Feragatname: Star Wars ve Star Wars: Knights of the Old Republic, Lucas Arts'a aittir, bana değil. Benim tek yaptığım bu nefis oyuncaklarla oynamak, o yüzden lütfen beni dava etmeyin.


Küllerden

Yazar: Prisoner 24601

Bölüm Sekiz: Zalim Uyanışlar

Ebon Hawk: Şu An

Ofisinin ağır sessizliğinde yalnız başına, Min masaya bir şişe Sacorya viskisi ve bir blaster koydu. Viski en düşük kaliteydi, sertti ve pis kokuyordu. Normalde bunu ağzına bile sürmezdi ama şimdi boğazında ilerlerken yakacak bir şeye ihtiyacı vardı.

Blaster Carth'a aitti; birkaç tane silahı vardı ve devamlı bunları tamir etmeyi alışkanlık haline getirmişti. Tüm eşyalarını odadan çıkardıktan sonra kendine sakladığı, Carth'a ait tek eşya buydu. Beyninin hala işleyen bir bölümünde, Carth'ın eşyalarına eninde sonunda ihtiyaç duyacağını fark etmişti. Böylelikle boş bir kargo kasası bulmuş, Carth'ın eşyalarını toplamış ve burada bulacağını umarak koridora bırakmıştı. Duygularının aşırı yoğunluğunda, asla kendini bundan daha kötü hissedemeyeceğini düşünüyordu ama Carth'ın her bir eşyasını kasaya yerleştirirken, kendinden de bir parça koparıyormuş gibi hissetmişti. Beynini bulanıklaştıran acı tabakalarına, ıstırap da eşlik ediyordu ve sonunda işi bittiğinde, bir şekilde kendini rahatlamış hissetmişti.

Min yatağı tekrar duvara yerleştirmeyi ve tüm mobilyaları eski yerlerine koymayı bile başarmıştı. Ardından da odanın kapısını kilitledi.

Uzun süre viskiyi ve silahı inceledi, her ikisi de her şeyi unutmasını sağlayabilirdi.

Artık zehrini seçme vakti.


Telos: Dört Yıl Önce

Saul, Corellia birasını bitirdiğinde akşam üstü güneşiyle iyice ısınmıştı. Kendi amiral gemisinde geçirdiği altı aydan sonra, yerde, hem de bir barbeküde olmak, kendisine inanılmaz yabancı bir histi. Telos'u seviyordu, gemisinden sonra evi olarak tanımlayabileceği ikinci yerdi ve adamlarının çoğu da ailelerini buraya yerleştirmişti. Telos kolonisi askeri bir yer değildi ama Nigel Three'nin yörüngesindeki büyük Cumhuriyet tersanelerine hiper uzay yoluyla en fazla iki günlük uzaklıktaydı.

Çatal bıçak sesleriyle düşünceleri bölündüğünde dönüp, kocası ve oğlu bir top, garip kurallar ve bolca gıdıklamayı içeren bir oyun oynarken, sofra hazırlıklarıyla uğraşan Morgana Onasi'ye baktı.

Her zamanki nezaketiyle Morgana seslendi. "Bir içki daha ister misiniz, Amiral?"

On dört yıldan sonra hala bana rütbemle hitap ediyor.

Saul, Morgana'yla ilgili sıkıntısını sakladığını umduğu bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Hayır, sağ ol. Ben iyiyim."

Gözleri birbirine kenetlendi bir an. Saul kadının kanmadığını biliyordu ama Morgana başını salladı sadece. "Yemek az sonra hazır olur."

Morgana'nın Saul'a karşı soğukluğu yeni bir şey değildi. Başta, Carth'a onunla evlenmemesini tavsiye ettiği için bu kadar uzak davrandığını düşünüyordu ama artık çok daha fazlası olduğunu biliyordu. Bu kişisel bir şey değildi, aslında Morgana'yı seviyordu. Kadın çok iyi bir mühendisti ve yeni keşfi olan iyon sürücüsü kendi amiral gemisindeki Yıldızsavaşçılarına da takılmıştı. Ama Saul'a göre askeriyede kariyer yapmakla evlilik, bir tür su ve yağ ilişkisiydi. Özellikle son birkaç olay, bu görüşünü daha da sağlamlaştırmıştı. On yedi yıllık askerlikten sonra kocası ve Saul'un sağ kolu, altı ay sonra geçerlilik kazanacak olan istifa dilekçesini vermişti.

Saul öfkeliydi çünkü Morgana Onasi sonunda kazanmıştı.

Morgana iç avluya çıktı ve kocasıyla oğluna katıldı. İki Onasi erkeği de dönüp kendilerine yanaşmakta olan kadına baktılar ve bir süre Morgana'nın itirazları ve Dustil'in heyecan dolu çığlıklarından sonra üçü de çimenlerin üzerinde boğuşup gülmeye başladılar.

Başlangıçta Morgana kocasının askeri kariyerine destek çıkmıştı ama aradan yıllar geçip, oğulları da büyüdüğünde, karı koca arasındaki gerginlik artmaya başlamıştı. Yıllar boyunca Carth ile ailesi arasına savaşlar girdi. Saul uzun zaman orduda kalması ve istifa etmemesi için Carth'ı ikna etmeyi başarmış olsa da, Carth sonunda teslim olmuştu. Saul on beş yıl boyunca onu yetiştirmiş ve günün birinde kendi yerini alacağını düşünmüştü ama Carth bu konuda çok dik kafalıydı. Defalarca bu istifadan onu vazgeçirmeye çalışmış olsa da, Carth kararında inat ediyordu.

Bu da en sinir bozucu olanıydı.

Tüm o yıllardan ve eğitimden sonra, o muhteşem potansiyelini çöpe atacak!

Her ne kadar kızgın olsa da, Saul Carth'ın kararını anlıyordu. Filoya salgın gibi yayılmış kayırıcılık ve politik entrikalara rağmen sivil hayat fırsatını elinin tersiyle itmesi beklenemezdi. Her ikisi de birkaç defa terfi edilmenin eşiğine gelmişti ve Carth'ın Cumhuriyet liderliği konusundaki aptallıklar yüzünden tedirginliğini görmüştü. Bunun en son ve korkunç örneği, Yüksek Amiralliğe getirilen Pol Durvil idi. Yüksek Amiral Durvil'in beceriksizliğine rağmen, Senato ona kendisini kanıtlaması için fırsat sunup durmuştu. Cumhuriyet'in henüz farkına varmadığı şey ise, zamanlarının azaldığıydı. Revan'ın orduları, her gün kazandıkları zaferlerle inanılmaz bir hızla büyüyordu.

Yine de durum kurtarılamayacak kadar kötü değildi çünkü Saul'a çok ilginç bir teklif gelmişti. Bu teklif kendisine uzun zamandır hak ettiği saygınlık ve gücü kazandıracaktı. Teklifi çoktan kabul etmişti ve şimdi yapılması gereken son bir iş vardı.

Saul kafasında planlarıyla uğraşırken, Carth karısını çekip sırtüstü çimenlere yatırdı ve öptü. Dustil gözlerini devirirken, öğürme sesleri çıkarıyordu. İkisi de ayağa kalkarken gülüyorlardı.

Karısı ve oğluna kocaman bir gülücükle bakan Carth mangaldaki nerf bifteklerini kontrol etti ve Saul'un yanına oturdu. Morgana, mızmızlanan Dustil'i yemekten önce ellerini yıkaması için banyoya götürüyordu.

Carth ile yalnız kalınca, Saul bu avantajı gördü ve fırsatı kaçırmadı. Bu sefer Carth'ın dinleyeceğinden emindi.

Sözcüklerini dikkatle seçti. "Carth, geleceğin hakkında konuşmalıyız…"


Leviathan: 26 Saat Önce

Sith nöbetçileri, Carth'ı tutulduğu parmaklıklardan aldı ve sürükleyerek aşırı aydınlık ve boş sorgulama odasına götürdü. Nöbetçiler gittiği anda, Carth hızla odaya göz gezdirdi ve içerdeki tek mobilyanın tabana yapışık duran bir masa ve iki sandalye olması onu şaşırtmadı.

Kısa bir süre önce, boynunu sıkan bir bölücü tasma ve ellerini bir arada tutan metal bir bağlayıcıyla uyanmıştı. Carth ne kadar zamadır baygın olduğunu bilmiyordu ve Önleyici sınıfından olan Sith gemisi Leviathan tarafından yakalandıklarından beri diğerlerini hiç görmemişti.

Tatooine'den ayrılmalarından on saat kadar sonra gemileri Ebon Hawk, hiper uzaydan çekilerek çıkarılmıştı. Çekici ışınla kilitlenmiş olduklarından, Ebon Hawk mürettebatının gemiye sürüklenmeyi beklemekten başka çaresi yoktu. Hangara adım attıkları anda çevrelerini Sith taburları sarmıştı ama mürettebat savaşmadan teslim olmaya niyetli değildi. Rampa açıldığı anda dört Jedi derhal saldırmıştı. Hangar kapıları kapanmaya başladığında, diğerlerinin sağladığı koruma ateşinin de yardımıyla dört Jedi kısa sürede taburları neredeyse koridorlara kadar püskürtmeyi başarmış durumdaydı. Geç de olsa, neler olduğunu anlamışlardı ve ağır kapıları tutmaya çalışmalarına rağmen artık çok geçti. Kapılar tamamen kapanıp kilitlendiğinde, Sith hangara sayısız uyku gazı atmıştı.

Sandalyeye oturmayı reddeden Carth, kapının yanındaki duvara yaslandı ve beklemeye başladı. Sonunda kapı açıldı. İçeriye girenin kim olduğunu anlaması için bakmasına gerek yoktu, adamı da beraberinde yere yuvarlamayı umarak atıldı. Henüz birkaç adım atmıştı ki, belkemiğinde inanılmaz bir acı hissetti; Carth dizlerinin üzerine düştü ve acıyla gelen çığlığı bastıramadı. Görüşü bulanıklaştı ve sırtı büküldü ama aynı hızla acısı aniden kayboldu.

Tanıdık bir ses duydu. "Onu sandalyeye oturtun."

Carth dirseklerinde eldivenli eller hissetti ve zorla ayaklarının üzerine kaldırılarak metal sandalyeye fırlatıldı. Sonunda gözleri, karşısındaki sandalyeye oturmuş kır saçlı, gri gözlü adama odaklanabildi. Ama Carth'ın onu görmesine gerek yoktu, aradan geçen dört yıla rağmen karşısındakinin kim olduğunu biliyordu.

Soğuk bir nefret Carth'ın bedeninde dolaştı ve tek bir isim olarak ağzından çıktı.

"Saul."

Carth karşısında oturan, bir zamanlar ona kendi babasından bile daha yakın olan ve en çok saygı duyduğu adama baktı. Şu an tek istediği onu lime lime doğramaktı.

"Küçük direnişiniz çok aptalcaydı. Boşa kürek çektiğinizi biliyor olmalıydın."

"Denemeye değerdi."

Saul bir işaret yaptı ve kendisine eşlik eden muhafızlar odadan çıktı. "Son konuşmamızın üzerinden çok zaman geçti." Carth'ın dağınık ve tıraşsız görüntüsüne baktı. "Gördüğüm kadarıyla yıllar sana pek merhametli davranmamış. Seni tanımam gerçekten zor oldu."

"Ama ben seni tanıdım, Saul. Telos'a yaptıkların için seni öldürmeye yemin ettiğim halde her gece senin yüzünü görüyorum."

Saul'un ses tonu delirtecek derecede yumuşak ve aklı başındaydı. "Seni eğittiğim zamanlardan hiç mi bir şey öğrenmedin? Bir asker olarak zayiatın kaçınılmaz olduğunu anlamalısın. Bu bir savaş manevrasıydı."

"Bu sadece korkakça bir ihanet manevrasıydı. Filon sadece sivillerin yaşadığı bir koloniyi uyarmadan ya da kışkırtmadan bombaladı ve ölen masumların kanı sadece senin ellerinde!"

"Savaşta masumlar da ölmelidir. O gezegeni bombalayarak Cumhuriyet'e tamamen sırtımı döndüğümü kanıtlamadığım sürece Malak beni kabul etmeyecekti."

"O saldırıda Morgana da öldü ve bunun için yemin ederim seni geberteceğim."

"Evet, bu çok kötüydü," dedi Saul büyük bir ciddiyetle. "Ondan her zaman hoşlanmıştım, biliyorsun, ama onunla asla evlenmemeliydin. Sana söylemiştim, askeriye ve evlilik asla bir arada yürümez."

İçinde yükselen öfkeyle, Carth masanın karşısına bir hamle yaptı. Sırtına korkunç bir acı girerken, Carth bağırmamak için dişlerini sıktı. Neredeyse başarıyordu da.

Saul tekrar konuşmaya başlamadan önce, Carth'ın tekrar nefes almasını bekledi. "Medenice bir sohbet edebileceğimizi umuyordum. Çok istiyorsan intikam arzuna takılıp kalabilirsin ama lütfen benim zamanımı işe yaramaz tehditlerinle harcama. Bunları daha önce çok duydum."

İki adam buz gibi bir sessizlikle birbirlerine diktiler gözlerini. Sonra Carth yıllardır içini yiyen soruyu sordu.

"Neden yaptın bunu?" diye sordu sessizce. Aslında kafasında buna gayet iyi bir cevabı vardı ama Saul'dan da duymak istiyordu.

"Beni defalarca terfi ettirmediler. Sith ise kazandığım, hakkım olan gücü ve onayı vermeyi teklif etti." Carth şaşırmamıştı, bu kadarını tahmin edebiliyordu.

Cumhuriyet'i seviyor olmasına rağmen, hatalarını da görmüyor değildi. Mandaloryalı Savaşlarının sonunda, Saul tüm Cumhuriyet filosunun başına getirilmek için önerilmişti. Saul'un Yüksek Amiralliğe terfisi, herkesin beklentisiydi. Ama belli ki tek bir şaşırtıcı hamleyle büyük bir askeri aptallığa imza atan ve politikada güçlü ama taktiksel olarak tam bir rezalet olan Pol Durvil'i terfi ettiren Senato dışında herkesin. Savaş zamanında asla alınamayacak bir karardı bu, Durvil inanılmaz yeteneksizdi ama ufukta görünen barış sayesinde Senato böyle cilalı birinin başa gelmesini tercih etmişti.

Telos'u bombaladıktan sonra Saul'un yaptığı ilk şey Durvil'in peşine düşüp onu defalarca küçük düşürmek olmuştu ve bu da, Yüksek Amirallikte şu an Dodonna'nın bulunmasının nedeniydi.

"Cumhuriyet'e her şeyimi verdim. Otuz yılı aşkın süre tüm hayatımı orduya adadım ve benden o embesilden emir almamı beklediler. Ben Cumhuriyet'e ihanet etmedim Carth, o bana etti."

"Yani milyonlarca insanı sırf egon hasar gördü diye öldürdün." Carth, Saul'un yüzünü inceledi ve o anda bir şey fark etti. "Malak'ın kumandasında görev yapıyor olmak seni delirtiyor olmalı." Saul'un yüzü hissiz bir maske gibi görünüyordu ama gözleri ona ihanet etti. "Revan'ın stratejik dehasına hizmet etmek gerçekten tatmin ediciydi ama Malak'tan emir almak zorunda kalmak seni yiyip bitiriyor olmalı."

"Karanlık Lord hüküm sürecektir," diyerek otomatik olarak itiraz etti Saul ama Carth önde olduğunu bilecek kadar onu tanıyordu.

"Raporları gördüm. Malak'ın yaptığı o aptalca taktiksel hataları sen asla yapmazdın. Seni Revan'ın dinlediği gibi dinlemiyor, öyle değil mi?"

Saul önünde birleştirdiği ellerinin üzerinden Carth'a baktı. "Sen her zaman idrak kabiliyeti yüksek bir adamdın. Benimle gelmemiş olman çok kötü oldu. Sen yaşadığım en büyük hayal kırıklığıydın. Seni yerimi almak üzere eğittiğim onca yıldan sonra kararımı anlayacağını düşünmüştüm. Benimle geleceğini düşünmüştüm. Sen benim hiç sahip olmadığım oğlum gibiydin Carth, benim mirasımdın. Senin ne kadar yumuşak huylu olduğunu bilmeliydim ama senin için büyük planlarım vardı."

Carth dişlerini sıktı. "Oğlum için olduğu gibi mi?"

İlk defa öfke ve hoşnutsuzluk dolandı Saul'un yüzünde. "Dustil için gerçekten büyük planlarım vardı. Sen ve arkadaşların Korriban'ı oldukça karıştırdınız. Onun muhteşem kaderini elinden aldın, Carth."

Carth dehşete düşmüştü, Saul'un planlarının bu kadar derin olduğunu bilmiyordu. "Onu öylece Malak'ın öğrencisi yapmayı düşünmüyordun, değil mi?"

"Sith'e önderlik eden bir Karanlık Jedi olduğunda işler çok daha kolay oluyor. Böylece daha fazla saygınlık kazanılabiliyor," dedi Saul hoşnutsuz bir şekilde. "Sonuçta benim yardımımla Malak'ın yerini alabilirdi. Bu Sith yöntemidir, çırak zorla Ustasının yerine el koyar. Tabi askeri bilgisi olmadığı sürece benim yardımıma ihtiyacı olacaktı. Filoya onun üzerinden kumanda edebilirdim ve sonunda benim yerimi alırdı."

Ama artık ona dokunamazsın. Min sayesinde artık güvende. Saul'a tekrar saldırmasını engelleyen tek düşünce buydu.

"Dustil'i kaybetmek büyük hayal kırıklığı oldu. Ama artık Bastila elimde olduğuna göre, durumu kurtardım sayılır. Daha genç ve hala biçimlendirilebilir. Dustil'den fazla büyük değil. Karanlık Lord onu saptırdığında, Bastila'nın da dostlara ihtiyacı olacak." Saul Carth'ı incelerken, Carth kendisinin çoktan ölü bir adam olduğunu fark etti. Saul kendisini öldürmeyi düşünmeseydi, bunları asla anlatmazdı. "Sen, diğer taraftan, tüm bunların değersiz bir parçasısın." Saul ayağa kalktı ve muhafızlar içeri girdi. "Onu da getirin, hala işe yarayabilir."


Canderous uyandığında, kendini lekesiz bir çelik masanın üzerinde çıplak, buz gibi ve acı içinde buldu. Vücudu bilerek kendi üzerinde patlattığı bir el bombasının sebep olduğu yanık ve yaralarla doluydu. Vücudunun içindeki implant tüm bu yaraları rahatlıkla iyileştirebildiği halde, acıyı dindiremiyordu. Kırk yıllık savaş hayatında edindiği disiplini kullanarak, acısını bir kenara bıraktı ve hareket edebilmek için kendini zorladı. Birkaç dakikalık odaklanmadan sonra başını oynatabildi. Başarabildiği kadar çevresine bakmaya çalıştı.

Yan masada yatan ölü Rodialı'yı görünce, Canderous planlarının işlediğini anladı. Görünüşe göre Sith, yaralarının ölümcül olduğunu düşünmüş ve onu morgda ölüme terk etmişti. Hala oldukça kötü bir durumdaydı ve her yerini saran acı, daha bir süre hareket etmesini mümkün kılmayacaktı. Böylece Canderous gevşedi ve vücudundaki iyileştiricilerin görevlerini yapmalarını bekledi.

Seçeneklerini gözden geçirdi.

Hareket edebilmeye başlar başlamaz, diğer mürettebatı Sith'e terk edebilirdi. Sith diğerleriyle fazlasıyla meşgul olacağı için, büyük ihtimalle kaçtıktan çok sonra fark ederlerdi. Bu yol kaçışını kesinlikle çok daha kolaylaştırırdı, hem Min'in dışında hiçbirisine borcu yoktu.

Ya da kalıp, büyük ihtimalle ölümüne sebep olacak planlarını takip edebilirdi. Ama bu Canderous'u rahatsız etmiyordu, hayatı boyunca ölümden hiç korkmamıştı. Onu asıl korkutan onursuz bir ölümdü. Jagi'ninki gibi.

Bu gerçekten bir tercih bile sayılmazdı. Diğerlerini kurtarmaya çalışacaktı çünkü Min onun yoldaşıydı. Her ne kadar, hayatı boyunca bağlı kaldığı bazı prensipleri sorgulamasına sebep olduğu için bazen ondan nefret etse de, kimse yokken ona tek destek veren Min olmuştu. Farkında bile olmasa da, kendi tarzında Min de Mandalor kanununa göre yaşıyordu.

Savaşta onur. Ölümü aldatmak. Kollarda yoldaşlar.

Canderous gülümsedi.

Bu güzel bir ölüm olacak.


Min manyetik hücresinde, üzerinde sadece kırmızı ipek iç çamaşırlarıyla durmuş, belki yüzüncü kez uzanıp Güç'e dokunmaya çalışıyordu. Bu tam anlamıyla deli edici bir şeydi, Güç'ü hissedebiliyor ama bir türlü erişemiyordu. Hemen yanında, silindir şeklindeki hücrede bulunan Bastila, bu tür enerji hücrelerinin özel bir bölücü enerji yayarak, Güç'ü sadece hücrenin çevresinde kalacak şekilde etkisiz hale getirdiğini söylemişti. Yapımları oldukça pahalıydı ve kullanımları büyük oranlarda enerji harcanmasını gerektiriyordu. Pek çok Cumhuriyet gemisinde de, yakalanabilecek Karanlık Jedi'lar için ayrılmış bu türden hücreler vardı. Min boşuna uğraştığını biliyordu, ama ya buradan çıkmak için bir yol bulmaya odaklanacak ya da delirecekti, böylece yeniden konsantre oldu ve Güç'e dokunmaya çalıştı.

Bastila onun sonuçsuz kaçma girişimlerini yarıda kesti. "Sence diğerlerine ne oluyordur?"

Min, kendisi gibi iç çamaşırlarıyla duran Bastila'ya baktı, onunkiler siyah dantelliydi. İçinde bulundukları duruma rağmen Min etkilenmişti; Bastila'nın bu kadar zevk sahibi olduğunu bilmiyordu.

Belki de onun için hala bir umut vardır.

Ama Bastila solgun ve doğal olarak perişan görünüyordu. Her zamanki titiz ve sert tavırlarının yanı sıra, Bastila daima o kadar dengeliydi ki, Min onun ne kadar genç olduğunu genellikle unutuyordu, ama şimdi karşısında gerçekte olduğu gibi korkmuş, yirmi yaşında bir çocuk vardı.

"Bilmiyorum. Umarım hepsi hayattadır."

Min neden hayatta olduğunu ve hatta Bastila'yla birlikte diğerlerinden ayrı tutulduğunu anlayamıyordu. Bastila'nın niye hayatta olduğunu biliyordu, sonuçta Malak onun savaş meditasyonu yeteneğini oldukça işe yarar bulurdu, ama geri kalan mürettebatı anlamıyordu. Sith, tüm ihtiyaç duyduğu bilgiyi Bastila'yı sorgulayarak edinebilirdi, ama belki bazı Cumhuriyet sırlarına sahip olduğu düşünülebilecek Carth dışında, eğer birbirlerine karşı bir şekilde koz olarak kullanılmaları düşünülmüyorsa, diğerlerine ihtiyaçları yoktu.

Hala bunların hiçbiri mantıklı gelmiyordu, Sith, neyin peşinde olduklarını biliyor olmalıydı. Kashyyyk'te peşlerinden Calo Nord'u gönderenin onlar olduğundan oldukça emindi ve Tatooine'de de Bandon'u gönderenin Sith olduğunu biliyordu. Bunlara ek olarak Korriban'da sebep oldukları kargaşa ile Sith'in kendilerini Tatooine'den Manaan'a giden hiper uzay rotasında pusuya düşürmüş oldukları da hesaba katılırsa, Min Yıldız Haritalarının peşinde olduklarını Sith'in bildiğinden kesinlikle emindi.

Öyleyse neden geri kalanımızın yaşamamıza izin versinler? Ne anlamı var ki? Ve neden ben Bastila'nın yanına koyularak onurlandırılıyorum? Neden Jolee ve Juhani'nin yanında değilim?

Hepsinden fazla endişelendiği kişi de Mission idi. Genç Twi'lek içlerinde Sith'in en az işine yarayacak olandı ve çok güzeldi. Min ufaklığa elini sürecek herkesi geberteceğine yemin etti. Tabi kaçabilirlerse. Min sadece Canderous'un patlattığı bomba sonrasında hayatta kaldığını umuyordu.

Bastila düşüncelerini böldü. Min'in asıl dikkatini çeken şey ses tonuydu; sadece korkmuş değil aynı zamanda suçluluk duygusuyla karışmıştı. "Min, sana söylemem gereken bir şey var. Bilmeyi hak ettiğin bir şey…"

Bastila devam edemeden kapı açıldı ve Min genç Jedi'ı susturmak için elini kaldırdı. Vicdanını rahatlatmak için Bastila'nın söylemek istediği her ne idiyse, Sith'in bilmesine gerek yoktu.

İki kadın dikkatle bakarken, içeriye üniformasından oldukça üst düzey olduğu anlaşılan bir adam girdi, ardından da yarı kendi kendine yürüyen yarı Sith nöbetçileri tarafından sürüklenen Carth geliyordu. Min Carth'ın iyi göründüğünü fark ederek rahatladı ama Carth'ın bu yüksek rütbeli adama bakışından, kim olduğu konusunda hiç şüphesi kalmamıştı.

Bastila da sakin ve kibirli bir sesle konuşurken bunu doğrulamış oldu. Kendilerini esir eden adamları görünce, soğukkanlılığını yeniden kazanmıştı. "Buradaki uğraşlarınız nafile, Amiral Karath. Malak'a ya da karanlık tarafa asla hizmet etmeyeceğiz. Sith yok edilecek, tabi bu yoldan dönmezseniz siz de." Min etkilenmişti. Bastila'nın Jedi dinginliğinin kendisine de bulaşmış olmasını dilerdi; öfkesini zor zaptediyordu ve korkuyor olduğu gerçeği de hiç yardımcı olmuyordu.

Saul Bastila'ya aldırmadı ve doğruca Min'in hücresine yaklaştı. Hücrenin başında durup, Min'i sanki egzotik bir böcekmiş gibi incelemeye başladı. Gözleri birleşti ve bu küçük dik dik bakış yarışmasında, Min asla tahmin edemeyeceği bir şey gördü; saygı ve korku.

"İnanılmaz," diye fısıldadı Saul, ancak Min'in duyabileceği bir tonda. Saul gözlerini kırpıştırdı, başını salladı ve uzaklaştı. Min adamın bu tepkisinin kendisinde yarattığı karmaşayı gizlemeye çalıştı. Hemen önlerindeki metal bir sandalyeye bağlanmakta olan Carth'a gizlice baktı ama o da şaşkındı.

İlgisini Bastila'ya çevirmiş olan Saul sonunda konuştu. "Sözlerin çok cesurca Bastila ama karanlık tarafın ayartısına karşı koymak zordur, ya da en azından bana öyle söylendi." Tekrar Min'e baktı. "Arkadaşın da senin kadar kendini aydınlığa adamış mıdır acaba?"

Min hücresinde kollarını önünde kavuşturmuş ve gözlerini Saul'a dikmişti, ki bu da Saul'u çok eğlendirmişe benziyordu. "Çok cüretkarsın. Eminim Malak, Jedi'a olan bağlılığını çok komik bulacaktır. Seni şimdi öldürsem, Karanlık Lord büyük ihtimalle beni ödüllendirirdi. Ama başına açtığın dertler ve aranızdaki geçmiş de düşünülürse, seni sorgulamak isteyebilir."

Geçmiş mi? Ne geçmişi? Malak'la ne geçmişi?

Min içinde giderek büyüyen karmaşaya rağmen sessiz kaldı ve Saul'un ayrıntıya girmesini umdu.

Saul devam etti. "Karanlık Lord tabi ki bazı bilgiler ve kendi çarpık zevki için sana işkence yapacaktır. Er geç her şeyi anlatacaksın. Sith gerçekten çok ikna edici olabilir. Ama Lord Malak şu an başka bir sektörde. Buraya gelmesi biraz zaman alabilir, o yüzden aradaki zamanı benim doldurmam gerekecek sanırım."

"Nefesini boşa harcama, Saul. Sorularının hiçbirini yanıtlamayacağız," dedi Carth büyük bir nefretle.

"Eminim sen konuşmazsın." Saul yine Min'e döndü. "Ama ikimiz de biliyoruz ki, arkadaşının bağlılık duyguları geçmişte bir derece esnek olduğunu kanıtlamıştı."

Min'in kafasının karışıklığı, onu buz gibi saran bir korkuya dönüşüyordu. Jedi'ların kendisinden sakladığı şey her ne idiyse, bunu Saul biliyordu ve açıkçası pek güzel bir şeye benzemiyordu.

Beni tanıyormuş gibi davranıyor.

Yine de Saul'a üstünlüğü bırakmayı reddederek, duygularını içine gömdü ve yüzünü tepkisiz bırakmaya çalıştı, ama artık korkunç bir dehşet her yanını sarmıştı.

"Bağlılığınızı test etme zamanı. Sana işkence yapmanın benimle gerçekten işbirliği yapmanı sağlayacağını sanmıyorum. İraden bu şekilde kırılamayacak kadar güçlü. Yine de, en güçlü kahramanların bile değer verdiği kişilerin acı çektiğini görmeye dayanamamak gibi bir sorunu vardır. Sorgulama şimdi başlayacak. Cevaplamayı reddettiğin ya da yanlış cevap verdiğin her seferinde, Carth işkence görecek."

"Acının hiçbir önemi yok! Ona hiçbir şey söyleme!"

Min bu durumdan blöfle kurtulmaya çalıştı. "Devam et, ona işkence yap. Zaten ondan fazla hoşlanmıyordum."

"Bu kadar açık bir hileye inanacağımı mı sandın? Galaksinin neredeyse yarısını biriyle dolaşıyorsun ve birbiriniz için hiçbir şey hissetmediğinize inanmamı mı bekliyorsun? Bu oyunlardan sıkıldım - şimdi cevap istiyorum! Eğitim gördüğün Jedi Akademisi hangi gezegende?"

Min doğru cevap verdi, çünkü Saul'un zaten bildiğini tahmin ediyordu. Bunu Sith'den sır olarak saklayamayacak kadar çok insan oraya gelip gidiyordu. Hem Yıldız Haritasını bulmak üzere Malak da orada bulunmuştu, Akademi'nin orada olduğunu biliyor olmalıydı.

Saul Min'i tehditleriyle yeterince korkuttuğunu düşünerek mutlu olmuştu. "Harika bir başlangıç. Mantıklı davranmana sevindim. İlk soru sadece bir testti. Tabi ki Malak Akademinin Dantooine'de olduğunu biliyordu, sonuçta filomuz tarafından bombalandı. Dantooine artık boş bir mezarlık sadece. Duman tüten harabeler ve eski Ustalarınızın kavrulmuş kalıntılarından başka bir şey kalmadı!"

Saul konuşurken, Min bunların doğru olduğunu biliyordu. Bastila'ya baktığında titriyor olduğunu gördü. Min kusmamak için kendini tutmaya odaklandı.

"Şimdi bana görevinden bahset. Jedi'lar seni Lord Malak ve Sith ordusunu durdurmakta nasıl kullanmayı düşünüyorlardı?"

"Saçmalığı kes, Saul. Nasıl olduğunu biliyorsun."

"Neden beni aydınlatmıyorsun?"

"Neden cevaplarını zaten bildiğin sorular soruyorsun?"

"Seni sorgulayan benim, tersi değil. Sen cevap vereceksin, soruları ben soracağım."

"Yıldız Yaratıcısı'nı arıyorduk."

"Bu hiç mantıklı değil. Tekrar soruyorum, Jedi'lar seni Lord Malak'ı durdurmak için nasıl kullanmayı planlıyordu?"

Min'in kafası şimdi iyice karışmıştı. "Az önce söylediğim gibi."

Saul görünmeyen bir düğmeye bastı ve Carth oturmakta olduğu sandalyede geriye doğru kıvrılarak, otuz saniye boyunca acı içinde kıvrandı.

"Tekrar. Jedi'lar seni Lord Malak'ı durdurmak için nasıl kullanmayı planlıyorlardı?"

Min dehşet içinde Saul'a baktı ve sakin olmaya çalıştı. Carth'la birbirlerine panik içinde baktılar ve aynı düşünceleri paylaştıkları belliydi.

Kahretsin. Bana inanmıyor!

Tekrar gerçeği söylemeyi denedi. "Sana söyledim, Yıldız Yaratıcısı'nı arıyorduk."

Saul Carth'a bu sefer bir dakikalık bir şok uyguladı ve aynı soruyu tekrar sordu. Min ne diyeceğini bilemiyordu. Saul amansızdı. Bir buçuk dakika boyunca Carth'a işkence uyguladı ve sonra aynı soruyu sormak üzere durdu, sonra iki dakika, sonra iki buçuk. Üç dakikaya geldiğinde Min yalan uydurmaya çalışıyordu, dört dakikada ağlamaya başlamıştı ve şok süresi beş dakikaya ulaştığında Carth bayıldı ve onu tekrar canlandırmak zorunda kaldılar.

"Belki bu senin için yeterince kanlı değildir." Sith muhafızlarına başını salladı ve onlar da yumruklarıyla Carth'a girişmeye başladılar. Az sonra bıçaklarını çıkarmışlardı.

Carth kan tükürmeye başladığında, Min onun hayatı için yalvarmaya başladı.

Bu Saul'un dikkatini çekmişti. Sonunda farklı bir soru sordu, Min'in cevaplayabileceği bir soru.

"Onu seviyor musun?"

"Evet." Min öfkeli hıçkırıklar arasında zorla konuşabilmişti.

Saul Min'e dikkatle bakarak düşündü. "Sana inanıyorum. İnanılmaz. Gerçekten inanılmaz." Neredeyse baygın haldeki Carth'a hayretle baktı.

Min kendisini saran ve karanlık tarafı çağıran çılgın öfkeyi hissedebiliyordu ve eğer Güç'e erişebilse anında nefretine teslim olup, karanlığı kucaklayacağını biliyordu. Şu an serbest kalabilse derhal Saul'u öldürür, sonra da Saul'un istediği cevap her ne idiyse onu kendinden saklayan Jedi Konseyi'nin peşine düşerdi.

"Ama yine de cevaplamıyorsun. Çok ilginç. Sana bir defa daha soracağım. Eğer istediğim cevabı vermezsen, Carth'ın bağırsaklarını deşerim. Jedi'lar, Lord Malak'ı durdurmak için seni nasıl kullanmayı planlıyordu? Jedi Konseyi'nin sana verdiği görev neydi?"

Ilık gözyaşları Min'in yanaklarını ıslatıyordu. "Yapma. Lütfen bunu yapma."

"Bunu durdurabilirsin; tek yapman gereken cevap vermek."

"Neden bahsettiğini bilmiyorum! Sana zaten söyledim, Yıldız Yaratıcısı'nı arıyorduk."

Saul içini çekti ve Sith muhafızına başını salladı.

O anda Bastila konuştu. Bu tam bir şoktu. Min onun orada olduğunu bile unutmuştu. "Kes şunu, Saul. Sana gerçeği söylüyor, bilmiyor."

Saul sorgulayıcıyı durdurmak için elini kaldırdı.

"Ne demek istiyorsun Bastila?" dedi Saul.

"Konsey onu Yıldız Haritalarını bulmak için kullanıyordu. Ne olduğunu bilmiyor."

"Sen ne diyorsun Bastila! Bilmediğim nedir?"

Saul'un gözleri şimdi anladığını gösteren bir ifadeyle doldu ve ardından zevk geldi. "Yani… ah, bu doğru olamaz, öyle değil mi? Burada neler olduğunun farkında değilsin, öyle mi? O zaman Malak'ı bunu sana kendisi söylerken alacağı zevkten mahrum etmeyeceğim." Sith muhafızlarına döndü. "Onu hücreye koyun." Tekrar Min'e baktı. "Carth'ın değeri şimdi aniden arttı; Malak onu kullanmak isteyebilir."

Min'e döndü ve yırtıcı bir şekilde güldü. "Şimdi tatlım, sıra sende."


Harekete geçme zamanı.

Canderous masada doğrulurken ağır bir acıyla inledi. Su toplayan yanıkları iyileşmeye başlamıştı ama implant'ine rağmen, tam olarak toparlanması birkaç gününü alacaktı.

Odayı aradığında bir blaster tabanca, keskin bir siyah bıçak ve turuncu bir tulum buldu, hepsi de ölü Rodialı'ya aitti. Tulum Canderous için fazlasıyla küçüktü, bu yüzden de bir süre çıplak dolaşmak zorunda kalabilirdi. Kendi giysileri ise ortada yoktu, zaten Canderous da el bombasının patlamasından sonra, geriye kurtarılacak pek bir şey kaldığını zannetmiyordu.

Kronometreye baktı, kapının yanındaki duvara yaslandı ve bekledi. Bir dakika sonra kapı yana doğru açıldı ve cılız bir Sith teknisyeni içeri girdi. Canderous harekete geçmeden önce kapının arkasından kapanmasını bekledi.

Canderous teknisyene sessizce arkasından sokuldu ve adamı çabucak tuttu. Bıçağını adamın boynuna dayayarak, kocaman eliyle ağzını kapattı.

Teknisyen donup kalmıştı.

"Droid sektörü. Nerede?"

Canderous elini yavaşça teknisyenin ağzından çekti. Korkuyla kekelerken, Canderous'a anlatabilmek için yarışan adamın sözcükleri aceleyle ağzından dökülmeye başladı. Aldığı yanıttan memnun kalan Canderous adamın boğazını kesti ve yere düşmesine izin verdi. Teknisyen boğazından hırıltılar çıkararak can verirken, Canderous ölmekte alan adamın üstünü işe yarar bir şeyler için aradı. Bir geçiş kartı buldu ve kısa bir an için pantolonunu almayı düşündü ama çok küçük geleceğine karar verdi.

Adam ölme faslını tamamladığında, Canderous onu kadavra masasına yatırdı, üzerini örttü ve droid ve pantolon aramak üzere droid sektörüne doğru yola çıktı.


Carth kapının açılma sesiyle uyandı ve baygınmış gibi davranmak veya doğrulup kimin geldiğine bakmak arasında kararsız kaldı. Böyle bir oyunun sadece kaçınılmaz olanı geciktireceğine kanaat getirince, tutulmuş kaslarına giren acıyla dişlerinin arasından zorla nefes alarak yavaşça doğruldu.

"Kahretsin Onasi, bok gibi görünüyorsun. Böyle dayak yemeye devam edersen, gelecekte pek de güzel olmayabilirsin."

Carth öksürdü ve enerji hücresinin sarı ışıkları arkasından Canderous'a baktı. İri Mandaloryalı'nın ayakları çıplaktı ve üzerinde bluz yoktu, sadece çok dar, gri bir pantolon giyiyordu. Başka bir zaman olsa, Carth bunu çok komik bulurdu. "Bizsiz ayrılacağını sanmıştım."

Canderous kontrol terminaline doğru gitti ve bir saniye sonra hücrelerini çevreleyen enerji alanı kayboldu. "Eminim öyle sanmışsındır."

"Diğerleri nerede?" diye sordu Carth, bir yandan da kendi hücresinden çıkıp, sendeleyerek baygın halde yatan Min'in yanına giderken.

Canderous dolapları soyup soğana çevirmekle meşguldü, içindekileri çıkarıyor ve tek tek inceliyordu. "Zaalbar ve Mission şu an onları çıkarıyor."

"Mission nasıl?" Carth Sith askerlerinin ona yapabileceklerinden endişeleniyordu.

"O iyi."

"Peki onlar…" Carth sözcükleri söyleyemedi; düşünmesi bile korkunçtu. Min'i kaldırdı ve yerde kucağına aldı.

"Hayır. Sanmam. Bazı nöbetçilerin konuşmalarını duydum. Malak gelene kadar bekleme emri almışlar. Gerçi bu emir üçünüz için fazla uygulanmamış gibi görünüyor."

Carth Min'e baktı ve uyanması için onu yavaşça sarstı. Bir anlamda, en kötü muameleye maruz kalan o olmuştu. Saatlerce işkence yapmışlardı ve Saul soru sorma zahmetine bile girmemişti. Çektiği acının çok şiddetli olduğunu biliyordu ama Carth enerji duvarını kapatmadıkları için seviniyordu. En azından ona fiziksel olarak dokunamamışlardı. Saul onun acıya karşı tepkisini merakla gözlemlemiş, her bayıldığında tekrar tekrar kendine getirmiş ve Carth orada oturup izlemeye zorlanmıştı. Kendini bu kadar çaresiz hissettiği tek zaman, karısının ölümünü seyretmek olmuştu.

Gözleri açıldı ve Carth'a odaklandı. "Carth," diyerek mırıldandı.

Carth boğazına tıkanan yumruktan kurtulmak için yutkundu. "Buradayım."

Bir an sessizce birbirlerinden güç alarak sıkıca sarıldılar. Diğerlerinin de geldiğini duyduğunda Carth teninin soğuk bir ürpermeyle sarıldığını hissetti, ürperti geçtiğinde kendini çok daha iyi hissediyordu. Gönülsüzce birbirlerinden ayrıldılar, çabuk hareket etmek zorunda olduklarının farkındaydılar.

Min başta biraz titrese de ayağa kalktı ve Canderous ona zırhını ve ışın kılıçlarını attı. Giyinirken Bastila'ya döndü. "Pekala Bastila, çıkar ağzındaki baklayı."

Bastila ona sadece utanç dolu bir suçlulukla baktı.

Min'in sesi daha da soğuk ve güçlü çıktı. "Bilmediğim şey nedir?"

"Şu anda bunun için zamanımız yok. Elimizden geldiğince çabuk bir şekilde buradan çıkmaya odaklanmalıyız," dedi Bastila ve Carth nefret ediyor olsa da aynı fikirdeydi.

Ama Min pek ikna olmamıştı. "Belki de kendimize zaman yaratmalıyız."

"Hissedebiliyor musun? Acele etmeliyiz, Malak geliyor."

Min Jolee'ye baktı ve o da başını salladı. "Doğru söylüyor."

"Ne kadar uzakta?"

"Yakın ama henüz gemide değil. Bir saatten az zamanımız var," dedi Bastila.

Min Carth'a döndü. "Bu gemiden nasıl çıkabiliriz?"

"Ebon Hawk'u tuttukları hangarın kapılarını açabileceğimiz tek yer köprü. Ben her halükarda oraya gidiyorum. Gemiden ayrılmadan önce Amiral ile yarım kalmış bir hesaplaşmam var ve içimde onu Leviathan'ın köprüsünde bulacağıma dair bir his var."

Min onun gözlerine baktığında, Carth oradaki gaddar kararlılığı gördü. "Ben de geliyorum." Carth kendisini durdurmaya çalışmadığını görünce rahatlamıştı.

"Ben de," dedi Bastila.

Min bir an onunla tartışacakmış gibi göründü ama vazgeçti. "İşimiz bittiğinde, ikimiz güzelce konuşacağız. Tamam mı Bastila?"

Bastila başını salladı.

"Geri kalanlar Hawk'a dönsün. Oraya vardığımızda havalanacak şekilde hazır bekleyin."

Carth gitmek üzere döndü ama Canderous onu durdurdu. "Al bunu." Carth'a deri kın içinde ürkütücü bir bıçak verdi. "Saul için."

Carth başını salladı ve kamayı kemerine taktı. Küçük bir parçası, Saul'a yapacağı şeyi Canderous'un onaylıyor oluşundan endişe etmesi gerektiğini biliyordu ama daha çok bu bıçak için minnettarlık duyuyordu.

"Teşekkürler." Kapıdan çıkarken Min'i takip etti.


Jolee sağ olsun, tek bir el ateş etmeden hangara ulaşmayı başardılar. Parlak koridorlarda ilerlerken, Canderous tek bir Sith muhafızına bile rastlamadıklarına inanamıyordu.

Jolee öne geçti, Wookiee'nin yanında gözleri yarı kapalı ve mırıldanarak ilerliyordu. Canderous zihninin ucunda tuhaf bir çekim hissetti ve yaşlı Jedi'ın bir şeyler yapmakta olduğunu anladı.

"Ne yapıyor?" diye sordu Juhani'ye. Cathar ile beraber en geride yürüyorlardı ve Juhani öyle gergindi ki, her an saldırabilecekmiş gibi görünüyordu. Sarı gözlerini Canderous'a çevirdi, onunla konuşmak zorunda kalmaktan duyduğu hoşnutsuzluk ortadaydı. Tıpkı Carth gibi, Cathar da sadece mecbur kaldığında ya da doğrudan kendisiyle konuştuğunda Canderous'a cevap veriyordu. Canderous bunun sebebini biliyordu, kadın Cathar'dı ve halkı onun gezegenini yerle bir etmişti. Mandaloryalı'lar Cathar'larla savaşmaya can atmışlardı, vahşilikleriyle tanınırlardı ve sızlanarak düşen pek çok dünyanın aksine, Cathar halkıyla savaşmak büyük şeref kazandırmıştı.

Juhani açıklamaya çalıştı. "Bu bir Jedi zihin hilesidir. Sith muhafızlarının zihinlerini koridora girmemeleri veya odalarına dönmeleri için dürtüyor. Kitlesel bir teklif gibidir ve basit bir fikirden daha karmaşık hiçbir şey için işe yaramaz. Büyük bir zihinsel kontrol gerektirir."

Hangara ulaştıklarında Canderous diğerlerini orada bıraktı ve Mission'u yanına alarak gemiye girdi. Rampaya çıkarken, Jolee'nin astromekanik droidi en yakın duvardaki ara yüze doğru götürdüğünü gördü. "Havalandırmaları kapat. Yine gazlanıp bayılmak istemeyiz."

Canderous gemiye bindiği anda Mission'a döndü. "Motorları çalıştır."

Mission sessiz ve solgundu ama şaşırtıcı derecede iyi idare ediyordu ve başını sallayarak kokpite ilerledi. Canderous yatakhaneye girdi; zırhını üzerine geçirdi ve silah dolu bir çanta kaptı. Gemiden çıktığında, diğerlerine duvar kenarına dizilmiş kargo sandıklarının yerlerini, kapıdan her kim girerse ateş etmeye başladıkları zaman arkasında siper alabilecekleri pozisyonda değiştirmeleri direktifini verdi.

Eğer şanslılarsa hiç kimse fark etmeden buradan ayrılmış olurlardı ama alarm çalmaya başladığında, daha yeni Juhani'nin yanına çömelmişti ve hangarı kontrol etmelerinin artık bir an meselsi olduğunu biliyordu. Canderous herkese silah, el bombası ve enerji kalkanı dağıttı. Juhani'ye bir blaster tabanca verdi. Juhani sorarcasına ona baktı; blaster ellerinde inanılmaz şekilde eğreti durmuştu.

"Önce uzun menzilli silahlar, ancak yaklaştıkları zaman ellerimizi kullanacağız."

Juhani pek sevinmişe benzemiyordu ama başını salladı. Arkalarında Ebon Hawk'un motorları hayat buldu ve herkes siper aldı. Canderous bir sigara yaktı ve savaşın başlamasını bekledi.


Carth, Min ve Bastila'nın arasında, köprüye giden büyük çelik kapının önünde durdu. Min kendisine baktığında gerçekten endişeli olduğunu görebiliyordu.

"Hazır mısın?" diye sordu Min, sanki az sonra yapacağı şeye her hangi biri hazır olabilirmiş gibi.

"Evet."

Hayatının son dört yılını bu anı görebilmek için yaşamıştı ve şimdi o an geldiğinde, kendini garip bir şekilde ilgisiz hissediyordu. Tek sahip olduğu zihninde yankılanan amaçtı.

Saul'u öldür.

Min elini aldı ve kendi avucunda sıktı. Carth avutucu bir gülümsemeyle karşılık vermeye çalıştı ama Min'in irkilmesinden işe yaramadığını biliyordu. Canderous'un verdiği bıçağı kınından çıkardı ve diğer elindeki blaster'ı sıkıca kavradı.

Kapılar açıldığında tek görebildiği köprünün burnunda, geniş pencerelerin önünde duran Saul'du. Derinlerdeki buz gibi öfke taşıp kontrolü ele geçirirken, az önceki ilgisizliğinden eser kalmamıştı.

Bir anlığına zaman dondu ve sonra her şey hızla gerçekleşmeye başladı. İki Karanlık Jedi Ustası ve birkaç Sith muhafızı saldırdı. Köprü teknisyenleri Jedi'ların yolundan çekilmek için itişip kakışmaya başladılar. Min elini kaldırdı ve tüm gücüyle itti. Hepsi hızla geriye doğru uçtu ve bazıları metal konsollarına çarparak baygın bir şekilde yere düştü. Carth köprüde sağlam bir şekilde ayakta duran tek Sith olan Saul'a doğru yürüdü. Bunun, dalgayla vurulamayacak kadar uzakta durduğundan mı, yoksa Min'in kendisi için ona dokunmamasından mı kaynaklandığını bilmiyordu. Açıkçası, umurunda da değildi.

Carth kimseye aldırmadan Saul'a saldırdı.

Köprünün ortasına kadar geldi ve bir bilgisayar konsolunun arkasında siper almak zorunda kaldı. Saul ve Sith şeref muhafızlarından biri onu hedef alarak ateş açmıştı. Blaster ışınları vızıldayarak yanından geçerken siper almayı başardı. Konsolun arkasından fırlayarak birkaç el ateş etti, öncelikle muhafızı hedef aldı ve az sonra adamın yere yığıldığını görünce tatmin oldu. O zaman Saul'u vurabilirdi ama onu yakından ve özel olarak öldürmek istiyordu. Saul yeniden ateş etti ve Carth blaster ışınının göğüs zırhına çarpıp cazırdadığını duyabiliyordu ama Saul'un tekrar ateş edecek zamanı olmadı.

Carth, Canderous'un kendisine verdiği bıçağı kaldırdı ve Saul'a doğru hamle yaptı. Saul tabancasını yere attı ve Carth'ın bileğini yakaladı. İki adam aralarında keskin bıçakla, geniş pencereler önünde göğüs göğse mücadele ediyordu. Ama Saul'un daha genç olan adamın karşısında şansı yoktu. Carth Saul'u geriye doğru itti ve Saul kolunu bırakmak zorunda kaldı. Carth bıçağı Saul'un karnına sapladı ve yana doğru deşti. Kan her yere sıçramaya başlamıştı. Saul orada durmuş, şok olmuş bir halde karnını tutarken, Carth blaster'ını kaldırdı ve ateş etti. Saul kaçınmaya çalıştı ve ışın omzuna saplandı.

Atışın gücü Saul'un geriye doğru düşmesine sebep oldu. Carth her yeri Saul'un kanıyla kaplanmış bir halde, başında dikildi ve eski hocasına baktı. İşini bitirmek üzere bıçağını kaldırırken, Saul'un bilinci hala yerindeydi.

"Bu işi bitirmemizin zamanı geldi, Saul."

Öfke ve kinden güç alarak kolunu hızla indiriyordu ki, yarısında Min bileğinden yakaladı.

"Dur."

Carth müdahale ettiği için iyice delirmiş durumda Min'e baktı. "Bu adamın hayatıma yaptıklarını anlamıyor musun? Bana ne kadar acı çektirdiğini biliyorsun! Onu öldürmeliyim!"

"Ona bir bak. Zaten öldürdün."

Carth o zaman baktı ve Min'in neden bahsettiğini anladı. Saul geçirdiği şok yüzünden titriyordu ve gri üniforması kana bulanmıştı. Saul'un uçuk benzi ve hırıltılı nefesinden, Min'in haklı olduğunu görebiliyordu.

Carth bıçağı yavaşça indirdi.

Min, Bastila'ya döndü. "Hangar kapılarını aç." Genç Jedi en yakın bilgisayar konsoluna giderek çalışmaya başladı.

Carth Saul'a baktı, hayatını karartmış, şimdi sakat ve hırpani bir halde yerde yatan adama… ve fısıldadığını duydu. "Carth…"

Bir yarısı Saul'un söyleyeceklerini duymak istemiyordu ama diğer yarısı bilmek zorundaydı.

Carth dinlemek üzere yere çömeldi.


Sith askerlerinin koridorda koştuklarını duyabiliyorlardı ve Canderous birkaç saniye içinde açık kapılardan içeri giriyor olacaklarını biliyordu. Adrenalinin yükseldiğini ve kanının damarlarında kaynadığını hissedebiliyordu. Savaştan önceki garip sessizlik anında Juhani'ye baktı. Gözleri kapıya odaklanmıştı, dili dişlerinin üzerinden geçerken sarı irisler beklentiyle parlıyordu. Dönüp Canderous'a baktı ve gözleri ortak bir anlayışla kenetlendi.

Juhani başını salladı ve dişleri parıldadı. Canderous onaylarcasına gülümsedi.

Biz bunun için doğduk.


Min üzerine çöken kasvetli ve garip bir şekilde tanıdık gelen varlığını hissedebildiği için Malak'ın şimdi yeterince yakın olduğunu ve fazla zamanları kalmadığını biliyordu. Tüyleri ürperiyordu; köprü, aynı Revan ve Malak'la ilgili gördüğü imgelemdeki gibi görünüyordu. Daha da kötüsü, Malak o kadar yakındı ki, tanıdık karanlık varlığının gittikçe yaklaşmakta olduğunu hissedebiliyordu.

Buradan çıkmak istiyorum. Hemen.

Dikkatini tekrar Carth ve Saul'a verdi. Saul, imgelemde Malak'ı gördüğü noktada duruyordu ve Carth onun yanına çömelmişti.

Amiral ölüyordu, buna şüphe yoktu ve Min buna hiç de üzüldüğünü söyleyemezdi. Birkaç saat önce Saul'u neşe içinde öldürebilirdi ama Carth'ı durdurmuştu çünkü gözlerindeki buz gibi sert bakışlara dayanmak çok zordu. Saul'u öldürmek bir şeydi, onu olabilecek en küçük parçalara ayırmak başka şey. Carth'ın bu olaydan duygusal olarak tek parça halinde kurtulmasını umut ediyordu.

Bastila konsoldaki işini bitirdi ve yanına geldi. Hepsi konuşmaya çalışan Saul'a bakıyorlardı.

Min söylediklerini zar zor anlayabildi. "… bir şey söylemeliyim… yaklaş…"

Carth eski hocasına doğru eğildi ve Saul kulağına fısıldadı. Min neler söylediğini duyamadı ama Carth'ın gözlerindeki ifadeyi görünce kanı dondu.

Saul güldü; korkunç gargaralı bir ses çıkarmıştı. "Bilmiyordun, değil mi?"

Carth Min'e baktı, yüzünden tüm kan çekilmiş, gözlerinde şok, ihanet ve korku parlıyordu. Min biliyordu ki Saul her ne dediyse, kendisiyle ilgiliydi.

Min sanki bir şekilde kazanan kendisiymiş gibi yüzünde muzaffer bir sırıtmayla yatan Saul'a baktı. "Ölmeden önceki sözlerimi hatırla." Saul öksürükler arasında konuşuyordu. "Ona her baktığında hatırla…"

Saul son kez kulağı tırmalayan bir ses çıkardı ve öldü, ama artık kimse ona bakmıyordu.

Carth gözlerini Min'den ayırmadan ayağa kalktı; sesi boğuk bir fısıltı halinde çıkıyordu. "Hayır. Bu olamaz."

Kafası karışmış olduğu halde Min ona elini uzattı ama Carth ondan uzaklaşarak geriye doğru sendeledi. Öfkeli ve suçlarcasına Bastila'ya döndü. "Bu doğru, öyle değil mi? Ve sen bunu biliyordun! Sen ve tüm kahrolası Jedi Konseyi. Tüm bu zaman süresince biliyordunuz!"

Bastila yalvarırcasına konuştu. "Carth, düşündüğün gibi değil. Başka şansımız yoktu! Lütfen, anlamıyorsun…"

"Anlamamı sağla o zaman!"

"Burada olmaz Carth. Lütfen-"

Min daha fazla dayanamadı. "Burada neler oluyor? Saul ne söyledi?"

Bastila yatıştırmak istercesine ellerini kaldırdı. "Zamanımız yok. Malak geliyor. Burası yeri değil."

Min ona aldırmadı ve tekrar Carth'a sordu. "Ne söyledi? Benimle ilgiliydi, öyle değil mi?"

"Min, lütfen. Malak burada, derhal gitmeliyiz!"

Min, Bastila'ya doğru bir adım attı. "Hayır. Gırtlağıma kadar geldi. Neler olduğunu anlatmadan hiçbir yere gitmiyorum!"

Carth ve Bastila sadece şaşkın bir halde ona baktılar. Min'in aklı hızla işlemeye başlamıştı ve tüm parçalar tek tek yerine oturuyordu.

"Min-" dedi Bastila çılgın gibi ama artık Min hiçbir şey duymuyordu.

Bir anlık buz gibi bir uyanışla artık Saul'un ne dediğini biliyordu.

Hayır!

Malak'ın onu çağırdığını hissedebiliyordu, Min'i yok etmekle tehdit eden umutsuzluğu delip geçen karanlık ve tanıdık bir işaret ateşi gibiydi.

Emin olmanın sadece tek bir yolu vardı.

"Malak," diye fısıldadı Min ve köprüden çıkarak koşmaya başladı.


Juhani bir el bombası daha fırlattı ve patlarken herkes eğildi. Dumanlar çekilip, öksürükler kesildiğinde blaster ateşi yeniden başladı. Kargo sandıkları ve hangar kapısı arasındaki Sith cesedi yığını inanılmaz rakamlara varmıştı. Şimdiye kadar oldukça iyi idare etmişlerdi ama bir süre sonra hiç durmadan gelen düşman karşısında ezilmeleri işten bile değildi.

Canderous odanın karşı tarafındaki Jolee, Zaalbar ve droidlere baktı. Yanmış tüy kokusu tüm hangara yayılırken, Jolee Wookiee'nin yaralarını tedavi ediyordu. Droidlerin üzerinde de yanıklar vardı ama hala işler durumdaydılar. Canderous Min'in, HK-47'nin onarılmasına izin vermiş olmasına seviniyordu. Bunu yapıp yapmamak konusunda uzun süre tartışılmıştı, ama droid hurdada bırakılamayacak kadar kullanışlıydı.

Juhani hemen yanındaydı, blaster ayaklarının dibine terkedilmişti, ki bu büyük ihtimalle iyi bir şeydi. Juhani bir süre blaster'ı acemice kullanmaya çalışmış ve Canderous daha önce silah kullanmakta bu kadar beceriksiz birini daha görmediğini düşünmüştü; özellikle de kendisine yardımcı olacak Güç'e sahip olduğu da düşünülürse. Ama el bombaları konusunda doğuştan yetenekliydi. Juhani'ye birkaç bomba daha uzattı ve yine kendi seri silahını eline aldı.

Juhani bir tane daha fırlattı, büyük ihtimalle bombayı yönlendirmek için Güç'ü de kullanıyordu ve biraz daha çığlık ve toz dumandan sonra sadece sessizlik vardı. Bu kez blaster ateşi başlamadı, bunun yerine Canderous toz bulutu arasından yanan kırmızı ışıklar gördü.

Yanında Juhani tedirginleşti. Toz bulutu çöktüğünde, Canderous dört kişi gördü ama ortada duran bir tanesi asıl ilgisini çeken oldu. Adam en az Canderous kadar uzundu ama daha inceydi. Onu açığa vuran, çenesinin olması gereken yerde duran parlak metal plakaydı. Yıllardır ilk defa, Canderous korktuğunu hissetti.

Karanlık Sith Lordu ve beraberindeki Karanlık Jedi'lar onlara doğru yürümeye başladı ama Malak aniden durdu.

"İşlerini bitirin," diyerek komut verdi. Arkasını döndü ve anlayamadıkları bir sebepten dolayı oradan ayrıldı.

Canderous koruma ateşi açarken, Juhani saldırmak üzere ileri atıldı.


Min asansörden indi ve hangara giden koridora girdi. Onu hissedebiliyordu, yakındaydı, varlığı neredeyse boğucuydu. Garip bir kaçınılmazlık hissiyle koridorun sonundaki büyük kapıya doğru yürümeye başladı.

Yürürken, her şey kafasında yerli yerine oturdu. Konsey'in garip kararları, Bastila'nın davranışları, Saul'un soruları ve sözleri, nasıl ışın kılıcı birleştirebildiği, swoop motoru yarıştırabildiği ve Mandaloryalı geleneklerini bu kadar iyi bildiği… Hepsi artık iğrenç bir şekilde mantıklıydı.

Bastila ve Carth'ın arkasından koştuğunu hissetti ama dönüp onlara bakmadı. Adımlarını bozmadan kapıya doğru ilerlemeye devam etti ve kapı açıldığında Malak karşısında duruyordu. Aklında davetsiz bir hatıra canlandı.

Karanlık Lortlar Vadisinde bir platformun üstünde duruyordu, eski karanlık ustaların mezarı kule gibi tepesinde yükseliyordu. Karanlık Jedi ve yeni Sith acemi askerlerinin oluşturduğu kalabalığa yukarıdan bakarken, uzaklardaki öğlen güneşi tozlu vadiyi yakıyordu. Alaylar ordu düzeninde dizilmiş ve hazır olda bekliyordu, yirmi binden fazla asker ve yüzlerce Karanlık Jedi onu izliyordu. Yörüngedeki filoda ise çok daha fazlası holoekranlardan seyrediyordu.

Ordusu hazırdı. Artık hakkı olanı almasının vakti gelmişti.

Sanki onları kucaklıyor ve kendi gücünden büyük bir keyif alıyormuşçasına ellerini kalabalığa doğru uzattı, avuçlar yukarıya doğru, parmaklar açık. O anda, her arzusunu gerçekleştirir, her kaprisine boyun eğerlerdi çünkü ona aitlerdi. Kara maskenin altından, gülümsedi.

Malak; gittiği her yerde onu takip eden, hepsinden çok sahip olduğu adam, kalabalık kendi ismini bir ilahi gibi tekrarlarken yanında duruyordu.

Min bunu inkar etmek, tüm gücüyle bunun doğru olmadığını haykırmak istiyordu ama doğru olduğunu biliyordu. O ana kadar zaptettiği acı ve umutsuzluk şimdi bir sele dönüşmüştü ve orada, Malak'ın zalim bakışları altında felç olmuş gibi donup kalmıştı.

Saniyeler akıp giderken birbirlerine bakarak durdular ve sonunda Malak konuşmaya başladı. Bariton sesi yapay ve soğuktu.

"Merhaba, Revan."


Canderous seri silahını yere attı, kısa kılıçlarını çıkardı ve dövüşe katıldı.

Karanlık Jedi'ı seri silahıyla vurmaya çalışmış, ama tek elde ettiği blaster ışınlarının kendisine geri dönmesi olmuştu. Enerji kalkanını takacak zaman ayırmış olması iyi bir şeydi yoksa şimdiye kadar çoktan ölmüş olurdu.

Juhani etkileyici tekmeler, dönüşler ve darbelerle üç Karanlık Jedi'ı birden tutmaktaydı. Ama Canderous, hem Karanlık Jedi'ları hem de kalan Sith askerlerini tek başına tutamayacağını biliyordu.

Canderous, Juhani'ye saldıran en yakındaki düşmana doğru atıldı. Karanlık Jedi Ustasının sırtı, kılıcını Sith'in arkasına savuran Canderous'a dönük olarak duruyordu. Karanlık Usta tam zamanında dönerek Canderous'un kılıcı tarafından deşilmekten kurtuldu ama kılıç yan tarafını sıyırmayı başarmıştı. Karanlık Jedi, Canderous'la yüzleşmek üzere yüzünü döndü ve kırmızı ışın kılıcını çaprazlamasına bir darbeyle indirdi. Canderous sol elindeki diğer kılıçla bu hamleyi engelledi ve kolu şiddetli darbenin etkisiyle sızladı. Yine sağ eliyle Karanlık Ustanın boğazına doğru bir hamle yaptı ve bu kez Jedi bu darbeden kaçamadı. Bıçak, Karanlık Jedi'ın boğazını delip geçti ve yaradan kan fışkırmaya başladı. Karanlık Jedi dizlerinin üzerine düşerken, gözleri şok yüzünden kocaman açılmıştı.

Canderous manivela kuvvetini ayarlamak için ayağını adamın göğsüne bastırdı ve çoktan ölmüş olan adamdan kılıcını çekti. Sith yana devrildi.

Başını kaldırdığı anda Juhani'nin bıçaklandığını gördü.


Min ölmek istiyordu ve bu arzusu da gerçekleşecek gibiydi.

Min'in otomatik bir refleksle savuşturduğu ve yana kaçtığı, vahşi darbeler dizisinden oluşan Malak'ın saldırısı gaddar ve amansızdı, ancak dövüşecek arzuyu kendinde bulamıyordu.

Gerçekleri Bastila ve Malak'tan öğrenmişti; Jedi'lar ona bir tuzak hazırlamışlar, Malak gemisine saldırarak ona ihanet etmiş ve, ya savaşın soğuk kararlar aldırmasından ya da Jedi'ların hümanizm yanlısı olmalarından dolayı Bastila onu kurtarmıştı. Oysa şu anda Min, Bastla'nın kendisini ölüme terk etmiş olmasını tercih edeceğini düşünüyordu.

Bu daha nazik bir davranış olurdu.

Şimdi Malak, onu Jedi'ların eline vererek başlattığı işi bitirecek ve Min de buna izin verecekti ama önce yapması gereken bir şey vardı. Arkadaşlarının da onunla birlikte ölmelerine izin veremezdi.

Kalan bir gıdım kararlılıkla iradesini topladı ve odaklandı. Bir top elektrik gücü çekti ve bunu Malak'a fırlattı. Bu güç Malak'ı sardı ve birkaç adım gerilemesine sebep oldu. Malak fazla zarar görmemişti ama konsantrasyonunun bozulmasına ve Carth ile Bastila'nın çevresine sardığı hareketsizlik alanının etkisiz kalmasına yetmişti.

Min kelimenin çıkması ve düşüncenin gücünü artırması için Güç'ü kullandı. "Kaçın."

Malak kendini toparladığında, Min ışın kılıçlarını kapatmış ve kapı mekanizmasını harekete geçirmişti. Malak kırmızı ışın kılıcını yere doğru tutarak yay şeklinde sallarken, Min hızla geriye doğru sıçradı ve kapanmakta olan kapının diğer tarafına geçti. Yere düştüğünde bir anlığına sersemlemişti.

Bastila saldırmak üzere kapanan kapıya doğru koşmaya başladı. "Ben Malak'ı tutacağım. Siz ikiniz hemen buradan çıkın! Yıldız Yaratıcısı'nı bulun!"

Kapı arkasından kapandı ve ikinci kez, Bastila hayatını kurtarmıştı.


Juhani'nin omzunu şişleyen Sith askeri geriye doğru uçtu ve hangarın duvarına öyle bir hızla çarptı ki, Canderous adamın boynunun çatırdadığını duydu. Dönüp baktığında, Jolee'nin ayağının dibinde yatan bir Karanlık Jedi'ın başında, kolunu uzatmış olarak durduğunu gördü.

Canderous çevresine bakındı ve hangarın tamamen sessiz olduğunu fark etti. Ölü Sith askerleri ve Karanlık Jedi'lar yanık ve kan içinde, parçalanmış bir halde, yerde bir çöp yığıntısı gibi yatıyorlardı. Jolee, Juhani'nin yanına gidip yaralarına bakmaya başladığında, kom linkten Mission'un sesi geldi.

"Bir Sith müfrezesi daha bu tarafa geliyor, Canderous."

Canderous'un gözleri yerdeki Jolee ve Juhani'ye çevrildi. Jolee başını kaldırıp ona baktı. "Çok ağır yaralanmış, olabildiğince çabuk buradan ayrılmalıyız."

Hangi cehennemde bunlar?

"Mission, onlara ulaşabildin mi?"

"Hayır, cevap vermiyorlar ama çok yakındalar."

"Tekrar dene." Jolee'ye baktı. "Onu gemiye götür. Biz onları tutarız. Wookiee'yi de al." "Biz" derken, kendisi ve iki droidden bahsediyordu. Zaalbar hangarın duvarına yaslanmıştı, kürkü korkunç blaster yanıklarıyla kavrulmuştu. "Eğer baş edemeyecek gibi görünürsek, gidin." Canderous biliyordu ki, Min hepsinin ölmesini istemezdi, görevi önce gelirdi.

Jolee başını salladı, Cathar'ı kollarına aldı, ki bu kendinden iri olduğu düşünülürse oldukça etkileyiciydi, ve gemiye doğru yöneldi. Wookiee'yi de yanına almaya çalıştı ama Zaalbar biraz yalpalasa da ayağa kalktı ve kükreyerek itiraz etti. Tartışmaya zamanı olmayan Jolee gemiye bindi.

Canderous ceset yığınına bir göz gezdirdi ve bir saldırıya daha hazırlandı.


"Kahretsin! Hayır!" Min bağırıyordu. Carth onun yalpalayarak ayağa kalkmasını ve kendini büyük metal kapıya fırlatmasını seyretti. Kapının hemen yanındaki kontrol panelinden yağan kıvılcımlar ve yanık tel kokusu Carth'a, o kapıyı şu anda açmalarının hiçbir yolu olmadığını anlatır gibiydi.

Kom linki çaldı ve cevapladı. "Evet?"

Arayan Canderous idi. "Buraya derhal gelmeniz gerekecek yoksa hepimiz ölmüş olacağız. Buraya doğru ilerleyen bir Sith müfrezesi daha var ve onları da defedecek durumda değiliz."

Carth büyük metal kapıya baktı ve tüm içgüdülerine ters gelse de, kararını verdi.

Min'in omzunu yakaladı ama Min ona aldırmadı, fal taşı gibi açılmış gözleri kapıya dikilmişti. Carth o anda eğer biraz olsun aklı kaldıysa bile, onu da kaybetmek üzere olduğunu görebiliyordu.

"Kapı mühürlendi, oraya giremeyiz! Hadi, Ebon Hawk'a gitmek zorundayız!"

Min onu görmezden gelerek geriye itti ve elini kapıya doğru kaldırdı. Min onu dişlilere karşı açılmaya zorlarken, büyük metal kapı inlemeye başladı. Kapı aniden birkaç santim açıldı.

Ama artık çok geçti, Carth arkasından gelen Sith müfrezesinin sesini duyabiliyordu. Min'in alnında ter damlacıkları oluşmaya başlamıştı ve sıktığı dişlerinin arasından konuştu. "Senin arkada kimseyi bırakmadığını sanırdım?" Kapı gıcırdayarak iki santim daha açıldı.

Carth daha önce hiç bırakmamıştı, şu anda da sadece kendisi olsaydı burada kalırdı ama bu sefer çok daha fazlası tehlikedeydi. Kendisini görmezden gelememesi için Min'in önüne geçti. "Eğer ölürsek ona yardım edemeyiz! Bu gemiden ayrılıp, Yıldız Yaratıcısı'nı bulmalıyız." Min tereddüt etti ve Carth bu durumdan yararlanarak onu hangara giden diğer kapıya doğru itti. "Şimdi kıpırda!"

Min yine kıpırdamayınca, Carth onu bileğinden yakaladı ve arkasında sürüklemeye başladı. Sonunda kendi kendine yürümeye başladı ve arkalarından bir Sith devriyesi gelirken, Ebon Hawk'a doğru koşmaya başladılar.

Carth, Min'i rampaya doğru iterken onu Canderous, fazlasıyla hırpani görünen Zaalbar ve droidler takip etti. Carth aceleyle kokpite doğru ilerlerken, Mission gemiyi hangardan çıkardı ve uzayın karanlığına doğru yönlendirdi.


Min ve Carth salonda yüz yüze durduklarında, çevrelerini bunaltıcı bir sessizlik sarmıştı. Diğerleri anlayışla ikisini yalnız bırakmışlardı.

Min hala şokun etkisindeydi. Biraz da olsa, bir süreliğine duyularını geri kazanmıştı çünkü hala yapılacak işler vardı. Jolee'ye, Juhani'nin tedavisinde yardımcı olmuştu ve bir saat sonra Juhani çok daha iyi durumdaydı, yine de ne kadar çabuk bir doktora görünürse, o kadar çabuk iyileşecekti.

Jolee, Canderous ve Zaalbar'a, Bastila'yı anlatmıştı ama kendini değil; üçü de endişeli gözlerle kendisine bakıp dursalar da, durumu anlatacak sözleri bir türlü bulamamıştı. Carth ve Mission kokpitten çıktıklarında, droidlere, Zaalbar'ın onları tamir etmesi için daha yeni kapanmalarını söylemişti.

İşte o zaman Min onlara gerçekte kim olduğunu söyledi, Revan olduğunu. Beklediği tepki korku, şok ve nefretti. Ama olanlar neredeyse daha da kötüydü.

Bu haber Mission ve Zaalbar'ı pek telaşlandırmamıştı. İkisi de şaşırmış ve şok olmuştu ama bunun önemli olmadığını ve Carth'ın itirazlarına rağmen, Min'in kendilerinin arkadaşı olduğunu ve hayatlarını ona borçlu olduklarını söylemişlerdi. Min orada neredeyse ağlamaya başlayacaktı, Mission ve Zaalbar'ın gösterdiği sevecenlik dayanılmayacak kadar fazlaydı.

Canderous Min'e yeni bir takdirle bakmış, ürkütücü bir saygıyla, hangi yolu seçerse seçsin sonuna kadar Min'i takip edeceğine yemin etmişti.

Jolee bunun kendisini için önemli olmadığını, zaten bildiğini ve gerçeğin ortaya çıkmasına sevindiğini söylemişti. Min bu yorum karşısında duyduğu öfkeyi yatıştırmayı başarmıştı.

Onunla daha sonra ilgilenirim.

Kendisi için pek alışıldık olmayan bir nezaketle, Jolee diğerleri için görevler bahane ederek herkesi dışarı çıkarmıştı.

Carth kollarını kavuşturmuş, çenesi sımsıkı kapalı, sert bir şekilde ayakta duruyordu. Gözleri içindeki karmaşayı ele veriyordu. Rezalet görünüyordu; yüzü bitkin, çürük içinde ve hırpaniydi. Saul'un sıçrayan kanı hala zırhının önünü kaplıyordu.

Min'i karısını öldürmek, yurdunu yok etmek ve inandığı her şeyi yerle bir etmekle suçlamıştı. Canderous Min'i savunmuş, Telos'un bombalanması emrini verenin Revan değil, Malak olduğunu, emri yerine getirenin de Saul olduğunu vurgulamıştı. Ama Min daha iyi biliyordu, Sith savaş makinesini yaratan ve idare eden kendisiydi, bu yüzden de sorumluydu. Daha da kötüsü, eğer Telos'un değerli bir hedef olduğunu düşünseydi, hiç vicdan azabı çekmeden orayı kendisinin bombalamış olacağını biliyordu. Bunu söylediğinde, Carth'ın ürktüğünü gördü.

Bir parçası deli gibi bağırıp bunun kendi hatası olmadığını, haksızlık olduğunu haykırmak istiyordu. Ama adil olmasa da, kendi suçuydu. O yüzden orada Carth'ın karşısında, kalbi üzüntü ve suçluluk duygularıyla parçalanırken, ne söyleyeceğini bilmeden sessizce oturdu.

Min, Carth'ın ne kadar incindiğini biliyordu, öfkesi, inanamazlığı ve ıstırabı dalgalar halinde yayılıyordu. Güç duyularını onun duygularına karşı duvar gibi kullanabilirdi, ama bunları hissetmeyi hak ettiğini düşündü. Min ona baktığında, Carth'ın gözlerindeki ihaneti görebiliyordu. Aralarında sağladıkları güven, şimdi yerle bir olmuştu.

Sonunda, Min sessizliğe daha fazla dayanamadı. "Şimdi ne yapacağız?"

"Bilmiyorum. Belki bu konuda daha fazla düşünmeye ihtiyacım vardır. Sanırım son zamanlarda yaptıklarınla Cumhuriyet'in bir dostu olduğunu kanıtladın, Revan." Min bunu duyunca bir parçasının öldüğünü hissetti. "Ama sana güvenebilir miyim? İçimizden herhangi biri güvenebilir mi? Diğerleri sana güveniyormuş gibi görünüyorlar ve Sith'i durdurmana ihtiyacımız var. Burada sanırım asıl düşmanımız Malak. Buna devam etmekten başka şansım yok gibi görünüyor, değil mi?"

"Tabi ki başka şansın var. Beni öldürebilirsin." Carth bunu duyunca bembeyaz kesildi. "Ya da Manaan'a vardığımızda beni Cumhuriyet yetkililerine teslim edebilirsin. Seni durdurmaya çalışmam." Carth gerçekten şaşırmış görünüyordu ve Min onun daha önce bunu hiç düşünmemiş olduğunu biliyordu.

Duyguları ağır bastı ve sözcükler Carth'ın ağzından boğulurmuşçasına döküldü. "Bunu anlamalıydım. Nasıl bu kadar aptal olabildim?" Gözleri ve söyledikleriyle Min'i suçluyordu ama Min kendini savunmadı. "Bana nasıl bu şekilde ihanet edebildin? Seni korumaya yemin ettim ve bunca zaman asıl düşman senmişsin!"

Min sessizce ona baktı, şu an söyleyeceği her şeyin inanılmaz yetersiz kalacağını biliyordu.

Ayrıca bunu hak ediyorsun. Hepsini.

Carth gözlerini kapattı ve askeri içgüdüleri kontrolü ele alırken, duygularını bastırdı. "Yıldız Yaratıcısı'nı bulmana ihtiyacımız var. Şahsi duygularımın bu göreve engel olmasına izin vermeyeceğim. Ama unutma: Cumhuriyet'i savunmak için ant içtim! Görev olması gerektiği gibi gittiği sürece yanındayım. Ama hiçbir koşul altında Cumhuriyet'e ihanet etmene izin vermem!"

Min başını salladı. Carth devam etti. "Sanırım hepsi bu kadar. Göreve devam ediyoruz."

"Tamam."

Carth gitmek üzere döndü ama kapıda durakladı. Min onun sövede duran elinin titrediğini görebiliyordu. "Sadece buna…" Carth devam edemedi ve Min ölmüş olmayı diledi. "Öyleyse her şey yalan mıydı? Konuştuklarımız, hissettiklerin…"

Min sessizce cevapladı. "Hayır. Yalan değildi."

"Nasıl bilebilirsin ki?"

"Çünkü yalan olsaydı bu kadar canımı yakabileceğini sanmıyorum." Carth başını salladı ve uzaklaştı.

Min oradan kaçtı.


Min viski ve blaster'ın seçilmeyi beklediği masanın başında durdu. Titreyen ellerle viski şişesini aldı ve sandalyeye yürüdü. Tam yarı yoldayken durdu, geri döndü ve blaster'ı da alarak her ikisini de deri sandalyeye taşıdı.

Sonuçta birden fazla seçeneğinin olması iyi bir şey.


Ç/N: Aşağıdaki "submit review"a tıklayarak görüşlerinizi bildirebilirsiniz. Okuyan herkese teşekkürler.