Feragatname: Star Wars ve Star Wars: Knights of the Old Republic, Lucas Arts'a aittir, bana değil. Benim tek yaptığım bu nefis oyuncaklarla oynamak, o yüzden lütfen beni dava etmeyin.


Küllerden

Yazar: Prisoner 24601

Bölüm 5: Bir Aile Meselesi

Telos: Dört Yıl Önce

Elinde kocaman bir bakkaliye torbasıyla, Carth dekoruyla insana neşe veren mutfağa girdiği anda, kendisini pişmekte olan akşam yemeğinin kokusu karşıladı. Elindekileri hızla en yakındaki dolabın üzerine bırakarak, hiçbir şeyin yanmadığından emin olmak üzere fırına koşturdu. Karısına olan içten sevgisi bir yana, çok kötü bir aşçı olduğunun da farkındaydı. Her ne kadar güzel yemek yapıyor olsa da, karısı biraz unutkandı ve bir kere ocağın başından ayrıldı mı, daha sonra yemek yapmakta olduğunu bile hatırlamazdı. Genellikle yemekleri ev droidine yaptırırdı ama bu sefer droid köşede kapalı olarak duruyordu.

Günün önemi ne acaba?

Aldıklarını yerleştirip, evin yanıp kül olması gibi bir ihtimalin olmadığından emin olduktan sonra, karısı ve oğlunu aramaya başladı.

Onları arka bahçede buldu. Morgana büyük pelin ağacının altında oturmuş, Carth ve Dustil'in birlikte yaptığı ağaç eve bakıyordu. İpten merdiven yukarı çekilmişti. Bu iyiye işaret değil.

"Aşağıya in Dee, lütfen?" diye rica etti Morgana.

"Hayır."

"Aldığın hediyeyi ona vermek istemiyor musun?"

"Hayır."

"En sevdiğin yemeği yaptım." İşte bu ev droidinin niye kapalı olduğunu açıklıyordu. Nerf etinin tadını asla tam olarak tutturamamıştı bugüne kadar.

"Umurumda değil!"

"Buradaki son gecesi Dee, onu gitmeden önce görmek istediğini biliyorum."

Sessizlik. Carth kaşlarını çattı. Daha en azından bir haftalık izni vardı. Sonra karısının elindeki resmi askeri holopad'i gördü. Kahretsin.

Morgana'ya doğru yürüyüp, kolunu beline sardı. Morgana ona yaslanıp, iç çekerek holopad'i uzattı. Carth hızla göz geçirdi. Saul beşinci tümenin yarın yola çıkmasını emrediyordu. Karısını başının üstünden öptü. "Merak etme, ben hallederim." Morgana yine de endişeli bakışlarla eve girdi.

"Dustil. Hadi aşağıya in, yemek hazır."

"Neden gidip yemeğini o aptal geminde yemiyorsun? İstediğin de bu zaten."

"Hayır. Sen ve annenle birlikte yemek istiyorum."

"Umurumda değil."

Carth eski ebeveyn taktiğini denedi, rüşvet önerme. "Bu gece geç yatmana ve holovid oyunu oynamana izin vereceğim."

"Hayır."

"Tamam, eğer sen gelmeyeceksen, en azından ben oraya gelebilir miyim?"

Yine sessizlik.

"Hadi ama Dee, biliyorsun ki gizli yerimizdeki tüm korsan mallarının yarısı benim. Gelmeme izin vermek zorundasın." Bu ikisi arasında eski bir şakaydı. Ağaç evi ilk yaptıklarında, korsan olduklarını hayal etmişlerdi. Korsan akınları düzenler ve karısının sinirlenmesine rağmen bu oyunlar mutfaktaki reçel kavanozlarının içinde biterdi. Şimdi Carth on iki yaşındaki Dustil'in (ya da oğlunun her seferinde düzelttiği gibi, on iki "buçuk") bu oyuna katılmak için çok da büyümediğini umuyordu.

Dustil yukardan başını uzattı. "Paylaşacak ganimetlerin var mı?"

Carth cebinden çıkardığı tatlı ambalajlarını gösterdi. Bunlar Dustil'in en sevdiklerindendi ve alışverişe gitmesinin asıl sebebiydi.

Dustil hemen merdiveni aşağıya sarkıttı.

Carth oğlu fikrini değiştirmeden hızlıca merdivenleri tırmandı. Yukarıya vardığında, Dustil'i bir köşeye çekilip, sıska kollarını önünde birleştirmiş halde buldu. Hoşnutsuzluğun hakim olduğu yüzünde kaşları çatılmıştı ve beklercesine babasına baktı. Carth ambalajı açtı ve içindeki keki ikiye böldü. Yarısını Dustil'e uzattı ve bir süre birlikte sessizce keklerini yediler.

Carth oğlunun sığınağını inceleme fırsatını kaçırmadı. Uzun zamandır buraya gelmemişti ve ne kadar çok değişiklik olduğunu görünce şaşırmıştı. Duvarların çoğu hala Dustil'in resimleriyle doluydu ama artık uzay korsanları ve asteroit ejderleri yerine savaş gemileri ve ünlü sporcular çiziyordu. Carth kendi gemisi Intrepid'in de bir resmini görünce gizliden gizliye bir sevinç duydu. Oğlunun çizimleri çok daha iyiydi ve gerçekten resimde yetenekli olduğunu gösteriyordu. En azından henüz kızların resimleri yok.

Gemi resimlerini gösterdi. "Annen bunları gördü mü?"

"Daha değil."

"Neden göstermedin?"

"Çünkü çok abartıyor."

"Evet, eminim çok mutlu oluyordur. Bunun neresi kötü?"

"Nasıl olduğunu biliyorsun. Herkese göstermeye başlıyor."

"Neden olmasın? Seninle gurur duyuyor."

Dustil gözlerini devirdi. "Çünkü baba, bu utanç verici."

Doğru ya. "O zaman bari yemeğe inerek onu mutlu et."

"Neden yarın gitmeyerek sen onu mutlu etmiyorsun?"

"Bunu yapamayacağımı biliyorsun, Dee."

"Neden olmasın? Bir hafta daha kalman gerekiyordu. Maçımı kaçıracaksın."

"Biliyorum. Üzgünüm." Bu sözleri o kadar çok söylemişti ki artık eskimişti. En azından orada olacağına dair söz vermemişti; Carth hiçbir koşulda söz vermemeyi uzun zaman önce öğrenmişti. Her ne kadar altı aya kadar işten çıkacak ve orduya tekrar yazılmamaya niyetli olsa da, henüz Dustil'e daha sonra bir şeylerin ters gidebileceğini düşünerek hiçbir şey söylememişti. Tutabileceğin emin olmadığında, oğluna hiçbir şekilde söz vermek istemiyordu.

"Hep böyle diyorsun zaten Hep üzgünsün. Ama sonuçta yine gidiyorsun."

"Dustil, bu konuları daha önce de konuştuk." Revan'ın kuvvetleri dış halkaları ayaklarının altında inletiyordu ve Cumhuriyet sadece geçen ay içinde iki büyük savaş kaybetmişti. Eğer Cumhuriyet yakında bir zafer kazanmazsa, başları gerçekten büyük belada olacaktı. Altı ay sonra istifasını vermeye karar vermiş olsa da, belki bir terslik çıkar diye henüz oğluna söylememişti. Böyle bir şeyi on iki yaşındaki bir çocuğa anlatıp anlamasını ya da önemsemesini nasıl beklersin ki?

Dustil onu başından savdı. "Her neyse. Umurumda değil." Ama o sırada karnı guruldamaya başladı, oldukça gürültülü bir şekilde.

"Hadi Dee. Annen bu yemeği hazırlamak için çok uğraştı." Biraz da espri yollu denedi. "Eğer şimdi içeri girmezsek, yanlışlıkla evi yakabilir. Bunun olmasını istemeyiz, öyle değil mi?"

"Sanırım hayır."

"O zaman hadi gidip yemeklerimizi annenin elinden kurtaralım."

Dustil'in yüzü hala asıktı ama yine de merdivenlerden indi ve paldır küldür eve girdi.

Carth oğlunu takip ederken suçluluk duygusu içini kemiriyordu. Belki Dustil'e söz veremiyordu ama kendi kendine verdi. Sadece altı ay daha Dustil, hepsi bu. Size kendimi affettireceğim. Yemin ederim..


Ebon Hawk: Şu An

"Tekrar," dedi Juhani.

Min ve Juhani geçenlerde Ebon Hawk'un eğitim salonuna dönüştürülen swoop garajında birbirlerinin çevresinde dönmeye başladılar. Min tahta kılıçlarını kaldırarak saldırıya geçti. Juhani rahatlıkla yana çekilerek Min'in ani saldırısından kendini korudu. Min hemen toparlanarak ikinci saldırıya geçti ama Juhani rahatlıkla bunu da bertaraf etti. Karşılıklı birkaç hamleden sonra Min kurnazlık etmeye çalışarak, Juhani'nin karnına bir tekme yapıştırmaya karar verdi. Son birkaç gündür birlikte çalıştıkları için Min'in bu tür ucuz saldırılara olan eğilimine çoktan alışmış olan Cathar, bu hamleyi zaten bekliyordu. Ayağını daha yarı yoldayken durdurdu ve geriye fırlattı. Min geriye doğru sendeledi ve poposunun üzerine düştü. Başını kaldırdığında, Juhani'nin tahta kılıcı boynuna çoktan dayanmıştı.

"Akıllılık etmeye çalışıyorsun Minuet. Ama sabırlı olmalısın. Bir dahaki sefere bırak rakibin sana saldırsın."

"Hıh. Zamane çocuklarının sorunu da bu. Hiç kendilerini dizginleyemiyorlar. Tufan pireleri gibi asabi oluyorlar," diye yorumladı Jolee bu manzarayı.

Swoop motorunun önündeki tüneğe oturmuş, olan biteni izleyen Mission kıs kıs güldü.

Min Jolee'ye ters ters baktı. "Özür dilerim ama modası geçmiş beyinlerin fikrini sorduğumu hiç hatırlamıyorum."

"Bir de pek geveze oluyorlar. Değerli büyüklerine gereken saygıyı göstermeyi hiç bilmiyorlar. Sana hiç Andor adında bir tanıdığımdan bahsetmiş miydim?"

Min gözlerini devirdi. Bunamış taklidi yapmaktan ne zaman vazgeçecek acaba. "Evet. İki defa."

"Gerçekten Min, Juhani haklı. Daha sabırlı olmayı öğrenmelisin. Belki de akşam meditasyonumuzu bir saat uzatmalıyız," dedi Bastila.

Henüz Min bu fikre hiç de sıcak bakmadığını belirtemeden, Juhani'nin Bastila'ya çıkışmasıyla oldukça şaşırdı. "Onun eğitimine karışmamanı rica ediyorum."

Bastila'nın sesi aniden düşüş gösterdi. "Ben de en az senin kadar onun eğitiminin bir parçasıyım Juhani. Sadece yardım etmeye çalışıyorum."

"O eğitimi için bana geldi, sana değil."

"Bu benim verecek bir şeyim olmadığı anlamına gelmez. Benim yeteneklerim ve tecrübelerimden de en az seninkilerden olduğu kadar yararlanabilir."

"Ah, evet. Senin kıvanç duyduğun şu Güç yeteneklerin ve her savaş alanının kaderini değiştirebilen muhteşem savaş meditasyonundan bahsedildiğini defalarca duydum."

"Benim savaş meditasyonumun-"

"Madem o kadar güçlüsün, neden Taris kurtarılamadı?" Min ve Bastila şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar. Min çabucak ayağa kalktı.

Bastila açıklamaya çalışıyordu. "Ne yazık ki bu güç o şekilde-"

Juhani o zaman Min'e döndü. "Eğer sen ve çok değerli Bastila'n olmasaydı, Sith'in o gezegeni yok etmek için hiçbir sebebi olmazdı. Orada olduğun ve Bastila'yı kurtardığın için bu senin suçun! Eğer müdahale etmeseydin Sith'in çocukluğumu silip süpürmesi için hiçbir sebebi olmayacaktı!"

Kahretsin! Tarisli'ymiş. Min bunu daha önce keşfetmediği için kendine kızıyordu. "Bir saniye. Sith'in Taris'i yok etmesi ne benim ne de Bastila'nın suçu."

"Cumhuriyet'e yardım edince ne olacak sanıyordun?"

"Kesinlikle bu değil!" diye karşı çıktı Bastila.

"Taris'te mahsur kalmıştık Juhani. Orada bulunmak bizim isteğimiz değildi."

Ama Juhani acılarına artık duramayacak kadar saplanmıştı. "Bırakın da öfkemi çıkarayım! Suçlayacak birisine ihtiyacım var… ya da bir şeye… herhangi bir şeye! O gezegenden nefret ederdim ama çocukluğumda öğrendiğim ne varsa oraya borçluyum. Orası içime çektiğim hava kadar benim bir parçam. Çocukluk anılarımın olduğu yerde artık sadece acı var ve oraya dönüp baktığımda sadece senin yüzünü görüyorum. Sen olmasaydın, o gezegen hala yaşıyor olacaktı! Tüm geçmişini kaybetmek çok acı verici. Bunu anlayamazsın."

"Üzgünüm Juhani. Tarisli olduğunu bilmiyordum. Ama olanları durdurabilmek için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu."

"Sanırım yapman gerekeni yaptın ve olanları engellemek mümkün değildi. Cumhuriyet'in sana ve Bastila'ya ihtiyacı var. Belki de Taris'e olduğundan çok daha fazla."

"Juhani-"

"Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyorum. İzninizle." Juhani koşarak odadan çıkarken geride kalan üç Jedi arkasından ağızları açık halde bakakaldılar.

Min arkasından koşmaya başlamıştı ki, Jolee onu durdurdu. "Bırak gitsin. Şimdi yalnız kalmaya ihtiyacı var. Henüz dinlemeye hazır değil."


Carth Min'i ofisinde buldu. Bu oda önceden Davik'in kullandığı ve tabi ki cafcaflı zevkleriyle donattığı kaptan kamarasıydı. O kadar yapış yapış bir görüntüsü vardı ki, oda aslında kendi duşuna da sahip bir yatak odası olmasına rağmen kimse burada kalmak istememiş, bunun yerine mürettebat sektörünü kadınlar ve erkekler olarak ikiye bölmeyi tercih etmişlerdi.

Kashyyyk'teki son günlerinde Min ve Bastila bu odayı temizleme kararı almıştı. Koca bir kamarayı tek kişiye vermek haksızlık olacağından ve etrafa dağılmış eşyalar için bir yer gerektiğinden burayı bir ofise çevirmeye karar vermişlerdi.

Davik'in eşyalarını karıştırmak hem mide bulandırıcı hem de fazlasıyla eğlenceli olmuştu. Min, Bastila'nın çekmeceleri temizlemeye başladığı andaki hali kadar utançtan kıpkırmızı kesilmiş bir suratı daha önce görmediğine emindi. Davik'in oldukça maceracı zevkleri olduğu anlaşılmıştı. Ama artık bütün mor satenler ve Davik'in kişisel eşyaları gemiden atılmıştı. Yatak duvar içine katlanmıştı ve şimdi yerinde koyu renk ahşap bir masa ve sandalye, bir koltuk ve içi doldurularak kaplamış, en iyi Corellia derisinden iki tane sandalye durmaktaydı. Hepsi de Czerka şirketi başkanının ofisinden çıkarılmıştı. Wookiee'lerin Min'e hediye ettikleri koyu kırmızı, yün bir kilim metal zemine serilmişti. Köşede bir Dejarik oyun tahtası bile vardı. Gemide esas mobilyadan geriye kalan tek şey, Davik'in, ne mutlu ki mor olmayan, güzelce stoklanmış içki barıydı. Carth itiraf etmeliydi ki oda gerçekten şık görünüyordu. Gezgendeki en iyi mobilyaları çalacağı belliydi.

T3 bir köşede bilgisayar ara yüzünün parçalarını birleştirmeye çalışıyordu. Carth hoşnutsuzlukla ekipmanı inceledi. Hala Min'in kendisine bu bilgisayarı yol boyunca taşıtmasına verecek bir karşılık bulamamıştı. Yani en azından… münasip bir karşılık.

Min masaya oturmuş, küçük bir tepe oluşturmuş datapad'lerin başına eğilmişti. Koltukta oturan Bastila da aynı işle meşguldü. Carth içeri girip sandalyelerden birine oturduğunda, Min başını kaldırıp sordu. "Revan ve Malak hakkında ne biliyorsun?"

"Bir zamanlar o ikilinin insanlığa en büyük armağan olduğunu düşünürdüm. Şimdi ikisinin de kafasına bir blaster dayamaktan başka isteyeceğim bir şey yok. Gerçi bildiğim kadarıyla sadece Malak kaldı, öyle değil mi? Kendi Ustası olan Revan'a ihanet etti. Ama sanki Revan bunu beklemiyordu. Onlar gibiler için tipik bir durum, sanırım. Niye sordun?"

"Kim olduklarına dair fikir üretmeye çalışıyorum. Konsey bana onlar hakkında neredeyse hiçbir şey anlatmadı ama bence eğer düşüncelerine girebilirsem, Malak'ın neyin peşinde olduğunu anlayabilirim."

"Bence Yıldız Yaratıcısı'nın bir tür silah fabrikası olduğu konusunda haklısın. Mandaloryalı Savaşları'ndan sonra, her nereye gittilerse oradan döndüklerinde beraberlerinde devasa bir ordu vardı. Kimse o gemileri nereden bulduklarını bilmiyor. Yıllar geçtikçe de bizim kuvvetlerimiz azaldıkça, Sith'inki inanılmaz bir hızla büyüyor."

"Hiç onlarla tanıştın mı?"

"Hayır, şahsen değil. Ama onlar olmasaydı, Mandaloryalı'lar kesinlikle Cumhuriyet'in işini bitirirlerdi. Filodayken fazla Jedi görmezdik. Sadece bir defa Malak'ı gördüm ve fazlasıyla etkilenmiştim. Sanırım bu da karanlık tarafın bir insanı ne kadar değiştirebileceğinin kanıtıdır. Peki ya sen Bastila? Revan ve Malak'ın arkasından Mandaloryalı'lar ile savaşmaya giden Jedi'lara katılmayı hiç düşünmüş müydün?"

"Bu neredeyse yedi yıl önceydi. Ben sadece bir öğrenciydim ve savaş meditasyonu yeteneğim daha kendini belli etmemişti bile. Ki o zaman bile Konsey'in isteklerine itaat edecek kadar akıllıydım. Revan'ın tam tersine."

"Yani kaç yaşındaydın, on iki mi on üç mü?"

"Şey… evet."

Revan ve Malak'ın onlarla gitmene izin vereceklerini hiç sanmıyorum. "Hiç bazı şeylerin daha farklı olabileceğini düşündüğün oluyor mu? Yani Jedi Konseyi savaşa gitmeleri konusunda Revan ve Malak'ın ayağını kaydırmaya çalışmak yerine, onlara destek olsaydı yine de yozlaşırlar mıydı?"

Bastila'nın yüzü hafifçe pembeleşmeye başladı. "Revan'ın düşüşünden Konsey'i sorumlu tutma! Senin Cumhuriyet'in sadece Mandaloryalı tehdidini görürken, Ustalarımızın bilgeliği mevcut tehdidin ötesini gördü. Revan ve Malak giderken, yanlarına neredeyse kendi nesillerinden olan tüm Jedi Şövalyelerini de aldılar, ki şu anda hepsi ya ölü ya da karanlık tarafa geçmiş durumda. Düzen hala kendini toparlamaya çalışıyor. Orada pusuya yatmış bir şeyler vardı, Revan ve Malak'ı içine çekerek yiyip bitiren bir şey - ve diğer pek çok Jedi'ı da. Konsey hepimizi bu bilinmeze gönderseydi, daha kaçımız düşecektik?"

"Yani hiçbir şey yapmamalıydılar diyorsun, öyle mi? Karşı gelmeden Mandaloryalı'ların bizi yenmesine izin vermeliydiler? Yani Cumhuriyet saldırıya uğramıştı ve Düzen de bizi terk etmişti!"

"Sizi terk etmedik! Ama Konsey de hayatları budalaca tehlikeye atamazdı. Bir süre sonra Mandaloryalı'lara karşı size yardım edebilirdik. Ama bekleyemediniz. Revan ve Malak daha çabuk bir yanıt önerdiler ve Cumhuriyet de aklın yolundansa kolay yolu tercih etti. Şimdi de bunun sonuçlarını her yerde görüyoruz. Bana bazı şeylerin daha farklı olabileceğini düşünüp düşünmediğimi sormuştun. Evet, olabilirdi! Eğer Revan Konsey'i dinleseydi, milyonlarca masum insan bugün hala hayatta olurdu."

"Evet, tabi. Ama bu arada her biri de Mandalorya dili konuşuyor olurdu."

"Görüyorum ki bu konuşma hiçbir yere varmayacak." Bastila kalktı, cüppesini düzeltti ve azametli bir yürüyüşle odadan çıktı.

"Kimsenin birbiriyle anlaşamaması geleneğimizi sürdürdüğünüzü görmek çok güzel."

"Hey, bu benim suçum değildi!"

Min gülümsedi. "Öyle olduğunu söylemedim Carth."

"Aslında buraya seninle bu konuyu konuşmaya gelmiştim. Korriban'a vardığımızda Juhani'yi hala yanında götürmeyi düşünüyor musun?" Mission garajda olanları Carth'a anlatmıştı.

"Evet. İmgelemde gördüğümüz kadarıyla Yıldız Haritası bir tür eski tapınak veya mezarın içinde." Min yerleşim ve harabeleri gösteren haritanın bulunduğu datapad'i uzattı. "Eğer yanılmıyorsam, harita Akademi'nin yakınlarındaki Sith harabelerinin olduğu bölgede. Harabelerin orada olmasının sebebi haritaysa, bu bile beni şaşırtmaz, ne de olsa haritanın kendisi antik karanlık güçlerin bir aracı. Elimizdeki bilgiye göre," bir parmağıyla önceden okuduğu datapad'e hafifçe vurdu, "bu harabelere ulaşabilmenin tek yolu Akademi'nin içinden geçmek. Düşündüm ki ben, Jolee ve Juhani dönek Jedi'lar gibi davranabiliriz."

Min'in bir an duraksamasından söylemek üzere olduğu şeyler için doğru kelimeleri seçmeye çalıştığı belli oluyordu. Carth önce davrandı.

"Olmaz, Min."

Min, Carth'ın şüphesini doğruladı. "Sen ve Bastila gemide kalmalısınız."

"Bu kabul edilemez."

"Carth…"

"Hayır. Bir Sith Akademisi'ne yanında yaşlı ve deli bir adam ve seni bir defa öldürmeye çalışmış bir Jedi ile girmene izin veremem. Bu arada sana oldukça kızgın olduğunu da unutmayalım."

"Her şeyden önce, ikimiz de biliyoruz ki Jolee deli değil. Belki inatçı ve aksi, ama deli değil. Ve Juhani de beni öldürmeye çalışmayacak."

"Bunu bilemezsin."

"Evet, bilirim."

"Nasıl bileceksin? Juhani bir kere karanlık tarafa düştü ve şimdi de sana öfkeli. Sen de onu karanlık güçle dolu bir yere götürmeyi mi düşünüyorsun?"

Min şüpheciydi. "Karanlık taraf hakkında ne biliyorsun?"

Carth öne doğru eğildi ve dirseklerini dizlerine yasladı. "Daha önce her gün gördüğüm bir şey için uydurulmuş süslü bir ifade olduğunu düşünürdüm. Yozlaşma her yerde. İnsanlar aç gözlü, aptal ve korkunç şeyler yapıyorlar. Ama artık Jedi için bunun biraz daha farklı bir şey olduğunu düşünmeye başladım. Sanki devamlı başlarında bekleyen şeytani bir güç varmış ve her an bir fırsat çıkmasını bekliyormuş gibi."

Min'in şüpheleri kaybolmuştu. Carth şu anda tüm dikkatini kendisine verdiğini görebiliyordu. "Senin için endişeleniyorum, Min. Çok yürekli ve güçlüsün ama bir şekilde, kafamda seni farklı bir şekilde canlandırmam hiç zor olmuyor. Bir madalyonun iki yüzü gibi. Sadece seni değil. Bastila, Juhani ve Jolee'yi de. Öylesine… yoğunsunuz ki. Güç ile ilgili çok şey bildiğimi söylemiyorum ama kötülüğü bilirim."

Min sözünü kesmeye çalıştı ama Carth elini kaldırarak onu susturdu. "Tek söylemeye çalıştığım şey, ne kadar güçlüysen, tehlikenin de o kadar arttığı. İçinde süregelen çarpışmayı, ben ancak tahmin edebilirim. Ne sen, ne Bastila ne de Juhani elinizdeki gücü tam olarak kontrol edebilmenize yetecek kadar eğitim gördünüz. Sadece olabileceklerden endişeleniyorum. İncindiğini görmek istemem." Sonradan aklına gelerek ekledi. "Hiçbirinizin."

"Pek fazla seçeneğim yok."

"Biliyorum. Sanırım Yıldız Haritalarını bulmak eğitiminden ve güvenliğinden daha önemli. Sadece ödemek zorunda kalacağın bir bedel olmamasını umuyorum. Bu yüzden seninle birlikte Akademi'ye gelmek istiyorum. Orada seni kollayacak birisine ihtiyacın olacak, Jedi olmayan birine."

"Orası bir Sith gezegeni ve sen de çok iyi tanınan bir Cumhuriyet kahramanısın. Birileri seni tanıyabilir."

"Kılık değiştirme bunun için vardır."

"Peki ne olarak kılık değiştireceksin?"

"Koruman olarak."

"Bu işe yaramaz. Sith, Akademi'ye koruma sokmama asla izin vermez. Hem bir korumayla birlikte dolaşırsam, orada olmayı hak etmeyecek kadar güçsüz olduğum mesajını vermiş olurum."

Carth bunu teklif edeceğine inanamıyordu. "Kölen olarak, o zaman."

Min bir yandan gülüp bir yandan konuşmaya çalışıyordu. "Her ne kadar seni her an emrime amade görmek çok çekici gelse de, bence Sith kesinlikle yutmaz."

"Taris'te yapmıştık ama."

"Taris gibi izbe bir gezegenden başka yerde görev yapamayacak kadar yeteneksiz ve sarhoş bir avuç Sith görevlisine seni sözleşmeli uşağım olarak tanıtmıştım. Kesinlikle aynı şey değil."

Carth'ın dudakları biraz zevk, biraz bıkkınlıkla kıvrıldı. "Yani kölen olacak kadar iyi olmadığımı mı söylüyorsun?"

"Hayır. Fazla iyi olduğunu söylüyorum. Carth, senin bir köle olduğuna kimse inanmaz."

"Neden?"

"Mesela duruşun. Yirmi yıldır ordudasın ve bu çok belli. Canderous'un duruşu da senin gibi ve bu tür şeyler birkaç günde unutulamaz. Hem yüzün fazlasıyla dürüst. Tamamıyla sıhhatli bir görüntün var, birkaç dakika içinde bizi ele verebilecek kadar hem de."

"Sıhhatli mi? Sıhhatli!" Bir gün kadın, sana ne kadar sıhhatli olduğumu göstereceğim!

Min'in koyu gözlerinin uçları Carth'ın tepkisini görünce kırıştı ama bu konuyu uzatmayı istemedi. Sanki Carth karşısında oturmuş, kendi kendine öfkeyle konuşmuyormuş gibi devam etti. "Zaalbar'dan benim kölemmiş gibi davranmasını istemeyeceğim ve Mission'ı oraya hayatta götürmem. Böylelikle geriye Jolee ve Juhani kalıyor."

Carth yenilmişti. Bu da onu deli ediyordu. Ve kafası hala sıhhatli yorumuna takılıp kalmıştı. "Kahretsin, kadın! Bu kadar mantıklı olmak zorunda mısın!"

Min omuzlarını silkti. "Neysem oyum." Carth'ın ardından gelecek sözlerini sezerek, parmağını ona doğru tehditkar bir şekilde salladı. "Ve sakın Taris'te yaptığın gibi beni takip etmeye kalkma, Onasi. Biliyorsun ki artık yepyeni ve muhteşem güçlerimin yanı sıra, bana hayat borcu olan bir Wookiee'm ve ücretli bir Mandaloryalı askerim var. Onları kullanmaktan çekinmem."

Carth bunun boş bir tehdit olmadığını biliyordu. Yenilgiyi kabul etti ve gülümsedi. "Erkeklik gururumun buna dayanabileceğini sanmam."

Min de kısaca gülümsedi ama sonraki sözleri ciddiydi. "Carth, eğer şansım olsaydı yanımda götürmeyi isteyeceğim ilk insan sen olurdun. Keşke seni de alabilseydim. Dürüst olmam gerekirse… Korriban ödümü patlatıyor. Gördüğüm imgelemde bile karanlık tarafın çekimi çok kuvvetliydi. Oraya vardığımda nasıl olacağını gerçekten düşünmek bile istemiyorum. Biliyorsun, daha ciddi anlamda hiç sınanmadım. Nasıl bir tepki vereceğimi hiç bilmiyorum. En azından Jolee ve Juhani'nin bu konuda benden daha fazla tecrübesi var. Eğer karanlık tarafa düşmesinden korkacağın biri varsa, o da benim."

Carth, Min'in kendisine böyle bir itirafta bulunacak kadar güveniyor olmasından etkilenmişti.

Min kendi açık ellerine sanki onu gücendiriyorlarmış gibi baktı. "Jedi olmaktan nefret ediyorum. Ama içime atıp, bu işi yapmak zorundayım çünkü başka seçeneğim yok."

Carth öfkesini saklayamadı. "Seni bu işe sokmuş olmalarından nefret ediyorum."

"Başka seçenekleri olduğunu sanmıyorum. Her neyse, bu konuda mızmızlanmanın yararı yok." Aniden konuyu değiştirdi, daha fazla konuşmak istemediği ortadaydı. "Biraz Dejarik oynamaya ne dersin?"

Carth'ın tek istediği Min'in biraz olsun endişelerini dağıtabilmesiydi. "Tabi."

Min ayağa kalkmadan önce uzun bacaklarını gerdi ve Carth'a yavaşça gülümsedi. Carth bakmamaya çalışıyordu. "Seni uyarmalıyım. Bu oyunda çok iyiyimdir."

Carth boğazını temizledi. "Peki öyleyse, bakalım neler yapabiliyormuşsun."


Min'in Yıldız Haritasının bulunduğu yerle ilgili kuşkuları maalesef doğruydu. Korriban'ın yörüngesine girdiklerinde T3 bunu onaylamıştı. Harita, Karanlık Lortlar Vadisi'nin tam ortasındaydı.

Ayrılmadan önce, Min Juhani'yle yüzleşti. Cathar garajdaki olaydan sonra tamamen uzak davranmıştı ve Min de Jolee'nin öğüdünü dinleyerek kadını rahat bırakmıştı. Juhani'ye duygularını toparlayacak zaman vermek istese de, o zaman artık tükenmişti ve ona ihtiyacı vardı.

"Bununla başa çıkıp, çıkamayacağını bilmek istiyorum, Juhani. Çünkü başa çıkamayacağını düşünüyorsan, gemide kalmalısın."

Juhani'nin yüzünden herhangi bir şey çıkarmak mümkün değildi ama cevapladı. "Başa çıkabilirim."

"Güzel." Umarım büyük bir hata yapmıyorumdur.

Sith yerleşim alanında yürürken, Min çürümüşlüğün kokusunu neredeyse alabiliyordu. Arka planda karanlık gücün zehrinin ayartıcı bir şekilde aklını çelmeye çalıştığını hissediyor ve elinden geldiğince bu ayartılara aldırmamaya çalışıyordu.

Sith öğrencileri ikili ya da üçlü gruplar halinde yırtıcı hayvanlar gibi ortalıkta koşuşuyor, siviller yollarının üzerinde olmamak için korkuyla açılıyorlardı. Min, Sith olmayan birinin burada nasıl bir yaşam sürdürdüğünü merak etti. En kötüleri de, Güç'e kör olan ve Akademi'ye giriş hakkı kazanabilmek umuduyla Sith öğrencilerinin önünde yerlere kadar eğilen heveslilerdi. Öğrenciler de ellerine geçen her fırsatta onları aşağılayarak keyifleniyorlardı. Min, sadist Sith öğrencilerinden mi yoksa Akademi'ye girebilmek için kendilerini beş paralık eden heveslilerden mi daha çok nefret ettiğine karar veremiyordu.

Birkaç yüzsüz öğrenci dışında çoğu bu üç Jedi ve yanlarındaki hizmet droidinden uzak durmayı tercih etti. Kendilerine kafa tutmaya kalkan birkaçını da, Min zekice tehditlerle kaçırmayı başardı.

Girişe ulaştıklarında Min'in talebi karşılandı ve içeriye giriş izni verildi. Aşırı dövmeli ve belki cildi garip bir griye dönmeden yakışıklı olduğu düşünülebilecek, insan ırkından olan Akademi Lideri Uthar Wynn'in karşısına çıkarıldılar. Min'in gözü Usta Uthar'ın sağ koluna iliştiğinde adamı incelemeyi hızla kesti. Mor renkli Twi'lek, Min'in hayatında gördüğü en güzel kadınlardan biriydi. Yuthura'nın duruşundan bile, rezalet bir askeri üniformayla saklamaya çalıştığı açık bir şehvet akıyordu. Min'in en çok ilgisini çeken şey ise, gözlerinde parlayan şeytani zekaydı. Uthar daha güçlü olabilir, ama Yuthura çok daha tehlikeli.

Uthar onları Akademi'ye kabul etmiş ve sınav için diğer adaylara katılmışlardı. İçlerinde yeterli prestiji ilk kazanacak olana Akademi'ye tam giriş hakkı verilecekti. Geri kalanlar da ya Uthar tarafından savuşturulacak ya da bir dahaki sefere şanslarını deneyeceklerdi. En çok prestiji kazananın hediyesi tabi ki Yıldız Haritasının bulunduğu Naga Sadow'un mezarlığında gerçekleştirilecek bir final sınavı olacaktı. Min prestij kazanmak zorunda kalmadan mezara ulaşabilmeyi ve işlerin uzamamasını umuyordu.

Min gruptaki diğer adayları inceledi. Sadece üç tanesi rekabet yaratabilecekmiş gibi görünüyordu. Uzun, sarı saçlı ve oldukça saldırgan Lashowe, Usta Uthar'a şimdiden sinyal göndermeye başlamıştı. Prestij kazanmak için izleyeceği yol ortadaydı. Mekel on sekiz veya on dokuz yaşında uzun bir çocuktu ve şimdiden gözlerinde bir keskinlik vardı. Shaardan içlerinde en kötüsüydü. Kibirli bir tavırla her an sinirli bir görüntü çizen gencin yüzü buz gibi bir gaddarlıkla kararmıştı. Kadın köleleri sıkıştırıp işkence yapmaktan hoşlanıyordu. Yuthura'ya şehvetle baktığında, karşılığında hor görücü bakışlarla karşılaşmıştı.

Tam bir salak.

O gece akşam yemeğinden sonra vadiye gittiler ve Naga Sadow'un mezarına girmeye çalıştılar. Vadi bomboştu, neredeyse herkes akşam için Akademi'ye çekilmişti. Kaybolmaya yüz tutmuş güneş ışığında, mezarlardan yayılan umutsuzluk ve kötülük inanılmaz bunaltıcıydı. Min dikkatini toplamakta zorlanıyordu.

T3 Yıldız Haritasının orada olduğunu onayladı. İki sinir bozucu saat sonra, Min tapınağa bu şekilde giremeyeceğini anlamıştı. Antik tapınağın karışık bir kilit yapısı vardı ve Min'in görebildiği kadarıyla büyük ihtimalle ancak antik bir anahtarla açılabiliyordu. Ya bu anahtarı çalacaklar ya da prestij kazanacaklardı ki, Min'in bunu dört gözle beklediği söylenemezdi.


"Ah, işte buradasın. Favori öğrenci adayım." Yuthura'nın sesi taştan koridorda yankılandı.

Min o sırada yeni yatakhanesine doğru ilerliyordu. Jolee ve Juhani çoktan kendi odalarına gitmiş oldukları için yalnızdı. "Gerçekten mi?"

"Kesinlikle. Benim kanıma göre sen diğerlerine göre Sith'e katılmak için gereken prestiji çok daha kolay kazanacaksın. Hatta bundan o kadar eminim ki, sana hayatta bir kere karşına çıkabilecek ve büyük bir değişiklik yaratacak bir teklifim olacak. Ne olduğunu duymak ister misin?"

Hayır.

Yuthura cevabı beklemeden, Min'in takip ettiğini varsayarak arkasını döndü ve yürümeye başladı. Bu kadını kızdırmanın kendisi için pek iyi olmayacağı kararını veren Min, sessizce izlemeye başladı. Yuthura'nın odasına girdiler ve Min gizlice çevresine bakındı. Taş duvarlı odada bakılacak fazla bir şey yoktu. Şahsi eşya olarak tek görebildiği, her ikisi de komodinin üzerinde duran deri bir sinirsel kısıtlayıcı köle tasması ve günahkarca sivri bir hançerdi. Yuthura köşedeki masaya oturdu ve Min'i de davet etti.

Min kadına "Usta Ban" olarak hitap etmeyi reddederek, eşitmişler gibi konuştu. "Konumuz nedir, Yuthura?"

Yuthura bu küstahlık karşısında gülümsedi ve düzeltme yapmadı. "Söylediğim gibi, Uthar'ın Sith olmak üzere seçeceği kişi kesinlikle sen olacaksın. Benim yardımımla tabi ki. Bu gerçekleştiğinde seni son sınavın için Karanlık Lortlar Vadisi'ndeki Naga Sadow'un mezarına götürecek. Orada sen ve ben onunla yalnız olacağız. Akademi'nin liderini değiştirmek için mükemmel bir zaman olduğunu söylememe gerek var mı?"

Tahmin etmeliydim.

Daha fazla bilgi alabilmeyi umarak Min sordu. "Bana mezarlığı anlat."

"Yüzeyde konumlandırılmış, Darth Revan ve Darth Malak'ın yıllar önce ziyaret ettiği bir harabe. Orada çok önemli bir Yıldız Haritası bulmuşlar. Onların yaptığı gibi o haritaya ulaşmak, sınavın bir parçası. Uthar mezarın kapısını açan anahtarı boynunda taşıyor. Bu aynı zamanda Akademi'nin lideri olduğunun da bir işaretidir. Sonuçta önemli olan mezarlık değil. Önemli olan Uthar'ın orada yalnız olacağı."

"Onu öldürmemi istiyorsun."

"Bu çok mu korkutucu bir istek? Bu işi yalnız yapacağını ya da bundan hiçbir şey kazanmayacağını söylemedim ki. Uthar'ı birlikte öldürdüğümüzde, ben onun yerini alırken, sen de yanımdaki yerini alacaksın. Basit ama güzel bir plan."

"Uthar'ın beni seçeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Sen çok güçlüsün, diğer adaylara göre kat kat güçlüsün. Hem Uthar güzel kadınlara karşı zayıftır ve sen tam onun tipisin. Bu planda 'bana düşen' senin prestij kazanmanı sağlarken, diğerlerinin ilerleyişini yavaşlatmak olacak. Zamanı geldiğinde o mezarlıktaki kişinin sen olmasını istiyorum."

"Neden yardımcı suikastçın olarak beni seçtin?"

"Sözlerimi tekrarlamaktan hoşlanmıyorum. Uthar'ın büyük ihtimalle seçeceği kişi sensin."

"Ve diğerlerine yapmayı planladığın gibi, benim de ölümümü hazırlayabilir veya gayretlerimi sabote edebilirdin. Erkekleri ne kadar çok etkileyebildiğini biliyorsun. Kendine planların için kolaylıkla kontrol edebileceğin bir erkek seçmen çok daha kolay olurdu. O yüzden tekrar soruyorum. Neden ben?"

Yuthura bir süre buz gibi bir sessizlikle baktı. Sonunda yanıtladı. "Sen Cathar kadının ve o yaşlı adamın liderisin. Bence mezarlığa onları da getireceksin. Ben de o yüzden onların lideriyle görüşmeyi uygun gördüm. Lashowe hem aptal hem de çok saldırgan, Mekel bir işe yaramayacak kadar zayıf. Shaardan ise… mümkün değil."

Min'in gözleri duvarda asılı duran kullanmaktan yıpranmış, deri köle tasmasına takıldı. "Shaardan'ın kabul edilemez oluşunun oradaki köle tasmasıyla bir ilgisi var mı, Yuthura?"

"Hutt Omeesh'in kölesiydim. Eminim daha fazlasını bilmeye ihtiyacın yoktur."

Ah, ama bence var.

Min konunun kapanmasına izin vermeyecekti. Asıl soruyu üstü kapalı yöneltti. "Dansçı eğlence kızı olarak mı?"

Yuthura sanki tasvip etmemeye kalkışmasını beklermişçesine sert sert Min'in gözlerinin içine baktı. Min bakışlarına aynı karşılığı verdi. Yuthura o gözlerde her ne gördüyse, konuşmaya devam etmesi için yeterli olmuştu. "Evet. Sleheyron gezegeninde her şey Hutt'lar tarafından kontrol edilir ve bir köle onlar için bir hiç demektir." Yuthura'nın gözleri nefretle yanıyordu. "Ben de bir "hiç" olmamaya karar vermiştim. Sarhoş solucanın beni odasına çağırdığı bir gece onu bıçakladım ve oradan kaçtım. Bir kargo gemisine saklandım ve bir başka sisteme varana kadar mürettebat tarafından fark edilmedim. Beni ıssız bir gezegende, tek başıma ölüme terk ettiler. Ama benim için sorun değildi. Sleheyron dışında her yer benim için iyiydi. Sonunda kurtarılmam pek şans eseri değildi tabi. Güç'te yoğundum ama o sırada bunu bilmiyordum. Jedi'lar bana söyleyene kadar hiçbir fikrim yoktu."

"Jedi'lar mı?"

"Beni alıp, diğer Padawan'lara oranla biraz büyük olmama rağmen eğittiler. Ama bu unvanın devamını getiremedim. Disiplinliydim ama huzursuzdum. Hutt'ların elinde bana yapılanlardan sonra, Jedi yolunda yürüyebilmem çok zordu."

Jedi Düzeni'ne karşı olan acısı sesinde ortaya çıkıyordu. "Güç'ü bildiğim diğer köleleri kurtarabilmek için, doğru olduğunu bildiğim şeyleri yapabilmek için kullanmak istiyordum. Jedi'lar beni zaptetmeye çalıştı ama artık duramıyordum. Karanlık tarafın kötü olduğunu iddia ediyorlar ama değil. Bazen nefret ve öfke hak edilmiş ve doğru şeylerdir. Kainatta her yerde acı ve adaletsizlik var. Jedi'ların bu leş kokusuna katlanıp, bir köşede oturup hiçbir şey yapmamaları beni şaşırtıyor." Kadın, düşüncelerini toparlayabilmek için duraksadı. "Bunun kulağa garip geleceğini görüyorum ama artık yolumun üzerinde sadece merhametim duruyor. Ondan da kurtuldum mu, köle tacirlerinin benden çekeceği var. Sanırım sana bunları anlatıp… zayıflığımı göstermemem gerekirdi. Yine de Sith olmam beni bir canavar yapmaz."

Hayır, sanırım yapmaz. Min ilk defa gerçekten Sith'in ne kadar tehlikeli olduğunu anlıyordu. Eğer aynı durumda kalan ben olsaydım, şimdi Yuthura'nın yerinde ben olacaktım. Koyu teninde bir titreme oluştu. Revan ve Malak da böyle mi düşünmüşlerdi?

Bir dakika gibi düşünceli bir sessizlikten sonra Min sordu. "Son zamanlarda kaç tane köle kurtardın?"

"Ne?"

"Yani Sith'e katıldığından beri. Kaç tane?"

Yuthura soruyu duymamış gibi yaptı ama Min, kadının kafa kuyruklarının seğirmesinden hassas bir noktaya değindiğini biliyordu. "Final sınavın için hazırlık yapmaya başlayacağım. Senin tek derdin oraya gidebilmek olmalı. Sakın beni hayal kırıklığına uğratma."


Ertesi sabah kahvaltıda, Min, Jolee ve Juhani nasıl prestij kazanabileceklerini veya anahtarı Uthar'dan nasıl çalabileceklerini tartışıyorlardı. Yuthura'nın prestij kazanmak için önerdiği şeylerin çoğu birilerini öldürmek ya da ihanet etmeyi içeriyordu. Geriye kalan kısıtlı seçeneklerini tartışmayı tercih ettiler.

"Dedikodulara göre şimdiye kadar kimse Ajunta Pall'un kılıcını bulamamış. Biz bunu bulup, Uthar'a sunabiliriz," diye önerdi Juhani.

"Ajunta Pall'un bütün kılıçları insan eliyle yapılmış en güçlü eserlerdir. Uthar'a böyle bir şeyi vermek isteyeceğimizden emin değilim," dedi Jolee. "Delirmiş droide ne dersiniz? Onu bulup yok edebiliriz."

"Bunun Uthar'ı tatmin edecek kadar kanlı bir yol olduğunu sanmıyorum."

"Zaten sakınmaya çalıştığımız da kanlı yollar değil mi?" Jolee Min'e baktı. "Ne düşünüyorsun?"

"Hım?"

"Çocuğum, söylediğim tek bir kelimeyi olsun dinledin mi sen?" Jolee, Min'in baktığı tarafa dönünce, üç genç Sith öğrencisi gördü. "Onlar senin için biraz genç değiller mi?"

"Şuradaki çocuk, cana yakın görünenin yanında oturan… tanıdık geldi." Min başıyla, kahverengi gözleri ve kestane rengi saçlarıyla oldukça yakışıklı görünen genci işaret etti.

Jolee şaşırmıştı. "Haklısın, çok tanıdık geliyor."

Min, Yuthura'nın müdür masasından kalkıp, koridora doğru yürümeye başladığını gördü. En kısa yoldan cevaplara ulaşabileceği kişinin o olduğunu bilerek, hemen yerinden fırladı. "Az sonra dönerim." Jolee ve Juhani protesto etmeye zaman bulamamıştı.

Yuthura'yı kapıda durdurdu. "Benimle böyle herkesin içinde konuşmak için iyi bir sebebin vardır umarım."

"Şurada Mekel'in yanında oturan çocuklar. Onların adı ne?"

"Kel Algwinn ve Dustil Onasi. Onlara ayrılmaz ikili demek pek yanlış olmaz sanırım."

Min başından aşağı bir kova soğuk su geçmiş gibi oldu.

"Dustil Onasi mi dedin?"

"Evet. Belki babasından bahsedildiğini duymuşsundur. Yüzbaşı Carth Onasi, ünlü Cumhuriyet kahramanı."

Min konuşamıyordu. Yuthura bu sessizliği evet olarak algıladı.

"Dustil Onasi'ye karşı komplo falan düşünüyorsan derhal vazgeç. Ona hiçbir şey yapamazsın. Akademi'ye girişi, bu çocukla ilgili planları olan Amiral Saul Karath tarafından sağlandı."

"Ne tür planlar?"

"Bilmiyorum. Uthar bu tür bilgileri kendine saklıyor. Senin yerinde olsam, Dustil'e bulaşmazdım." Yuthura topuklarının üzerinde dönerek uzaklaşırken, Min bir süre aptallaşmış bir halde orada durdu.

Carth'a bunu nasıl söyleyeceğim?


Carth, kulağına fısıldayan Min'in sesiyle uyandı. "Carth. Carth, uyan."

Elini yüzünde gezdirirken homurdandı. Min'in orada bulunmasından dolayı yaşadığı birkaç saniyelik kafa karışıklığından sonra sordu. "Saat kaç?"

"Henüz erken. Ama seninle konuşmam lazım."

"Şimdi mi?"

"Evet." Min'in sıcak eli, Carth'ın çıplak göğsündeydi. Carth elini onunkinin üzerine koydu ve neredeyse onu sıcak yatağa, kendi yanına çekmek üzereydi. Ama o sırada iskele tarafı mürettebat yatakhanesinin kasvetli grimsi ışığında yüzünü gördü. Sarhoşluğunun yerini şimdi ağır bir endişe almıştı. "Sorun nedir?"

"Burada olmaz." Min fısıldıyordu. Doğru ya, Canderous ve Zaalbar. İkisi de uyuyordu ve Zaalbar horultusunu düşük seviyede bir gürlemede tutmayı başarıyordu.

Carth, Min'i salona doğru takip etti ve doğrudan ışığı görünce gözleri kamaştı. Min koltuğa oturduğunda o da aynısını yaptı. Ama Min yerinde duramıyor, bir oturup bir kalkıyor, önünde volta atıyordu. Min'i dört gündür görmemişti ve şimdi karşısında korkunç bir vaziyetteydi, gözlerinin altı morarmış ve bitkinlikten düşüp bayılacakmış gibi görünüyordu.

"Min, neler oluyor?"

Min durdu, derin bir nefes aldı ve yüzüne baktı. "Ben…"

"Jolee mi Juhani mi? Onlar iyi mi?"

"Ne? Evet, onlar iyi." Min elini saçlarında gezdirdi ve Carth'ın gözlerinin içine baktı. "Oğlun yaşıyor."

Duygu karmaşası Carth'ı öylesine etkisi altına almıştı ki, zar zor konuşabildi. "Dustil… Dustil yaşıyor! Nereden biliyorsun?"

"Çünkü o Akademi'de."

"O olduğundan emin misin?"

"Kesinlikle."

Carth ayağa kalktı. "O zaman ona ulaşmalıyız. Onu kurtarmalıyız."

Min yavaşça ellerini Carth'ın omuzlarına koydu. "Otur." Ve Carth bakışlarını görünce dediğini yaptı. Min de yanına oturdu.

Min yavaşça konuşuyordu. "Dustil esir değil, Carth. Bir öğrenci."

"Ne?"

"Öğrendiğim kadarıyla Telos'un bombalanması sırasında bir Sith devriyesi tarafından bulunmuş. O'nu Saul Karath'a götürmüşler, Akademi'ye girmesini sağlayan oymuş. Dustil için planları varmış."

Carth'ın içinde aşırı bir öfke kabarmaya başlamıştı. Saul'u öldüreceğim ve bunu yaparken her saniyesinin tadını çıkaracağım! "Ne tür planlar?"

"Emin değilim." Min'in sonraki sorusu fazlasıyla kafasını karıştırdı. "Karın bir Jedi mıydı?"

"Hayır. Mühendisti. Savaşçı uçak motorlarının dizaynını yapardı."

"Güç'e duyarlı olduğunu gösteren herhangi bir olaya tanık olmuş muydun?"

"Bilmem. Belki. Neden soruyorsun?"

"Çünkü onu bir Karanlık Jedi olması için eğitiyorlar."

Carth hiddetle titremeye başladı.

"Sen Güç'e duyarlı değilsin, öyleyse karından almış olmalı. Ve Dustil güçlü, Carth. Hem de çok güçlü."

Carth öfkesini bir kenara bıraktı ve ayağa kalktı. "Her neyse. Bunu daha sonra düşünürüz. Şu anda onu oradan çıkaracak bir plana ihtiyacımız var."

"Buna gerek yok. Buraya geliyor." Carth gözlerini dikti ama Min konuşmaya devam etti. "Uzun süre ona nasıl yaklaşacağımızı düşünüp durduk ama sonunda bize yanaşan o oldu. Gemiyi görmek istiyor. Ona daha senden bahsetmedik."

"Uzun süre mi?" Carth kontrolünü kaybediyordu. "Ne zamandır onun Akademi'de olduğunu biliyorsun Min?"

Min yüzüne bile bakamıyordu. "Üç gündür."

"Üç gün! Üç gündür biliyordun ve bana söylemedin!"

"Ben-"

"Ben onun babasıyım! Bilmeyi hak ediyordum! Ne yapacağımı sandın? Oraya silahlarla dalıp hepinizi öldürteceğimi mi? Biraz bana güven artık kadın!"

"Tabi ki öyle bir şey yapmazdın. Bunu biliyorum."

"Öyleyse niye bekledin?"

"Çünkü seninle yüz yüze gelmek istemedim! Sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Burada hiçbir şey yapamadan günlerce bekleyecektin ve bu da seni yiyip bitirecekti." Min başını kaldırdı, gözleri yalvarıyordu. "Özür dilerim. Yanlış davrandığımı biliyorum. Sana hemen söylemeliydim. Sadece… olabildiğince uzun süre seni korumak istedim."

Carth'ın kızgınlığı geçmişti. "Sorun değil, Min." Yığılırcasına koltuğa gömüldü. "Teşekkür ederim. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum. Ama onu görmeliyim. Ona neler olduğunu bilmeliyim."

"Biliyorum."

"Buraya ne zaman…"

"Öğle yemeğinden sonra gelecek."

Oğlum. "Tüm bu zaman boyunca onun… şimdi koca bir adam olmalı."

Min'in kom linki çaldı. "Ne var?"

Hattaki Jolee idi. "Kızım, hemen buraya gelmelisin. Uthar kahvaltıdan sonra bir duyuruda bulunacak ve Yuthura hiç mutlu değil."

"Tamam. Birkaç dakikaya kadar orada olurum." Hattı kapattı.

"Git. Ben iyiyim." Min buna inanmasa da Carth'ın omzunu hafifçe sıktıktan sonra, onu kendi düşünceleriyle baş başa bırakarak oradan ayrıldı.


Uthar'ın yapacağı "sunum"a tam zamanında yetişmişti. Gecikmesinden dolayı dikkat çekmeden yerine oturamayacağından, salonun en arkasında ayakta izlemeyi tercih etti. Az sonra yanına Yuthura da geldi.

"Ahhh… bana ne getirmişsin öyle, Shaardan?"

Kendisiyle pek gurur duyduğu görülebilen Shaardan, bir dizinin üzerine çöktü ve Uthar'a gümüş bir kılıç sundu. "Ajunta Pall'un kılıcından başka bir şey değil, Usta." Açık bir şekilde Akademi'ye tam girişi kazandığını düşünüyordu.

Uthar kılıcı inceledi. "Salak. O kadar uğraşıp mezara girdin de, bir akıl edip kılıcın doğruluğunu teyit ettirmedin mi?"

"U-usta? Siz… siz ne demek istiyorsunuz?"

"Sith'in arasında salaklara yer yoktur!" Uthar hızlı bir şekilde Shaardan'ın çevresine hareketsizlik alanı ördü ve onu havaya yükseltti. Eline gümüş kılıcı alarak yavaşça kalbine saplamaya başladı. Shaardan'ın çığlıkları ağzından ve göğsünden gelen kanlarla bir süre sonra boğuk bir lıkırdamaya dönüştü. Yaklaşık bir dakika debelendikten sonra ölmüştü. Uthar cesedin yere düşmesine izin verdi.

Herkes kahvaltısına devam etti.

"Kılıçları sen değiştirdin, öyle değil mi?" diye mırıldandı Min.

Yuthura'nın yüzüne soğuk bir gülümseme yayıldı.

"Bu gerçekten gerekli miydi?"

"Evet. Eğer gerçek kılıcı sunsaydı, büyük ihtimal Akademi'ye o alınacaktı ve tüm planlarımız da suya düşecekti." Sonradan aklına gelerek ekledi. "Kölelere yardım etmekle ilgili hiçbir şey yapmadığımı bana hatırlatan sendin. Yani bir bakıma buna ilham veren sen oldun."

Min boğazının düğümlendiğini hissediyordu. Neden şu çenemi tutamam ki?

"Ah, o kadar da şok olmuş gibi görünme. İkimiz de biliyoruz ki galaksi, Shaardan olmadan çok daha iyi bir yer." Son bir uyarıyla yanından ayrıldı. "Elini çabuk tutsan iyi olur. Diğerleri ilerleme kaydediyor."


Dustil ve Kel, Korriban'ın Sith yerleşim bölgesi olan Dreshdae'nin aydınlık koridorlarında yürüyordu.

"Bu kötü bir fikir Dustil. Bu üçü sataşmak için fazla güçlü."

"Burada bulunmamızın tek sebebi, Mekel için biraz keşif yapmak, hepsi bu. O gemide Uthar'ın Mekel'i seçmesini sağlayacak bir şeyler olabilir." Ve o zaman da bana borcu olur.

"Anlamıyorum. Herkes Uthar'ın şu Avery kadınına giriş hakkı vereceğini biliyor. Vermemesi mümkün değil, kadın çok güçlü. Ayrıca tam da Uthar'ın tipi."

Dustil sessizce onayladı. Kadının gücü ve Güç'ün onu sarmalayışı dehşet vericiydi. Akademi'deki iki yılında hiç bu kadar güçlü bir öğrenci görmemişti. "Mekel'in girmesi bizim yararımıza. Girmese bile kadının bizim tarafımızda olacağını garantilemeliyiz. Eğer giren o olursa, karşımıza alamayacağımız kadar güçlü biri."

Limana girişin önünde durdu. "Unutma, bırak kadınla ben konuşayım, sen yaşlı adam ve diğeriyle ilgilen. Ve fazla bilgi vermemeye çalış. Tamam mı?" Kel, Dustil'in en iyi arkadaşıydı ama insanlara fazlasıyla güvenmek gibi rahatsız edici bir özelliği vardı. Üç yıl önce tutuklu cezaevinde tanışmışlar ve o zamandan beri çok iyi arkadaş kalmışlardı. Kel'in kibarlığı birkaç defa ölümden dönmelerine sebep olmuştu ve Usta Uthar, Dustil'i arkadaşından kurtulması için uyarmıştı. Ama Dustil arkadaşını terk etmeyi reddetmişti. Selene gittiğinden beri, o sahip olduğum tek insan.

Limanın kapıları açıldığında, Dustil'in hayatında gördüğü en güzel manzara onu karşıladı.

"Ne ateşli kız ama."

"Evet."

Ebon Hawk iki gençte korkuyla karışık bir saygı uyandırmıştı. Sessizce durmuş, gemiye büyük bir hayranlıkla bakakalmışlardı. Sonunda Cathar ve yaşlı adamın küfelerin üstünde oturmuş, Dejarik oynadıklarını gördüler.

Onlara doğru yanaştıklarında, Cathar'ın yaşlı adama hafifçe gürlediğini duydular.

Dejarik tahtasında holografik bir ronto, öne atılarak iki kare ilerledi ve holografik kath tazısına tosladı. Tazı çığlık atarak öldü ve kadın kaşlarını çattı.

"Jolee, bence hile yapıyorsun."

Jolee halinden memnun görünüyordu. "Heh. Bu gençler de hep en kötüsünü beklerler. Dejarik'te hile yapılamaz."

Juhani şüpheyle baktı.

"Bu oyun gerçek savaşçılar için değildir."

Dustil daha görmeden, sadece varlığını hissederek arkasına baktı. Kel'e son bir uyarı bakışı attıktan sonra, arkadaşı diğer ikisine katılırken o rampaya doğru ilerledi.

"Gemiye hoş geldin."

"Bu kızı nereden buldun?"

"Kız mı? Ha, gemiden bahsediyorsun." Min'in dudakları tatminkar bir şekilde kıvrıldı. "Çaldım."

Dustil salona girdiğinde hala az önce edindiği bilgiyi düşünüyordu. Salonun ortasında tek başına duran bir adam gördü. Kim olduğunu anlayabilmesi birkaç saniyesini aldı.

"Dustil."

Dustil hızla Min'e döndü ve hırıltıyla konuştu. "Seni schutta! Bu yaptığını sana ödeteceğim!" Min o yoğun kara gözlerini dikerek yerinden kımıldamadı ama sesini de çıkarmadı. Dustil tekrar babasına döndü. "O kadar zaman sonra ortaya çıkacağını tahmin etmeliydim. Bir gemide kendini havaya filan uçurup, bizi bu rezalet karşılaşmadan kurtaramaz mıydın?"

"Dustil… ne? Sen neden bahsediyorsun? Ben… senin öldüğünü sanmıştım!"

Öfke ve acı karışımı Dustil'e bıçak gibi saplandı. "Hala öyle düşünmüyor olman çok kötü. Yoksa seni gördüğüme sevineceğimi falan mı sanmıştın? Bakın, millet! Babam beni sonunda kurtarmaya gelmiş! Tabi ki annemi ve beni Telos'ta ölüme terk etti ama ne fark eder ki!"

"Hayır, sizi terk etmedim! Yedek kuvvetler çok geç geldi. Telos harabeye dönmüştü ve annen… onu kollarıma aldığımda… Ama seni aradım. Yemin ederim her yerde aradım-"

"Eksik olma. Zaten bizi uzun zaman önce terk etmiştin. Savaşlar sırasında hep yalnızdık ve arada bir gelsen bile kalmıyordun."

"Başka şansım yoktu! Bana ihtiyaçları-"

"Öyle mi? Ama sana evde de ihtiyaç vardı. Bombardıman başladığında ve beni kaçırdıklarında da sana ihtiyaç vardı. Ama biliyor musun, önemi yok. Artık yok. Artık benim yeni bir ailem var, beni önemseyen bir aile. Sana ihtiyacım yok." Babasının gözlerindeki acıyı gördü ve bundan beklediği kadar zevk almadığını görünce şaşırdı.

"Sith mi? Bunu kastediyor olamazsın! Hayır, Sith senin anneni öldürdü! Sith Telos'u bombaladı!"

"Ne olmuş? Asker olan sensin, baba. Sen kaç anne öldürdün?"

"Hayır, senin beynin yıkanmış. Benim tanıdığım oğlum asla-"

"Sen beni asla tanımadın! Beni tanımak için orada değildin, o yüzden benim neyi yapıp neyi yapamayacağımı biliyormuşsun gibi davranma!"

"Sana ne yapıldığını bilmiyorum ama benimle buradan ayrılıyorsun. Derhal." Carth, oğluna doğru bir adım attı.

Dustil öfkeden kudurmuş bir halde yumruğunu babasına doğru sallamaya başladı. "Senin tek yaptığın bu mu? Emir vermek? Bu kadar zaman sonra ortaya çıkıp, bana emir vermeyi bekleyemezsin! Senin askerin değilim ve artık oğlun olmadığımdan da adım gibi eminim! Bana dokunursan ihtiyar, seni gebertirim! Sith'e burada olduğunu söylemeden bu gezegenden defolup gitsen iyi olur!" Dustil ışın kılıcını çekti.

Ama babasının geri çekilmediğini görünce şok oldu. "Hayır. Bunu kabul etmiyorum. Senden vazgeçmeyeceğim."

"Neden? Annem ve benden uzun zaman önce vazgeçmiştin. Bizler senin için sadece şeref avından sonra aklına gelen zavallılardık! Sen Halbara, Marngar III, Ession ve Torvik'te savaşmış muhteşem Cumhuriyet kahramanıydın. Biz ise sadece ailen."

"Kes şunu, Dustil! Kes! Buna devam etmene izin veremem. Sana ne yapmışlar böyle?"

"Bana bir hayat verdiler, moruk. Güç verdiler! Sen… sen ise bana hayatında ikincil bir değer bile vermedin."

"Hayır, bu doğru değil! Sen küçükken oradaydım ama savaşa gitmem gerekiyordu! Senin için savaştım, senin özgürlüğün, senin geleceğin için!"

"Hayır. Kendin için savaştın. Şanın için. Eh, bunu Sith de yapabiliyor. Burada savaşmayı… ve öldürmeyi öğreniyoruz. Neler öğrendiğimi görmek ister misin, baba?" Dustil ışın kılıcını kaldırdı.

Jedi aralarına girdi. Gözleriyle onu olduğu yere mıhlayarak, aldırmamanın imkansız olduğu bir otoriteyle konuşmaya başladı. "Bunu yapmak istemiyorsun, Dustil. Işın kılıcını yerine koy. Şimdi."

Dustil, Min'in iki ışın kılıcının da hala belinde olduğunu görebiliyordu. Kadından öyle ölümcül bir güç yayılıyordu ki, Dustil eğer babasına karşı bir hamle yapacak olursa, kadının onu gerçekten öldürebileceğini anladı. Hem de bunu kolaylıkla yapar.

Dustil kılıcını kaldırdı.

"Seni sadece korumaya çalışıyorum, oğlum."

Ama korumana ihtiyacım varken, orada değildin! "Korumana artık ihtiyacım yok. Sith ihtiyacım olan her şeyi bana verdi."

"Bunda ciddi olamazsın. Sith… onlar kötüdür! Onlar karanlık taraftır. Beni senden ve annenden ayıran onlardı. Seni benden alan onlardı!"

"Hayır, onlar kötü değil! Değil! Karanlık taraf üstündür ve onlar beni almaya gelmeden çok önce sen savaştaydın."

"Eğer seni hayal kırıklığına uğrattıysam oğlum, bu benim başarısızlığımdır. Lütfen böylesine şeytani bir şeyin parçası haline gelmek için bunu kullanma."

"Kanıtla o zaman. Sith'in bu kadar kötü olduğunu kanıtla, o zaman belki düşünürüm. Burada bekleyeceğim. Kimseye de burada olduğundan bahsetmeyeceğim… şimdilik. Ama eğer çevrede dolaşıp benimle ilgili sorular sorduğunu veya Sith'in arasındaki pozisyonumu tehlikeye atacak herhangi bir şey yaptığını duyarsam, yemin ederim herkese neyin peşinde olduğunu söylerim. Anladın mı baba? Sen söylediklerinin doğru olduğunu kanıtla. Yoksa hiçbir yere gelmeye niyetim yok."

"Anladım, Dee. İstediğin kanıtı bulacağım. Yemin ederim." Dustil'in duraksamasına sebep olan bu son sözlerdi. Babasının bu kadar tereddütsüz söz verdiğini hiç duymamıştı.

Umursamıyormuş gibi yapmaya çalıştı ama aslında bir parçasının umursadığını bilmekten nefret ediyordu. "Her neyse."


Min, Dustil'in gemiden fişek gibi çıkışını izledi. Bastila, çocuğa kendini göstermeden tüm konuşmayı dinlediği koridordan çıktı.

"Yalan söylüyor muydu? Bizi ele verecek mi?" diye sordu Min Bastila'ya.

"Hayır. Öyle bir tehdit hissetmedim."

Hem Carth hem de Min rahatlayarak iç çektiler. Carth bacaklarının üzerinde zor durmaya başlamıştı, Min onu yakaladı ve yavaşça koltuğa oturttu. Bastila akıllılık edip hemen oradan ayrıldı.

Min, Carth'ın kendini kaybetmek üzere olduğunu görebiliyordu. Elleri titriyordu ve gözlerini sımsıkı kapatmıştı ve ilk gözyaşı aktığında, Min'in yüreği parçalandı.

Min yanına oturunca, Carth ona doğru uzandı. Yüzünü Min'in saçlarına gömdüğünde birbirlerine sarılmışlardı.

Carth'ın yeniden konuşabilmesi zaman aldı.

"Sence bir kanıt bulabilmemiz…"

Min istemese de doğruyu söylemek zorundaydı. "Bilmiyorum." Dustil'in Sith'in kötü olduğunu biliyor olması gerekirdi. Akademi'nin her yerinde ölüm ve eziyet vardı ve buna son örnek de Shaardan'ın herkesin içinde yaşanan ölümüydü. Dustil bize samanlıkta iğne aratacak.

Dustil'i oradan ayrılmaya neyin ikna edebileceğini bilmiyordu ama sonra Yuthura'nın söylediklerini anımsadı. Belki de Sith'in sadece onunla ilgili kötü planlarını bulabilirim.

Yavaşça Carth'ın yüzünü kendisine doğru çevirdi. "Nereden aramaya başlayacağımı biliyorum. Ama eğer bir şey bulamazsam, başka bir plan yapmak zorundayız çünkü onu burada bırakmak gibi bir seçeneğimiz yok. Tamam mı?"

Carth yutkundu ve başını salladı. "Min, ben…teşekkür…"

Min'in dudağına bastırılan parmakları onu susturdu. Eliyle Carth'ın saçlarını geriye taradı, alnından öptü ve tenine doğru fısıldadı. "Elimden geldiğince çabuk döneceğim."


Ertesi gün öğleden sonra Uthar başka bir toplantı duyurusu yaptı. Dustil ve Kel her zamanki masalarına oturmuş, toplantının başlamasını bekliyorlardı. Çok kısa bir süre sonra korkunç bir halde olduğu gözlenebilen Mekel de onlara katıldı. Her zaman iki dirhem bir çekirdek olmasına rağmen, şimdi üniforması buruşmuş ve kurumuş kanla kaplanmıştı. Sanki çok acı çekiyormuş gibi aksayarak yürüyordu ve gözlerinin altı kararmıştı.

"Nerelerdeydin? Rezalet görünüyorsun," dedi Dustil. Mekel dünden beri kayıptı.

"Usta Uthar'ın eski hocasının peşinden gittim. Onu öldürerek prestij kazanabileceğimi düşünüyordum." Uthar aslında eski hocası Jorak Uln'u öldürmeyi başaramamış, sadece delirtinceye kadar işkence yapmıştı. Ama Jorak kaçmayı başarmış ve mezarlıklardan birini kendine üs edinerek, içeri giren her öğrenciyi öldürmüştü. İki yıldır orada yaşıyordu.

Dustil ve Kel şok halinde birbirlerine baktılar. "Oraya gitmemeni söylemiştim! Oradan kimse sağ çıkamadı!"

"Onu öldürdün mü?" diye kocaman gözlerle sordu Kel. Jorak'ı öldürmek büyük prestij sağlardı ve tam kabulü sağlama almak demekti.

"Hayır."

"Peki nasıl kaçtın?"

Sohbetleri Uthar'ın yüksek sesiyle kesildi. "Bana ne getirdin Minuet Avery?"

En az Mekel kadar kan içinde ve halsiz görünse de, kadın uzun adımlarla küstahça Uthar'a yaklaştı ve meydan okurcasına bakarken yere bir torba fırlattı. Jorak'ın kafası torbanın içinden yuvarlanarak çıktı ve Uthar'ın parlak siyah çizmelerinin dibinde durdu. Uthar bu kafayı daha yakından inceleyebilmek için havaya yükseltti. Oldukça memnun görünüyordu. Tüm salonda fısıldaşmalar başladı.

"Galip sensin. Sınavın yarın şafakta başlayacak. Dağılabilirsiniz."

Mekel ayağa kalktı ve salondan çıktı. Dustil ve Kel yetişebilmek için hızla arkasından koştular. Odaya vardıklarında Dustil sordu. "Neler oldu?"

Mekel'in sesi garip bir şekilde uzak geliyordu, sanki hala şokta gibiydi. "Mezara dün gittim. Jorak'ı öldürecek kadar güçlü olduğumu sanıyordum ama girişte gazlı bir bubi tuzağına yakalandım. Beni yakaladı ve işkence yaptı." Mekel titredi ve bir türlü bu sarsıntıdan sıyrılamadı. "Öleceğimden artık emindim. Sonra o ve arkadaşları geldi. Aynı tuzağa yakalanmış olmalıydılar çünkü Jorak onu yanıma getirdiğinde yarı baygındı. Çevremize güçlü bir hareketsizlik alanı ördü ve bizi bir teste tabi tutacağını söyledi. Ona eğer doğru cevap verirse beni öldüreceğini, ama yanlış yanıtlarsa onu öldüreceğini ve beni serbest bırakacağını söyledi."

Mekel lavaboya giderek suyu açtı ve ellerindeki kurumuş kanları temizlemeye başladı. "Sorular kolaydı ve yanıtları da apaçık ortadaydı. Jorak'la ağız dalaşına girdi ve yanıt vermemekte diretti. Cevaplamadığı her sorunun karşılığında şoka maruz kaldı. Beş defa. Kaçık herif sözünü tuttu ve beni serbest bıraktı."

Hala titreyerek, Mekel suyu kapattı. İki eliyle lavabonun kenarlarına dayandı ve suyun kıvrılarak gidişini izledi. "Jorak'a saldırdım. Bu uyguladığı Güç'ü kırmaya yetti. Sonunda onu hangimizin öldürdüğünü bilmiyorum. Ama o zaman kadının beni de öldüreceğinden emindim. Yüzünü görmeliydiniz, bir an Jorak'ın yüzünden bile daha dehşet vericiydi ama gitmeme izin verdi."

Dustil ve Kel'e baktı. "Bana niye yardım ettiğini sorduğumda, bana kimsenin o şekilde ölmeyi hak etmediğini söyledi. Artık… artık bir Sith olmak istemiyorum Dustil. Bu gezegenden kalkan ilk gemi iki gün sonra ve onunla buradan ayrılmayı düşünüyorum."

"Biz de onunla gitmeliyiz," dedi Kel.

"Ne?"

"Dustil, bu yer… Biz buraya ait değiliz. En azından ben ait olmadığımı hissediyorum. Başlangıçta aidim sanıyordum ama şimdi… bilmiyorum. Artık çok şüphem var."

"Senin içine bir şey mi girdi?"

"Uzun zamandır böyle hissediyordum. Jolee ve Juhani belki Jedi'ların bizi himayeleri altına alabileceklerini söylediler. Belki de bizi eğitirler."

Dustil'in öfkesi kabarıyordu. "Demek bu kadarmış. Şimdiye kadar uğraştığımız her şeyi yerle bir edeceksin."

Kel normalde hep çantada keklikti ve Dustil ona dilediği her şeyi yaptırabilirdi ama ilk defa bu kadar emin görünüyordu. Şimdi mi metin olacağın tuttu? "Bunu istemiyorum Dustil. Aslında hiç istemedim." Bu aslında doğruydu. Buraya katılmak en başta Selene'nin fikriydi. Kel'i buraya getirebilmek için az dil dökmemişti. "Bir gün uyanıp Usta Uthar'ın bir kopyası olduğumu görmek istemiyorum." Sonra Mekel'e döndü. "Seninle gelmemde bir sakınca var mı?"

Mekel kafasını iki yana salladı. "Dustil, gideceğimizi kimseye söylemeyeceksin, değil mi?"

Herkes gibi o da beni terk ediyor.Usta Uthar haklıydı, hayatta güvenebileceğin tek kişi yine kendinsin. Dustil onları deli gibi ele vermek istiyordu, bu ona fazlasıyla prestij kazandırırdı ama ikisinin de ölümüne sebep olurdu. Kel gidiyor olsa da, hala onun arkadaşıydı.

"Hayır. Kimseye söylemeyeceğim." Arkasını dönüp kapıdan çıktı. Hayatında ikinci kez, kendini yapayalnız hissediyordu.


Min yorgunluktan ölüyordu; tam iki gündür uyumamıştı. Jorak'la ilgili kısa macerası bir yana, Jolee ve Juhani'yle beraber durmaksızın Dustil'in kanıtını arıyordu.

Jorak'la yüzleşmek tam anlamıyla ürkütücü bir deneyim olmuştu. Jorak'ın kendisinden değil, ama neredeyse karanlık tarafa düşme tehlikesi yaşadığından. Jorak tarafından öyle öfkelendirilmişti ki, neredeyse o zavallı çocuğu da öldürecekti. Bu gezegene adımını attığından beri karanlık tarafın davetini adım başı hissedebiliyordu ama mezarlıklar kat kat daha korkunçtu ve eğer burada daha fazla kalırsa, karanlığın galip gelmesinden korkuyordu. Jolee ve Juhani'nin yüzlerindeki ifadeden, onların da devamlı mücadele halinde olduğunu görebiliyordu.

Buradan gitmeliyiz. Bir an önce.

Min, kapısının önünde iki şeref nöbetçisinin dikildiği Usta Uthar'ın yatak odasına yaklaştı. Uthar'ın öğrencilerle ilgili tüm kişisel kayıtları yatak odasında sakladığını Yuthura'dan öğrenmişti. Daha önce içeriye gizlice girmeye çalışmışlardı ama güvenlik fazlasıyla sıkıydı. Bu durumda tek bir seçenek kalıyordu.

Kapıdaki çağrı düğmesine bastı. Kapı yana doğru kayarak açıldı ve Uthar göründü. Adamın bakışları teninin ürpermesine sebep olurken, yüzündeki tiksintiyi saklamaya gerek bile duymadı.

Uthar kenara çekildi ve Min yavaşça yatak odasına girdi. İlk gördüğü, yatakta çıplak olarak yatan Lashowe'un fazlasıyla öfkeli yüzüydü.

Iyyy…

Uthar parmaklarını şaklattı. "Dışarı."

Lashowe sinirden çıldırmıştı, odanın loş ışığında bile Min kızın yüzünün parlak bir kırmızıya döndüğünü görebiliyordu. Ama yine de itaat etti.

Uthar yavaşça Min'e yaklaştı. "Geleceğini biliyordum."

"Öyle mi?"

Adam Min'in tam önünde durdu. Min yüzündeki nefesi hissedebiliyor ve bir adım geri çekilme arzusuyla boğuşuyordu. "Tabi ki. Sana verebileceğim gücü istiyorsun."

Min doğruca adamın gözlerine baktı. "Buraya konuşmaya gelmedim."

Uthar gülümsedi.

Min de aynı karşılığı verdi ve adamın boynuna uyku stim'ini sapladı. Uthar'ın gözleri geçirdiği şokla fal taşı gibi açıldı ve öfkeyle doldu. Birkaç saniye içinde yere yığılmıştı.

Min adama büyük bir memnuniyetle baktı ve bir an boğazını kesip kesmeme konusunda kararsız kaldı. Sonra karar verirsin. Şimdi yapılacak işler var.

Adamın boynundaki anahtarı buldu ve tenine dokunmadan almayı başardı. Bilgisayar terminaline doğru yürüdü ve içine, T3'nin Ebon Hawk'tan sisteme bağlanabilmesini sağlayacak bir güvenlik spike'ı soktu. T3 güvenlik sistemini aştığı anda, verileri yüklemeye başladı.

Yirmi dakika sonra aradığını buldu ve bilgiyi Ebon Hawk'un bilgisayarına aktarmaya başladı.

Kom linkini çıkardı.

"Carth, verileri alıyor musun?"

"Evet." Carth'ın sesi umut dolu gelmişti. Min'in bir haftadır duyduğu tek güzel şeydi. "Sanırım bu işimize yarar."

"Güzel." Hatta Jolee'yi bağladı.

"Benim, Jolee."

"Jolee, Juhani'yi yanına al ve Dustil'i bul. İstediği kanıtı bulduğumuzu söyle ve onu Ebon Hawk'a götür. Mekel ve Kel'i de alsan iyi olur. Bu onları da ilgilendiriyor."

"Peki sen ne yapacaksın?" diye sordu Carth.

"Yıldız Haritasından koordinatları alacağım."

"Tek başına mı?"

"Seninle tartışacak vaktim yok, Carth. Ebon Hawk'a bir saat içinde dönmüş olurum. Kalkışa hazır olun."


Min, Naga Sadow'un mezarının anahtarı elinde, Karanlık Lortlar Vadisi'nde tek başına yürüyordu. Gecenin zifiri karanlığıydı ve tek görebildiği ışık yıldızlarınkiydi. Naga Sadow'un mezarına giden yolu bulabilmek için Güç sezilerini kullanıyordu.

Ürkütücü karanlıkta tek başına ilerlerken, Jolee veya Juhani'yi yanına almış olmayı diliyordu. Ama eğer Uthar bulunduysa, koca bir Sith Akademisi'ne karşı fazladan bir Jedi'ın zaten pek bir yararı olmayacaktı. En azından bu şekilde Ebon Hawk'ta güvendeydiler.

İşin güzel tarafı, o aptal sınavlarından kurtuldum.

Min güvenlik sisteminden geçmek için anahtarı kullandı ve sınav prosedürünü iptal etti. Mönüde iki terentatek ve bir asit nehrinin de olduğunu görünce, anahtarı çaldığına çok memnun oldu. Enerji bariyerinden sıvışarak geçtikten sonra Yıldız Haritasına doğru yürüdü ve koordinatları yükledi.

Belki yorgun olduğu için, belki de tapınağın kendi engelleri yüzünden, enerji bariyerinden tekrar geçene kadar varlıklarını hissedemedi.

Yıldızların sönük ışığı altında Uthar ve Yuthura'nın siluetlerini görebiliyordu. Min'in empatik Güç sezilerinin zayıflığına rağmen, Uthar'dan yayılan nefret dolu dalgaları hissedebiliyordu. "Nasıl bir oyun oynadığını bilmiyorum Minuet Avery, ama beni sağ bıraktığına pişman olacaksın."

Min içini çekerek bir eliyle burnunun direğini kaşıdı. "Şimdiden pişmanım."

Min ve Uthar'ın ışın kılıçları o tanıdık sesle kabzalarından çıktı. Min önce rakibinin saldırmasını bekledi ve Uthar koyu kırmızı ışın kılıcının ani bir hareketiyle hamlesini yaptı. Min bu hamleyi bir kılıcıyla engellerken diğeriyle midesine saldırdı. Ama kıl payı kaçırmıştı. Uthar birkaç adım geriye kaçtı.

Uthar bir elini, avucu dışa bakar şekilde kaldırdı ve yavaşça yumruk yapmaya başladı. Min nefes borusunu sıkan korkunç baskıyı hissedebiliyordu. Havayı içine çekebilmek için deli gibi çırpınmaya başladı. Görüşünü bulanıklaştıran siyah noktalara rağmen odaklanmaya çalıştı ve zihniyle Uthar'ı itti. Uthar birkaç metre geriye uçup, yara almadan yere düştü.

Hava hızla ciğerlerini doldurdu. Öfkesine yenik düşmemeye çalıştı ama başarısız oldu. Çılgın bir öfkeyle, Min saldırıya geçti. Işın kılıçları havada buluştu, bu sefer savunmada kalan Uthar'dı. Yine Min'i boğmaya çalıştı ama Min bu sefer hazırlıklıydı. Çevresinde Güç'ü bir kalkan gibi sararak Uthar'ın saldırısından korundu.

Geber solucan.

Min elektrik Güç'ünü çağırdı. Uthar'ın vücudu şimdi şiddetle sarsılıyordu. Yaralanmış bir hayvan gibi çığlık atarken ışın kılıcını yere düşürdü. Min adamı tekrar itti. Uthar havada birkaç metre uçtuktan sonra çıkıntılı bir kayaya çarptı. Min ona doğru ilerledi.

Uthar kayanın dibinde yatıyordu. Bacağı doğal olmayan bir açıyla bükülmüştü. Min kan içindeki derinin altından iten kemiği görebiliyordu. Kaya, Uthar'ın yan tarafını tamamen delmişti ve üniforması hızla kana bulanıyordu. Yer kan gölüne dönmüştü. Uthar'ın başında sessizce durdu.

Uthar'ın yüzünde inanamazlık belirdi, ardından dehşet. Bu gece öleceğini biliyordu, bunu adamın gözlerinde görebiliyordu. Ve Min bundan zevk aldı. Damarlarında çağlayan Güç'ü hissedebiliyordu. Şimdi karanlık onu çağırıyordu. Tek yapması gereken uzanıp onu tutmaktı.

"Öldür onu." Yuthura gölgeler arasından çıkarken yavaşça söylemişti. "Haklı yerini al."

Min tereddüt etti. Uthar hafif inleme sesleri çıkarırken, sürünerek kaçmaya çalıştı. Yuthura ayağını başına koyarak onu durdurdu.

"Birlikte çalışabiliriz, sen ve ben. Birlikte neler yapabileceğimizi düşün. Bunu senin gözlerinde gördüm, Minuet. Ne demek olduğunu biliyorsun. Jedi Konseyi'nin gerçekte ne olduğunu biliyorsun. Öldür onu ve bunların," eliyle Vadi'yi ve Akademi'yi gösterdi, "hepsi bizim olsun."

Min büyük bir gayretle karanlığı itti. Bu o kadar can yakıcıydı ki, kuvvetiyle titredi. "İstemiyorum."

"Bu çok kötü." Yuthura'nın elinde koyu bir kılıç belirdi ve eğilerek Uthar'ın boğazını kesti. Min, zehirli kılıçtan yayılan karanlık gücü hissedebiliyordu. Ajunta Pall'un kılıcı.

Min hareketsizlik alanını Yuthura'nın çevresine bir saniye farkla geç örmüştü. Twi'lek karşı koymaya çalıştı ve iradeleri çarpıştı, ama Yuthura etkisizleştirilmişti. Sessiz savaş sona erdiğinde, Uthar ölmüştü.

Yuthura ölümcül bir hata yaptığını fark etmişti. "Sen… benim için çok güçlüsün. Tersini düşündüğüm için aptal olmalıyım. Hayatım senin merhametine kalmış. Nefretini topla ve bana saldır."

Min'in sesi şimdi daha kuvvetliydi. Işın kılıçlarını kabzalarına çekti ve beline yerleştirdi. "Hayır. Seni öldürmeyeceğim. En azından bugün değil."

"Neden?"

"Merhametime kalmış kimseyi öldürmem. Ayrıca haklıydın Yuthura. Gerçekten anlıyorum. Başka şartlar altında, senin yerinde ben olurdum."

"Öylece gitmeme izin mi vereceksin?"

"Seni aydınlığa ve Jedi'lara geri dönmeye ikna edemem değil mi?"

"O yaşlı aptallara mı? Jedi'ların tek yaptığı çevrelerindekiler acı çekerken, fildişi kulelerinde oturup pek onurlu ideallerinden bahsetmek. Onlara asla geri dönmem."

"Jedi'lar yaşlı aptallar olabilirler ama Sith'den çok daha iyiler. Tüm bu cinayetler ve güç savaşları sadece zaman, hayat ve enerji kaybı. Jedi'lar doğrudan köle tacirliğini engelleyemese de, Shaardan gibileri de aralarına asla almazlar. Bana göre Sith'dense, Jedi'ı köle tacirliğini engellemeye ikna etme ihtimalin daha fazla. Ne yazık ki, bunu seninle tartışacak zamanım yok."

Min, Yuthura'nın elindeki kılıcı kendi eline çağırdı. Yuthura sanki kolu koparılmış gibi çığlık attı. Karanlık enerji Min'in koluna hızla yayılmaya başladı. Zihniyle bu gücü geri püskürttü.

"Keşke seninle daha farklı şartlar altında tanışsaydık. Ve sonradan çekeceğin baş ağrısı için üzgünüm." Min kılıcın kabzasıyla Yuthura'nın başının arkasına vurdu. Güç etkisiyle hala hareketsiz olan Yuthura şuurunu kaybederek yere yığıldı. Baygın haldeyken yırtıcı hayvanlar tarafından saldırıya uğramasını istemediği için Yuthura'yı tapınağa taşıdı. Uthar'ın cesedini ise olduğu yerde bıraktı.


"Gecenin bir yarısında bizi yataklarımızdan kaldırmanız biraz dramatik değil mi? İyi bir sebebiniz vardır umarım."

Dustil, Kel ve Mekel Ebon Hawk'un bilgisayar odasında duruyorlardı. Jolee ve Mission sessizce köşedeki koltuklara yerleştiler. Kel ve Mekel'in kafası, buraya niye kendilerinin de getirildiği konusunda oldukça karışmıştı ama sırtlarında asılı yün çantalarıyla, bir yolculuğa hazırmış gibi görünüyorlardı. Acaba Jolee onları da buraya getirebilmek için ne söyledi?

Carth başıyla bilgisayar ekranlarından birini işaret etti. "Bakmanı istediğim bazı veriler var. Selene adında birini tanıyor musun?"

"Selene mi? Beni Akademi'ye onunla birlikte katılmaya ikna eden oydu." Dustil gelişigüzel bir şekilde ekrana göz attı. Şifresi kırılmış bir Sith dosyası olduğunu fark etti. "Niye? Bunu nereden buldun?"

"Bir okusana. Usta Uthar'ın dosyalarından geldi bu bilgiler."

Carth oğlunun dosyayı inceleyişini izledi. "Evet bu onun, ama… bana demişti ki… bana onun vadideki bir görevde kaybolduğunu söylemişti. Ama burada yazdığına göre…"

"Onu öldürmüşler çünkü senin ilerleyişine engel oluyormuş. Sırada Kel varmış. Uthar'ın planı onun yerine Mekel'i koymakmış."

Dustil Mekel'e döndü. "Biliyor muydun?"

"Hayır! Ben sadece Uthar'ın benden senin grubuna girmemi istediğini biliyorum. Senin için planları olduğunu ve bir yerlere gideceğini söylemişti. Ama yemin ederim, Selene ve Kel'den haberim yoktu."

"Doğru söylüyor. Hepsi burada. Hepinizin dosyası var. Her ne pahasına olursa olsun üstünlük, Dustil. İşte sana kötülük. Yoksa bununla yaşayabilir misin?"

"Hayır. Hayır, yaşayamam. Hiçbir fikrim yoktu… bana yalan söylediler."

Carth sesinin titremesine engel olmaya çalışıyordu. "İşte hatırladığım oğlum böyle biriydi. Şimdi buradan ayrılacak mısın?"

"Ben… evet."

Dustil'in önündeki bilgisayar terminali biplemeye ve ekrandaki veri yanıp sönmeye başladı.

Carth ve Jolee, Dustil'in omuzları üzerinden eğilip, konsola baktılar.

Dustil sanki bir şey bozmuş olmaktan korkuyormuşçasına ellerini kaldırdı. "Ben yapmadım."

Carth ekrana baktı. "Bu da n-? Veri gönderimi. Bunlar… koordinatlara benziyor." Neden Min bunları kom link üzerinden göndersin ki? Tabi eğer…

Jolee önce davrandı. "Başı dertte."

Veri boşanması, Carth'ın kom linki eline almasıyla sona erdi.

"Min?"

"Verileri gönderdim. Alarmı çalmak üzereler. Derhal ayrılın!"

"Neredesin?"

"Önemli değil. Gemiye baskın düzenlemeden gitmeniz gerekiyor."

Carth, Min'le tartışmanın bir yere varmayacağını fark etti ve Mission'a döndü. "Yerini belirle." Mission terminallerden birinin başına geçti ve derhal çalışmaya başladı. "Seni geride bırakmayacağız, Min."

"Kahretsin, Onasi! Sana derhal ayrılmanı emrediyorum!" Tam o sırada hat kesildi.

Mission haritayı gösterdi. "Tam burada."

"Orası vadi, Akademi girişinin yakınlarında."

Carth, Jolee'ye döndü. "Herkesi hazırla. Eğer baskın olduğunu fark edersen hemen ayrıl."

Dustil babasının peşinden salona gitti ve silahlarını hazırlamasını seyretti. "Onun peşinden gideceksin, değil mi?"

"Evet."

"Onunla senin aranda koca bir Akademi var. Öleceksin."

"İnsanları asla geride bırakmam, Dee."

"Oraya giden başka bir yol biliyorum. Seni oradan götürebilirim."

Carth oğluna baktı ve başını salladı.

"Ben de geliyorum." diye atıldı Mekel.

"Sağ ol, Dustil."

"Henüz bana teşekkür etme."


Dustil hızla koşarak, karanlık patikalarda diğerlerine rehberlik ediyordu. Sezilerini, yolunu bulmak için kullanarak daha da hızlı koşabilirdi ama babası ve koca Mandaloryalı'nın ona yetişemeyeceğini biliyordu. Kel ve Selene ile birlikte bu patikayı, sokağa çıkma yasağı olduğunda Dresdae'ye sızmak için kullanırlardı. Arkasında babasının tökezleyip küfrettiğini duydu. Gittikleri taraftan ise savaş sesleri geliyordu.

"Neredeyse geldik."

Dustil köşeyi döndüğü anda, Min'in üç Karanlık Jedi'ı elektrik Güç'üyle vurduğunu gördü. Aşağıda kalan vadiye doğru baktı. Durdukları yerden vadi tabanına kadar yaklaşık on metre vardı. Min bir kaya çıkıntısının arkasında sıkışıp kalmıştı. Sezilerini kullandığında, Min'in artık tamamen tükenmiş olduğunu hissedebiliyordu. Bitkinlikten nefes nefese kaldığını görebiliyordu, bir kolu tamamen hissiz gibi duruyor, diğer elinde ise garip bir kılıç tutuyordu. Min ve başlarını Lashowe'un çektiği, Akademi'ye giriş kapısının önünde bekleyen öğrenciler arasında en az yedi ceset vardı. Bazılarının elinde blaster vardı ama çoğu ışın kılıcı taşıyordu. Öğrenciler oldukları yerde dönüp duruyor, ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı. Jedi şanslıydı, henüz ortada Sith Ustalardan biri yoktu. Görünüşe göre Lashowe bunu biraz prestij için kullanmak niyetindeydi.

"Hadi ortaya çık, Jedi fahişesi! Yemin ederim ölümün çok hızlı olacak." Dustil, babası ve Mandaloryalı'nın karşılıklı olarak elleriyle işaretleştiklerini ve yer değiştirdiklerini gördü.

Babası hızla siper alırken fısıltıyla konuştu. "Seni koruyacağız oğlum."

Minuet, Lashowe'u aptalca bir şey yapması için kışkırtmaya çalıştı. "Neden gelip beni haklamıyorsun? Yoksa kendi elini kana bulamaktan çok mu korkuyorsun? Ustanız Uthar'a ne yaptığımı biliyorsun. Sence sana neler yaparım, küçük kız?"

Dustil el bombaları atıldığını hissetti. Güç'ü kullanarak yollarını değiştirdi ama vadide şok dalgaları fazlasıyla güçlüydü ve Jedi kadın bu etkiyle uçarak, vadinin kayalık alanına çarptı.

Babası ve Mandaloryalı siperlerinden ateş etmeye başladılar. Dustil ve Mekel düşüşlerini yavaşlatmak için Güç'ü kullanarak kendilerini aşağıya attılar.

Dustil, Mekel'e seslendi. "Kap onu!" Bu arada gelen blaster ateşini yansıtmak için ışın kılıcını kullanıyordu.

Mekel hızla kayanın arkasına atladı ve Jedi'ı omzuna atıp koşmaya başladı. Dustil Güç'ü kullanarak girebileceği kadar çok beyni etkilemeye çalıştı. Güç, düşünceleri zorlamaya başladı. Korkun.

Birkaç öğrenci arkalarını dönüp, girişe doğru panik içinde kaçarken, yollarına çıkan herkesi de doğramaya başlamıştı. Bunu takip eden inanılmaz karmaşayı fırsat bilerek, Mekel ve Dustil kayalığı tırmanmak için yine Güç'ten yardım aldılar. Geriye kalan öğrenciler toparlanıp, neler olup bittiğini anlayıncaya kadar, çoktan patikaya çekilmişlerdi bile.


Neyse ki geri döndüklerinde Ebon Hawk hala yerinde duruyordu. Hepsi bindiği anda, Mission ve Bastila gemiyi derhal yörüngeye çıkardı.

Mekel, Jolee'nin direktiflerini takip ederek Min'i doğruca kliniğe götürdüğünde, Min yavaş yavaş kendine geliyordu. Carth geri çekildi ve Jolee'nin duruma el koymasıyla, izlemekle yetindi.

Min korkunç görünüyordu. Vücudu kan, çürük ve blaster yanıklarıyla dolmuştu. Boynunda çok kötü görünen daire şeklinde morluklar vardı ve bir kolu cansız bir şekilde yanında uzanıyordu. Ama Min bir şekilde yerinde doğrulmayı becerdi. Jolee onu tekrar yatırmaya çalıştığında, Min Güç'ü kullanarak onu geriye fırlattı. Bir terslik var.

İşte o zaman Min'in elindeki garip görünüşlü çelik kılıcı fark etti.

Min masadan kayarak ayağa kalktı ve elinde kılıçla, Carth'a doğru ilerledi. Carth onun gözlerine baktığında, orada daha önce hiç görmediği bir şeyle karşılaştı.

Cinayet.

(Devam edecek…)


Ç/N: Aşağıdaki "submit review"a tıklayıp görüşlerinizi bildirebilirsiniz. Okuyan herkese teşekkürler.

Decypher: Görüşlerini bildirdiğin için çok teşekkürler :)