Feragatname: Star Wars ve Star Wars: Knights of the Old Republic, Lucas Arts'a aittir, bana değil. Benim tek yaptığım bu nefis oyuncaklarla oynamak, o yüzden lütfen beni dava etmeyin.
Küllerden
Yazar: Prisoner 24601
Bölüm Yedi: Kısmi Gerçekler
"Sen ne yaptın?" diyerek içeri daldı Bastila.
Min ve Jolee ofiste, kızıl kilimin üzerinde karşılıklı bağdaş kurmuşlardı. Min'in meditasyona odaklanmasını sağlayan mum, iki Jedi'ın arasında yanmaktaydı. Bastila, elleri kıvrımlı kalçalarında ve dudakları sinirden büzülmüş vaziyette başlarına dikilmişti. Jolee sinirli Jedi kadına baktı ve bu kavga sırasında oturur vaziyette kalmayı tercih etti.
Klinikteki hadiseden sonra, Jolee Min'e temel zihinsel savunma yöntemlerini öğretmeye başlamıştı. Jedi'ların Min'e en basit zihinsel blokajları bile öğretmediklerini gördüğünde dehşete düşmüştü. Min çok güçlü olsa da, doğal empati yeteneği çok sınırlıydı. Öğrenmesi biraz zaman almıştı ama sonunda Min, Bastila'yla arasındaki bağı ayrıştırmayı ve bloke edebilmeyi başarmıştı. Ama bunu yaparken de aslında Bastila'ya kendinden ne kadar fazla bilgi gönderdiğini öğrenmişti. Kadının öfkeden kudurması gayet anlaşılır bir durumdu.
Min yerden kalktı ve siyah gözleri keskinlikle Bastila'ya döndü. Genç Jedi içgüdüsel olarak geri adım attı.
Jolee uzun, zarif parmaklarını kucağında kenetledi ve gösteriyi izlemek üzere iyice yerleşti. Zavallı kızın hiç şansı yok.
"Aylar önce yapmam gerekeni yaptım. Sorun nedir Bastila? Artık beni gözetleyemeyeceğin fikri hoşuna gitmedi mi?"
Saklayacak bu kadar fazla sırrı olan birisi için, Bastila şaşırtıcı derecede kötü bir yalancıydı. "Neden bahsettiğini anlamıyorum."
"Bağdan, Bastila. Sen benim tüm duygularıma tam erişime sahipken, benim senden hiçbir şey hissetmemem bana biraz garip geldi. Bunun sebebi ne?" Min'in ses tonu aldatıcı bir şekilde uysaldı.
"Belki de benim duygularım seninkilerden daha kontrollüdür."
Jolee neredeyse sesli olarak figan etmeye başlayacaktı. Gerçekten de o kadar aptal mı olduğunu sanıyorsun?
"Ya da belki senin duygularını hissetmemem için bu bağı sömürüyorsundur." Min'in sesi tehlikeli bir şekilde kısıldı. "Neden bana, seni dışarıda tutabilmemi sağlayacak zihinsel blokajlar olduğunu söylemedin?"
"Bu senin iyiliğin içindi."
"Demek benim iyiliğim içindi." Alaycılığına rağmen, Jolee Min'in kendini kontrol etmemek için, içten içe bir savaş verdiğini hissedebiliyordu.
"Evet. Sana göz kulak olmak benim görevim. En son Carth ile olan," Bastila doğru kelimeyi aradı, "kaçamağınız da buna gerçekten ihtiyacın olduğunu gösteriyor."
Jolee'nin kaşları şaşkınlık içinde kalktı ama akıllıca sessiz kalmaya karar verdi. Belki de pilot çocuk düşündüğü kadar kalın kafalı değildi.
Min, Bastila'nın dikkatini dağıtmasına izin vermedi. "Peki, madem senin muhteşem hikmetine ve rehberliğine ihtiyacım var, o zaman tekrar aklıma girmene izin vereceğim. Ama sen de kendini bana açarsan."
Bastila'nın yüzü bir saniye içinde krem pembeden beyaza dönmüştü.
"Sorun nedir Bastila? Bu fikri beğenmedin mi? Utanmış, kızmış ve ihlal edilmiş gibi mi hissettin kendini?"
"Amacım-"
Min doğrudan Bastila'nın yüzüne yanaştı. "Amacın ya da isteklerin umurumda değil. Eğer bir daha benim iznim olmadan aramızdaki bağı açmaya kalkarsan kıçına sıkı bir tekme yersin. Anlaştık mı?"
Bastila aptalca kafasını salladı ve Min hızla odadan çıktı.
Jolee konuşmadan önce kapının kapanmasını bekledi. "Ona en basit bir zihinsel blokajı bile öğretmemek, sorumsuzluğun dik alası. Min'i her türlü zihinsel saldırıya açık bırakmışsınız."
Bastila deri koltuğa kendini bıraktı. "Konsey'in doğru olduğunu düşündüğü tüm kararlara bağlı kaldım. Açıkçası ben de bunun daha iyi olacağını düşünmüştüm."
"Neden nefret ederim biliyor musun? Şey… aslında pek çok şeyden. Yaşlıyım ve kolayca sinirleniyorum… Ama konumuz bu değil. Gerçekten nefret ettiğim şey, pek çok insanın Jedi'lara bakış açısı. Herkes Jedi'ların mükemmel olduğunu ve asla yanlış bir şey yapmayacaklarını düşünüyor."
"Konsey'in kararlarına karşı mı gelseydim yani?"
"Konsey asla yanılmaz diye bir kanun yok."
"Onun ne olduğunu biliyorsun. Onu izlememin tek yolu buydu. Karanlık tarafa düşmediğinden emin olmamın tek yolu buydu."
"Seni bunu yapmaya iten tek dürtünün bu olduğuna emin misin?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Min çok güçlü. Bağ sayesinde öylesine muazzam bir gücü görebilmek sarhoş edici olmalı. Oralarda bir yerde olması gereken karanlıktan söz etmeme gerek bile yoktur sanırım."
"Bu bağdan hoşlanmıyorum. Devamlı onun duyguları ve güçlerine erişmek bazen baş edilir gibi değil. Ama yine de elimden geldiğince onu izliyorum. Bu benim görevim."
"Peki bu nasıl işe yarıyor? Onu, şimdi ne kadar oldu… birkaç ay mı? Bu sürede izlemen neyi değiştirdi? Herkeste baş ağrısı yaratmaktan başka?" Min'in bu şeytani intikamını takdir ediyor olsa da, Mission'un inatla müzik dediği bu gürültü, Jolee de dahil herkesi delirtiyordu. Min'le bu konuyu konuşmak zorunda kalacaktı.
"Bağ beni ikisi konusunda uyardı."
"Söylemek istemezdim genç bayan, ama gözleri olan herkes zaten bunu görebilir. Hiç onları Dejarik oynarken izledin mi?" Bastila'nın kızarmasına bakılacak olursa, izlemişti.
Aralarında devamlı olan flört, bu oyunu oynarken iyice şiddetleniyordu. Min daima Carth'ın güçlerini yerle bir etse de, pilotun bunu pek önemsediği yoktu. Jolee, Min'in bu devamlı galibiyetlerinin, gerçekten güçlü olan stratejik bilgisiyle ya da Carth'ın Cumhuriyet Filo Yüzbaşısı olduğu ve muhakkak taktik ve stratejiden anlaması gerektiği düşünülürse iyice anlaşılmaz olan oyuna odaklanma yeteneksizliğiyle ne kadar ilgisini olduğunu merak ediyordu. Jolee sonunda Carth'ın oyun tahtasına neredeyse hiç bakmadığını fark etti.
Jolee içini çekti. "Sanırım onları engelleyebileceğini düşünüyorsun."
Bastila'nın aristokrat yüzünü yoğun bir suçluluk duygusu kapladı. "Engellemeliyim. Bu durum ikisi için de tehlikeli ve kırıcı olur. Eğer fark ederlerse, ikisi de incinir."
"Hiç aklına bunun iyi bir şey olabileceği geldi mi?"
Bastila'nın yüzündeki şok ifadesinden, gelmediği belliydi. Jolee şaşırmamıştı. Bastila sonuçta Jedi Ustalarının olmasını söyledikleri her şeydi. Kızın bu kadar mutsuz olmasına şaşmamak gerekirdi. Heh. Gençliği yoldan saptırma zamanı.
"Sana bir şey sorayım: hiç aşık oldun mu? Gerçek anlamda ama, öylesine hoşlanma anlamında değil." Bastila karşısındaki adam sanki delinin tekiymiş gibi baktı. Ama Jolee'nin umurunda değildi, ne de olsa buna alışkındı. "Jedi'lar, o kendilerine has ve berbat aşırı ihtiyatlılıklarıyla, sana aşktan sakınmanı söylerler. Şükürler olsun ki, az da olsa yaşadığının farkında olan herkes bunun doğru olmadığını bilir."
Zavallı kız kapana kısılmış gibi görünüyordu.
"Bu aşktan sakınma ile ilgili tüm vaazlar sadece saçmalıktan ibarettir. Aşk, karanlık tarafa düşürmez kimseyi. İhtiras belki hiddet ve korkuya yönlendirebilir ama kontrol de edilebilir ama ihtirasla aşk aynı şey değildir."
"Peki ya beraberinde getirdiği acı? Eminim bu tür bağlılıklara karşı takınılan tavırdaki bilgeliği görüyorsundur. Aşk sadece karışıklık ve belirsizlik getirir. Özellikle de bu vakada."
"Aşk acıya sebep olur, kesinlikle. Kaçınılmaz olarak, neşenin yanı sıra, üzüntü ve pişmanlığa da sebep olur. Ama aşkın kötü olan tarafını nasıl ele aldığın, senin karakterini ve karanlık tarafa karşı olan duruşunu belirler. Aşıkken ihtirasları kontrol edebilmek, işte size öğretmeleri gereken şey bu. Ama aşkın kendisi seni kurtarır, mahkum etmez."
"Böyle mi olacağını düşünüyorsun? Yani aşkın Min'i kurtaracağını? Sanırım durumun ciddiyetini pek önemsemiyorsun!"
Jolee birden yaşını hissetti. Bu çok yorucuydu. "Önemsemiyor muyum? Belki de haklısındır. Görünüşe bakılırsa ne söylersem söyleyeyim, bir kulağından girip diğerinden çıkacak zaten." Tek bir hamleyle ayağa kalktı. "Onları durduramayacaksın. Ne kadar burnunu sokarsan da o kadar onları sinirlendireceksin. Sanırım sonuçta yine kendi aralarındakini onların çözmesine izin vermek zorunda kalacaksın."
"Bu kabul edilemez," dedi Bastila.
"Bu artık senin elinde değil. Neden her zamanki gibi Jedi Konseyi'nin söylediğini yapmıyorsun?"
"Nedir o?"
"Güç'e inancını kaybetme." Jolee, Bastila'yı ağzı bir karış açık odada bıraktığında tatmin olmuştu.
Kadın Carth'ı delirtiyordu.
Carth, yerli bir bürokrat ve Czerka Protokol Memuresi olan Kara Tam'ın karşısına oturmuş, söylediklerini dinlemeye çalışıyordu.
"Ve sonra Janar dedi ki…"
Şimdi bu durumda olması Min'in suçuydu. Bu kum ve tozla kaplı gezgenin tek yerleşim birimi olan Anchorhead'e vardıktan kısa bir süre sonra öğrenmişlerdi ki, Czerka Şirketi gezegenin diğer taraflarına gitmek isteyen herkesten avcılık belgesi istiyordu. Eğer Yıldız Haritasının tam yerini öğrenebilseler, belgeye ihtiyaç duymadan hemen yakınlardaki bir yere iniş yapar, haritayı alır ve giderlerdi. Sonuçta Tatooine bomboş ve çöllerden oluşan bir gezegendi ve yakalanma şansları çok düşüktü. Ama uzaydan sinyali alamamışlardı. Min ve Bastila'nın paylaştığı imgelemde, haritanın yeraltında olduğunu görmüşlerdi. Bu mantıklıydı, çünkü çölde, açıkta bir yerde olsaydı, devamlı çıkan rüzgarlar dolaysıyla üzeri çoktan kumlarla örtülmüş olurdu.
Düşündüklerinden çok daha uzun zaman alacağı için, Czerka'nın kurallarıyla oynayacaklar ya da hiç istemedikleri halde fazlasıyla dikkat çekeceklerdi.
Ki bu da şu anda Carth'ın Kara Tam ile akşam yemeğinde olmasının sebebiydi; bu kadın Czerka'nın avcılık belgelerinden sorumlu görevlisiydi. Min, Carth ve Canderous o gün erken saatlerde Czerka ofisine gitmişlerdi. Yığınla kağıt doldurup, üç ayrı resepsiyonistle konuşmuşlardı. Birkaç saatlik bürokratik işlemlerden sonra, Protokol Memuresi Tam ile görüşmeyi başarmışlardı.
"Üzgünüm Jedi Avery, ama son zamanlarda artan Kumul insanlarının saldırılarından dolayı Czerka Şirketi halktan olanlara avcılık belgesi vermeyi bir süreliğine durdurmuş bulunmaktadır." Hepsi bunun yalan olduğunu biliyordu; kendilerinden önce gelen bir Duros daha az önce elinde belgesiyle oradan ayrılmıştı. Protokol memuresi de hiç de üzgünmüş gibi görünmüyordu. Carth bu kadın gibileri bilirdi, ellerine geçirdikleri en ufak bir mertebeyi sonuna kadar kendilerini eğlendirmek için, bencilce kullanırlardı ve ayrıca kadın böylesine sıkıcı bir gezegende tıkılıp kalmış olmaktan çok sıkılmış olmalıydı.
Asıl problem ise Min'in ofise sanki oranın sahibiymiş edasıyla dalmış olmasıydı. Gerçi Carth, onun bunu istemeden yaptığını biliyordu ama bu davranışın Memure Tam üzerindeki etkisi, bir rontonun karşısında kırmızı bayrak sallamaktan farklı olmamıştı. Şimdi kadın için, Min'e belge vermemek, haftanın en önemli olayı olacaktı.
Min şakaklarını ovuşturdu."Konuşabileceğimiz başka biri yok mu? İşlerin halledilmesini sağlayabilecek biri?"
Bu söylenecek en yanlış şeylerden biriydi, Min dikkatsice, kadının bürokratik otoritesini sorgulamıştı. Memure, Min'e en yapmacık gülümsemesiyle baktı ve hızla artan düşmanlığını güler yüz ardına saklamaya çalıştı. "Hayır. Bu ofisteki en yüksek memur benim. Kararımı yargılamak niyetindeyseniz bu formları doldurmalısınız." Memure mutlu bir şekilde en az dört santim kalınlıktaki formları çıkardı. "Bir cevap almanız yaklaşık üç hafta sürecektir."
Min daha da bastırdı. "Peki ya normal ücret olan iki yüz yerine dört yüz ödersek?" Açgözlülük, kadının gözlerinde parladı. İlk olarak bu taktiği denemiş olsalar, belki işe yarayabilirdi. Ama Min kadını bir kere aşağılamıştı. Artık işe yaraması mümkün değildi.
"Bana rüşvet mi teklif ediyorsunuz?"
Carth, Min'in artık kendini kaybetmek üzere olduğunu görebiliyordu. Aslında kendini bu kadar süre tutabilmiş olması fazlasıyla şaşırtıcıydı ve belki de şu Jedi dinginliği Min'e de bulaşmış olabilirdi. Hem de ağzından zorla çıkan "Evet", daha çok "Evet, seni çöl ineği" gibi çıkmış olsa da.
"Jedi Avery, böyle bir yöntemle ikna edilebilir olduğumu düşünmeniz, beni aşağılamaktan başka bir şey değildir."
"Dinle, seni küçük-"
"Bize bir saniye izin verir misiniz?" Carth Min'i kolundan yakalayarak, Canderous'un beklediği köşeye sürükledi. Ofiste sigara içmenin yasak olduğunu bildiren kocaman işarete rağmen, Canderous'un dişlerinin arasında yeni yakılmış bir sigara duruyordu. Ama garip bir şekilde kimse iri Mandaloryalı'yı durdurmaya çalışmadı.
"Bu işe yaramıyor," dedi Carth. "Başka bir plan yapmamız gerekecek."
"Bu kadına inanamıyorum! Derdi nedir ki onun?"
"Onun derdi sensin."
Kızmak yerine, Min düşünceli bir şekilde baktı. "Haklısın. Benim." Carth çarkların döndüğünü hissedebiliyordu ve bunun varacağı noktayı bilmek istediğinden emin değildi. "Ama senden hoşlandı. Bence oraya gidip onunla konuşmalısın. Belki rüşveti kabul etmesini sağlayabilirsin."
"Ciddi olamazsın."
"Hadi ama, Onasi. Zor bir şey değil ki. Sadece oraya git, o kocaman kahverengi gözlerini göster ve bize bir avcılık belgesi al."
"Bunun işe yarayacağını nereden çıkarıyorsun ki?"
"Çünkü kadın sana, sanki süte banıp yemek istiyormuş gibi bakıyor."
Carth gerçekten bunu Min'in fark etmemesini ummuştu; yüzünün pembeye döndüğünü hissedebiliyordu. Daha da kötüsü, Canderous odayı inleten bir kahkaha patlatmıştı.
Min, Carth'ın açık hoşnutsuzluğunu görebildiği halde devam etti. "Sıra sende. Ben Taris'teki o Sith'i, Davik'i ve Uthar'ı hallettim."
"Uthar mı?" diyerek kaşlarını çattı Carth.
"Yatak odasına nasıl girdim sanıyorsun?"
İşte şimdi kızmıştı. "Bana yatak odasına girdiğini söylememiştin!"
"Dosyaları orada tutuyordu. Her neyse, konumuz bu değil. Bunu yapacak mısın yapmayacak mısın?"
"Hayır!"
Min yenilgiyle içini çekti. "Peki. Belki avcılardan birini kiralayabiliriz."
"Bunu çoktan denedik, biliyorsun" dedi Canderous. Avcılar ağzı sıkı bir kalabalıktı, hepsi bir diğer avcının kendi avlanma bölgesini öğrenmesinden korkuyordu. "Tek ilgilenen Tanis Venn'di. Ama dünden sonra…"
Carth'a belli belirsiz bir sıkkınlıkla baktı. Carth da buna nazikçe aynı yanıtı verdi. Carth dün olanlar için özür dilemeyecekti. Pislik herif iki dakikada karısını ilk defa gördüğü yabancılara satmış ve hem Min'e hem de Bastila'ya sulanacak cüreti göstermişti. Carth adamın kafasını masaya çarpmış ve eğer birkaç dişinden olmak istemiyorsa biraz daha saygılı olmasını söylemişti. Tek hayal kırıklığı da, bu sözünü gerçekleştirme fırsatı bulamamış olmaktı.
"Sanırım kararını tekrar gözden geçirmesini sağlayabilirim," dedi Min, gerçi bir Sarlacc çukuruna atlamayı tercih edermiş gibi görünüyordu.
Değersiz sivil görevliyle geçinmek ve o iğrenç adamın yol boyunca kendilerine rehberlik etmesi arasında seçim yapmak zorunda kalınca, Carth pes etti. "Tamam."
"Git, kap onu güzel çocuk." Canderous sırıttı. Carth hiddetle Min'in elinden paraları çekti.
Ne yazık ki işe yaramıştı. Hem de çok iyi. Protokol Memuresi Kara Tam kendisini yemeğe çıkarması karşılığında rüşveti almayı kabul etmişti. Böylelikle, şu anda yerel kantinde oturmuş, yemek sonrası kokteyllerini yudumlamaktaydılar. Jolee, Canderous ve Min'in karşı masada oturmuş, yerçekimi-bilardosu oynuyor olmaları da pek hoş değildi. Üçü de bu korkunç durumu inanılmaz eğlenceli buluyor gibiydiler. Kantine gelirken yol boyunca onların takılmalarına tahammül etmek zorunda kalmıştı ve şimdi de tüm kantinde yankılanan kahkahalarını işitebiliyordu.
Kendisini buna ikna ettiği için, Min'in boynunu kırmak istiyordu.
"Benimle ilgili konuştuğumuz yeter," dedi Kara. Siyah saçlarını geriye attı ve öne eğilerek çenesini eline koydu. Aslında yüzüne hakim huysuz ifadeye sebep olan kasıntı bir şahsiyeti olmasaydı, güzel sayılabilecek bir kadındı. "Bence yalnız kalabileceğimiz bir yere gidip, biraz da senden bahsetmeliyiz."
"Yapamam," diye yalan söyledi Carth, "patron sabah erkenden görevimizin başında olmamızı istiyor."
"Ama eğer gelmezsen, büyük bir hayal kırıklığı yaşarım…" Kara ayağını Carth'ın bacağında gezdirmeye çalıştı. Carth sıçrayarak bu hareketten zamanında kurtulmuş olsa da, geriye itilen sandalyenin ayaklarından kulak tırmalayıcı bir ses çıkmasına sebep oldu. Bu apaçık isteksizliği kadını hiç de caydırmışa benzemiyordu. Ya tam anlamıyla aptaldı ya da hiç umursamıyordu. Carth ikinci seçenek olduğunu tahmin ediyordu.
Kahretsin. Bu durumdan zarif bir şekilde kurtulmama izin vermeyecek.
Kadının yırtıcı gülümsemesi aniden hırıldamaya dönüşmüştü. Carth kadının nereye baktığını anlamaya çalıştığında, hemen arkasında Min'in durduğunu gördü. "Pilotumu almaya geldim."
"Ama onunla işim henüz bitmedi."
"Bence bitti."
"Avcılık belgeni verdiğim hızla geri alabileceğimin de farkındasın, öyle değil mi?"
Min irkildi. "İşlerin buraya varmamasını umuyordum." Bir elini Carth'ın sandalyesinin arkasına dayadı ve omzunun üzerinden eğildi. Carth şimdi parfümünün kokusunu duyabiliyordu; bu günlerdir içini kemiriyordu. Pahalı, zevkli ve muzır, Bulut Şehri'ndeyken almış olmalıydı. Bu kokuyu duyunca yüzünü onun boynuna gömmek istiyordu.
Min biraz daha yaklaştı, elini masanın üzerine koyarken, gözlerini memurenin gözlerine dikti. "Yemek için teşekkür ederim," dedi Min.
Kara'nın gözleri büyüyüp puslanırken, yüzü neredeyse sarktı. "Yemek için teşekkür ederim."
"Ama ölmeye can atan pilotlar pek benim tipim değildir." Carth öfkeyle dişlerini gıcırdattı. Bu konuda yumuşamış olmasını diliyordu.
"Ama ölmeye can atan pilotlar pek benim tipim değildir." Kara itaatkar ve sanki biraz da üzgün bir tavırda tekrarlamıştı.
Min bir an duraksayıp düşündü. "Şimdi gidip rüşvet paralarımı harcamak istiyorum."
Kara sözcükleri sanki kendi fikriymiş gibi tekrar etti. "Şimdi gidip rüşvet paralarımı harcamak istiyorum."
"Başka bir yerde." Kara yerinden kımıldamayınca, Min bunu da eklemek zorunda kalmıştı. Eliyle savuşturma hareketi yaptı.
"Başka bir yerde." Kara ayağa kalktı ve yüzünde şaşkın bir ifadeyle kantinden çıktı.
Min rahatlayarak içini çekti. Doğruldu ve Kara'dan boşalan yere oturdu. "Üzgünüm. Bu kadar ileri gideceğini tahmin etmemiştim." Carth, Min'in söylediklerinde ciddi olduğunu görünce şaşırdı.
Az önceki yakınlıklarının etkisinden kurtulması birkaç saniyesini aldı. "Bunu yapmayı nerede öğrendin?"
"Jolee öğretti."
Artık karşısında oturduğuna göre, ona sinirlenmesi daha kolay olacaktı. "Neden bunu baştan yapmadın?"
"Bastila'yı, aramızdaki bağı kötüye kullandığı için haşladıktan sonra, başka şansım kalmayana kadar böyle bir şey yapmak doğru olmaz diye düşündüm. Rezil bir yöntem gibi görünüyor." Bu gerçekten doğruydu. Bastila'nın yaptığı Carth'ı gerçekten deli etmişti. Her ne kadar Min'in az önce yaptığı Bastila'nın yaptıkları kadar istilacı bir davranış olmasa da, yine de çok acımasızca bir yöntemdi. Aslında Jedi'ların insanın aklına böyle şeyler yapabiliyor olması biraz korkutucuydu.
Ama Min kazandığı tüm puanları, sanki kendine engel olamıyormuş gibi güldüğünde kaybetmiş oldu. "Ayrıca, başta gerçekten çok eğlenceliydi."
En azından biraz kıskanabilirdi! "Seni eğlendirebildiysem ne mutlu bana."
"Kabul et, ilgiyi seviyorsun."
Carth, Min ile her konuştuğunda yaşadığı, o çok tanıdık öfke ve eğlence karışımını yine hissediyordu. "Öyle mi düşünüyorsun? Bence aynı tür ilgiyi bir silahtan da görebilirdim."
"Hoşuna gitmedi mi? Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?"
"Bilmek ister misin? Sen biraz bekle kadın. Senin de sıran gelecek."
"Tabi. Sırf çenesin, Carth."
Min'in kendisine inanmamış olması Carth'ı sinirlendirmişti. Herhalde çok sıhhatli olduğumu düşünüyordur!
Carth öne eğildi, doğrudan Min'in gözlerinin içine baktı ve kısık bir sesle konuştu. "Peki değilsem ne yapacaksın?"
Min ciddi bir havayla bir kaşını kaldırdı ve yüzüne yavaşça bir gülümseme yayılmaya başladı. Birkaç saniye, Carth düşüncelerinin olasılıklarla çalkalanmasına izin verdi. Bu konuşmanın Min'in üstün olduğu ve çok açık bir şekilde tehlikeli görünen sularda yüzmekte olduğunu fark edince, Carth gülerek geri adım attı. "Hayır, hayır, bekle, bunu cevaplama. Bilmek istemiyorum." Tabi ya. Sen kendini kandırmaya devam et, Onasi.
Evet, Min kesinlikle onu deli ediyordu. En kötüsü de, Carth bunun her anından keyif alıyordu.
Çok tanıdık kum ve toz kokusu, eviyle ilgili anılarının canlanmasına sebep olurken, Canderous gecenin kuru havasını ciğerlerine çekti. Gecenin geç saatleriydi ve Anchorhead'in sokakları karanlık ve bomboştu. Kantinden çıkıp gemiye doğru yola koyulduklarında, Min Canderous'un yanında yürümeye başlamıştı. Carth ve Jolee onları arkadan takip ederken, Cumhuriyet'in şu anda devam eden savaşını diğer mücadelelerle kıyasladıkları hassas bir münakaşa içindeydiler.
Min kısa bir kadın olmasa da, Canderous'un omuzlarına ancak geliyordu. Canderous onu görebilmek için aşağıya doğru baktı ve Mandalorya dilinde sordu. Plan nedir?
Cevabın da kendi dilinde gelmesi Canderous'u mutlu etti. Jawa klanı şefiyle konuşacağız. Komad'a göre eğer bu gezegende Yıldız Haritası diye bir şeyi duymuş birileri varsa, Jawa'lar olmalıymış. Komad Fortuna onlarla konuşma nezaketini gösteren az sayıda avcıdan biriydi. Diğer avcılar tarafından saygı duyulan ve dolaylı olarak da olsa yardımcı olan tek kişiydi.
Canderous Min'in Jawa dilini de anlıyor olduğunu gördüğünde pek şaşırmamıştı, kadının dillerle ilgili yeteneği tam bir esrardı. Yine de garip olan, Jawa'ların sadece bu gezegende yaşıyor olduğunu biliyordu ve Min ısrarla buraya daha önce hiç gelmediğini söylemişti. Tabi ailesinin çiftçi olduğu konusunda da diretmişti. Bu tür yalanlar söylüyor olması Canderous'un kafasını karıştırıyordu, ama maaşı iyiydi ve daha da iyisi, Revan'ın halkını yenmesinden sonra ilk defa hünerlerini kullanmasına değecek düşmanlarla savaşıyordu. Bu durumunu tehlikeye sokmaya hiç niyeti yoktu.
Hem bu kadına saygı duyuyordu, daha önce çalıştığı Davik ve pek çok insana karşı hiç böyle hissetmemişti. Her ne kadar Min bazen tam bir baş ağrısı olsa da, hakkını vermeliydi; kadın içlerinden hiçbirisinin hakkını yememişti.
Çöl için erzaka ihtiyacımız olacak. Çevrede neye ihtiyacımız olacağını soruşturacağım.
Neye ihtiyacımız olacağını biliyorum. Ben hallederim. Min'in soran bakışlarını görünce devam etti. Benim klanım Ordo'nun ülkesi de buraya benzerdi: toz havzaları ve yalçın kayalıklar. Ama orada en azından ekvator bölgesinde yeşil alanlar vardı. Savaştan sonra halkımdan bazılarının buraya geldiğini duydum ama onlara ne olduğunu bilmiyorum. İlk defa olmayarak, şimdi kayıp olan için pişmanlıkla dolu bir sancı hissetti.
Onları bulmak için zamana ihtiyacın var mı?
Canderous bir süre sessizce düşündü. Hayır. Ordo klanı kaybolalı uzun zaman oldu. Bu gezegendeki Mandaloryalı'lar benim halkımdan olsalar da, ne kandaşlarım ne de yoldaşlarım. Boş sokakta üç kişi belirdi. Her ne kadar kimse silahlarını çıkarmasa da, Min, Carth ve Jolee tetikte beklediler. Ama Canderous donmuştu. Jagi?
Canderous. Çok uzun zaman oldu.
Öldüğünü sanmıştım! Jagi, Canderous'un en güvenilir adamlarından biriydi. Althir'e kadar tüm galakside birlikte savaşmışlardı. Canderous geleneksel olarak tokalaşmak için yürüdü ama Jagi'nin bakışları onu durdurdu.
Tabi ki öyle sandın. Bizi gönderdiğin o saldırıda hepimizin öldüğünü sandın. Ama sadece ben neler olduğunu anlayıp, bu tuzaktan kurtulmayı başardım. Kendi adamların için hazırladığın tuzak!
Şaşkınlığın yerini öfke aldı. O zaman ihtiyatlı olanı yaptım. Eğer bu kararı vermeseydim savaş-
Savaş yine de kazanılabilirdi. Özürlere yer yok, Canderous. Sana bir kan düellosu için meydan okuyorum.
Jagi'nin attığı kan parşömen kağıdını Canderous tek eliyle yakaladı.
Kabul ediyorum, seni küstah köpek!
Seni bekliyor olacağım, Canderous. Jagi adamlarına bir işaret yaptı ve az sonra gözden kayboldular.
"Neler oluyor?" diye sordu Carth, şüpheyle Canderous'a bakarken. Min bir elini kaldırarak onu susturdu. Ebon Hawk'a doğru sessizce ilerlerken, Min dikkatle Canderous'a bakıyordu.
Gemi garip bir şekilde sessizdi, Juhani masada meditasyon yapıyordu. Diğerleri ise büyük ihtimalle odalarına çekilmişlerdi. Min masaya otururken, karşısındaki sandalyeye geçmesi için Canderous'a işaret etti. Canderous ve Jolee sandalyelerini çekerken, Carth, Min'in arkasında kollarını kavuşturmuş, dik dik Canderous'a bakıyordu.
Canderous kan parşömenini açıp, bir dakika kadar sessizce okudu. Min'e baktığında Mandalor dilinde konuşmaya başladı. Min sözünü kesti. "Temel dilde konuşalım, Canderous." Canderous şaşırmamıştı, etrafta birileri olduğunda Min hep bunu yapıyordu, kaba bir davranış olduğunu düşünüyor olmalıydı. Normalde önemsemezdi ama bu konuyu pilotun, ihtiyarın ve Cathar'ın önünde konuşmak istediğinden emin değildi. Ama patron Min'di, o yüzden itaat etti. Ama yine de hoşuna gitmemişti.
"Jagi, Althir savaşına kadar benim komutamdaki bir askerdi."
"Althir. Tanıdık geliyor," dedi Min.
"Cumhuriyet kendilerine savaş ilan etmeden önce Mandaloryalı'ların son işgal ettiği gezegenlerden biriydi," dedi Carth. "Sen orada mıydın?"
"Evet. Bir savaşta benim takımım, bizden on kat büyük Althiri ordusunu bozguna uğratmıştı. O savaş klanımın tüm ordularının komutasını almamı sağlamıştı. Beş gün boyunca bizi dışarıda tutmayı başardılar, doğrudan saldırıya geçit vermiyorlardı." Canderous bir sigara yaktı ve uzun bir nefes çekti. "Görevim onların kanatlarından birine sahte saldırı düzenlemekti. Althiri ordusu içeriye göndereceğim askerlere kanıp ortaya çıkabilirdi. Bir defa askerlerimi kuşattıklarında da, gerçek taburu arkadan gönderip onları yenebilecektik."
"İşler planladığım gibi gitmedi. Bir açık fark ettim, düzenlerinde yaptıkları bir hata, ve bunu kullandım! Ana taburu kovalarken, orduları ikiye bölünmüş oldu. Filolarının tam merkezi saldırıya açık hale gelmişti! Kuvvetlerimi oraya yönlendirdim ve Althiri ordusunun çoğunu yok ettim!"
"Kendi emirlerine karşı geldin." Carth'ın hoşnutsuzluğunu kasılmış çenesi ele veriyordu.
"Bu bir savaşçının karşısına hayatında en fazla bir veya iki defa çıkabilecek bir fırsattı. Tarihin gidişatını tek bir hamlede değiştirebilecek bir fırsat. Büyük, ağır gemileri bize karşılık vermek üzere zamanında dönemedi. Komuta gemileri saniyeler içinde yok edildi. Safları tamamen karmaşa içindeydi."
"Eğer kazandıysan, Jagi niye seni öldürmek istiyor?" diye sordu Min.
"Çünkü kuvvetlerini merkeze saldırmak için çevirdiğinde, önceden sahte saldırıya gönderdiği adamlarını korunmasız bıraktı. O adamları kılıçtan geçirmiş olmalılar." Carth'ın bu karara olan küçümseyişi ses tonundan belliydi.
Canderous ayağa kalktı ve Carth'a yanaştı. "Eğer o anda saldırmasaydım, savaş o kadar da kolay kazanılmayabilirdi. Althiri ordusu çok dişliydi. Merkezlerini açık bırakan bir zayıflık gördüm ve bunu değerlendirdim. Kararımın arkasındayım."
Carth ona doğru bir kavga ararmış gibi yürüdü. "Sana verilen emirler açıktı ve bir planın parçasıydı! Adamlarına karşı bir sorumluluğun vardı!"
Min müdahale etti. "Yaptığı taktiksel olarak zekice bir hareketti."
Carth inanamıyormuş gibi Min'e baktı. "Kendi adamlarını ölüme terk etti, Min!"
"Ve böylece büyük ihtimalle çok daha fazla canı kurtarmış oldu."
"Bu doğru," dedi Canderous, her ne kadar daha önce hiç bu şekliyle düşünmemiş olsa da. "Eğer bu kararı almış olmasaydım, çok daha fazla savaşçı ölürdü ve savaş çok daha uzun sürerdi."
Carth bunu fark etmişti. "Zırvalık. Eğer daha fazla hayat kurtardıysan, bu tesadüften başka bir şey değildi. Bunu sadece zafer için yaptın, değil mi? Mandaloryalı onuru bu kadar işte."
"Mandalor, savaş anında fırsatçılık ve esnekliğin saygın bir şey olduğun öğretti bize. Bir savaşçı olarak bunu sen de biliyor olmalısın. Revan da böyle savaşmıştı."
"Öyle mi? Ama bak Revan'a sonra neler oldu."
"Pek değerli Cumhuriyet'in, o adam olmadan bugün burada olamazdı."
Canderous, Carth'ın itiraz etmediğini görünce, bir adım öne geçtiğini biliyordu.
"Kadın." Tüm gözler Juhani'ye döndü.
"Ne?" dedi Canderous.
"Kadın. Revan bir kadındı."
"Bu doğru," dedi Carth.
Canderous, Carth'a döndü. "Nereden biliyorsun?" Ama yanıtlayan Juhani oldu.
"Çünkü Taris'te yaşarken onunla tanışmıştım." Herkesin gözü yine Juhani'ye çevrilmişti.
Jolee araya girdi. "Pekala, çocuklar. Bu da çok büyüleyici bir konu olsa da, çözüm bekleyen bir sorunumuz var."
"Sorunumuz yok, yaşlı adam. Jagi'nin düello isteğini kabul ettim ve bu hafta içinde karşılaşacağız."
"Bence bir sorun var. Sana yedeklik yapacak birisini nereden bulacaksın, oğlum?"
Canderous ilk defa hissettiği garip bir yalnızlık duygusu ona bıçak gibi saplanırken, bir süre sessizce durdu. Bir kan düellosuna yedeksiz gitmek düşünülemeyecek bir şeydi. Ama yoldaşları ya ölüydü ya da çok uzaklarda. Bu gezegendeki diğer Mandaloryalı'lardan da tanıdığı çıkacağından emin değildi. Büyük ihtimalle Jagi'nin yoldaşıydılar. Geleneksel olarak, yedekliğini yapacak kişi, yanında savaşmış olmalıydı. Geleneksel olarak bu kişi gönüllü olmalıydı, kendisi kimseye soramazdı.
"Yedeği ben olacağım," dedi Min. Canderous'a baktı. "Tabi istersen."
Carth dehşete düşmüştü. "Şaka yapıyor olmalısın!"
"Bu konuda şaka yapmam."
"Onur duyarım." Bu doğruydu, kadın ne kadar iyi bir savaşçı olduğunu defalarca kanıtlamıştı. Ayrıca bu durumun pilotu sinirlendirmek gibi fazladan bir getirisi vardı. Mükemmel.
"Hayır!"
"Bu seni ilgilendirmez, Onasi." Min ayağa kalktı. "Bana parşömeni ver Canderous, ve bıçağı."
"Ne yaptığının farkında değilsin."
Garip, şaşkın bir ifade Min'in yüzünde dolaştı ama çabucak yok oldu ve sakince konuştu. "Evet Carth, farkındayım." Canderous'a döndü. "Kadın olduğum gerçeği sorun yaratır mı?"
"Teknik olarak, hayır. Mandaloryalı kan düellolarında kadınlara getirilen bir kısıtlama yok ama oldukça sıra dışıdır. Bize saygı göstermelerini bekleme."
"Söylemek istediğim bu değil. Senin bununla bir sorunun var mı?"
Canderous parşömeni ve bıçağı uzattı. Gözleri birleşti. "Hayır. Söylediğimde ciddiydim, onur duyarım."
Min başını salladı ve parşömeni masada tam ortalarına serdi. Bıçakla yavaşça sağ avucunu kesti ve Canderous'a uzattı. O da aynısını yaptı. Kestikleri avuçları birbirine denk gelecek şekilde ellerini birleştirdiler. Canderous'un devasa elinin içinde Min'inki neredeyse kaybolmuştu. Bileklerinden dirseklerine kadar olan kolları birbirine yaslanmıştı. Kanları birbirine karışırken, kollarından akarak parşömene damlıyordu.
Sözleri aynı anda söylemeye başladılar. Canderous öğretmek zorunda bile kalmamıştı. Galibiyette ya da yenilgide, onurunun bekçisi olacağım. Eğer sendeleyecek olursan, senin yerini alıp ölüme meydan okuyacağım. Eğer ölürsen, cenaze ateşini bizzat yakacak ve hatıranı onurlandıracağım. Galaksi, adının şerefi karşısında titreyecek.
Beni yedeğin olarak kabul ediyor musun? diye sordu Min.
Evet. Benim düşmanlarım senin, senin düşmanların benimdir.
Canderous elinde hafif bir ürperme hissetti ve elini çektiğinde yara çoktan iyileşmişti.
Jolee bir havlu uzattı ve Min kolundaki kanları sildi. "Parşömeni yarın iade edeceğim. Silah seçimin nedir?"
"Mandaloryalı kısa kılıçları, zırh yok." Canderous devam ederken, Min havluyu ona uzattı. "Yarın oraya gittiğinde, dikkatli ol. Jagi sana saygı göstermeyecek ve haddini bildirmeye çalışacaktır."
Canderous haklıydı. Jagi gerçekten de Min'e 'haddini' bildirmeye çalıştı. Min kan parşömenini uzattığında, elinin tersiyle suratına tokat atmaya çalıştığında, Min bileğini havada yakaladı ve diğer eliyle de ışın kılıcını çekti. Karşısında bir Jedi olduğunu fark eden Jagi'nin tavrı biraz daha saygılı olduysa da, yine de çok değişmemişti.
Min dışarı çıktığında, çöllerin kör edici güneş ışığından kısa bir süre hiçbir şey göremedi. Gözleri ışığa alıştığında ise, kendisine suçlayıcı bir ifadeyle bakan iki çift gözle karşılaştı. Min dönüp derhal içeri kaçma isteğiyle savaştı. Bir grup kadın düşmanı Mandaloryalı ile uğraşmayı tercih ederim.
O gün yatağın ters tarafından kalktığı için onları görmezden gelmeye karar verdi. Dün gece, sadece Mandaloryalı kan düellosu andını biliyor olmasından değil, ayrıca bunu daha önce de yapmış olduğu hissinden kurtulamıyor oluşundan dolayı, Min için tamamıyla dehşet verici bir deneyim olmuştu. Bu duygu, swoop yarışlarında ve ışın kılıcını birleştirirken de hissettiğinin aynısıydı. En başta sinirlerini bozan bu olayın ortaya çıkmasıydı. Önce Kashyyyk'te Zaalbar'ın ailesi, sonra Korriban'da Carth'ın oğlu ve şimdi de bu. Jedi Konseyi'nin kader ve yazgıyla ilgili söylediklerinin belki de doğru olabileceği şimdiye kadar aklına gelmemişti.
Ve bir de Carth vardı. Bu da Min'in bugün düşünmek istemediği bir yığın sorundan biriydi.
Carth ve Juhani'ye bakmadan yanlarından geçerken, Min sokakta ilerlemeye başladı. Kendisine çok kızgın olduklarını ve dün gece ikisini de ters bir şekilde defettiğini biliyordu. Bu sabah da kendi başına zamana ihtiyacı olduğunu düşünerek teslimata tek başına gitmişti. Gerçi bu yalnız zamanın da pek bir işe yaradığı söylenemezdi.
İkisi de Min'in yanında yürüyüp onu kuşatmaya aldılar. "İkimizden birinin seninle gelmesini beklemeliydin," dedi Carth.
"Neden? Tartışalım diye mi?"
Juhani destekledi. "Carth haklı. Mandaloryalı halkı kötü mizaçlıdır ve kolaylıkla kendilerini kaybederler. Buraya gelerek onları öfkelendirmiş oldun. Tek başına gelmen çok aptalcaydı. Hem seninle tartışmaya da hiç niyetimiz yok."
"Belki senin yok Juhani. Ama onun var."
"Bunu nasıl yapabildin Min? O piçin yaptıklarından sonra nasıl yedeği olabildin?"
Min Juhani'ye döndü. "Gördün mü?"
Juhani Carth'a ters ters baktı. "Sadece neden onun yanında yer aldığını anlamakta zorlanıyoruz."
Juhani bu kadar makul konuştuğunda sinirlenmek mümkün değildi. "Neden? Canderous'a neden bu kadar karşısın?"
"Bu kişisel bir şey değil. Sadece Mandaloryalı'lara güvenmem. Onlara güvenilmemeli. Kaba kuvvete dayanırlar, vahşidirler ve gezegenleri yok etmek en büyük zevkleri arasındadır. Geminde onun varlığına neden hoşgörü gösterdiğini bilmiyorum. Aslında şimdiye kadar yararlı olabileceğini gösterdi. Ama bu, aldığın riske değer mi bilmiyorum."
Min daha fazlası olduğunu biliyordu. Daha fazlası her zaman olurdu. "Ve?"
Juhani'nin yüzü ıstırap ve öfkeyle gerginleşti. "Mandaloryalı Savaşlarının ilk zamanlarında, dış halkadaki gezegenlerde ciddi bir savaş sürüyordu. Mandaloryalı'lar geldi ve anayurdumu, Cathar'ı istila ederek, ırkımı kılıçtan geçirdiler… Yaptıklarını unutamıyorum."
Sanırım gerçek sebep bu. Min sokağın ortasında durdu ve Juhani'ye baktı. "Tarisli olduğunu sanıyordum."
"Yerlisi değildim. Annemi ve babamı Mandaloryalı'lar anayurtlarından sürmüştü. Ben henüz bebekken kendi yurdumuzdan kaçmayı başarabilmişlerdi. Gidebilecekleri en uzak gezegene kadar kaçmışlardı ve sonunda Taris'e yerleştiler. Daha fazla kaçmaya dayanamamışlardı, sanırım…"
Carth ve Min bir süre Cathar'ın kendini toparlamasını beklediler. Min suçluluk duygusuna boğulmuştu. Bunu bilmediğime inanamıyorum. Onu tanımak için daha fazla zaman ayırmalıydım. Onu fazla kendi haline bırakmıştı. Cathar da oldukça mesafeli olduğundan, onu tanımak zordu. Aslında sanki kadın böylesini tercih ediyor gibi görünüyordu. Ama bu bir mazeret değil, kahretsin!
"Özür dilerim. Sadece onun yanında uzun süre kalmaya pek dayanamıyorum. Gerçekten ondan hoşlanmadığım için değil, sadece…"
Min başını salladı ve Juhani'ye bir açıklama yapmaya karar verdi. "Canderous yalnız, klanı yok olalı uzun zaman geçmiş ve yanında yer alacak başka kimsesi yok. Onun için düelloya yedeksiz gitmek, yerin dibine girmekle aynı anlama gelirdi."
"Belki de yalnız gitmeyi hak ettiği hiç aklına geldi mi? Şanı için kendi adamlarını satmış. O seni hak etmiyor," dedi Carth, Min kendisiyle konuşmadığı halde.
"Belki öyle, belki de değil. Çok önemli değil. O benim mürettebatımdan ve yalnız gitmiyor."
"O bir Mandaloryalı paralı askeri ve senin sorumluluğunda değil."
"Evet, benim sorumluluğumda. Ve herkesten önce senin bunu anlayacağını sanırdım."
"Ne?" diye neredeyse bağırdı Carth.
"Sen bir Yüzbaşısın. Ya senin mürettebatından biri olsaydı, sen ne yapardın?"
Carth çenesini kenetleyerek, sert bir görünüm takındı. "O başka."
Min kollarını önünde kavuşturdu ve gözlerinin içine baktı. "Öyle mi? Nasıl başka?" Carth'ın dudakları, vereceği bir cevabın olmadığı bilinciyle hiddetle kilitlendi.
"Ben senin tarafındayım. Bir an için olsun, Canderous'un o emirleri hayat kurtarmak için verdiğini düşünmedim. Büyük ihtimalle şerefi için yaptı. Hala bunun alınabilecek en iyi taktiksel karar olduğunu düşünsem de, bunu yapmasını sağlayan dürtüleri yanlıştı. Sen haklısın, bunu yaptığı için tam bir piç olabilir. Ama bunu sevsem de sevmesem de, o benim piçim, benim sorumluluğum. Bunu ben istemedim ama buna sahibim."
"Bundan hiç hoşlanmıyorum."
"Şansına küs. Bununla yaşamak zorundasın."
"Tabi. Çünkü yerimde sen olsaydın, öyle yapardın değil mi?" Carth'ın öfkesi konuştukça artıyordu. "Sen, ki Bulut Şehri'nden beri şu "ölmeye can atmayla" ilgili yakamı bırakmadın. Sen, ki tanıştığım en inatçı kadın olmalısın!"
"Şey… o başka!"
Carth, Min'in sözlerini tekrarladı. "Öyle mi? Nasıl?"
"Çünkü haklıyım."
Min'le dalga geçecek cesareti vardı. "Hım, demek öyle. Her şeyi açıklığa kavuşturduğun için sağ ol, Min."
"Geri dönmeyi düşünmüyorsun bile!"
"Kahretsin kadın, Beni bu şekilde kışkırtmaya devam edersen, seni dizlerimin üstüne yatırıp iyi bir ders vereceğim!" Min bu ifade karşısında şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, ama Carth nutkuna devam etti. "Sana daha kaç defa söylemem gerekecek? Bu görevi her şeyin üzerinde tutacağıma dair sana söz verdim ve bunda ciddiydim! Burada yapmaya çalıştığımız her şeyi, kendi saplantılarım için tehlikeye atacağımı düşünmüyorsun değil mi?"
"Ben görevden bahsetmiyorum, seni nuna beyinli!"
Carth tamamen kafası karışmış bir halde gözlerini dikti.
"Bir şeyi anlayabilmen için sana resmini mi çizmeliyim? Bu seninle ilgili! Ben senin için endişeleniyorum!"
Min nasıl bu kadar aptal birinin, kendisini öptüğünde ayaklarını yerden kesebildiğine bir an inanamadı.
"Hayatını bir yana fırlatıp atmanı istemiyorum ve kokarım şu intikam aşkın, senin ölümüne sebep olacak. Öldüğünü görmek istemiyorum çünkü sana değer veriyorum, seni salak!"
Aralarına bir sessizlik çöktü.
"Hım, evet. Anlıyorum." Carth'ın kahverengi gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. Elini Min'in boynuna koydu ve parmağıyla yüzünü okşadı. Konuşmaya başladığında yüz ifadesi yumuşamıştı. "Min, Saul'u öldürmek yapmam gereken bir şey."
"Biliyorum," dedi Min usulca. Ama düşüncesi bile çok kötüydü.
"Ama aptalca ya da düşüncesiz hiçbir şey yapmayacağım, tamam mı?"
"Sen benim arkadaşımsın. Sadece arkadaşlarımın öleceğini düşündüğümde çıldırmak gibi bir eğilimim var."
Carth'ın gülümseyişi acılıydı. Dikkatle Min'in gözlerine baktı. "Bunun olmamasına gayret edeceğim."
"Güzel."
"Sanırım seni Canderous'un yedekliğini yapmaktan vazgeçiremem, öyle değil mi?"
"Hayır."
"Dikkatli olacaksın, öyle değil mi? Çünkü bilirsin, yanımızda olman hiç de fena bir şey değil."
Min başını salladı ve Carth sarılmak için onu kendisine çekti. Min yanağını onun deri ceketine dayarken, gözlerini kapattı ve buna izin verdi. Derinin ve temiz erkek kokusunun karışımı, sağlıklı düşünebilmeyi zorlaştırıyordu. Tıraşsız çenesini ve düzensiz nefesini alnında hissedebiliyordu. Carth'ın eli ensesine kayarken, parmağı, Min'in o sırada deli gibi attığını bildiği atar damarının olduğu yeri okşuyordu. Min, onun kendisini öpmesi için tek yapması gerekenin başını biraz kaldırmak olduğunu biliyordu.
Kahretsin! İyi olmaya çalışmak neden bu kadar zor? Bir hafta önce kendini öptürmek için onu kışkırttığından, şimdi uslu durmaya çalıştı. Biliyordu ki, Carth hala karısı için yas tutuyordu ve zamana ihtiyacı vardı. Min gerçekten anlayış gösterebilmek için çok çabalıyordu. Ama asıl sorun, kesinlikle ve kesinlikle anlayışlı olmak istemediğini fark etmesiydi. Gerçekten istediği Carth'dı. Min, Carth'ın üzerindeki etkisinin farkındaydı ve kasıtlı olarak onu tahrik ediyordu. Gerçekten kendine engel olamıyordu. Her ne kadar Carth'ı henüz hazır olmadığı bir şeye zorlamamak için uğraşsa da, adamın şimdi gidip böyle bir şey yapacağı tutmuştu.
O sadece arkadaş olmak istiyor. Büyü artık. Hüsranını içine atarak, geri çekildi.
"Jawa'lar," dedi sesinin düzgün çıkmasına uğraşırken.
Carth gözlerini şaşkınlıkla kırparken, bakışları çok uzaklardaydı. "Jawa'lar mı?"
"Gidip onlarla konuşmalıyız. Hemen."
"Ah, peki."
Biraz geç olarak, Min oldukça kalabalık bir sokakta durduklarını fark etti. Juhani onlardan birkaç adım ilerde durmuş, başkalarına bakmaya çalışıyordu. Carth da nerede olduklarını fark etmiş olacaktı ki, utanarak kıpkırmızı oldu.
Ya gülünecek ya da ağlanacak bir durumdu, Min bir kahkaha attı. "Hadi çocuklar. Gidip işlerimizi halledelim."
Ebon Hawk, Kumul insanlarının yerleşim alanlarından yirmi kilometre kadar uzakta, kayalık bir kanyonda konumlanmış, kalkışa hazır bir durumda bekliyordu. Uğuldayan motorların sesi, Carth'da sakinleştirici bir etki yapıyordu ve buna ihtiyacı vardı.
Pilot koltuğunda döndü ve kom linke uzandı.
"Mission?"
"Evet?" Ancak bir ergenlik çağındakinden çıkabilecek kadar sıkkın ve gıcık bir sesle cevap vermişti.
"Ne kadar yakındalar?"
"Son sorduğun zamandakinden ancak bir kilometre kadar yakındalar." Mission bilgisayar odasındaki ekrandan, Min, Bastila ve Juhani'yi takip ediyordu. Üçü ve yanlarında daha yeni satın aldıkları katil ruhlu droidleri, Kumul insanlarının çadırlarına doğru ilerliyorlardı. "Carth, eğer heyecanlı bir şey olursa sana haber veririm, tamam mı?"
"Oldu."
Dün Jawa klan lideriyle konuşmuşlardı ve Jawa'ların Yıldız Haritasını görmüş olduklarını duyunca sevinmişlerdi. Eğer yakınlardaki Kumul insanları tarafından esir edilmiş kabile üyelerini kurtarırlarsa, Jawa'ların onlara mağara sistemlerinin haritalarını verecekleri bir anlaşmaya varmışlardı. Bu konuşma sırasında Min ve Juhani'nin yanı sıra Carth'ın da orada bulunması iyiydi. İki kadın Jawa'ların esir alındığını duyar duymaz, onların yardımını beklemeden, tutsakları kurtarmayı kabul edebilirlerdi. Carth bu hassasiyeti ne kadar onaylıyor olursa olsun, bulunması gereken bir Yıldız Haritası vardı.
Barışçıl bir çözüm bulmakta dayatan ve kuş beyinli planlarını yüzlerine vurarak iki kadını utandıran Bastila olmuştu. Ve şimdi üç kadın, üzerlerinde artık ölü olan akıncıların üzerinden çıkarılmış kıyafetler ve yanlarında Kumul insanlarının dilini konuşabilen bu katil ruhlu protokol droidiyle birlikte çadırlara ilerlemekteydiler. Carth, Min'in bu dili konuşamıyor olmasına oldukça şaşırmıştı.
Bu plan neredeyse yürümeyecekti de. Min, Bastila'nın onları Kumul insanlarının kıyafetleriyle gizlemek niyetinde olduğunu fark ettiği anda, hiddetten ter ter tepinmeye başlamıştı. Carth onu pek suçlayamıyordu, giysiler gerçekten berbattı. Ama ya giyeceklerdi ya da görüldükleri yerde saldırıya uğrayacaklardı. Min oyunu saldırılmaktan yana kullanmıştı ama diğer Jedi'ların oybirliğiyle saf dışı bırakılmıştı.
Carth'ı Kumul insanlarından da çok endişelendiren droiddi. Daha önce bir droidin bu kadar çılgın olabileceği hiç aklına gelmemişti.
Tam tekrar Mission'u arayacaktı ki, Jolee kokpite girdi ve o yaşta sahip olması beklenmeyecek bir zarafet ve estetikle yandaki koltuğa oturdu. Carth, yaşlı Jedi'ın ne istediğini merak ediyordu. Aslında Jolee'yi seviyordu; ihtiyarın Jedi Düzeni'ne karşı sağlam bir hoşnutsuzluğu vardı. Ama bir an için olsun Jolee'nin öylesine kendilerine katılmış olduğuna inanmıyordu. Yaşlı adamın asıl niyetini gerçekten merak ediyordu.
"Çıkar ağzından baklayı, evlat."
"Efendim?"
"Bütün sabah yüzünü buruşturup durdun."
"Buruşturmak mı? Ben yüzümü buruşturmuyorum." Ama Jolee'nin delip geçen bakışlarını görünce teslim oldu. "Tamam. Belki biraz buruşturuyorumdur ama sen de çok ısrarcısın. Bu seni neden ilgilendirsin ki?"
"Sadece bir arkadaşa ihtiyacın olabileceğini düşündüm. Hırçınlaşmana gerek yoktu." Jolee koltuğunda doğrulmaya başlamıştı ki, Carth onu durdurdu. Onu azarlıyormuş gibi konuşmamalıydım, her ne kadar meraklı ihtiyarın teki olsa da.
"Sadece karımı düşünüyordum."
"Ah." Jolee anlayışla başını salladı ve bir süre sessizlik içinde oturdular. "Min sana bir zamanlar benim de evli olduğumdan bahsetti mi?"
Carth, Jolee'nin yüzünü görebilmek için koltuğunda döndü. Yaşlı adama artan bir ilgiyle bakıyordu. "Hayır. Hayır, bahsetmedi."
"Sana ben bir kaçakçıyken nasıl Ukatis üzerinde vurulduğumu anlatmıştım." Carth başını salladı. Gemideki herkes Jolee'nin renkli geçmişini dinlemekten büyük zevk almıştı. "Beni yere düşüren silahı ateşleyen karımdı."
"Gerçekten mi?"
Jolee sırıttı. "Nayama mucizevi bir kadındı. Öfkesi burnunda, azimli ve çok akıllı. Beni merkeze sürüklemişti ve hapishaneden üç defa kaçmaya yeltendiğimde beni rahatlıkla durdurmuştu. Ah, bir de o vücudu… Söylememe gerek yoktur sanırım, sonunda kalbini kazanmayı başardım. Ama tabi hapishaneden kaçarken onu da kaçırdıktan sonra bunu yapabildim."
"Ona ne oldu?"
"Kısaca söylemek gerekirse, Exar Kun'la yapılan son savaşta öldü."
"Peki uzunca söyleyecek olursan?"
"Bu, başka bir zaman anlatılacak bir hikaye. Şimdi senden bahsediyoruz."
"Öyle mi? Ama ben beraberinde çıkarılacak bir dersle gelecek zalim ama dokunaklı bir hikaye anlatmanı bekliyordum."
"Devam et. İhtiyarla eğlen. Ne de olsa öğrenilmesi gereken her şeyi çoktan biliyor olduğundan, ben yolundan çekileyim."
Kahretsin. Belki de gerçekten konuşacak birisine ihtiyacım vardır. Neden olmasın?
"Sadece nasıl göründüğünü hatırlamaya çalışıyordum. Bunu hatırlamak bu kadar zor olmamalı. Onunla ilgili hatırladığım şeyler var. Mesela gülüşü, saçlarının kokusu, son kavgamız… Sadece yüzünü hatırlayamıyorum. Uzun süredir aklımda tutmaya çalışıyorum ama artık orada değil. Olması gerektiği gibi değil. Bu çok mu garip?"
"Hayır, değil. Önemli şeyleri hatırlıyorsun."
"Ama yüzünü hatırlayabilmeliyim. Bu dehşet verici! Onu kaybediyormuşum gibi geliyor."
"Onu çoktan kaybettin, oğlum. Saul'u öldürmek bunu değiştirmeyecek."
"Yine de bunu yapmalıyım. Onun ölümünden beri beni ayakta tutan tek şey, Saul'u bulup öldürmek ihtiyacı oldu."
"Eğer buna gerçekten inanıyorsan, neden burada oturup suçluluk içinde yuvarlanıp duruyorsun?" Jolee cevaplamasını beklemedi. "Şahsen bu durumun belli bir geveze Jedi genç kızıyla ilgili olduğunu düşünüyorum."
Carth bakışlarını pencereden dışarıya, sıcak çöle çevirdi. Ancak bir süre sonra konuştu. "O önemsiyor Jolee. Hayatta olup olmadığıma uzun zamandır değer veren tek insan o."
"Biliyor musun, intikamın ötesinde bir hayat istemek karına ihanet etmek demek değildir. Sence karın ne yapmanı isterdi?"
Carth bunun cevabını biliyordu. O ve Morgana bunu yıllar önce tartışmışlardı. Şimdi bu durumun ironisi midesinin bulanmasına neden oluyordu.
Corellia yapımı sabahlığı üzerinde mutfakta otururken, arka bahçede oynayan Dee'yi izliyordu. Carth üniformasının ceketini üzerinden çıkardı ve sandalyenin arkasına astı.
Morgana bir yandan bahçedeki oğluna göz kulak olurken, ilgisini Carth'a da vermeyi başardı. "Biraz dinlenmelisin," dedi içini çekerek. "Son günler çok yorucu geçti."
Korkunç geçmişti. En iyi arkadaşının cenazesinden yeni dönmüşlerdi. Dustil Jarret'la ömür boyu bir dostlukları vardı, filoya yazılmış, uçuş eğitimini birlikte tamamlamışlardı ve birbirlerini sayısız kez kurtarmışlardı. Şimdi öldüğüne inanmak çok zor geliyordu, hem de uçağı düşman Mandaloryalı ateşi altında parçalara ayrılırken, arkadaşının çığlıklarını telsizden duymuş olmasına rağmen. Dustil'in karısına haber vermek zorunda kalan yine kendisi olmuştu.
Carth karısının yanına oturdu ve elini tuttu. Karısının söyleyeceklerinden hiç hoşlanmayacağını biliyordu. "Konuşmalıyız, kedicik."
Morgana'nın derin mavi gözleri öfke ve korkuyla doldu. "Şu an bunu konuşmak istemiyorum."
"Ben de bu konuşmayı yapmak istemiyorum, ama mecburuz." Morgana başını çevirdi. Carth bu konuşmayı daha önce defalarca yapmaya çalışmıştı ama Morgana inatla reddediyordu. Ama artık bunu içinde tutamazdı. Morgana'yı üzmek istemiyor olsa da bilmek zorundaydı."Eğer bana bir şey olursa, hayatına devam edeceğine ve seni mutlu edecek bir başkasını bulacağına söz ver."
"Hayır." Morgana'nın sesi sakin, yumuşak ama kesindi. Carth yüzünü buruşturdu. Karısının kendisine kızgın olduğunu biliyordu. Çünkü ne kadar sinirliyse, sesi bu kadar kısık çıkardı.
"Ana-"
"Hayır. Sensiz hayatıma devam edeceğime söz vermiyorum. Beni mutlu edecek bir başkasını bulacağıma da söz vermiyorum. Böylece sen de hayatta kalmak zorunda kalacaksın, Carth Marcus Onasi ve söyleyeceklerimin hepsi bu kadar."
Carth üsteledi, çünkü savaş alanına az da olsa rahat bir kafayla başka türlü dönemezdi. O yüzden ucuz bir yönteme başvurdu. "Peki. Ama eğer sen ölseydin, benim ne yapmamı isterdin?"
Morgana titredi, ama gözyaşları yanaklarından akarken cevaplamayı reddetti. Karısının gözyaşlarını silerken, kendi sorusunu yanıtlayan Carth oldu. "Mutlu olmamı isterdin."
"Bu hiç adil değil."
"Evet?"
"Tabi ki mutlu olmanı isterdim."
"Mandaloryalı'lar ile savaş daha yeni başladı. Daha pek çok insan ölecek. Bunu benim için yapacağından emin olmalıyım. Lütfen Ana, bana söz ver."
Morgana pes etti ve söz verdi. Ama önce Carth'ın söz vermesini sağlamıştı. Ama Carth bu sözü verirken, asla tutmak zorunda kalacak kişinin kendisi olacağını düşünmemişti.
Jolee Carth'ın yüzünü inceledi. "Evet, ben de öyle düşünmüştüm." Bir süre sessizce oturdu ve kendi anıları içinde kayboldu. "Hayat kısa, evlat. Eğer şanslıysan bir defa aşkı bulursun. Ama iki defa bulmak… Eh, işte bu gerçekten muhteşem bir şey."
Jolee bir şeyleri savuşturuyormuş gibi elini salladı. "Pöh, sanki her şeyi biliyormuşum gibi beni dinleme. Ben artık aşktan ne anlarım? Artık Jedi bile olmayan yalnız ve yaşlı bir adamım. Ama sana şu kadarını söyleyeyim. Eğer otuz yaş genç olsaydım, sana ciddi bir rakip olurdum."
Carth güldü. "Gerçekten mi?"
"Bana öyle bakma, kahretsin! Hep böyle kırışmış bir ihtiyar değildim, bilirsin. Oldukça enerjik ve atılgandım."
"A-ha."
"Evet. Bunlar heybetli şeylerdi. Kadınlar bundan hoşlanır."
"Heybetli mi?"
"Hala da dövüşebiliyorum, o yüzden yüzündeki şu sırıtmayı derhal yok etsen iyi edersin."
Carth'ın cevabı, Mission'un sesiyle bölündü. "Carth! Başları dertte! Bize derhal ihtiyaçları var!"
Carth gemiyi havalandırırken emir yağdırmaya başladı. "Hemen silahların başına geç, Mission! Canderous?"
"Evet?" Her zamanki huysuz ve boğuk sesiyle konuşmuştu.
"İki dakika içinde hazır ol."
"Seni beni merak etme, güzel çocuk. Sadece bizi oraya götür."
Carth yanındaki koltuğa baktığında Jolee'nin çoktan kalkmış, kapıya doğru hızla gitmekte olduğunu gördü.
Carth Ebon Hawk'u hızla dar kanyondan geçirirken, geç kalmadıklarını umuyordu.
"Neden hiçbir şey planladığımız gibi gitmez?" Min dişlerinin arasından konuşuyordu. Bir kılıcıyla Tusken akıncısının gaffi sopasından gelen saldırıyı önlerken, diğeriyle güçlü bir darbe indiriyordu. Saldırdığı savaşçı garip bir horuldama sesiyle öldü. Min bunun bir çığlık olup olmadığını merak etti.
Bir saniyeliğine nefesini düzene sokmaya çalıştı. Şefin salonu Kumul insanlarının cesetleriyle örtülmüştü. Aslında başta her şey planlandığı gibi gidiyordu. Tutuklu Jawa'ların salıverilmesi için görüşmeleri devam ederken, Kumul insanları birden bir şeyden alınmış ve saldırmaya başlamışlardı. Buna neyin sebep olduğunu anlayacak zamanları olmamıştı ve şimdi sadece Jawa'ları bulup buradan kaçmaları gerekiyordu.
"Bu taraftan." Bastila kıvrımlı koridorda koşmaya başladı.
Kumul insanlarının yerleşim alanı, pek çok birbirine bağlanmış çadırlardan oluşan daire şeklinde bir köye benziyordu. Evlerin sağlamlığı tartışılırdı; birkaç hamlede paramparça olabilirlermiş gibi görünüyorlardı.
Min ve Juhani, arkalarında HK-47 droidiyle takip etmeye başlamışlardı. Droid çok neşeli bir şekilde siper almış gelirken, arkasındaki yarım düzine ya da daha çok düşmanın yanaşmasını engelliyordu. Mekanik hayatının en büyük eğlencesini yaşıyor gibi görünüyordu.
"İtiraf etmeliyim, Minuet. Şu droid gerçekten ürkütücü," dedi Juhani.
Min katılıyordu; bu robota karşı kendi hisleri de bıkkınlık, korku ve eğlence karışımıydı.
Köşeyi döndüklerinde yeni bir grup savaşçıyla karşılaştılar. Bastila bir çadır kapısını gösterdi. "Orada! Jawa'lar orada!" Bastila kendini Tusken akıncılarının arasına attı ve Min'in artık tek görebildiği sarı ışın kılıcının dairesel ışıklarıydı. Juhani dönüp HK'e arkalarından gelen savaşçıları uzaklaştırmakta yardımcı olmaya başladı. Min o sırada iki grup savaşçının tam ortasında tuzağa düşmüş olduklarını fark etti.
Derhal çadıra koştu. İçeride yedi sekiz tane Jawa köşeye büzülmüştü. Karşılarındakinin Kumul insanı olmadığını görünce yardım etmesi için yalvarmaya başladılar. Ama o anda Min yön duygusunu tamamen kaybetmişti ve çıkışın ne tarafta olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu. Çadırları çevreleyen koridor da, gittikçe daha fazla savaşçıyla doluyordu.
Koridorun canı cehenneme o zaman. Bir yol seç ve kesmeye başla.
Min çadırın arkasına doğru yürüdü ve ışın kılıcıyla çadır bezini kesmeye başladı. Hızla önünde açılan odaya baktı ve kimseyi görmeyince Jawa'ları çıkarmaya başladı. Bastila, Juhani ve HK de, Min'in açtığı deliğe doğru gerilemeye başladılar. Üç çadır ve sayısız cesetten sonra, sonunda Min çöle ulaşabilmişti. Fakat Kumul insanlarının taretlerinin olduğu yerin yirmi metre kadar sağındaki çöl alanına çıkmıştı. Tehlikeden habersiz Jawa'lar, kumların üzerinden sendeleyerek yürümeye başladılar.
Taretler Min'e doğru döndü ve Min kendine doğru gelen blaster ışınlarından saklanacak bir siper aradı. Jawa'lar ve taretler arasına girerek mümkün olduğunca çok ışını kılıçlarıyla defetti. Jawa'ların geri kalanı, Jedi'lar ve droid hala içerideydi. Arkalarından gelen Kumul insanlarıyla çarpıştıklarını duyabiliyordu.
Taretleri elektrikle vurdu ve ona en yakın duran iki taret aşırı yüklenerek patladı. İkinci defa saldıramadan, zihninde inanılmaz bir acı hissetti.
Bastila!
Bir anlık dikkatsizliği sayesinde, ışınlardan biri Min'i tam omzundan yakaladı ve üzerindeki pis, paçavra kıyafeti kavurarak etine saplandı. Bu vuruşun gücü, kumlara düşmeden önce neredeyse kendi çevresinde bir dönüş yapmasına sebep oldu. Min tamamen sersemlemişti ve savunmasızdı.
Görmeden önce sesini duydu. Yere bu kadar yakın uçarken, Ebon Hawk sağır edecek kadar gürültü çıkarıyordu. Gemi havada asılı durup tüm görüntüyü kaplarken, göz kamaştırıcı silahları kısa sürede taretleri yok etmişti. Ebon Hawk durduğu yerde neredeyse bir kum fırtınasının çıkmasını sağlamış ve Min bir süre körlük yaşamıştı. Etini kamçılayan kumdan korunmak için bacaklarını kendine çekerek iyice büzüldü. Yüzünü korumayı başarmış olsa da, kum korunmasız boynunu yakıyordu.
Tekrar görebilmeye başladığında ve kalan Jawa'lar delikten dışarı çıkmaya başladıklarında Min ayağa kalktı. Ebon Hawk zarif bir şekilde bir yay çizerek döndü, sola doğru eğildi ve Min şimdi yere iyice yanaştığını görebiliyordu.
Çevresine baktı ve tüm Jawa'ların orada olduğunu gördü; neyse ki hiçbiri yaralanmamıştı. Juhani, Bastila'yı yarı taşıyormuş gibi sürüklüyordu ve arkalarından da HK-47 takip ediyordu. Min, Bastila'nın yürürken aksadığını fark etti, bacağını saran giysileri parçalanmış ve kan içindeydi, yüzü de acıyla gerilmişti.
Kumul insanları, şimdi duman çıkaran taretlerin arasında kalan asıl girişten karıncalar gibi çıkmaya başlamışlardı. Gürleyip, homurtu sesleri çıkarırken tekrar saldırmaya hazırlandılar. Jawa'lar dehşet içinde Min'in bacağına sarıldılar.
Ebon Hawk Min'e doğru dikey bir şekilde alçaldı. Lazer topları saldırıya geçmiş akıncılara ateş açtı. Min yere iniş motorlarının devreye girdiğini duyabiliyordu. Gemi kuma yumuşak bir iniş yaptı ve rampa açıldı. Canderous ve Zaalbar rampada göründüler ve derhal ateş etmeye başladılar. Min Jawa'ları derhal gemiye doğru götürürken, Bastila ve Juhani onu takip ettiler. Deli droid ise neredeyse gönülsüz olarak onları takip ediyordu.
"Rapor: Teşekkürler, Sahip. Homurdanan et-torbalarının yok edilmesi neredeyse tatmin edici bir deneyimdi," dedi HK-47 o kusursuz ses tonuyla, rampa kapanırken.
Min yığılırcasına duvara yaslandı, adrenalin hücumu vücudunu terk ederken, gücünü de kaybetmeye başlamıştı. Droide şüpheci bir bakış attı. Droidin sırf öldürmeye başlayabilmek için orada kavga çıkarmış olabileceğinden şüphelenmiyor değildi. "Orada neler oldu? Bize niçin saldırdılar?"
"Rapor: Şef, Kumul insanlarının kıyafetlerinin kutsal olduğunu ve çok mahrem durumlar dışında asla çıkarılmadığını bildirdi, Sahip. Sizin giysilerinizin de bunlardan olduğunu görünce çok kızdı ve insanlarına saldırmalarını emretti."
"Mmm. Sanırım öyle olmalı." Yine de bu droide tam olarak inanmıyordu.
"Sual: Sahip, buna benim sebep olduğumu mu düşünüyorsunuz?"
"Emin değildim."
"Sual: Eğer ben sorumlu olsaydım, ne yapardınız?"
"Carth'ın yörüngeye çıkmasını bekler, sonra da seni uzay boşluğuna atardım. Düşerken büyük ihtimalle atmosferde yanardın böylelikle."
"Teslimiyet: Çok ama çok zalim bir angaryacısınız, Sahip. Sizi şimdiden çok sevdim."
Nedense bu pek de iç açıcı bir düşünce değildi.
Bir duştan ve birkaç koltodan sonra Min kendini çok daha iyi hissediyordu. Jawa'ları Anchorhead'e bırakmışlardı ve liderleri de anlaşmalarına bağlı kalarak, Yıldız Haritasının bulunduğunu düşündükleri mağara sistemlerinin haritasını onlara vermişti. Jawa'lar Min'in ilgisini çekmişti ve Ebon Hawk mürettebatı çölün iyice derinliklerine olan yolculuklarına başlamadan önce erzak almaya dağıldıklarında, bu değişik yaratıklarla konuşmaya başladı. Ama Jawa'ların kukuletalarının altında neye benzediklerini Min'e göstermeyi reddetmeleri, büyük hayal kırıklığı yaşamasına sebep oldu. Mission ve Min bu konuyu epeyce tartışmışlardı. Mission tüylü olmaları gerektiğini düşünse de, Min daha çok minyatür rancor'lara benzediklerini umuyordu. Ne yazık ki, bu şimdilik bir gizem olarak kalacaktı. Min sonunda Ebon Hawk'a döndüğünde hava çoktan kararmıştı.
Mürettebatın çoğu salonda toplanmış, holovid'de Tattooine swoop yarışlarını izliyordu. Koltuk dolmuş, geri kalanlar da holovid ekranının çevresine karmakarışık bir şekilde çekilmiş sandalyelere oturmuşlardı. Mission, Zaalbar, Carth, Canderous, ve Jolee favori yarışçılarını belirlediklerinden, odayı tezahürat ve sataşma sesleri doldurmuştu. Hatta Bastila ve Juhani bile onlara katılmıştı.
Herkes neredeyse ahenkle figan ederken, Mission bir zafer nidası attı ve ayağa kalkıp bahisleri toplamaya başladı.
"Öde bakalım, moruk," dedi Carth'a doğru eğilirken.
Carth cebinden paraları çıkarırken, Mission'a şüpheyle baktı. "On dört yaşındaki biri için, yarış bahisleriyle ilgili çok şey biliyorsun."
"Bunu senin söylemen gerçekten ilginç Carth. Sonuçta pazaak'ta yeni hileler yapmayı ona öğreten de sendin," dedi Bastila, Mission'ın büyüyen para tomarlarına Jolee'ninki de eklenirken.
Carth sırıttı. "Hey! O da bana bir iki şey öğretti bu konuda."
Min'in kaşları inanamazlıkla kalktı. "Sen hile mi yapıyorsun?"
"Tabi ki yapıyor," dedi Canderous. "Kimse Pazaak'ta o kadar iyi değildir."
Carth soruyu geçiştirmeye çalıştı. Mutfağa doğru ilerlerken konuyu değiştirmeye çalışıyordu. "Demek döndün. Artık peşinden aramaya çıkacağımızı düşünmeye başlamıştık."
"Bu oyunda gerçekten iyi olduğunu sanıyordum."
"Ah, gerçekten iyi," Mission sırıttı. "Hile yapınca daha da iyi oluyor."
Min güldü ve yiyecek bir şeyler bulmak için mutfak tezgahına doğru yürüdü. "Mürettebatıma işe yarar hünerler öğretiyor olduğunu görmek çok güzel. Gerçekten Onasi, çok etkilendim. Bu tür şeyler yapabileceğini hiç tahmin etmezdim."
"Anlaşılan hile yapabilme yeteneği seni oldukça etkiliyor." Carth elindeki Corellia baharatlı biradan büyük bir yudum aldı ve tezgaha yaslandı.
Min bu kışkırtmayı es geçti, çok kolay gibi görünmüştü. Hem uslu durmaya çalışıyordun, hatırladın mı? O sırada tüm yemeklerin bitmiş olduğunu fark etti. "Sizi piçler! Akşam yemeğinden bana hiç mi bir şey ayırmadınız?" İçlerinden birini yemek almak için kantine gönderebilirdi.
Carth kaşlarını çattı. "Ayırdık sanıyordum."
O senin için miydi? diye kükredi Zaalbar.
"Ah, Koca Z, sen mi?" dedi Mission.
Özür dilerim, Minuet. Wookiee ayağa kalktı. Kantine gidip senin için bir şeyler alacağım.
"Ben sana bir şeyler pişirebilirim," dedi Juhani. "Erzakları daha bugün aldık. Her şey taze."
Normalde izin verirdi. Ama ilk defa herkes bir arada güzel zaman geçiriyordu ve kavga etmiyordu. Bu durumu bozmak yakışık almayacağı için Min elini salladı. "Boş verin."
Jolee, Min'in yemek masası üzerinde bıraktığı veri haritalarına bakmaya başladı. Min bir tabak aldı ve içine yulaf doldurarak masaya oturdu. Carth dehşet dolu gözlerle eğildi ve Min'in tabağını önünden hızla çekti. "Ne yapıyorsun sen?"
"Yemeğimi yiyorum. Ne yapıyormuşum gibi görünüyor?"
"Sintisayzırdan mı? O şey iğrençtir. Ayrıca dolaplar taze yiyecek kaynıyor."
"Ki benim pişirmemi gerektiriyorlar."
"Yemek pişirmektense o şeyi yemeyi mi tercih ediyorsun?"
"Evet."
Carth başını iki yana salladı. Yulafı çöpe boşalttı ve dolaptan yiyecekleri çıkarmaya başladı. Min şaşkın bir halde onu izliyordu.
"Bu mağaralar çok büyük. İçlerini araştırmak çok zaman alacak," dedi Jolee haritaları incelerken.
"Mm-hım." Min dalgın bir şekilde cevaplamıştı. Carth'ın omuzlarının, bluzunun altındaki hareketini izlemekle meşguldü. Ağzı kurumuştu.
"En azından dört farklı mağara sistemi var. Jawa'ların alanı biraz daha daraltmalarını sağlayamadın mı?"
Min'in gözleri biraz daha aşağıya, Carth'ın biçimli poposuna kaydı. "Hayır." Min'in sesi kurbağa vraklaması gibi çıkmıştı.
"Ama haritanın bu mağaralardan birinde olduğundan eminler, öyle değil mi?"
Min kendini zorlayarak gözlerini ondan ayırmayı başardı. Güzel. İyi olman gerekiyor. "Evet." Şimdi sandviçe bakıyordu. Min, bu sandviçin evcimenliği karşısında büyülenmişti.
"Neyse, sonuçta hepsi aynı kanyonun içindeler. Belki de bir avcının bu haritalara bakmasını sağlayabiliriz. Bu bölgeyi tanıyor olabilirler. Komad Fortuna iyi bir başlangıç olabilir, ne yaptığını biliyormuş gibi görünüyor. Yarın sabah gidip onunla konuşurum."
Carth güçlü ellerinden biriyle tezgahın üzerine dökülenleri temizledi. Min o anda şehvetinden son nefesini vermek üzere olduğunu sandı. Tabi bu duygulara sadece şehvet denebilirse. "Tamam. Güzel. Sen öyle yap."
"Çocuğum, sen…" Jolee, Min'in baktığı yeri görünce sustu.
Carth dönüp sandviçi uzattı. Min teşekkür etmek istiyordu, bu jest gerçekten çok hoştu. Ama nefes alamıyordu. Böylelikle Carth'a boş boş bakmaya devam etti.
Carth, Min'in kızdığını düşünmüş olmalıydı çünkü sesi savunmacı çıktı. "Sakın bundan kendine bir anlam çıkarma, tatlım. Bunda bir ima yok. Alt tarafı bir sandviç."
Her zamanki gibi kurtarıcı Jolee lafa daldı. "Size hiç Sith'lerin çok güzel sandviç yaptığını söylemiş miydim? Heh. Ama bunu söylediğimi sakın Jedi Konseyi'ne anlatmayın."
Min hala cevap vermeyince, Carth bıkmış bir halde kafasını salladı, birasını aldı ve yarışları izleyen kalabalığa karışırken deli Jedi kadınlarıyla ilgili bir şeyler homurdandı.
Belki deliyimdir. Ya da belki…
Başını eğip, aptal sandviçe baktı. O anda biliyordu. "Hayır."
Jolee ona sabırla bakıyordu.
"Onu seviyorum."
Jolee güldü. "Bunu anlaman bu kadar uzun zamanını mı aldı? Ne hissettiğini sanıyordun?"
Min, Jolee'ye döndü. "Şehvet! Tüm bunların sadece şehvet olduğunu sanıyordum!" diye feryat etti.
Jolee akıllılık ederek yorum yapmadı.
"Kahretsin!"
"Sana da Jedi Konseyi'nin aşk hakkında ne kadar yanıldığıyla ilgili vaaz vermem gerekiyor mu? Senin daha zeki olduğunu sanıyordum."
"Lütfen verme. O saçmalıkları asla yutmadığımı gayet iyi biliyorsun." Jolee karısını anlattığında, ikisi zaten bu konuları konuşmuştu.
"O zaman sorun nedir?"
"Bu her şeyi çok daha… karışık hale getirir." Evet, her şey bir yana, bu en çok ihtiyacın olan şeydi Min.
"Hayatta başına gelebilecek en güzel şeyi, sırf biraz zorluk çıkaracak diye elinin tersiyle itmek mi istiyorsun?"
"Hayır," dedi Min uysalca.
"Güzel." Jolee, Min'i sandviçine bakıp, ne yapacağını düşünürken yalnız bıraktı.
Liman tarafı mürettebat yatakhanesinin serinliğinde, Canderous savaşa hazırlandı. Günün çoğunu Mandalor kanunu için meditasyon yaparak, törenle silahlarını temizleyip, onararak geçirmişti. Düello zırhsız yapılacak olsa da, onu da hazırlamıştı. Yığınla saldırgan Kumul insanının bulunduğu çöle onsuz gitmeye hiç niyeti yoktu. Zırhını giymek üzereyken kapı açıldı.
Canderous gelenin kim olduğuna dönüp bakma zahmetine bile girmedi. Bunun yerine omzunun üzerinden seslendi. "Gerçek bir savaşçının savaşa nasıl hazırlandığını mı izlemeye geldin, güzel çocuk?"
Taris'te bir araya geldiklerinden beri, Carth ve Canderous birbirlerini ellerinden geldiğince görmezden gelmeye çalışmışlardı. Silahlarla ilgili birkaç sohbet dışında, mecbur kalmadıkça konuşmamışlardı. İki adam da bu durumdan çok memnundular, ta ki şu Jagi meselesi ortaya çıkana kadar.
Carth onu beklemediği bir anda yakaladı. Canderous ağır zırhını başından geçirene kadar harekete geçmemişti. Carth o sırada Canderous'a bacaklarının arasından bir tekme attı ve iri adam yüzüstü yere kapaklandı. Canderous yarı giymiş olduğu zırhından kendini kurtarmaya çalışırken, Carth kollarını adamın omuzlarının altından geçirerek, elleriyle Mandaloryalı'nın kalın ensesini kavradı ve kıpırdamasını engelledi. Canderous bu pozisyondan kurtulmaya çalıştı ama pilot şaşkınlık verecek derecede güçlüydü. Carth'ı küçümsemişti ve bu bir daha olmayacaktı.
"Pekala Canderous, sanırım artık konuşmamızın zamanı geldi, öyle değil mi?"
Canderous rahatladı ve hamlesini yapmak için doğru zamanı beklemeye başladı. Carth'ın kendisini öldüremeyeceğini biliyordu çünkü öldürürse, düellodaki yerini Min'in alması gerekecekti. Ama yaralayabileceğini biliyordu. Ve Jagi'yle yapılacak bir düello için bu, ölüm kalım meselesi demekti. "Senin sorunun da bu. Tek yaptığın konuşmak ama asıl ihtiyacın olan yatmak."
Carth bunu duymazdan geldi.
"Dinle seni namussuz pislik! Her şeyden önce, bir daha bana "güzel çocuk" deme. Asla. İkincisi, eğer ona bu aptal düello yüzünden en ufak bir zarar gelirse, bağırsaklarını ayakkabı bağcığı olarak kullanırım. Anlaşıldı mı?"
Canderous homurdandı ve Carth bunu yanlışlıkla onay olarak algıladı. Kollarını gevşetip ayağa kalkmaya başladı. Bir saniye içinde Canderous olduğu yerde döndü ve Carth'ın tam göğsüne hızlı bir tekme savurdu. Pilot bunun şiddetiyle geriye uçarak yere düştü.
Mandaloryalı yavaşça ayağa kalktı. Zırhını giymeye devam etti. "Çok daha azı için adam öldürdüğüm olmuştur. Şu an seni öldürmememin tek sebebi o. Ki bu yaptığımız konuşma onun şerefini tamamen lekelemekten başka bir işe yaramıyor."
Pilotun yüzünde hem karmaşa hem de kıskançlık belirdi. Canderous bunu oldukça eğlenceli bulmuştu. Carth'a, Min'in pek onun tipi olmadığını söylememeye karar verdi. Kendi kadınlarının daha kıvrımlı ve çok daha küçük dudaklı olmasını tercih ederdi; gerçi Min kendisine böyle bir teklifle gelse, hayır diyemezdi. Ve Canderous bu ikisi arasındaki sorunun da Min'den kaynaklanmadığını biliyordu.
"Şeref mi? Evet, Mandaloryalı şerefinin nasıl bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz, değil mi?"
"Bizim hakkımızda hiçbir şey bilmiyorsun!"
"Kendi adamlarının seni bir düelloya çağıracak kadar senden nefret ettiğini biliyorum. Ve umarım kıçına iyi bir tekme basarlar çünkü bunun gerçekleşmesi için zemini hazırlayan da sendin. Ama senin şerefin," Carth sözcüğü tükürüyormuş gibi söylemişti, "onu da bu saçmalığa sürükledi çünkü senin için üzülüyor."
"Senin yardımına ihtiyacı yok onun. Ayrıca sana ait bir mal da değil ki koruyasın. Böyle sevdalı bir kinrath yavrusu gibi davranacağına, üzerinde hak iddia edip, onu sahipleninceye kadar ikimizin konuşacak hiçbir şeyi yok. O zamana kadar, yoluma bir daha çıkma." Canderous, Carth'ı iterek koridora çıktı.
Canderous sonunda Min'i dewback'in sırtında önüne oturtmayı başarabildiğinde, Tatooine'in ikiz güneşleri batmak üzereydi. Yük taşımaya yarayan devasa çöl yaratığı homurdandı ve kumda derin ayak izleri bırakarak ilerlemeye başladı.
Normalde, Min'in kendi dewback'ine binmesine izin verirdi. Ama süratçi yerine bu dört bacaklı, dev sürüngenlere bineceğini öğrendiği zaman, Min neredeyse düellodan vazgeçiyordu. Ama düellonun ev sahipliğini Jagi yapıyordu ve ulaşım aracını seçmek onun hakkıydı. Canderous tüm bu mızmızlanmaların aslında bu hayvana olan korkusundan kaynaklandığını, şimdi tam önünde oturan Min'in halinden daha da iyi anlıyordu. Kadın kaskatı kesilmişti. Min'i hayvanın sırtına çıkarması en azından on beş dakikasını almıştı. Bunu da ancak onunla bunu yapıp yapamayacağına bahse girerek başarmıştı.
Canderous düşmanının tepesini attırma şansını geri tepecek türde bir adam değildi. Kolunu yavaşça Min'in beline doladı ve omzunun üzerinden şehvetle Min'e baktıktan sonra, Carth'a döndü. Carth'ın çenesinin kasıldığını ve gözlerinin öfkeyle dolduğunu görünce tatmin oldu. Ama Min bu olanlardan bihaberdi. Eyeri sanki onu kesin ölümden kurtaracakmış gibi sımsıkı kavramakla çok meşguldü.
"Sen bizi bekleme," diyerek alay ederken, Canderous hayvana hafifçe vurdu. Hayvan çabucak hızını buldu ve Canderous da devasa yaratığı çölde büyük bir rahatlıkla idare etti. Min rahatlamaya başladı ve birkaç dakika sonra bu gezintiden oldukça hoşlanmaya başlamış gibi görünüyordu. Canderous'a omzunun üzerinden bakarak sırıttı.
Onlar yol aldıkça güneşler alçaldı, gökyüzü kırmızının tonlarına büründü. Canderous önlerinde yüksek bir kayalık gördüğünde, yıllardır ilk defa sıla hasreti hissetti. Jagi'nin düello için niye burayı seçtiğini şimdi anlıyordu. Dewback tepeye çıkan dar patikada çevik hareketlerle ilerliyordu ve sonunda tepeye vardıklarında gökyüzü morun tonlarını yansıtıyordu. Düello ringini meşaleler aydınlatıyordu. Ayakta duran yirmi kadar adam, ancak yakılan ateşin ışığıyla seçilebiliyordu.
Canderous hayvanın sırtından atladı ve Min'in inmesine yardım etti. Törensel alanın çevresinde duran adamlara dikkatle baktı. Hiçbirini tanımıyordu. Jagi sadece buraya gelebilecek uzaklıkta bulunan Mandaloryalı'ları çağırmış olmalıydı. Canderous en son bir kan düellosuna katıldığında, kendisini izleyen binlerce kandaşı vardı. Kendi soyundan geriye fazla adamın kalmadığını biliyordu ama yine de daha fazlası olmalıydı. Bin kişi beklemese de, sadece yirmi kişi de adaletsizlikti.
Bu kadar az mı kaldık?
Jagi, kurban edilmiş bir hayvanın kanıyla sınırları çizilmiş olan ringin ortasında duruyordu. Sert ve zayıf bedeni, ateşin titreyen ışığıyla aydınlanıyordu. Belinden üstü çıplaktı ve iki Mandaloryalı kısa kılıcını çoktan eline almıştı.
Ah, demek sonunda gelebildin. Belki korkaklığın su yüzüne çıkar da bugün burada seni göremeyiz diye düşünmüştüm.
Min, Canderous'un üstünü çıkarmasına yardım etti. Eğer isteselerdi zırhla dövüşebilirlerdi ama Canderous daima düello sırasında hareket özgürlüğünü tercih etmişti.
Bunu yapmak istediğinden emin misin Canderous? O bir zamanlar senin yoldaşın, arkadaşındı. dedi Min yumuşak bir sesle.
Bu bir onur meselesi. Bana ettiği hakaretleri onun yanına bırakamam. Bunu yapmak zorundayım.
Min başını salladı ama koyu gözleri hüzünlüydü. Onur için ödenebilecek çok ağır bir bedel bu.
O onur hakkında hiçbir şey bilmez! diye bağırdı Jagi.
Canderous ringe girdi ve Min ona kılıçları uzattı. Bu kadar konuştuğumuz yeter, Jagi. Buraya yapmak için geldiğimiz işi halledelim!
İki adam birbirlerinin çevresinde daire çizmeye başladılar. Ama Jagi'nin daha söyleyecekleri vardı.
Onun ne yaptığını biliyor musun, Jedi? Düşman kanadına saldırmamızı istedi ve bizi koruyacağına söz verdi. Ama kendi şanı için daha iyi bir fırsat gördüğünde, bizi düşmanın eline terk etti! Yoldaşlarımın, senin savaşçılarının kanının borcu ancak senin ölümünle ödenebilir. İkimiz de buradaki tehlikeleri biliyoruz ve ikimiz de ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bu düello ancak ölümle sona erer.
Canderous ve Jagi birbirlerine saldırdılar. Bıçaklar kesiştiğinde, çelikten kıvılcım çıktı. İki adam da birbirinin saldırısını engelliyordu. Canderous tüm gücüyle rakibini itmek üzere atıldı fakat Jagi daha hızlıydı. Saldırının ortasında hızla kenara çekildi. Canderous hızla ileriye sürüklenirken, Jagi'nin sol elindeki kama Canderous'un omzunu deldi.
Ama bu sadece etini kesmiş bir yaraydı. Canderous toparlanırken, şimdiden implant'inin iyileştirmeye başladığını hissedebiliyordu. Bu Jagi'nin açabileceği tek yara oldu. Canderous hamlelerinde sistematik ve merhametsizdi. Birkaç dakika içinde Jagi'yi kanlar içinde ve sakat bırakmıştı. Jagi kılıçlarından birini de düşürmüştü.
Gözleri kenetlendi ve ikisi de bunun bir son olduğunu biliyordu. Ama artık geriye dönüş yoktu, Mandalor Kanunu buna izin vermezdi. Jagi gözlerinde zalim bir azimle saldırdı ve Canderous bir bıçağıyla bu zayıf saldırıyı engellerken diğerini Jagi'nin göğüs kafesine saplayarak çevirdi. Jagi sendeleyerek dizlerinin üzerine düştüğünde, yeni yarasından kan fışkırıyordu. Canderous eski yoldaşının başında durdu ve boğazını kesti.
Bir şeyler hissedeceğini düşünmüştü. Şan, haklı çıkma, zaferin getirdiği heyecan. Ama bunların hiçbiri yoktu. Kendini bomboş hissetti.
Min'e baktı ve yüzündeki acı ve iğrenmeyi gördü. Bu canını daha da yaktı çünkü Min'in anladığını düşünmüştü.
Jagi'nin yedeği geldi ve cesedi aldı. İçlerinden biri mutlaka öleceği için cenaze odunları çoktan hazırlanmıştı. Jagi'nin yedeği ateşi yaktı ve yıldızla kaplı gökyüzünün altında herkes sessizce Jagi'nin bedeninin yanışını izledi.
Canderous ateş sönünceye kadar Min'in yanında sessizce durdu. Ebon Hawk'a dönmek üzere Canderous, Min'i hayvanın tekrar sırtına bindirirken, Min başını iki yana salladı.
Uzun süre sessizce ilerledikten sonra Canderous konuştu.
Mandaloryalı onurunu anladığını düşünmüştüm.
Anlıyorum Canderous ama bu katıldığımı göstermez. Burada gördüğüm sadece harcanmışlıktı. Halkın kökleri kuruyana dek şan ve zafer için savaştı ve hala kendi içinizde savaşıyorsunuz. Bunun için pek çok dünyayı yok ettiniz. Bu hayatın, enerjinin, kaynakların, her şeyin harcanması sadece. Ama artık elinizde sadece onurunuz var. İnsan yok, klan yok, yoldaş yok, sadece onur. Sadece buna değmiş olmasını umuyorum.
Çok geç saatlere kadar Ebon Hawk'a dönmediler ama Carth yine de bekledi. Gece nöbetlerini devralan HK-47'nin dışında Carth yalnızdı. Endişe ve sinirini boks torbasından çıkarmaya çalışmıştı ama Canderous'un tekme attığı göğsü oldukça acıdığı için iyi bir egzersiz yapamamıştı. Min için endişelenmek artık alışmaya başladığı bir şeydi, ama hoşuna da gitmiyordu.
Salona sessizlik içinde girdiler. Canderous Min'e baktı ve Mandaloryalı dilinde konuştu. Min temel dilde cevap verdi. "Bir şey değil."
Mandaloryalı uzun süre Carth'a baktı ama bir şey söylemedi. Arkasını dönüp yatakhaneye gitti.
Min Carth'a bakıp dalgın bir şekilde başını salladı ve ofisine yöneldi. Carth onu takip etti ve kapıdan izlemeye başladı. Min zırhının üst kısmını çıkardı ve kahverengi omuzlarını ortaya çıkaran kırmızı bluzuyla kaldı. Zırhını ve ardından ışın kılıçlarını barındıran kemerini umursamaz bir şekilde masanın üzerine fırlattı, bardan bir bardak şarap aldı ve sandalyeye kendini bıraktı. Carth dikkatli bir şekilde koltuğa oturdu.
Min'i incelemeye başladı, başını geriye atmış, gözlerini kapatmış ve bacaklarını uzatmıştı. Canını neyin sıktığını öğrenmek istiyordu; son günlerde alıngan, sessiz ve iyice uzak davranır olmuştu. Kendisine şimdiye kadar canını neyin sıktığını anlatacak kadar güvendiğini umuyordu ama bu kadar sabır göstermek de artık Carth'ı tüketmekteydi. Eğer Min kendi isteğiyle anlatmazsa, bir şekilde anlattıracaktı.
Sessizliği ilk bozan Min oldu. "Son zamanlarda beni yakından izliyorsun. Neden?"
Kahretsin, yakalandım. "Farkında olduğunu bilmiyordum."
"Biraz daha zorlasaydın, gözlerin yuvalarından fırlayacaktı."
"O kadar da kötü değilim, öyle değil mi?"
Min'in dudak uçları hafifçe yukarı kalktı. "Bir maymun-kertenkelesi için değil, hayır. Hiç de fena sayılmazsın."
"Tek yaptığım seni izlemek de değil ama. Bundan herhangi bir kastım yok." Tabi, Onasi. "Pekala, senin için endişeleniyorum. Bu düşüncelerimi daha çok kendime saklıyordum ama artık bir şeyler söylemem gerektiğini düşünüyorum. Son zamanlarda biraz garip davranıyorsun."
Min gözlerini açtı ve ona baktı. Carth Min'in kızgın değil sadece meraklı olduğunu görünce mutlu oldu. "Öyle mi? Başka gözlemlerin de var mı?"
Sadece gördüğüm en güzel bacaklara ve yüze sahip olman ve teninin bende devamlı dokunma isteği yaratması var. Carth boğazını temizledi. "Şey, belki birkaç tane. Umarım onları da kendime saklamam seni rahatsız etmez." Karşılığında sert bir çıkış bekliyordu ama Min sesiz kalınca endişesi ikiye katlandı. "Hadi, Min. Seni bu kadar neyin sıktığını anlat bana."
Min yavaşça öne doğru eğildi, ellerini dizlerine koydu ve saçlarının yüzünü kapatmasına izin verdi. Ancak bir süre sonra doğruldu ve saçlarını kulaklarının arkasına attı. Hiç içmediği şarabı masaya bıraktı.
"Bende doğru olmayan bir şeyler var."
"Anlamadım."
"Sanırım daha önce bir kan düellosunda dövüşmüştüm."
"Ne zaman?"
"Hepsi bu kadar. Hatırlamıyorum. Ama bunu daha önce yaptığım hissini de üzerimden atamıyorum." Min kendisine baktığında, Carth o yüzde korku ve karmaşayı görebiliyordu. "Mandaloryalı kan andının sözlerini biliyordum ama nereden bilmiyorum. Ve dövüşme tarzım? Carth, bu Mandalorya geleneksel iki elli dövüş şekli. Bu gece Canderous ve Jagi böyle dövüştüler. Canderous'a bunu niye daha önce söylemediğini sordum. O da bunu benim bildiğimi düşündüğünü ve büyük ihtimalle bir Mandaloryalı'dan bunun dersini aldığımı varsaydığını söylediği. Ama böyle bir şey hatırlamıyorum. Bunu nerede öğrendiğimi hatırlamaya zorluyorum kendimi ama olmuyor."
Min üzüntüsünü saklayamıyordu. Ayağa kalktı ve odada volta atmaya başladı. "Ve bu ilk defa olmuyor. Işın kılıcımı yaptığımda ve Taris'teki yarışlarda da böyle hissettim. O şeyleri yapmakta bu kadar başarılı olmamam gerekirdi. Çünkü önceden hiç yapmamıştım. Ama sanki yapmışım gibi hissediyorum. Sanki zihnimin bir ucunda duruyorlar ama onlara erişemiyorum."
"Belki Güç'ü bilinçsizce kullanabiliyordun."
"Usta Zhar da öyle söyledi. Ama kullanmıyordum. Şimdi Güç'ü kullanmanın ne demek olduğunu biliyorum, bu yüzden o zaman bunu kullanmadığımı da çok iyi biliyorum. Başka şeyler de var. Duygularıma hiç uymayan hatıralar mesela."
Carth onun Bulut Şehri'ndeki patlamasını hatırladı. "Annen ve baban gibi mi?"
"Evet, onlardan nefret ediyorum Carth. Kesinlikle onları adam yerine koymuyorum. Ama sebebini bilmiyorum. Bana iyi davranmadıkları tek bir anı bile hatırlayamıyorum."
"Hiç mantıklı olmayan başka şeyler de var. Mesela Jawa dilini nasıl konuşabiliyorum? Jawa'lar sadece bu gezegende yaşıyorlar ve ne buraya daha önce geldim ne de daha önce bir Jawa'yla tanıştım." Min masanın başında durdu ve ışın kılıçlarına dokundu.
"Ve bunların arasında Dustil'in sana anlattıkları veya Bastila'nın bizimle gelmesindeki gariplik ve bana aramızdaki bağın gerçek doğasını anlatmaması veya Konsey'in aldığı garip kararlar yok."
Yüzünü göremese de, omuzlarının titrediğini görebiliyordu. Min döndü fakat Carth'a bakamadı.
"İçgüdülerin yanlış değildi, biliyorsun. Bana güvenmemek konusunda sonuna kadar haklıydın."
Carth ayağa kalktı, Min'e doğru yürüdü ve kendisine bakmasını sağlamak için yüzünü elleri arasına aldı. Tamamen perişan ve korkmuş görünüyordu. "Sana güveniyorum. Sana kendi hayatım, oğlumun hayatı, tüm mürettebat, görev, her şey pahasına güveniyorum."
Min karşı çıkmaya çalıştı ama Carth parmağını onun dudaklarına götürerek susturdu.
"Bir şeyler yanlış burada. Başta seni suçladım ama bence Jedi'lar seni kurtların arasına attı. Ve sana olabilecekler beni endişelendiriyor." Dustil'le yaptığı konuşmadan beri bunu düşünüyordu. "Sanırım seni korkunç bir kader bekliyor. Ve sanırım bunu Jedi Konseyi de biliyor. Bunun olmasını istemiyorum."
Yutkundu ve konuşmaya devam ederken Min'in kendisinin aptal olduğunu düşünmemesini umdu. "Böylece, eğer Saul'dan intikamımı aldıktan sonra hayatıma devam etmek için bir sebep bulacaksam, bu seni korumak olacaktır."
Min'in gözleri onun yüzünde cevap arıyormuş gibi dolaştı. "Bunu neden yapıyorsun?"
"Çünkü karımı ve oğlumu kurtaracak şansı bulamadım. Çünkü fırsatım varken Saul'u durdurmadım. Çünkü sonunda bir şeyleri adam gibi yapabileceğime inanıyorum."
Çünkü seni seviyorum. Bu düşünce belirdiğinde Carth hiç de şaşırmamıştı. Bu sözcükleri sesli olarak da söylemesi gerektiğini biliyordu. Ama yapamadı. Daha değil.
Bunun yerine hızla başka sözcükler döküldü ağzından. "Çünkü sen olağanüstü bir kadınsın ve intikamın ötesinde amaçlarım olabileceğini düşündürüyorsun."
Min tatlı bir şekilde gülümsedi. "Lütfen beni yanlış anlama, ama bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun?"
"Bilmiyorum. En iyi adam ben değilim, en güçlü savaşçı da olmadığımdan eminim. Ama bir yolunu bulacağım. Eğer Saul'dan sonra yaşayacaksam, senin de yaşamana ihtiyacım var. Lütfen seni kendinden ve Sith'den korumama izin ver. En azından denememe izin ver. Bunun senin için bir anlamı var mı bilmiyorum ama benim için var."
"Tabi ki benim için de var."
Büyük bir yoğunluk içinde birbirlerine baktılar. Sonunda Carth konuştu. "Güzel. O zaman anlaştık."
Carth Min'in rahatladığını görmekten dolayı mutlu olmuştu. Ona sarılmak istedi ve bunu denedi de. Ama Min hızla sıçrayarak geri çekildi ve masaya çarptı.
"Ben… bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum."
Carth bunun kendisini ne kadar incittiğini fark edince şaşırdı. "Neden?"
Ama Min'in arkasını dönmesinden hemen önce yüzündeki bir anlık acılı gülümsemeyi gördü. Min masanın üzerindeki eşyalarını toplamaya başladı. "Çünkü eğer bunu yaparsan, kendime hakim olup olamayacağımı bilmiyorum."
Carth midesindeki kasılmayı hissetti ve Min'in artık her türlü zemini hazırladığı bu şeyi elde edeceğine karar verdi. "Artık olmaz kadın! Böylesine bir şey söyleyip, sonra da arkanı dönemezsin. Bu sefer değil." Min de tam bu dönüşü gerçekleştirecekken, Carth arkasında belirdi ve ellerini ahşap masaya koyarak, Min'i masa ve kendisi arasında sıkıştırdı. Öne doğru eğildi ve yavaşça kulağına fısıldadı. "Tüm bu haftalar boyunca yaptığın bu muydu? Kendine hakim olmak?"
Min'in nefesleri hızlanmıştı. "Evet, şey… uğraşıyordum."
Carth bu yeni kararlılığından büyük zevk almış bir vaziyette kollarını Min'in beline sardı ve onu iyice kendi göğsüne doğru çekti. Burnunu boynuna yaklaştırarak Min'in kokusunu soludu ve sözcükler ağzından çıkarken nefesi Min'in tenindeydi. "Beni devamlı olarak kışkırtıyordun ve bunun farkındasın. Beni tam anlamıyla deli ediyordun, güzelim. Senin "kendine hakim olmak" dediğin şey bu mu?"
"Bu konuda iyi olduğumu söylemedim," diye mırıldandı Min.
"Belki de şimdi ödeşme zamanıdır."
"Ne için?"
Carth kendi kendine güldü çünkü Min'in sesi gerçekten öfkeli çıkmıştı. "Ah, pek çok şey için. Mesela o bilgisayarı otuz kilometre boyunca bana taşıttığın için." Bilgisayardan gerçekten hiçbir şey çıkmamıştı. Min hafifçe gülümsedi. "Ya da bana sıhhatli dediğin için. Ya da çok eğlenceli bulduğun Kara Tam rezaleti için."
Carth ensesine uzandı ve Kashyyyk'ten beri istediği şeyi yapmaya başladı. Usulca ensesini öptü. Min irkildi ve elindeki kemeri düşürdüğünde masadan tok bir ses çıktı. Carth gülümsedi, yavaşça öpücükleri omzuna doğru ilerledi, orayı kapatan askıyı indirdi ve tekrar ensesine döndü. Bu kez çenesine doğru ilerledi. Min başını arkaya attı ve tuttuğu nefesini Carth'ın omzuna doğru bıraktı. "Yaptıkların beni uslu durmaya pek teşvik etmiyor."
Carth sonunda Min'i kendine doğru çevirdi, koyu gözleri için için yanıyordu. "Peki ya uslu durmanı istemiyorsam?"
Min'in dudaklarında hınzır bir gülümseme belirdi. Carth buna aynı şekilde cevap verdi. Min kollarını Carth'ın boynuna doladı, parmaklarını saçlarına gömdü ve onu öptü. Carth kollarını ona sarıp kendine çektiğinde, vücutları birbirine yaslanmıştı. Bu inanılmaz kavurucu yoğunluk, Carth'ın bir anda afallayıp sendelemesine neden oldu ve son anda mobilyaya tutunarak dengesini buldu.
Carth'ın son tutarlı düşüncesi, bu uslu davranışların fazla müstehcen olduğuydu.
"Peki artık zengin olduğuna göre ne yapmayı düşüyorsun, Bastila?" diye sordu Mission tozlu büyük mağaranın içinde ilerlerken.
Min, Bastila ve Mission Ebon Hawk'a doğru ilerliyorlardı. Sonsuz gibi görünen mağara sistemini iki hafta boyunca aradıktan sonra, sonunda Yıldız Haritasını bulmuşlardı. Şimdi haritanın sakladığı koordinatları almışlardı ve geminin beklediği merkezi mağaraya doğru ilerlerken, diğer tünelleri araştırmakta olan mürettebatı hemen toplayıp, yaklaşmakta olan çöl fırtınası kendilerini vurmadan buradan ayrılmak istiyorlardı.
Mission'un bahsettiği, iki hafta önce ejderhanın midesinden çıkardıkları Krayt ejderha incileriydi. Min onlara, bu incilerin her birinin en az yirmi bin paralık değeri olduğunu söylemişti. Araştırmaları gereken mağarada yaşayan talihsiz hayvanı öldürmelerine yardım eden Komad Fortuna'yla tüm bulduklarını paylaşmışlardı. Paylaştıktan sonra bile Ebon Hawk mürettebatındaki herkese hala birer tane düşecek kadar incileri vardı. Bu çok değerli kargoları şimdi Ebon Hawk'un kaçakçılık için tasarlanan kompartımanlarından birinde kilitlenmiş olarak duruyordu.
Bastila bu soru karşısında çok şaşırdı; bu konuyu o ana kadar hiç düşünmemişti. "Bilmiyorum. Hiç düşünmedim. Sanırım Düzen'e vermeliyim."
"Düzen'e vermek mi? Şaka yapıyor olmalısın!"
"Bir Jedi'ın bu tür maddi şeylere ihtiyacı yoktur."
Mission gözlerini bu konuda ne düşündüğü açıklayacak şekilde devirdi. Bastila bunu görmezden geldi.
"Belki de Jedi'ların daha iyi cüppeler alabilmesi için bağışta bulunursun." Min sırıtıyordu.
Kadın son iki haftadır aralıksız neşeli bir tavırla dolanmıştı. Bastila da tam tersi durumdaydı. Min ve Carth ne kadar mutluysa, Bastila o kadar suçluluk duyuyordu. Ama artık onlarla ilgili bir şeyler yapmak için çok geçti. Bastila onlara yalan söylemekten nefret ediyordu, hatta utancı, onların yüzlerine bile zor bakmasına sebep oluyordu. Aslında ikisine de inanılmaz saygı duyuyordu ve onların kendisine olan güvensizliği çok incitiyordu. Aralarında gelişebilecek en ufak bir arkadaşlık ya da ortak saygı ihtimali bu güvensizlik yüzünden zayıflıyordu. Onları gerçekten suçlamıyordu. Onların yerinde olsa kendisi de aynı şekilde davranırdı. Tek istediği bu görevin bir an önce sona ermesi ve onlara karşı olan sorumluluğundan bir an önce kurtulmaktı.
"Gösterişçilik bir Jedi'da çok yakışıksız durur," dedi Bastila.
"Evet, ama bir Jedi da o korkunç kahverengi cüppelerde çok yakışıksız duruyor. Senin de onları hiç giymediğini görüyorum." Bastila çıkışmak üzereydi ki Min ilave etti. "Sanırım bu senin zevkli olmandan kaynaklanıyor."
Bastila beklenmedik şekilde bu iltifattan çok memnun olmuştu.
"Peki ya sen Mission? Bu parayla sen ne yapacaksın?" diye sordu Min.
"Emin değilim. Belki de bir bölümünü ağabeyim Griff'i bulmak için kullanırım."
Min alçak bir kaya parçasının altından geçerken başını eğdi. "Hiç eğitimi düşündün mü? Yani mesela okula gitmeyi?"
Mission'un yüzündeki şok ifadesinden, Bastila düşünmediğini görebiliyordu. Garip bir şekilde şok ifadesi derin bir acıya dönmüştü.
"Sen benden, bilirsin yani, kurtulmaya falan çalışmıyorsun, öyle değil mi?"
"Hayır! Neden böyle düşündün ki?"
Belli ki Mission uzun zamandır bundan endişeleniyordu çünkü sözcükler ağzından deli bir hızla çıkmaya başladı. "Şimdi Carth ve sen, bilirsin, birlikte olduğunuza göre, beni yanınızda istemeyeceğinizi düşündüm. Yani Dustil benden nefret ediyor ve sen bir Jedi'sın ve beni kendi isteğinle seçmiş de değilsin ve-"
Min durdu ve Mission'u omuzlarından yakaladı. "Mission, bana bak. Mürettebatımda her zaman senin için yer var. Carth ve benim aramda ne olursa olsun bu değişmeyecek, tamam mı? Hem sence Onasi senden kurtulmama izin verir miydi?" Mission inanılmaz rahatlamış görünüyordu. Ve Bastila içinde öyle bir kıskançlık ve yalnızlık hissetti ki nefes almayı unuttu. Hayatı boyunca hiç böyle bir dostluk yaşamamıştı. Bu hiç adil değil!
O anda ciddi anlamda Jedi Düzeni'nden nefret ediyordu. Min, Bastila'nın yaşadığı kargaşanın farkında olmadan devam etti. "Dustil'e gelince… Sanırım benden de pek hoşlanmayacağı belli, yani ikimiz de aynı konumdayız. Ama bunu zamanı geldiğinde düşünürüz. Jedi Düzeni'ne gelince, onların ne düşündüğü beni hiç ilgilendirmiyor. Zaten onlara dönecek de değilim."
Bastila dehşete düşmüştü. "Ne demek istiyorsun?"
Min, Bastila'ya döndü. "Oyunlarını yeterince çektim. Dantooine'e tek dönüş sebebim bazı cevaplar almak olabilir ancak."
Bastila'nın cevabı Mission tarafından bölünmüştü. "Bunu duydunuz mu?" Başını, mağarada yankılanan zayıf seslere doğru çevirdi. "Sanki… silah sesi gibi geliyor!"
"Kahretsin!" Min feneri Mission'a attı ve çantasını kayalık zemine koydu. "Diğerlerine kom'dan ulaşmaya çalışın ve en hızlı şekilde beni takip edin." Emirleri verirken, bir yandan da diğerlerine asla kom linkten ulaşamayacaklarını düşünüyordu çünkü yeraltında sinyal fazla uzaklaşamazdı. Min silah seslerinin geldiği yöne doğru tabana kuvvet koşmaya başladı. Bastila onu karanlığa doğru izledi.
Min'in tam önünde hızlanmak ve karanlık tünelde yolunu bulmak için Güç'ü kullanarak koştuğunu hissedebiliyordu. Saatler gibi gelen bir süreden sonra ilerde hafif bir aydınlık ve Min'in koşmakta olduğunu gördü. Sonunda Ebon Hawk'un dış ışıklarının aydınlattığı ana mağaraya vardılar. Carth gemiyi yaklaşmakta olan kum fırtınasından koruyabilmek için mümkün olduğunca içeri sokmuştu.
Silah sesleri onlar varmadan birkaç dakika önce durmuştu ve şimdi mağara garip bir şekilde sessizdi. Min onu nefes nefese ve ışın kılıçları hazır bir halde mağara girişinde bekliyordu. Bastila sezilerini bulundukları ortama yaydı ve yalnız olmadıklarını anladı. Ebon Hawk'a göz kulak olması için HK-47 ile birlikte bıraktıkları Zaalbar'ı hissetti. Yaralı olduğunu ama bu yaraların ölümcül olmadığını anladı. HK-47 hurda olmuş vaziyette yerdeki iki cesedin yanında yatıyordu. Diğerlerini hissedemedi. Bastila bunun sebebinin ölü olmaları değil, hala mağaralarda bulunmaları olduğunu umuyordu.
Bastila bir başkasının ağır varlığını hissetti o an. "Bandon," dedi fısıltıyla.
Onu hala bir Jedi çırağıyken ve Düzen'den atılmadan öncesinden tanıyordu. Bastila gittiğine memnun olmuştu, çocuk kendi yaşıtı öğrencilere eline geçen her fırsatta zalimlik yapmaya çalışıyordu. Bandon zorbalıkları için Ustalar tarafından cezalandırılsa da, diğer öğrencilerin öç almasına tabi ki izin verilmiyor ve Ustalar tarafından sabırlı ve merhametli olmaları öğütleniyordu. Jedi Ustaları, onu gerçekten merhametli ve daha sorumluluk sahibi bir insan yapabileceklerinden emin bir halde, Düzen'de çok daha uzun süre kalmasına izin vermişler ve bunun cezasını diğer öğrenciler çekmişlerdi. Sonunda Bandon çok ileri gitmiş ve bir ders sırasında, sadece yapabileceği için bir öğrenciyi kör etmişti.
"Endar Spire'da hissettiğim Sith oydu. Trask'i öldüren Sith," dedi Min.
"Yanında iki kişi daha var."
Bandon varlıklarını hissetmiş olmalıydı, çünkü yanında iki Karanlık Jedi ile birlikte, kendinden emin bir şekilde ortaya çıktı. Hala Bastila'nın onu son gördüğünde olduğu gibiydi, kafası kazınmış, siyah deriler giymiş ve keçi sakallı.
"Sonunda arayışım sona erdi. Sizi başkalarının öldürüp, beni bu zevkten mahrum ettiklerinden korkmaya başlamıştım. Ustamın peşinizden gönderdiği zavallı kelle avcısını öldürmeyi başarmış olabilirsiniz ama benim için bir hiçsiniz. Ben Karanlık Lord tarafından eğitildim!"
Min, Bandon'un sözlerini hiç takmayarak Bastila'ya döndü. "Hangisini istersin?"
"Sen diğerlerini alırsan, ben Bandon'u alırım."
"Anlaştık."
Bandon hala konuşurken, iki kadın hızla saldırdı. Bastila, Bandon'a odaklandı ve çift bıçaklı ışın kılıcını Bandon'a attı. Sarı bıçaklar havada dönerek uçarken, Bandon bu saldırıdan korunmak için yana kaçtı. Bastila adama doğru koşmaya hazırlanırken kılıcını geri çağırdı. Bastila bir saniye sonra adamın üstündeydi, sarı bıçaklar, sırtındaki siyah kalın deriyi deşiyordu. Bandon çığlık attı ama yine de bir Güç dalgası göndermeyi başardı. Bastila bu Güç'e karşı koysa da, Bandon toparlanıp, sendeleyerek ayağa kalkmaya zaman bulmuştu.
Birbirlerine bakarak daire çizmeye başlamışlardı ki, Bandon kritik bir hata yaptı. Bastila'nın zihnini istila etmeye çalıştı, fakat bunu yaparken kendi zihnini savunmasız bırakmış ve Bastila'nın girişine izin vermişti. Bastila karşıdan gelen zihinsel saldırıyı hızla bloke etti ve buna kendi saldırısıyla cevap verdi. Bu hamlenin gücüyle Bandon bir anlığına donup kaldı ve Bastila bu anı tekrar saldırmak için kullandı, bu sefer sağ omzunu kesmişti.
Bandon bu mücadele için yeterli olmadığını anlayınca, yanındaki diğer Karanlık Jedi'ları terk ederek süratçisine doğru koşmaya başladı. Bastila onu takip etti ama Bandon mağara ağzında duran süratçiye o durduramadan ulaşmıştı. Bandon araca atladı ve derhal motoru çalıştırdı. Bastila arkasından blaster ateşlendiğini duydu ve baktığında Zaalbar'ın rampayı indirmiş, süratçiye ateş etmekte olduğunu gördü. Birkaç ışın isabet etmişti ve süratçi havaya uçmuş olmasa da, motordan gelen siyah dumanları görebiliyordu. Bandon'un fazla uzaklaşamayacağı belliydi. Bastila, Bandon'u takibe devam etmek amacıyla diğer süratçiye doğru koşmaya başladı fakat Min onu durdurdu.
"Bak," dedi gökyüzünde doğuyu işaret ederken. Bastila gökyüzünü karartan inanılmaz büyüklükte bir kum ve toz bulutu gördü, bir dakika içinde bulundukları yere varması işten bile değildi. İki kadın mağara ağzından Ebon Hawk'un durduğu yere doğru çekilmeye başladı. Kum fırtınası mağara girişini büyük bir gürültüyle döverken, dışardan giren ışığı da tamamen kesmiş oldu. Şimdi içerdeki tek ışık, dört ölü Sith'in bedenlerini de aydınlatan Ebon Hawk'un dış ışıklarıydı.
Bastila ellerini Zaalbar'a uzattı ve Güç'ün parmak uçlarından çıkıp, ışın kılıcının sebep olduğu yanıkları iyileştirmesine izin verdi.
"Sence Bandon yaşayacak mı?" diye sordu Bastila.
"Çok yakınlarda bir gemisi yoksa çok zor, motorunun nasıl duman çıkardığını gördün. Fazla uzaklaşamaz. Bizim de peşinden gitmemiz sadece intihar olur." Min bir zamanlar HK-47 olan hurdaya yanaştı ve hala duman çıkaran parçaları inceledi.
"O bizi buldu. Bunun anlamını biliyorsun."
"Evet, Malak bizi arıyor ve büyük ihtimalle neyin peşinde olduğumuzu biliyor."
"Sadece beni arıyor da olabilir."
"Bu da mümkün. Ama hiç sanmam. Önce Kashyyyk'te Calo Nord ve şimdi de bu adamlar. Ama şimdilik bu konuda yapılabilecek hiçbir şey yok. Fırtına dinene kadar burada kalmak zorundayız."
Bastila başını salladı ve Min'in yanılıyor olmasını umuyordu. Ama sorun, Min'in pek yanılmamasıydı.
Carth bir zamanlar Min'in ofisi olan ve şimdi tekrar kaptan dairesine dönüştürülen karanlık odadaki yatakta döndü ve başucu sehpasının üzerindeki bira şişeleri ve şarap bardaklarını eliyle itti. Uykulu gözlerinin kronometreye odaklanması birkaç saniye aldı.
Kahretsin. Kalkma zamanı.
Son yetmiş dokuz saati mağarada mahsur halde geçirmelerine sebep olan kum fırtınası, yirmi dakikaya kadar dinecekti. Eğer onu da uyandırırsa iş başı yapma ihtimalinin büyük ölçüde düşeceğinin bilincinde olarak, istemediği halde sessizce sıcak yataktan çıktı.
Odanın yarı karanlığında, onun vücudu ve saçlarının beyaz çarşaflarla yarattığı tezadı görebiliyordu. İnanamaz bir halde başını iki yana sallarken duşa girdi. Neredeyse üzerinden üç hafta geçmiş olmasına rağmen, bir sevgili edinenin kendisi olduğuna inanmakta hala güçlük çekiyordu. Daha da inanılmaz olan, dört yıldır ilk defa gerçekten mutluydu, hem de peşlerini bırakmayan o kadar Sith'e ve Jedi Konseyi'ne duyduğu güvensizliğe rağmen. Min'e olan sevgisinin, Morgana'ya duyduğu sevgiyi eksiltmediğini fark ettiğinde yaşadığı şoku da henüz üzerinden atamamıştı. Bunu fark ettiğinde suçluluk duygusu yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı.
Hızla temizlendi ve yatak odasına tekrar döndüğünde, Min yatakta kıpırdanmaya başlamıştı. Min henüz gözlerini ovuştururken, acımasızca ışıkları açtı.
"Günaydın, güzelim."
Min'in cevabı bir esneme ve sonra açık bir hoşnutsuzluk belirten homurdanmalar oldu. Birden sırtüstü döndü ve gerindi. Bu gerinme hiç aksatmadan her gün Carth'ın kanının kaynamasına sebep oluyordu, gerçi artık Min'in bunu bilerek yaptığını düşünmeye başlamıştı. Tabi hiçbir şey giymiyor olmasının da buna oldukça etkisi oluyordu.
Min açık bir ilgiyle giyinmesini izlerken Carth gülmek zorunda kaldı. Kadının hiç utanması yoktu.
"Hala rotamız Manaan, öyle değil mi?" diye sordu Carth.
Asıl planları Dantooine'e gidip, Jedi Ustalarından kesin cevaplar almadan göreve devam etmemekti. Ama iki gün önce gemideki dört Jedi, Bastila'nın "Güç'te aşırı bir sıkıntı" olarak tanımladığı bir şey hissetmişlerdi. Min bunun Taris'tekine benzer büyük çaplı bir saldırı olduğundan emindi. Min yine sarsılmış olsa da, bombardımandan uzakta olmaları ve yeni öğrendiği zihinsel blokaj teknikleri sayesinde daha önceki kadar zarar görmemişti. Yine de Taris'ten beri görmekte olduğu kabuslar şiddetlenmiş ve uyuyabilmek için yatıştırıcı haplardan kullanmak zorunda kalmıştı. Carth bu süre boyunca bu kabusların ne kadar korkunç olduğunu öğrendiğinde gerçekten öfkeden delirmişti. Ama hem bu olay, hem de holovid'de gördükleri Malak'ın hızla büyüyen ordularının haberi, gerçekten çok az zamanları kaldığını gösteriyordu.
"Evet. Jedi Konseyi'ni haşlama işi biraz daha bekleyecek." Min'in sesindeki öfke, Carth'ın da hislerini yansıtıyordu.
Giyindi, yatağın kenarına hemen yanına oturdu ve parmaklarıyla Min'in saçlarını taramaya başladı. "Hey, bunu çözeceğiz. Son haritayı da bulduktan sonra, zaten bulduklarımızı göstermek ve tekrar örgütlenmek için Dantooine'e gideceğiz."
Min başını salladı ve Carth onu öptü. Kendini ondan çekip almak için yeterli iradeyi topladığı zaman, Min'in canı gerçekten sıkılmış gibi görünüyordu. Min yenilgiyi kabullenmedi ve ellerini Carth'ın omuzlarına koyarak çenesini öpmeye başladı. "Bu gemiyi uçurabilecek bir başkası yok mu?"
"Kimse bu gemiyi bir yerlere toslamadan bu mağaradan çıkaramaz." Şu anda Carth gerçekten bir başkasının olmasını diliyordu ama gemiyi kum fırtınasından korumak için bu kadar içlere sokmak oldukça artistik bir pilotluk becerisi gerektirmişti.
"Seni bilmem ama ben bu riski almayı tercih ederim." Dudakları birleşti ve Min, Carth'ı yatağa çekti.
Odaklan, oğlum. Odaklan.
Bir dakika kadar sonra Carth konuşabildi. "Min?"
"Mm-hım?"
"Hiper uzaya girdiğimizde, Manaan'a varana kadar önümüzde dört gün olacak."
"Dört gün mü?"
"Evet, yapacak hiçbir şeyin olmadığı dört koca gün."
Sonunda yatışarak, kalkmasına izin verdi fakat gözlerindeki bakış, Carth'ın yine neredeyse erimesine sebep olacaktı. "Sözünü tutmanı sağlayacağım, Onasi."
Min tekrar yüzükoyun döndü ve yatağa iyice yayıldı. Carth kendini toparladı ve bunun, tarihin en hızlı hiper uzaya girişi olacağına karar verdi.
Ç/N: Aşağıdaki "submit review"a tıklayarak görüşlerinizi bildirebilirsiniz. Okuyan herkese teşekkürler.
Gülistanlık: Teşekkürler fakat bir yanlış anlaşılma olmuş sanırım. Bu hikayenin yazarı Prisoner 24601. Ben sadece çevirisini yapıyorum.
