Feragatname: Star Wars ve Star Wars: Knights of the Old Republic, Lucas Arts'a aittir, bana değil. Benim tek yaptığım bu nefis oyuncaklarla oynamak, o yüzden lütfen beni dava etmeyin.
Küllerden
Yazar: Prisoner 24601
Bölüm Altı: Kısa Bir Varyant
Min yavaşça Carth'a doğru ilerlerken, hareketlerine hükmeden buz gibi bir çılgınlıktı. Karanlık kılıcı sımsıkı tutarken, kolu sarhoşluk verici bir güç ve acı karışımıyla zonkluyordu. Min etkilenmişti. Carth yerinden kımıldamamıştı, hem de o an Min'den korktuğu halde.
Min fısıltıya yakın bir sesle konuştu. "Sana ayrılmanı emretmiştim."
"İnsanları geride bırakmadığımı biliyorsun."
Min başını meraklı bir şekilde hafifçe yukarı kaldırdı. "Emirlerime karşı gelen insanlara ne yaparım biliyor musun?"
Min çelik kılıcı havaya kaldırdığı anda gelen imgelem onu kıskıvrak yakaladı.
Karanlık Jedi, Önleyici sınıfından yeni Sith gemisi Leviathan'ın köprüsünde uzun adımlarla yürürken, botlarının çıkardığı ses metal güvertede yankılanıyordu. As memur ve askerler pelerinli figürün geldiğini görmüş ve telaşla yolundan çekilmişlerdi. Her ne kadar Güç'e karşı kör olsalar da, Maskeli Olanın soğuk hiddetini kuvvetli bir şekilde hissedebiliyorlardı.
Malak geniş pencerelerden birinin önünde durmuş, Sith filosunun birbirine yanaşmasını izliyordu. Revan'ın kendi amiral gemisi olan Gece Rüzgarı, diğer gemilerden ayrı duruyordu. Pırıl pırıl ve ölümcül görüntüsüyle, efendisinin dönmesini bekliyordu.
Malak Ustasına döndü. "Ah, işte buradasın. Sana rapor etmekten mutluluk duyarım ki-"
Adımlarını bozmadan, Revan eldivenle örtülü parmak uçlarından Güç'ü serbest bıraktı ve yıldırım enerjisiyle çarptı. Malak çığlık attı. Kan dolaşımını durdurup, çevresine hareketsizlik alanını sardıktan sonra dizleri üzerine çökmeye zorladı, böylece yanına vardığında Malak tamamen çaresiz olacaktı. Malak, Revan'ın gücünü iradesiyle yenmeye çalıştı ama uğraşı boşunaydı. Her ne kadar Malak daha iyi bir kılıç ustası olsa da, Revan her zaman daha güçlü olandı.
"Emirlerime karşı geldin, Mal." Revan neredeyse fısıltıyla konuşmuştu ama sesi Güç sayesinde tüm köprüde yankılandı. Mürettebat tamamen sessizdi, iki Karanlık Jedi'ın bu güç mübadelesi karşısında oldukları yere mıhlanmışlardı. Hiçbiri ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Müdahale etmenin sonucunu biliyorlardı.
Köprüde Revan'dan korkmayan tek kişi Malak idi. En azından henüz korkmayan.
Beladan başını kurtarmak için, her zaman yaptığı gibi konuşma yolunu seçti. "Karath'ı işe almamı emrettin. Yaptım. Yörüngesel tersaneleri ele geçirmemi emrettin. Yaptım."
"Evet. Ama özellikle filonun yanında kalmanı da istedim. Sen gittin ve Telos'u bombaladın."
"Saul'un test edilmesi gerekiyordu."
"Ki bu da yüzlerce farklı şekilde yapılabilirdi. Değersiz, hiçbir stratejik özelliği olmayan bir gezegen için kaynaklarımın harcanmasını içermeyen yollar. Sol kanadımı Cumhuriyet'in saldırısına açık bırakmayan yollar."
"Ama onları yine de yendin."
"Evet. Sen dalganı geçerken, biz burada filonun yarısını kaybedebilirdik. Bu kabul edilemez bir hata."
Malak sonunda başının gerçekten belada olduğunu anlayarak, terlemeye başladı.
"Ama asıl kabul edilemez olanın ne olduğunu biliyor musun? Emirlerime karşı gelmiş olduğun halde, yine de kaybetmen. Silahsız bir gezegeni bombaladın ama yine de Cumhuriyet tarafından geri püskürtülmeyi başardın. Donanmanın üçte birini kaybettin ama yine de kalanı korumaya çalışmadın. İlk gördüğün direnişte korkak bir Gizka gibi kaçtın ve döndüğünde bana işe yarayacak hiçbir şey getirmedin."
Malak'ı, ilk defa tomurcuklanan bir korku kıskıvrak ele geçirirken, Revan bunu sarhoş edici bir rahatlıkla yapıyordu. "Arkadaşlığımıza çok fazla güveniyorsun. Daha fazla konuşma yok. Daha fazla özür yok. Emirlerime son kez karşı geldin."
Revan işaret parmağıyla Malak'ın yanağına dokundu ve yavaşça çene kemiğini okşamaya başladı. Milim milim, Revan'ın dokunduğu kemikler kütürdemeye ve parçalanmaya başlamıştı. Malak çığlık atmak istedi ama kan, diş ve kemik karışımı, sesinin çıkmasını engelliyordu. Revan köprüdeki bazı mürettebatın öğürtü ve kusma seslerini duyabiliyordu.
İşi bittiğinde, Revan hareketsizlik Güç'ü uyguladığı Malak'ı serbest bıraktı ve Malak metal güverteye yüzüstü düştü. Tüm vücudu şokla titriyordu ama hala hayattaydı. Revan, Malak'ın yanına çömeldi.
"Eğer kapıya kadar gidebilirsen, yaşamana izin vereceğim."
Malak sürünmeye başladı…
Neler oluyor?
Min'in gözlerindeki anlam bir anda kaybolduğunda, Carth kendini Min'in saldırısından korumaya çalışırken, bir yandan da elindeki kılıcı ona zarar vermeden nasıl alabileceğini düşünüyordu. Gemi güçlüce sarsıldı ve Carth başının arkasını çarparak, hızla duvara doğru fırladı. Bir iki metre uzaklıktaki Min, dizlerinin üzerine düşerken, karanlık kılıcı sımsıkı tutuyordu.
Jolee ellerini önünde uzatarak, Min'in yanında diz çöktü. Yüzü geçirdiği şokla gergin olsa da, sesi normal çıkıyordu. "Kılıcı bırak, çocuğum."
Min dişlerini sıktı ve gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başladı. "Canım acıyor."
"Biliyorum. Bırak gitsin."
Saniyeler akıp geçiyordu. Sonunda Min kılıcı bıraktı. Kılıç yere gürültülü bir tangırtıyla düştü. Carth Min'in yanına gitmeye çalıştı.
Jolee elini kaldırarak ona engel oldu. Yaşlı Jedi ayağıyla kılıcı Carth'a doğru itti ve metal metale sürtünerek gıcırdadı. Jolee yakındaki dolaptan bir havlu kaptı ve çabucak kılıcın üzerine attı.
"Onu sar ve hava kabininden dışarı at. Kimsenin dokunmasına izin verme."
Gitmeye hiç gönlü olmasa da, Carth Jolee'nin istediğini yaptı. Koridora girdiği anda kusmuk kokusu duyularını sardı ve oğlunun duvarın yanına bitkin bir halde yığılmış olduğunu gördü. Mekel hala öğürüyordu. Yüzü bembeyaz olduğu halde dengeli görünen Bastila, Carth'ın yanından hızla geçerek kliniğe girdi ve arkasından kapıyı kapattı.
Carth tekrar oğluna baktı. "Sen iyi misin, Dee?"
Dustil sessizce başını sallarken, Carth'ın göremediği bir şeyden büyülenmişçesine elindeki kılıca baktı. Bu şeyi hemen atsam iyi olacak.
Salonda Juhani, Kel'i düştüğü yerden kaldırıp, tekrar koltuğa oturtmaya çalışıyordu. An itibariyle tımarhaneye benzeyen salonun ortasında duran Canderous, en az Carth kadar şaşkın görünüyordu. Mandaloryalı, Carth'ı takip etti.
"Neler oldu burada böyle?" diye sordu Carth, bir yandan da kılıcı uzaya fırlatıp kabini kilitlerken.
"Bilmiyorum. Bir anda herkesin suratı anlamsızlaştığında salonda duruyordum. Sonra gemi sallandı ve çocuklardan biri botlarıma kusmaya başladı." Canderous kaşlarını çatarak, berbat haldeki botlarına baktı. "Neden kılıcı hava kabininden attın?"
"Emin değilim. Hadi gidip öğrenelim."
Bastila ve Jolee klinikten çıktıklarında, herkesin kendilerini salonda bekliyor olduğunu gördüler. Bir süre boğucu bir sessizlik oluştu.
"Durumu nasıl?"
Bastila'nın, Carth'ın şu an gerçekten endişeli olduğunu anlaması için empati yeteneklerine ihtiyacı yoktu. Yüzü gergindi ve kollarını önünde birleştirmişti. Onu klinikten zorla çıkarabilmişlerdi. "Çok ağır yaralanmış ama düzelecek."
"Peki anlat bakalım Prenses, neydi bütün bu olanlar?" dedi Canderous.
Bastila şakaklarını ovuşturdu; başına sanki biri baltayla vurmuş gibi hissediyordu. Dişlerini sıktı ve kendini kontrol etmeye çalıştı. Kendisine böyle seslenilmesinden nefret ediyordu, ki bu da Canderous'un her fırsatta böyle demesi için yeterli bir sebepti. "Min ve ben bir imgelem paylaştık."
"Evet, bunu biliyoruz küçük hanım. Ne de olsa gemideki bütün Güç'e duyarlılara yayın yaptınız" dedi Jolee.
Bastila gerçekten şoka girmişti ve bir onay beklercesine odadakilere baktı. "Bu doğru mu?"
Dustil ve Mekel aptal gibi kafa sallarken, Kel hala boş gözlerle duvara bakıyordu.
"Evet bu… hiç hoş değildi" diye yanıtladı Juhani.
Bastila soğukkanlılığını koruyabilmek için kendini zorladı. Bunun anlamı Bastila'yı dehşete düşürmüştü. Daha verecek bir cevap bulamadan Jolee konuşmaya başladı.
"İnanıyorum ki kılıç, Min'in zaten sahip olduğu tahmin edilebilir güçlerinin daha da artmasına sebep oldu. Ne zaman ki bu," doğrudan Bastila'nın gözlerine baktı, "imgelemi görmeye başladı, aranızdaki bağ sayesinde aynı görüntüler sana da ulaştı fakat senin zihnin bunun gücüne henüz hazır değildi."
Bastila karşısındaki yaşlı Jedi'a bakarken, paniklemeye başlamıştı. Yüzünü dikkatlice anlamsız tutmaya çalıştı. Jolee biliyor!
"Yani güç dalgaları gibi aranızda paylaştırılmış oldu, öyle mi?" diye sordu Carth.
Jolee yanıtladı. "Öyle de denebilir."
"Ama neden Malak'ın çenesini nasıl kaybettiğiyle ilgili bir imgelem görsün ki?" diye sordu Carth ve Bastila, birisinin ona imgelemi anlattığını anladı.
Bastila, Carth'ın bu konunun peşini, onu tatmin edecek bir cevap almadan bırakmayacağını biliyordu. Adam gerçekten çıldırtacak kadar inatçı olabiliyordu. "Emin değilim. Jolee bana kılıcın Ajunta Pall'a ait olduğunu söyledi. Eğer bu doğruysa, kılıç çok karanlık bir gücün kalıntısıydı. Bu yüzden olabilir."
"Çok şanslısın, oğlum. O kılıç bir Jedi için zehir gibidir. Seni orada rahatlıkla öldürebilirdi. Aslında elinden bırakmasına oldukça şaşırdım."
Carth bu bilgiyle idare etti ama Bastila hala verilmiş cevaplardan tatmin olmadığını biliyordu. Fakat artık duruma el koyan Jolee olduğu için Carth fazla üsteleyemedi.
"Eh, bu yaşlı adam bir gece için gereğinden fazla heyecan yaşadı." Bastila'nın omuzları, Jolee'nin delikanlıları toparlayarak, liman tarafındaki yatakhanelere götürdüğünü görünce rahatlayarak düştü. Belli ki yaşlı adamın, sırlarını bu gece açığa çıkarmaya hiç niyeti yoktu.
Ne kadar süre sessiz kalacak?
"Pazaak tahtamı bana geri ver, seni küçük serseri!" diye bağırdı Mission. Kafa kuyrukları sanki Dustil'in suratının tam ortasına bir yumruk atacakmış gibi sallanıyordu.
Birbirlerine kafa tuttukları yer, liman tarafındaki yatakhaneydi. Mission'ın Dustil'den neredeyse otuz santim kısa olması, hiç de gözünü korkutmuşa benzemiyordu. Başını kaldırarak, gözlerini Dustil'e dikti ve dişlerini gıcırdattı. Kel ve Mekel yataklarına iyice yayılarak, gösteriyi izlemeye başladılar.
Dustil adice bir tatminle zevkten dört köşe olmuştu. Pazaak tahtası arka cebinde duruyordu. "Neden bahsettiğini bilmiyorum."
"Koca Z tahtayı masadan aldığını gördüğünü söyledi. Sende olduğunu biliyorum. Geri ver onu."
"Yalan söylüyor."
Mission karşısında sanki bir deli varmış gibi baktı. "Sen benim Wookiee arkadaşıma yalancı mı diyorsun?"
"Evet."
"Pek akıllı değilsin, öyle değil mi?" dedi Mission. Yüzlerindeki ifadeden Kel ve Mekel'in de aynı düşünceyi paylaştığı söylenebilirdi. Bu durum Dustil'i sadece daha da kışkırtmaya yaradı.
"Senden çok daha aklıyım, seni küçük cahil kantin faresi!"
Mission'un yanakları kıpkırmızı kesildi. "Carth kadar iyi birinin senin gibi şımarık, ana kuzusu bir oğlu olduğuna inanamıyorum!"
Dustil'i kıskançlık sarmıştı. "Babamla ilgili hiçbir şey bilmiyorsun!"
"Öyle mi?"
"Öyle!"
Bahsi geçen kişi kapıda belirdi. "Ne oluyor burada?" Babanın sesindeki otorite herkesi susturmuştu. Kimse cevap vermezken, Kel ve Mekel görünmez olma çabasıyla geri çekildiler.
Carth bakışlarıyla oğlunu olduğu yere mıhladı. "Evet?"
Dustil asi bakışlarla karşılık verdi. "Yok bir şey."
Babası Mission'a döndü ve yüzü aniden yumuşayınca, Dustil yine diş bilemeye başladı.
"Mission?"
Mission önce Dustil'e, sonra Carth'a baktı. Her ne kadar yüzü hala öfkeden kıpkırmızı olsa da mırıldandı. "Yok bir şey."
Dustil'e pis bir bakış daha attıktan sonra odadan çıkmaya çalıştı. Carth onu omuzlarından yakaladı ve kendine çevirdi. İnanmadığı belliydi. "Emin misin?"
Twi'lek halsiz görünüyordu. İçini çekip başını salladı. "Evet, eminim. Bir şey yok." Babası istemeyerek de olsa, gitmesine izin verdi.
Babamı koruyor! Dustil, Mission'dan daha da nefret etti.
"Senin derdin ne Dustil? Korriban'dan ayrıldığımızdan beri Mission'a çok çirkin davranıyorsun!"
"Niye benim ona bir şey yaptığımı düşünüyorsun ki? Belki o bana bir şey yaptı?"
Babası Dustil'e gözlerini diktiğinde bakışlarındaki hayal kırıklığı, Dustil'i çok incitti. "Eğer benimle bir sorunun varsa benden çıkar. Onu bunun dışında tut."
Ama Dustil onu hiçbir şeyin dışında tutamıyordu. Onları birkaç gün önce Pazaak oynarken gördüğünden beri kızgındı; ikisinin yakınlığı apaçık ortadaydı. Ve bir de babasının Mission'a uçuş dersleri verdiğini öğrendiğinde deliye dönmüştü. Kendisi bile babasından bir kere ders almamıştı.
"Madem onu o kadar seviyorsun, neden gidip onunla zaman geçirmiyorsun?"
"Dustil. Seninle zaman geçirmeye çalıştım. Ama ne zaman sana yaklaşsam, beni ittin. Senin yerine Mission'u koymaya çalışmıyorum." Babası derin bir nefes aldı ve Dustil artık babasının sinirlenmeye başladığı düşündü. "Sen benim oğlumsun ve seni seviyorum. Ama şu anda tam bir baş belası gibi davranıyorsun."
Dustil kaskatı bir sessizlikle gözlerini dikti.
"Senin yerinde olsam özür dilerdim. İnan bana, yanında bir Wookiee ile gezen bir kızı kızdırmak pek iyi değildir."
Babası, söylediklerini hazmetmesi için onu yalnız bıraktı.
Carth sancak tarafındaki yatakhanenin çağrı düğmesine bastı ve sabırsızlıkla Min'in cevap vermesini bekledi. Henüz bu odayı hiç görmemişti ve neye benzediğini çok merak ediyordu. Taris'ten hemen sonra, Bastila kadınların ve erkeklerin ayrı yatmasını buyurmuştu. Kimse umursamadığı için, hepsi buna itaat etmişti. Ama şimdi gemide üç tane ergenlik çağında delikanlı olduğu için, Carth bu ayırma işine müteşekkirdi.
Carth Min'in içeride yalnız olduğunu biliyordu ve uyumadığını da. On dakika kadar önce casusluk yapması için Mission'u göndermişti. Dün gece uyandığından beri Min'i görmemişti. Min'in kendinden kaçtığını biliyordu ve nedenine dair iyi bir fikri vardı. En azından bu sefer benim suçum değil.
Tekrar zile bastı, bu sefer çok daha uzun süre. Tam artık kapıyı açacaktı ki, cevap geldi.
Pes etmiş gibi bir sesle bağırdı Min. "İçeri girebilirsin, Carth."
Carth sıçradı. Hala bunu yapması garip geliyordu. Jedi güçleri. Doğru ya.
Liman ve sancak tarafındaki yatakhaneler yapı olarak birbirinin kopyası olsa da, bu kadar farklı olamazlardı. Carth odadaki dişilikle silahların garip birlikteliğine baktı. Tabi ki daha fazla boş alan vardı, sonuçta buradaki dört kadına karşılık, diğer tarafta yedi erkek kalıyorlardı. Ayrıca burası kesinlikle çok daha güzel kokuyordu.
Her kadının nerede yattığı fazlasıyla belliydi. Juhani ve Bastila odanın bir bölümünü paylaşıyorlardı. İki yatak da temiz ve düzenliydi, yataklar toplanmış, raflar yerleştirilmişti. Juhani'nin yatağının üzerindeki rafta ağırlıklı olarak silahlar vardı: egzotik bıçaklar, eğitim kılıçları ve ışın kılıcı. Ayrıca seramik bir kutunun içinde bir avuç, çok güzel görünüşlü koyu mavi meditasyon kristalleri duruyordu. Kahverengi battaniye, sıkıca yatağın kenarlarına sıkıştırılmıştı. Yüzbaşı olarak yaptığı teftişlerde çok daha az tertipli yataklarla karşılaşmıştı ve yatağa bir bozuk para atsa zıplayıp zıplamayacağını merak etti. Eminim zıplardı.
Bastila'nın da yatağı aynı şekilde düzgündü ve rafında ışın kılıcı ve bazı kozmetikler dışında hiçbir şey yoktu. Eğer kişisel eşyaları vardıysa bile, yatağının altındaki çekmecelere saklanmıştı.
Odanın diğer tarafında Mission'un bölümü tam bir renk cümbüşüydü. Yatağının bulunduğu yerde elbiseler yığılmıştı ve çekmecelerinin ağzı yarı açık duruyordu. Yağmalanmış gibi görünüyorlardı.
Mission'un yatağı de pek iyi sayılmazdı. Kırk yama yorganı ayak ucuna doğru itilmişti ve üzerinde bir Pazaak tahtası duruyordu. Üstteki rafta duran eşyalar oraya yerleştirilmemiş, olsa olsa tıkılmıştı; güvenlik spike'ları, bir gizlilik alanı jeneratörü, uçak kullanım kılavuzları, kristaller ve bir blaster. Ayrıca Mission'un ağabeyinden çocuğa kalan tek şey olduğunu Carth'ın çok iyi bildiği bir holocron vardı. Mission bunu bir gece pazaak oynarken Carth'a göstermişti. Carth kendi kendine, bu hödük ağabeyi bir gün bulursa, iyi bir adap dersi vereceğine söz vermişti. Yumruklarıyla. Süslü mor zırhı duvardaki bir kancaya asılmıştı.
Min şık yastıklardan destek alarak yatağında doğrulmuştu. Bacakları yatağın üzerine gelişigüzel serilmiş açık mavi battaniyenin üzerinde gerilmişti. Min'in rafı datapad'lerle doluydu. Ayrıca kavanozlar, bir tarak, mücevher kutusu ve bir mum vardı. Kahverengi deri çantası duvara yaslı duruyordu; ışın kılıçlarının durduğu kemeri üzerinden sarkıyordu.
Okumakta olduğu datapad'i bir tarafa attı ama Carth'ın yüzüne bakmaktan kaçınıyordu.
Carth gidip, yatağında Min'in yanına oturdu ve ona döndü. "Daha benden ne kadar zaman saklanmayı düşünüyordun?"
"Bilmem. Belki seni öldürmeye çalıştığım için özür dilemenin kulağa aptalca gelmeyecek bir şeklini bulana kadar."
"Özür dilemeni gerektirecek bir şey yok."
Min o zaman Carth'a baktı. "Anlamıyorsun. Çok öfkeliydim. Gerçekten canını yakmak istedim. Eğer o imgelem ortaya çıkmasaydı, seni öldürebilirdim."
"Ama öldürmedin."
"Arkadaşlarını öldürmediğin için fazladan puan kazanmıyorsun."
"Eğer Jedi isen kazanıyorsun," diye şaka yaptı Carth. Min'in eğlenmediğini görünce tekrar ciddileşti. "Seni tanıyorum, Min. Beni öldürmezdin. Ve bu konuyu seninle tartışmayacağım."
"Ama-"
"Yine de tek bir şey söyleyeceğim. Senin yardımınla çok ilerledik. Bu ister Güç, ister kader, isterse enayi şansı olsun. Burada olduğun için mutluyum. Sen olmasan büyük ihtimalle buraya kadar gelemezdik. Senden şüphelenmek yerine, uzun zaman önce bunu söylemeliydim sanırım. Ben… umarım beni affedebilirsin."
Min öylece gözlerini dikmişti. Sonunda konuşmayı başardı. "Seni affetmek mi? Ne için?"
Carth kaşlarını çattı. Kendini az önce gayet güzel ifade edebildiğini düşünüyordu. "Şüpheci bir pislik gibi davrandığım için."
"Bunu zaten konuşmuştuk, öyle değil mi?"
"Ama beni asla gerçekten affetmedin Min ve ben affedilmek istiyorum."
Min hala dimdik bakıyordu. "Sana inanmıyorum!"
Carth'ın gururu incinmişti ve içerledi. "Ne söylememi istiyorsun? Hatalıydım. İnatçı bir aptal gibi davrandım. Karşımda da güzel bir kadın olduğunda bunu pek rahat itiraf edemiyorum, tamam mı?"
Min bir eliyle gözlerini kapattı, dudağını ısırırken omuzları sarsılmaya başladı. Carth panikledi, eğer ağlamaya başlarsa bunu kaldırabileceğini sanmıyordu. Ellerini Min'in omuzlarına koyarak onu avutmaya çalıştı. "Özür dilerim, Min. Sanırım ben gururlu bir adamım. Bu tür şeyleri pek rahatlıkla itiraf edemiyorum."
Min başını tekrar kaldırdığında, Carth hiç de ağlamadığı fark etti. Bana gülüyor!
Min'in yüzü şaşkın bir gülümsemeyle aydınlanmıştı ve elini Carth'ın yanağına koydu. "Carth Onasi, ben seninle ne yapacağım?"
Carth sinirlenmek istiyordu ama yapamadı. Min öyle bakarken bu imkansızdı.
"Seni neredeyse öldürüyordum ve bunun için özür dilememe izin vermiyorsun. Bunun yerine haftalar önce affettiğim bir şey için özür dilemeye çalışıyorsun." Min başını salladı. "Gerçekten fazlasıyla iyi birisin."
Carth kızardı. "Yani özrümü kabul ediyorsun. İyi. İyi. Sevindim."
Min elini çekti ama yaramaz bir edayla kaşını kaldırdı. "Şimdi bundan pek de emin değilim. Belki de affedilmek için biraz uğraşmalısın."
Carth bir yatağın üzerinde birbirlerine çok yakın oturduklarını ve ellerinin hala Min'in omuzlarında olduğunu fark etti. Şakacı bir ifadeyle gülümsedi. "Öyle mi? Bunun hoşuma gidip gitmediğinden emin değilim."
Min daha da yanaştı ve ellerini Carth'ın göğsüne koydu. Carth bluzunun üzerinden sıcaklığını hissedebiliyordu. Min mırıldandı. "Özrünü kabul etmemi istemiyor musun?"
Carth'ın boğazı kurumuştu. "Bilmem," dedi törpü gibi bir sesle. "Affedilmek için ne yapmam gerekecek?"
Min'in bakışları Carth'ın dudaklarında yoğunlaştı. Carth kendine engel olamadı. Eğildi ve dudakları buluştu. Aslında niyeti sadece takılmaktı, Min'in arandığını düşünüyordu. Ama yumuşaklığı onu ele geçirmişti. Tam anlamıyla beklemediği bir anda yakalanmıştı.
Min'i yastıkların üzerine itti ve öpmeye devam etti. Sertçe. Min, Carth'ı iyice kendine doğru çekerken parmakları bluzunun üzerinde kıvrıldı. Kendi elleri de Min'in omuzları ve boynunda gezerken, ondan yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu. Ellerini Min'in saçlarına gömdü. Sonunda ayrıldıklarında ikisi de nefes nefeseydiler. Carth kendini bir elektrik santralinde şoka maruz kalmış gibi hissediyordu.
Carth kendini tutku, ihtiyaç ve acılı bir suçluluk duygusu karışımına boğulmuş gibi hissediyordu. Ama gerçekten Min'i bırakmak da istemiyordu. "Ben… Bence biz…"
Kendisinin de Min kadar sarsılmış görünüp görünmediğini merak etti. Min'in dudakları hiddetle incelmişti. "Gitsen iyi olur. Yoksa işler burada sarpa saracak gibi görünüyor."
Kapı açıldığında birbirlerinden ayrılmışlardı. Bastila uygu adım odaya daldı. Hoşnutsuzluğu dalgalar halinde yayılıyordu.
"Bağ mı?" diye sordu Carth. Bu sinirin kendisine yönelik olmadığını görünce rahatlamıştı.
Min ve Bastila birbirlerine buz gibi bakışlar fırlattılar. "Evet."
"Yüzbaşı Onasi, eğer izin verirseniz Padawan Avery ile konuşmak istediğim bir konu var." Carth bu konunun ne olduğunu gayet iyi tahmin edebiliyordu ve Min'i Bastila'nın ellerine bırakmaya hiç niyeti yoktu. Ayrıca genç Jedi'ın konuşma tarzı hiç hoşuna gitmemişti.
"Hiç sanmıyorum."
Bastila soğuk bakışlarını Carth'a çevirdi ve bildiği en iyi şekilde onu başından savmaya çalıştı. "Bu bir Jedi meselesi, Yüzbaşı."
Carth'ın hiç acelesi yoktu. Bastila'nın kendisine odadan çıkması için emir verip vermeyeceğini merak ediyordu. Gideceğimden değil tabi. "Hayır, değil. Aslında bu konu seni hiç ilgilendirmiyor, Padawan Shan."
"O bir Jedi. O yüzden bu da beni ilgilendiriyor. Görevimin önemli bir kısmı da onu doğru yönlendirmek."
"O olgun bir kadın ve bence kendi kararlarını alabilecek kapasitede."
"Anlamıyorsun. Duygusal karmaşalar çok tehlikeli olabilir. Mantıklı düşünme yeteneğini zayıflatıp, kontrolsüz duygu patlamalarına sebep olabilir. Bir Jedi bu tür şeylerin üzerinde olmalıdır."
"Senin gibi mi?" Min'in Bastila gibi soğuk birisine dönüşmesi fikri bile Carth'ın midesine kramp girmesine sebep oluyordu.
"Klinikte neler olduğunu gördün."
"Evet, gördüm. Karanlık tarafla savaştı ve kazandı."
Bastila bunu inkar etmedi. "Karanlık tarafla savaşmak bir defa yaptığın bir şey değildir. Bunu her gün yapmak zorunda. Onun için nasıl bir tehlike olduğunun farkında değilsin."
Carth bunu bir an için bile yutmadı. "Ben mi onu tehlikeye atıyorum?"
"İlişkiler, güçlü duygularla şekillenir. Bu tür aşırılıklardan kaçınılması gerekir. Öfke ve nefret en kötüsüdür ama aşk da-"
Min sonunda araya girdi. Carth ilk defa Min'in kahverengi yüzünde belli belirsiz bir kızarma oluştuğunu görüyordu. "Yeter. Bastila, bana daha sonra öğüt verebilirsin. Şimdi lütfen git."
Şaşırtıcı bir şekilde, Bastila yumuşadı ve arkasını dönüp gitti.
"Bu kadın inanılmaz."
Min içini çekti. "Gerçekten yardımcı olduğunu düşünüyor."
Carth aralarına biraz mesafe koymak için ayağa kalktı, çünkü olduğu yerde kalırsa, onu tekrar öpmeye başlamaktan korkuyordu. Suçluluk ve ihtirasın arasında bölünmüş halde, ne yapacağını bilemiyordu.
"Carth, sorun değil. Anlıyorum."
"Anlıyor musun?"
"Kendini suçlu hissediyorsun… karına karşı."
Carth başını salladı. Gerçekten birbirimize karşı bu kadar saydam mıyız?
"Sanırım bu çok doğal," dedi Min.
"Seni incitmek istemiyorum."
"İncitmedin. Bak, anlıyorum ki henüz buna hazır değilsin." Parmaklarını saçları arasında dolaştırdı, "Buna… yani bu her ne ise. Dürüst olmam gerekirse, benim hazır olup olmadığımdan da emin değilim. Her neyse, ben iyiyim." Kalktı ve kapıya doğru yürüdü. "Acıktım. Sence yemekten geriye bir şeyler kalmış mıdır?"
Carth, Min'in konuyu değiştirmesine izin verdi. "Gemide üç delikanlı ve bir Wookiee varken hiç sanmıyorum."
"Doğru." Min düşündü. "Belki yeterince mızmızlanırsam Juhani benim için bir şeyler yapar."
Carth hayal kırıklığını bir kenara bıraktı ve odadan çıkarken Min'i takip etti.
Dustil, Kel, Mekel ve Carth dört numaralı limanda bekliyorlardı. Bulut Şehri'nin üst katlarındaki her şey gibi, burası da hiç bozulmamış ve saf gibi görünüyordu. Bu havada asılı duran, disk şeklindeki devasa şehrin aslında bir maden ocağı olduğuna inanmak neredeyse imkansızdı.
Min, Bastila ve Carth, ne kadar az bilirlerse herkes için o kadar iyi olacağını düşünerek, üç genç adamı gidecekleri bir sonraki gezegen olan Tatooine yerine burada bırakma kararı almışlardı. Gelmek isteseler bile, üç eski Sith gencini yanlarına almak gibi bir seçenekleri zaten yoktu.
O gün Coruscant'a doğru hareket edecek bir gemi bulmaları hiç de zor olmadı ve çocuklar için üç bilet aldılar. Carth, Min'in çocuklara birinci sınıf biletler getirdiğini gördüğünde hiç şaşırmamıştı.
Kel ve Mekel altlarındaki devasa gaz kütlesinin olağanüstü manzarasını gözler önüne seren büyük camdan bakmaya başladılar. Kel taşralı bir turist gibi fal taşı gibi açılmış gözlerle bakarken, Mekel kendine aldırmaz bir hava vermeye çalışıyor ve başarısız oluyordu. Dustil ise çevresindekilerden bihaber görünüyordu.
"Coruscant'a gittikten sonra ne yapacağına karar verdin mi?" diye sordu Carth. Dustil'e amcasının yanında kalmasını önermişti ama Dustil buna hiç de niyetli görünmüyordu. Carth ısrar etmemek için kendini zor tutmuştu.
"Hayır, daha değil. Kel ve Mekel, Jedi'lar bizi kabul ederse onlara katılmak istiyor." Dustil'in yüzünde budalaca bir gülümseme belirdi. "Dediklerine göre bütün Jedi kızlarının en az bu gemideki hatunlar kadar seksi olup olmadıklarını merak ediyorlarmış." Carth'ın dudakları kıpırdandı. Yolculuk boyunca üç Jedi kadını ve minik mavi Twi'lek kızın güzellikleri üç delikanlı tarafından büyük bir ayrıntıyla tartışılmıştı. Mekel'in Mission'a olan düşkünlüğü de, Carth'ın Mekel'e "kodes"in ne anlama geldiğini açıklayıcı bir konuşma yapmasına sebep olmuştu.
Dustil tekrar ağırbaşlılığını takındı. "Jedi Düzeni'ne katılmak istediğimden emin değilim. Belki Telos'a giderim. Bilmiyorum."
Carth hala oğlunun Güç'e duyarlı olduğu fikrini hazmetmeye çalışıyordu. "Jedi'lar öyle mi? Sadece bana söz ver. Eğer katılırsan, arkanı kollayacaksın."
Dustil şaşırmış görünüyordu. "Memnun olacağını düşünmüştüm."
"Jedi Düzeni'ne güvenmiyorum. Sith'den çok daha iyi oldukları kesin ama işlerine geldiğinde istediklerini sömüren aşağılıklara dönüşebiliyorlar."
"Peki gemindeki Jedi'lar? Onlara güveniyor musun?"
"Sadece Min'e."
Dustil sözlerini tartarak konuştu. "Onunla ilgili olarak…"
Kahretsin. Carth özellikle donuk konuştu; bu, şu anda tartışmak istediği bir konu değildi. "Ne olmuş ona?"
"Onda ters olan bir şeyler var. Yani, daha sadece birkaç aydır Jedi, öyle değil mi? Kashyyyk'de asansörde olanları duydum, öyle bir şeyi yapamaması gerekirdi. Yeterince güçlü olmadığı için değil kesinlikle, çünkü güçlü. Sadece öyle bir şey yapabilmek, yıllarca çalışılmış konsantrasyon ve kontrol gerektirir. Sadece o da değil, Usta Uthar ve Yuthura'yı, bir de yanında en az yedi öğrenciyi tek başına öldürdü. Ben güçlüyüm ve birkaç yıldır eğitim görüyorum. Bunların hiçbirisini yapamayacağımdan adım gibi eminim."
Carth başını sallayınca, Dustil devam etmek için cesaret kazanmış oldu.
"O gördüğüm en güçlü Jedi ve Güç'ün onun çevresinde dolaşımı sabit bir fırtınayı andırıyor. Onun gücüne en yakın Malak'tı."
"Malak'la mı tanıştın sen?"
"Bazen Akademi'ye kendine çırak seçmek için gelirdi. En son Bandon adında birini aldı. Herif tam bir pislikti. Saul'un beni Bandon'un yerine almak istediğine inanmak çok güç." Dustil'in yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Carth, oğlu bu konuda gurur mu duyuyor yoksa korkuyor mu anlayamadı.
Dustil'in dosyası çok aydınlatıcı olmuştu. Carth önceden Saul'dan nefret ettiğini sanırdı. Ama Saul'un oğlunu işleyip Malak'a hediye gibi sunacağını öğrenmesi, nefretinin bir mertebe daha yükselmesine sebep olmuştu.
Dustil devam etti. "Her zaman, kaderle ilgili yapılan konuşmaları aptalca bulmuşumdur. Ama arkadaşına baktığımda artık o kadar da emin olamıyorum. Diğer Jedi'lar bunun ne kadar garip olduğunu biliyor olmalılar. Önce yalan söylediğini sanmıştım ama ondan herhangi bir düzenbazlık sezmiyorum. Benden yalanlarını saklayabilecek kadar iyi eğitilmiş değil. Tabi benim de empati yeteneklerim oldukça güçlüdür. Bahse varım, ne kadar güçlü olduğunun bile farkında değildir. Sence kız arkadaşı bu konuda yardımcı olur mu?"
Carth boğulacak gibi oldu. "Kız arkadaşı mı?"
"Jedi Shan."
"Ne... yani nasıl, böyle düşünmene… yani onun…"
"Aralarındaki bağ. Normalde Güç bağları Usta ve Çırak veya bilirsin, uzun zaman birlikte olmuş sevgililer arasında oluşur. İkisi de Padawan olduğu için düşündüm ki… Değiller mi?"
"Hayır!" Carth'ın sesi istediğinden biraz daha güçlü çıkmıştı. Sanırım empati gücünle ilgili biraz daha çalışmalısın, Dee.
"O zaman bu durum daha da garip. Neyse, belki de iyi arkadaştırlar."
"Ondan kaynaklandığını da sanmıyorum."
Gemi yolcuları almaya başladı. Mekel ve Kel, Carth'a dostça el salladılar ve rampaya doğru yürümeye başladılar.
"Jolee, Juhani ya da Bastila'nın yalan söyleyip söylemediğini biliyor musun?"
"Söylemesi zor. Çok iyi eğitilmişler." Dustil babası için gerçekten endişeli gibi görünüyordu. "Bence belki de arkasını kollaması gereken sensin."
"Bilgiler için teşekkür ederim." Bir dakika boyunca garip bir durumda birbirlerine baktılar.
"Gitmeliyim. Gemi az sonra kalkacak."
Carth, Dustil'le olan son şansının ellerinden kayıp gittiğini hissedebiliyordu. "Dee, bekle. Sith'i terk ettiğin için seninle gurur duyuyorum. Gerçekte ne olduğunu anladıktan sonra bir yalana takılıp kalmadın. Herkes bunu yapamaz. Ve biliyorum ki eğer annen burada olsaydı, o da seninle gurur duyardı."
Dustil'in yüzü buruşurken, sesi acıyla yoğunlaştı. "Ona… ona hiç yaptığım resimleri göstermedim. Keşke gösterebilseydim."
"Ben gösterdim."
"Ne?"
"Sen uyuduktan sonra onu ağaç eve götürdüm ve hepsini gösterdim." Orada yaptıkları tek şey resimlere bakmak değildi ama Dustil'in her şeyi bilmesine de gerek yoktu. "Çok gurur duymuştu."
Dustil, sanki omuzlarından büyük bir yük kalkmış gibi görünüyordu. Babasına başını salladı ve içini çekti. "Belki tüm bunlar bittiğinde konuşabiliriz. Gerçi hala bundan pek emin değilim ama en azından dinleyeceğim. Belki de olmamız gereken noktaya geri dönebiliriz."
Carth'ın göğsünde acılı bir umut yeşerdi. "Bu hoşuma gider."
"Ivan amcama nerede olduğumu bildireceğim. Böylelikle görevin bittiğinde beni bulabilirsin."
Carth başını salladı. Tek istediği oğlunu kendine çekip sarılmaktı ama bunun zorlayıcı bir davranış olacağını biliyordu. Bunun yerine elini uzattı ve omzunu hafifçe sıktı.
"Hoşça kal, baba."
"Hoşça kal, Dee. İyi şanslar."
Her zamanki gibi, Min Carth'ın yaklaştığını görmeden hissetti. Min ve Mission tüm sabahı, ellerindeki tüm parayı Bulut Şehri'nin kalburüstü mağazalarında harcayarak geçirmişlerdi. Bulut Şehri temel olarak bir madencilik kenti olsa da, olağanüstü manzaraları ve Cumhuriyet yargı alanının dışında kalan lüks gazinoları, bunaltıcı kalabalıklardan kaçmaya can atan, şaşırtıcı miktarda yüksek sınıf turistin ilgisini çekmekteydi.
Mission'un koyu renk Gizka şekilli lambalardan, gerçekten korkutucu, dize kadar çıkan çizmelere kadar parlak gördüğü her şeyi satın almasını seyretmek ikisine de terapi gibi gelmişti. Son birkaç hafta, özellikle Onasi erkekleri yüzünden oldukça zor geçirmişti ve hem Min'in hem de Mission'un böyle bir kaçamağa ihtiyaçları vardı. Bir kindarlık anında Min, Mission'a Rodialı popüler bir punk grubunun son müzik çiplerini almış ve bu albümü sadece Bastila da yanlarındaysa çalma sözü verdirmişti. Bu şekilde Bastila'yı delirtmeyi umuyordu.
Min'in Bastila'ya olan öfkesi, bir gün önce yaşanan bağırma maçıyla doruğa ulaşmış ve genç Jedi'ın hiçbir pişmanlık belirtisi göstermemesiyle iyice şiddetlenmişti. Kashyyyk'ten beri yok olan Jedi kuralları ve uygun Jedi davranışlarıyla ilgili vaazlar ve dersler şimdi tekrar başlamıştı. Ve bu sefer Bastila dur durak bilmiyordu, ki zaten alışverişe davet edilmemesinin sebebi buydu.
Mission, Min'in data kitap mağazasında beş dakikadan çok daha uzun kalacağını fark ettiğinde, onu bırakıp gitmişti. Tüm çabalarına rağmen, sonunda pes ederek gelmeyi kabul eden Zaalbar ile birlikte yanından ayrılmış ve bir saat sonra gemide buluşacaklarına söz vermişlerdi. Kırk beş dakika boyunca, tam bir edebi saadet yaşayan Min data çiplerini toparladı. Kasaya ödeme yaptıktan sonra torbalarını aldı ve koridora doğru yollandı.
Carth, koridorda duvara yaslanmış, elleri cebinde, üzerinde Taris'teyken aldığı turuncuya yakın ceketle bekliyordu. Min defalarca, ona turuncu olmayan başka bir ceket almak istemiş ama daha sonra bu ceketin gözüne gittikçe daha da çekici göründüğünü fark ederek dehşete düşmüştü. Artık Carth'ı bu ceket olmadan düşünemiyordu. Kabul et, çekici görünen ceket değil.
Carth'ın bitkin görünüyor olması pek şaşırtıcı değildi. Min ona dokunma isteğini bastırmaya çalıştı. Daha çok erkendi.
"Nasıl gitti?" diye sordu Min.
Carth ellerindeki torbaları alıp koridorda yürümeye başladığında, Min şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
"Düşündüğümden daha iyi ama istediğim kadar da değil. Tekrar benim oğlum olup olmayacağını bilmiyorum. O kadar öfke ve nefretle dolu ki. Onu böyle bulacağımı hiç tahmin etmiyordum ama belki de etmeliydim." Carth içini çekti. "Korkunç bir babaydım."
"Bence kendine fazla yükleniyorsun."
"Yanında çok az bulunabildim."
"Ama bahse girerim evde olduğun zamanlarda da bunu fazlasıyla telafi ettin. Devamlı evde olmak kimseyi iyi ebeveyn yapmaz. En azından çocuğunu önemsiyordun." Min bu kelimeler ağzından çıkarken, kendi sesindeki acıya şaşırmıştı.
Carth kaşlarını kaldırdı. "Deneyimlerine göre mi konuşuyorsun?"
Bu da nereden çıktı şimdi? Min kendi ailesinin ona karşı kaba veya umursamaz davrandığı tek bir anı bile hatırlayamıyordu ama içinde yükselen öfkeyi de görmezden gelemezdi. "Hayır, sadece bir gözlem."
Carth her ne söyleyecektiyse, sözlerini ağzını tıktı. "Bak, belki hataların olmuştur ama sen iyi bir adamsın. Beni kötü bir baba olduğuna hiçbir şekilde ikna edemezsin."
"Belki de aramızı düzeltebiliriz. Yani öyle umuyorum. Sanırım bekleyip göreceğiz. Bu arada teşekkür ederim, tüm yardımların için."
"Onu ayrılmaya ikna eden sendin. Ben gerçekten hiçbir şey yapmadım."
"Kalın kafalılık yapma, kadın! Bulduğun o bilgiler olmasaydı, şimdi Malak'ın öğrencisi olma yolunda olacaktı." Gözleri buz gibi bir nefretle parladı. Min için onu böyle görmek acı vericiydi. "Saul'un tüm yaptıklarını düşündüğümde… Ölümlerin en acı olanını tadacak."
"Peki ya sonra?"
"Yani onu öldürdükten sonra mı?"
"Evet. Onu öldürdükten sonra ne yapacaksın?"
"Bunu hiç düşünmedim. Sanırım hep Saul'u öldürdükten sonra benim de öleceğimi varsaydım."
Korku, Min'in boğazında düğümlendi. Koridorun ortasında durup omzunu yakaladı. "Neden? Ne tür riskler almak niyetindesin?" Sesi neredeyse bağırıyormuş gibi çıkmıştı.
"Bir şeyi anla. Geçmişte ne zaman Saul'u öldürdüğümü hayal etsem, ya kendi gemimin komutasında ya da yalnızdım. Öyle bir durumda da her türlü riski alabilirdim. Ama şu an aynı şartlarda değilim. Seni ya da diğerlerini riske atmak niyetinde değilim. Yine de Saul'u görürsem, o şansım olursa, ne yapacağımı bilmiyorum. Gerçekten. Yani adamın ölümü yıllardır odaklandığım en büyük amacım oldu."
"O zaman kendine odaklanacak başka şeyler bulmalısın. Mesela, bilirsin, oğlun gibi!"
"Söylemek gerçekleştirmekten daha kolay. İstesem de istemesem de Dustil artık koca bir adam. Bana ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum. Ama senin bunları söylerken iyi niyetli olduğunu biliyorum." Min'i temin etmeye çalışıyordu. Endişesini tamamen yanlış anlamıştı. "Sana söz veriyorum, bu görevi her şeyin üstünde tutacağım. Ne olursa olsun. Sonrasında yapacaklarım için de… Eh, bakalım neler olacağını görecek kadar yaşayacak mıyım."
Bu arada Min öfkeden tamamen morarmıştı. "Onasi, görecek kadar yaşasan iyi edersin!" Torbaları hızla Carth'ın elinden çekti ve koridorda uzun adımlarla yürümeye başladı. Carth sersemleşmiş bir halde, orada öylece donup kalmıştı.
Ç/N: Aşağıdaki "submit review"a tıklayıp görüşlerinizi bildirebilirsiniz. Okuyan herkese teşekkürler.
Anduin Star: Teşekkürler. Ana karakter kadın olduğunda tabi ki durum değişiyor ve "esas kız" Carth oluyor. Ve romantizm unsuru olmayınca, Bastila ile anlaşmak, onu anlayabilmek karakter için çok daha zorlaşıyor ve uzun zaman alıyor.
