Zırhına uyum sağlaması için ışın kılıcının rengini mi değiştirdin sen?"

Min mahcup bir bakış attı.

Kahkahası kulakları çınlatacak kadar güçlüydü. "Kadın, sen inanılmazsın."


Normalde durgun olan Jedi yerleşim bölgesi, Juhani'nin dönüş haberiyle çalkalanıyordu. Hiç tanımadığı bir Jedi, Min'e gelip yaptığından dolayı kutlamıştı. Usta Vrook da hala kendisine hoşnutsuzlukla bakıyor olsa da en azından sessizdi. Min şifacılara göründükten sonra, küçük bir törenin yapılacağı yere kadar Bastila ona eşlik etti. Resmi olarak Jedi Düzeni'ne kabul edildiği büyük salondaki törene Bastila, Carth, Canderous ve hatta Juhani de katılmıştı.

Min şüphelerini savuşturmaya çalışıyordu ama aklı bir şekilde yine bunlara takılıyordu.

Törenden sonra Juhani "güzel haberi" vermek üzere yanaştı; Aslında Ustasını öldürmemişti. Tüm olanlar Cathar'ın karakterini test etmek için yapılmıştı. Min, Jedi Konseyi'nin bu ayıbı karşısında sersemlediğinden, kendisine konuşacak kadar güvenemedi ve Juhani'ye bakmakla yetindi. Carth'ın bakışlarından onun da aynı şekilde düşündüğü ortadaydı. Bunu fark edemeyecek kadar mutlu olan Juhani tekrar teşekkür ederek, Usta Vandar'ı aramaya yollandı.

Ertesi sabah Konsey, Min'in artık harabeleri araştırmak için hazır olduğunu duyurdu. Min, Bastila, Carth ve Canderous bir süratçiye bindiler. Direksiyona Carth geçerken, Bastila önde oturmak için diretti. Böylece Min ve Canderous arka koltukta oturdular. Bastila konuşmaya başlayıncaya kadar, Min gittikleri hızın tadını çıkarıyordu. Son bir aydır Min'e ders vermek için her fırsatı kullanıyordu ve bu da Min'i iyice çileden çıkarmaya başlamıştı.

Bastila Min'i görebilmek için arkasına döndü. "Artık birlikte çalıştığımıza göre, sana bazı sorular sormak istiyorum."

"Peki…" dedi Min bu seferkinin bir ders olmadığını görünce rahatlayarak.

"Güzel. Öncelikle nasıl bir geçmişin var?"

"Alderaan Üniversitesi mezunu bir arkeologum. Çok zengin müşteriler için antika toplayıp incelemekle uğraşan bir şirketim var. Yeri de Coruscant'da." Min kaşlarını çattı, dudakları şüpheyle kıvrıldı. "Ki bunların hepsini biliyorsun çünkü beni işe alan sizlerdiniz."

"Güzel. Hangi gezegende doğdun?"

"Deralia."

"Hiç duymamıştım," dedi Canderous.

"Duyamazdın. Dış halkada, tarlalardan oluşan bir gezegen. Aslında buraya çok benziyor. Ailem çiftçiydi."

"Nedense bir çiftçi ailenin çocuğu olduğun fikrine inanmak bana zor geliyor," dedi Canderous. Carth sessizce onayladı.

Min'in hoşuna gitmişti. "Peki nedenmiş o?"

"Çünkü sen bir şehir kızısın." Carth o anda, belki de Canderous'un düşündüğünden çok daha hızlı idrak eden biri olduğunu düşünmeye başladı.

"Bu da ne demek?"

"Sadece o da değil, sen zenginlik içinden geliyorsun, kuşaklar boyu zenginlik hem de." Carth, Canderous'un iyi bir noktaya parmak bastığını biliyordu. Min'le ilgili ufak tefek şeylerde bu görülebiliyordu. Yürüyüşü, duruşu, masa adabı, para harcama şekli, giysi zevki…

"Bunu nereden biliyorsun peki?" dedi Min.

Canderous cevaplayamadan Bastila bu sohbeti böldü. "Lütfen, sorularıma dönelim. Şu anda kaç yaşındasın?"

"3,012. Sağlıklı yaşam, bilirsin," dedi kuru bir tarzda Min. Canderous kıs kıs gülmeye başladı.

Bastila sinirlenmişti. "Görüyorum ki çocuk gibi davranmak niyetindesin."

"Bir de ben sana bir soru sorayım Bastila. Tüm bilgileri işe alındığımda Jedi Konseyi'ne vermiştim ve onların da sana ilettiklerini biliyorum. Cevabını bildiğin soruları niye soruyorsun?"

"Evet, şey… Sadece sorularıma nasıl yanıtlar vereceğini inceliyordum. Tepkilerin seni değerlendirmeme yardımcı oluyor. Bu, daha çok karakterinle ilgili bilgi almak için bir sınavdı."

Min koltuktan uzanıp Bastila'yı yumruklamak istiyordu. "Bir test!" diye bağırdı öfkeyle. "Yine lanet bir test demek!" Min artık kontrol edemediği öfkesini serbest bırakırken, Carth'ın sayabildiği kadarıyla en az yedi farklı dilde küfür sıraladı.

Harabelere varmaları fazla sürmedi. Min'in Bastila'ya karşı öfkesi fazla uzun sürmedi çünkü ilk defa aralarındaki bağ sayesinde Bastila'nın duygularını hissedebiliyordu. Araçtan inerken Min bağ üzerinden bir tür korku hissetti. O ana kadar aralarında gerçekten bir bağ olduğu konusunda şüpheleri vardı. Min Bastila'ya bakarak rahatlatıcı duygular göndermeye çalıştı ama kendisi de korktuğundan bu biraz zor oluyordu. Bu yerin karanlık gücünün yoğunluğunu fazlasıyla hissedebiliyordu.

Gerçekten oraya girmek istemiyorum.

Kapıya yanaşıp çalışmaya başladı. Güneşliğini ve eldivenlerini çantasından çıkardıktan sonra tapınağın ön tarafındaki karışık taş işlemeyi incelemeye başladı. Yolculuklarında ve gördüğü hiçbir harabede buna benzer bir şeyle karşılaşmamıştı. Rüyasında gördüğü için tek bildiği, gizli bir bit yeniği olduğuydu. Şimdi onu bulması gerekecekti.

"Çocuklar, bir yere otursanız iyi olur. Bu biraz zaman alacak."

Ne olduğunu anlayabilmesi bir saatini aldı. Kapının her santimini elleriyle ayrı, araçlarıyla ayrı incelemiş ama bir sonuç alamamıştı. Cevabı bulduğunda, dudaklarını ısırıp, Canderous'un alaycı yorumlarını duymazdan gelmeye çalışmaktaydı.

"Tam bir aptalım."

"Ne?" diyen Carth, bir yandan da Canderous'a gözlerinde açık bir mesajla bakıyordu: ağzını açayım deme.

"Sorunum Jedi gibi değil, bir arkeolog gibi düşünüyor olmam. Burası karanlık gücü koruyan bir yer, büyük ihtimalle Güç'ü kullanabilenlerce yapılmış." Elini taşın üzerine koydu ve zihniyle ulaşmaya çalıştı. Cevap hemen karşısındaydı, kapının içine yarleştirilmiş basit bir kayar mekanizma. Kapı gürültüyle açıldı. Min ışın kılıçlarını çıkarırken, karanlığın içine doğru yol almaya başladılar.


Tapınaktan çıkabildiklerinde neredeyse akşam olmuştu. İçeride buldukları tamamlanmamış Yıldız Haritası, büyük ihtimalle Yıldız Yaratıcısı denilen şeyin yerini gösteriyordu. Haritadan ve çok eski bir gardiyan droidden edindikleri bilgilerin ışığında, Min ve Bastila bir teori ortaya koydular. Buna göre, yıldız haritasının gösterdiği koordinatlar büyük ihtimalle başka gezegenlerdeki diğer yarım Yıldız Haritalarının yerini gösteriyordu. Aynı yerlerden Revan ve Malak da, Mandalorya Savaşları'nın ardından kaybolduktan sonra geçmiş olmalıydılar. Diğer Yıldız Haritalarını da bulunca, tüm bu haritaların Yıldız Yaratıcısı her ne idiyse, onu bulmalarını sağlayacağını umuyorlardı. Min bu Yıldız Yaratıcısı denilen şeyin büyük bir silah fabrikası olduğunu düşünüyordu, ki bu da Malak'ın sonu gelmez filolarının nereden çıktığını açıklayabilirdi. Bastila'ya göre ise bundan çok daha fazlası olabilirdi, karanlık taraf için bir araç gibi.

İki kadın da tapınaktan çıktıklarında gözle görülür şekilde rahatlamışlardı. Tapınakta karanlık tarafın çağrısı çok güçlüydü ve devamlı bu çağrıya karşı koymak ikisini de bitkin düşürmüştü. Min, Bastila'yla birlikte çok verimli çalıştıklarını fark etti. Genç Jedi'ın zekası çok hızlı çalışıyordu ve düşünceler çok çabuk şekilleniyordu. Bu kadar tutucu olması çok kötü.

Döndükleri gibi bulduklarını Konsey'e sundular. Konsey Carth'ın da toplantıya katılma talebini kibarca ama kesin bir şekilde reddetmişti. Kapılar yüzüne kapanmadan önce, iki Jedi'ın arkasından bakan Carth burnundan soluyordu.

Konsey kaydettikleri ilerlemeyi tartıştı ve Min ve Bastila'yı bir an önce diğer gezegenlerdeki Yıldız Haritalarını bulmak üzere gönderme kararı aldı. Yıldız Yaratıcısı'nın yerini bulabileceklerini umuyorlardı.

Min bu karar karşısında tedirgin olmuştu. "Yanımızda bir Usta göndermeyecek misiniz?"

"Eğer seni yanında bir grup Jedi Şövalyesiyle gönderirsek, bu durum kesinlikle Malak ve Sith'in dikkatini çeker ve tüm çabaların boşa gitmiş olur," diye araya girdi Usta Vandar.

Min ısrar etti. "Beni göndermenizi anlıyorum ama ya Bastila? Onun savaş meditasyonu yeteneğinin çok işe yarayacağı savaşlar yok mu şu anda?"

"Biz Jedi'lar, Sith'e karşı olan savaşımızın askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini gayet iyi biliyoruz. Bastila sana eşlik edecek ve belki de aranızdaki bağ sayesinde Revan tarafından ortaya çıkarılan gizemlerin ne anlama geldiğini çözebileceksiniz."

Min hala tatmin olmamıştı ama Jedi Konseyi'nden daha fazlasını da öğrenemeyeceğinin farkındaydı.

"Yüzbaşı Onasi gibi Juhani de sana eşlik edecek. Diğer… çalışanlarına gelince, o kararı da sana bırakıyoruz."

"Derhal yola çıkacağız." dedi Bastila.

Hazırlanmaları bir günden fazla sürdü. Min, Juhani ile birlikte gemiye erzak bulmakla uğraşırken, Canderous'u da Mission, Zaalbar ve T3'yi bulmak üzere gönderdi. Öncelikle Kashyyyk'e gitmeye karar verdiler. Bunun tek sebebi en yakın, yalnızca yetmiş iki saatlik yolculukla varılabilecek bir gezegen olmasıydı. Min, Zaalbar'dan kendi gezegeniyle ilgili bilgi almaya çalıştı ama Zaalbar oldukça ketum bir tavır sergiledi. Hatta Mission bile tüm uğraşlarına rağmen en iyi arkadaşını konuşturamadı.

Ayrıldıkları zaman Carth, Mission'un pilot koltuğuna geçmesine izin verdi. Bu sefer Min, Mission'un kokpite gelmesi için yaptığı daveti reddetti. Ama her ne kadar gördüğü en iyi kalkış olmasa da, geçen seferkine oranla kat kat iyiydi. Küçük Twi'lek büyük bir ilerleme kaydetmişti.

Carth hiperuzay koordinatlarını bilgisayara girmeden önce son kez altlarındaki gezegene baktı. Jedi Konseyi'ni geride bırakmaktan dolayı oldukça memnundu.

Öyle ya da böyle, istediğim cevapları alacağım.