ONDOKUZUNCU BÖLÜM
Sol Solis
Sabahın soluk ışıkları etrafı aydınlatmaya yetmiyordu; yarı loş, puslu havada yerde sürünen cüppenin sesi duyuluyordu sadece. Bir çift ayak, yerdeki kurumuş yapraklara basarak ağaçların arasında ilerledi. Bir elinde sımsıkı tuttuğu asası, kısılmış gözleriyle etrafı tarayarak durdu. Tam önündeki ağaçların arasından iki siyah şekil fırladı. Hızla asasını onlara doğrulturken, kukuletası arkaya düştü. Önündeki iki kişiye öfkeyle bakarken, arkalarından çıkan üçüncü kişi ona doğru yürüdü.
"Bu ne sürpriz Bella?"
Bellatrix, sinirli bir ifadeyle kukuletasını tekrar başına geçirirken, küçümseyici bir bakış attı ona. "Geleli bir hafta oldu, ne kadar uzun sürdü?"
Lucius Malfoy, Bellatrix'e sert sert baktı. "Burada oyun oynadığımızı mı sanıyorsun?"
"Pek meşgul görünmedin bana."
"Ah, her zamanki kıskançlık." dedi Lucius. "Görev sana verilmedi diye kızgınsın."
"Görev bana verilse, şimdiye kadar halletmiştim."
"Belki yüzüne gözüne bulaştırırsın diye verilmemiştir." dedi Lucius alaylı bir şekilde. Bellatrix hışımla ona yürürken, havayı titreten bir ses duyuldu:
"SESSİZLİK!"
Lucius sessizce başını eğerken, Bellatrix olduğu yerde donmuştu adeta. Karanlık Lord, ağaçların ilerisinde duruyordu. Lucius'un yanındaki iki Ölüm Yiyen neredeyse yere kapaklanmışlardı. Voldemort Bellatrix'e doğru ilerledi.
"Lordum! Affedin, burada olduğunuzu bilmiyordum." dedi Bellatrix titrek bir sesle.
"Sana, buraya gelmen için emir vermedim." Voldemort'un sesi bıçak gibiydi.
"Lordum, affedin-"
"Sus!" dedi Voldemort. "Bu konuyu daha sonra konuşacağız." Bellatrix yutkundu. Voldemort Lucius'a dönüp, ilerlemesini işaret etti. Lucius Malfoy hızla öne fırlarken, iki Ölüm Yiyen onu takip etti. Voldemort Lestrange'a döndü.
"Şimdilik kalabilirsin, Bella." dedi. "Belki lazım olursun." Sesi alaylıydı. Bellatrix öfkeyle için için kaynamasına rağmen, dilini tuttu.
Bir süre yürüdüler. Nihayet ağaçlık bölgenin sonuna yaklaştıklarında, Lucius Malfoy birden durdu.
"Lordum?"
Önlerindeki ağaçlar öyle sıktı ki, sanki birbirlerinin içine geçmiş gibiydiler. Voldemort öne doğru bir adım attı, asasını kaldırıp, bir şeyler mırıldandı. Dal parçaları hızla uçuşarak birbirlerinden ayrılmaya, sağa sola gitmeye başladılar. Öyle ki, sanki birileri dallar, yapraklar ve kökleri sımsıkı düğüm yapmış da, yeni çözülüyorlarmış gibiydi. Birbirlerinin arasından geçerek, kıvrılarak ayrıldılar. Tüm bu hareketlenme bittiğinde bitkiler, cansız birer ip misali, iki yandan sarkıyordu. Arkalarında ise daha önce göze görünmeyen taştan bir duvar ortaya çıkmıştı. Voldemort yavaşça yaklaştı. Asasını kaldırıp yine bir şeyler söyledi, ancak hiçbir değişiklik olmadı. Bir süre O'nun bir karar vermesini beklediler. Bellatrix sabırsızlıkla öne bir adım atınca, Lucius onu kolundan tutup çekti ve beklemesini işaret etti. Kadın sinirli bir bakış attı. Neyse ki fazla beklemelerine gerek kalmadı. Duvara arkasını dönen Voldemort açıkladı.
"Kapı bir ödül istiyor." dedi kısaca.
"Kanla mı çalışıyor?" Bellatrix'in sesinde zevkle karışık heyecan vardı. Kırmızı gözler parıldadı.
"Her şey kanla çözülmüyor, Bella; yoksa çok kolay olurdu, değil mi?" Bellatrix kaşlarını çatarken, Lucius Malfoy istifini bozmadı.
"Birkaç fikrim var," dedi Voldemort. "Bakalım hangisiymiş?"
Asasından çıkan kırmızı bir ışın taş duvara çarptı. Duvar hiç tepki vermezken, Voldemort bir daha denedi. Aynı sonuç karşısında duvara dikkatle bakarak, bir ışın daha gönderdi. En ufak bir değişiklik olmazken, arkasında Malfoy ve Lestrange gergin bir bekleyiş içindeydiler. Hafifçe duraksayan Voldemort, düşünceli bir şekilde duvara baktı. Bir süre inceledi.
"Ah!" dedi birden. "Basit, çok basit."
Asasının ucundan altın rengi bir ışık fışkırdı, duvarı tam ortasından vurdu. Bir an titreyen duvar, sarı sarı parıldadı. Adeta gözlerinin önünde eriyip, yok olmaya başladı. Birkaç dakika içinde, önlerindeki engel kaybolmuş, yerini siyah, büyük bir girişi olan kocaman bir oyuğa bırakmıştı. Voldemort zaferle gülümserken, arkasındakiler derin bir nefes aldılar.
Karanlık Lord, önlerinde açılan mağaranın girişine bir göz atıp, diğerlerine döndü. İki Ölüm Yiyen'e girişte kalmalarını emredip, Lucius ve Bellatrix'e kendisini izlemelerini işaret etti. Başlarını eğerek oyuktan geçip, içeri girdiler. Mağaranın duvarlarını yosunlar sarmıştı. Zemindeki çamur birikintisi yürümeyi zorlaştırıyordu. Duvarlarda lekeler vardı. Bellatrix Lestrange burnunu kıvırarak ilerledi. Bir süre sonra karşılarına ikiye ayrılan bir yol çıktı. Voldemort uzunca bir süre sessiz kaldı. Tam Bellatrix bir şey söylemek üzereyken, sağdaki yolu işaret etti. "Buradan." Yola devam ettiler, ancak hemen sonra yol bitti. Yine taştan bir duvarla karşı karşıyaydılar. Pek fazla sabrı kalmayan Bellatrix dayanamadı:
"Lordum, acaba-" Lord Voldemort elini kaldırdı.
"Sonra Bella!" Bellatrix sinirle Malfoy'a döndü. Lucius'un yüzünde hiçbir ifade okunmuyordu. Voldemort asasını kaldırdı. Göremedikleri bir şeye doğru tuttu:
"Aparecium Via!" diye bağırdı.
Taş duvarlar birden hareket etti. Yer sanki ayaklarının altından kayıyordu. Tepelerinden ufak taş parçaları dökülmeye başlamıştı. Bellatrix dengesini sağlamak için duvara dayandı. Sarsıntı geçtiğinde, kapalı sandıkları duvarın orta yerinde yeni bir giriş belirmişti. İçerisi oldukça karanlık görünüyordu. Voldemort'un yüzünde memnuniyet okunuyordu.
"Düşüncesiz davranışları bile bağışlayabilirim belki bugün." dedi zevkle. Bellatrix bir nefes aldı. Önlerindeki açıklığa bakan Voldemort fısıldadı:
"Burada olduğunu biliyorum." Asasını aydınlatıp yukarı kaldırdı ve seslendi: "IŞIK!"
Lucius ve Bellatrix aynı anda asalarını ışıklandırdılar. Geniş bir açıklıktaydılar. Tam önlerindeki duvarda ise garip bir takım yazılar bulunuyordu. Ancak hepsinin ilgisini çeken yazılar değildi, tam altında bulunan devasa bir heykeldi. Dev bir tahtta oturan, uzun saçlı bir adamın heykeliydi. Kucağında, adeta saygıyla kocaman bir kaya tutuyordu. Voldemort'un kırmızı gözleri memnuniyetle kısıldı.
"Nihayet!" diye fısıldadı. Arkasında Lucius bir soluk aldı. Bellatrix anlamayan bir ifadeyle bir ona bir Voldemort'a baktı.
"O mu?" diye sordu Lucius Malfoy. Voldemort memnuniyetle başını salladı. Rahatlayan Lucius asasını kaldırdı.
"Benim yapmam gerekiyor, Lucius." dedi Voldemort.
"Lordum, fakat-" Voldemort elini kaldırdı, Lucius boyun eğerek kenara çekildi.
Heykelin tam karşısına geçen Voldemort, dikkatle kayaya baktı. Yine altın rengi bir ışık gönderip, "Göster!" diye fısıldadı. Kaya hafifçe sallandı ve sağdan soldan çatırdamaya başladı. Az sonra çatlakların arasından gün ışığı süzülüyordu. Altın sarısı huzmeler, duvarlarda oynaşıyordu. Kayanın içinden geliyordu altın rengi ışık. Tam ortada, oyuğun içinde altın rengi bir taş yatıyordu.
"Sol Solis," diye fısıldadı Lucius. Gözlerini taştan alamıyordu. Heyecana kapılan Bellatrix, taşa doğru ilerledi.
"HAYIR!" dedi Voldemort onu engellerken. "Oradan çıkartmak zaman alacak." Bellatrix durdu. Malfoy Voldemort'a baktı:
"Ama bulduk, değil mi?" dedi. "Yani artık elimizde."
"Evet!" dedi Karanlık Lord. Ölüm Yiyen'ler titredi. Memnuniyeti de öfkesi kadar ürperticiydi.
"O, benim elimde," diye fısıldadı Voldemort. "Güneş Taşı benim."
Hogwarts'ta, sulu sepken yağan kara rağmen öğrenciler mutlu görünüyordu, çünkü tatile az bir zaman kalmıştı. Harry, Ron ve Hermione, hep birlikte Grimmauld Meydanı'na gidecekleri günü iple çekiyorlardı. Bu arada Profesör McGonagall da öğrenciler arasında dolaşıp, okulda kalacakların isimlerini almaya başlamıştı. Listeye adını yazdıran Adara'yı sessizce izleyen Harry içini çekti.
"Ne oldu?" diye sordu Hermione. Harry duraksadı, sonra omuzlarını kaldırıp konuştu: "Adara da okulda kalıyormuş."
Hermione ona şöyle bir baktı ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle sordu: "Yani?"
"Şey-ben bilmiyorum, yani-" Harry, cümlesini tamamlayamadı. Biraz sessiz kaldı, sonra birden; "Belki bize katılabilir -yani şeyde-" Ron kaşlarını kaldırırken, ona ters bir bakış atan Hermione, Harry'ye döndü.
"Anlıyorum Harry, tabii elbette senin evin, ama aynı zamanda Karargâh. Belki Dumbledore'a sormalısın." Ron'un sırıtarak baktığını gören Harry, hızla konuyu değiştirdi.
"Şu Serva Castrum hakkında bir şey bulabildin mi, Hermione?"
"Hayır," dedi Hermione içini çekerek. "Kütüphanedeki her yere baktım neredeyse, hatta Profesör Madison'dan Kısıtlı Bölüm için izin almama rağmen."
"Bahse girerim, ne için istediğini anlamıştır." dedi Ron.
"Olsun," dedi Harry. "Sonuçta bildiğimizi biliyorlar, araştıracağımızı da tahmin ederler."
"Evet, ama hiçbir şey bulamadık." Hermione hayal kırıklığına uğramış görünüyordu. Kütüphane onu hiç yarı yolda bırakmamıştı.
"Vampirlerle ilgili tüm kitaplara baktın mı?"
"Elbette baktım, Ron." dedi Hermione ters ters. Harry bir tartışma başlamadan konuyu kapatmak istedi.
"Bence yarın hep birlikte gidelim, belki başka kitaplarda bir şey buluruz." Hermione'nin gözleri parlarken, Ron dertli dertli homurdandı.
Karanlık odayı sadece soluk bir ışık aydınlatıyordu. Tahta bir masanın üzerinde duran altın rengi bir taştan geliyordu ışık. Ölüm Yiyen cüppesi giymiş bir şekil, taşa şöyle bir bakıp, koltuğa döndü.
"Ne görüyorsun?" dedi Voldemort.
"Lordum, sadece bir taş."
"Sadece bir taş mı?" Voldemort'un sesi alaylıydı. "Bu bazılarının uğruna ölecekleri bir şey; sahip olduğum gücü görüyor musun, Severus?" Snape cevap vermedi. Voldemort koltuğundan kalkıp, taşa doğru yürüdü. Snape'e dönüp zaferle konuştu:
"Bu, Sol Solis!"
Severus Snape kayıtsızca ışık saçan taşa baktı.
Grimmauld Meydanı on iki numarada, Yoldaşlık Anka Grubu, Dumbledore'un çağrısıyla acil olarak toplanmıştı.
"Harry'ye bir şey olmadı değil mi?" diye endişeyle sordu Lupin, Dumbledore omzunda Anka kuşu Fawkes'la birlikte içeri girer girmez.
"Hayır," dedi Dumbledore. "Hemen konuya girelim; acil çünkü." Fawkes omzundan havalanıp sandalyesine kondu.
"En baştan başlamak istiyorum. Hepiniz, Harry ve arkadaşlarının kısa bir süre önce bir vampirle karşılaştıklarını biliyorsunuz. İşte bu karşılaşma sayesinde, Atra Castrum'un işin içinde olduğundan artık eminiz."
"Harry ile konuşan vampir Serva'da yaşadığını ve köle olduğunu söylemiş." diye açıkladı Anthea. "Bilmeyenler için söylüyorum."
"Serva kölelerin olduğu kale değil miydi?" dedi Molly.
"Evet, Molly," dedi Dumbledore.
"Yani Potter'a yollanan bir köle-" diye başladı Amelia.
"Evet," diye böldü Anthea. "Bu iş için ancak bir köle yollanabilirdi zaten."
"Fakat sebebini bilmiyoruz?" diyerek Anthea'ya baktı Amelia.
Anthea Dumbledore'a baktı. "Sadece bir tahmin Amelia, ama deneme amaçlı yollandığını düşünüyorum."
"Neyi denemek için?" diye sordu Arthur Weasley.
Dumbledore düşünceliydi. "Her şey olabilir. Bir uyarı mesela ya da Harry'yi denemek..."
Lupin öne eğildi. "Harry'yi denemek derken?"
"Benim tahminim, tepkisini görmek istedikleri yönünde."
"Nasıl yani?" diye sordu Lupin.
"Harry onu öldürmedi, Remus." dedi Dumbledore. Lupin anlamamış bir ifadeyle baktı.
"Öldürmeli miydi?" dedi titrek bir sesle Molly.
"En azından etkisiz hale getirmeliydi." diye söylendi Moody kızgınca. Anthea ve Kingsley'e döndü. "Derslerde ne öğretiyorsunuz, merak ediyorum."
"Gereken her şeyi." dedi Kingsley de kızgınca.
"Ele geçirilse, sorgulayabilirdik-"
"Bir vampir söz konusu burada ve üç öğrencinin hayatı." diye çıkıştı Kingsley.
"Ben de buna katılıyorum," diye sertçe karıştı McGonagall. "Onlar daha öğrenci."
"Sonuç olarak," diye tartışmayı kesti Arthur. "Yara almadan kurtuldukları için sevinmeliyiz." Dumbledore'a döndü. "Serva işin içinde ve Atra da öyle, durum bu mu?" Dumbledore onayladı.
"Peki, Summa Castrum?" diye sordu Amelia.
"Biri içindeyse, hepsi öyledir." dedi Dumbledore. "Zaten ikisi de Atra Castrum'a bağlı ve oradan yönetiliyorlar. Kötü olan şu ki, Serva'daki köleleri bir yana bıraksak bile, Summa'dakiler çıraklık dönemini geçmiş, deneyimli ve oldukça güçlü vampirler." Bir sessizlik oldu.
"Fakat başka sorunlarımız da var." dedi Anthea sessizliği bozarak. Kafalar ona doğru dönerken, o Dumbledore'a baktı.
Dumbledore derin derin içini çekti. "Aranızda hiç Güneş Taşı'nı duyan oldu mu?" Herkes birbirine baktı. "Sol Solis, diye de bilinir." diye ekledi.
"Güneş Taşı," diye tekrarladı Arthur düşünceli düşünceli. "O bir efsane değil miydi?"
"Hayır," diye yadsıdı Molly. "Çocuk tekerlemesi; 'Kat kat yerin dibinde, güneş taşı içinde...' Yani-" Durdu, etrafına bakındı. "Şey-sadece tekerleme…"
"Kesinlikle Molly." dedi Dumbledore.
Amelia dalgın dalgın onayladı: "Hmm... Vardı galiba böyle bir şey."
"Ne?" dedi Moody. "Tekerlemeyle ne işimiz var?"
"Devamını da biliyor musun Molly? Bize söyler misin?" diye sordu Dumbledore. Molly pembeleşerek başını salladı.
"Evet, eskiden çocukların oyun oynarken söyledikleri bir tekerleme bu. En azından benim çocukluğumda. Tamamı şöyle…" Derin bir soluk aldı:
"Kat kat yerin dibinde,
Güneş taşı içinde,
Dilek sırası sende
Ayna olur kalbine.
Güneş seni tutacak,
Karanlığı yutacak,
Onu en çok isteyen
Taşı alıp kaçacak.
Al bu taşı, at havaya,
Geceyi yıka, altın ışıkla,
Çevir asayı, salla büyüyü
Taş kimdeyse, güç onda.
Bitirdiğinde bir sessizlik oldu.
"Sadede gelelim-" dedi Moody. "Tekerlemenin konuyla ilgisi ne?" derken, "İyi de, bu çocuk tekerlemesi sadece." dedi Kingsley aynı anda.
"Evet, ama önemli bir tekerleme." dedi Dumbledore.
Moody 'yok artık!' diyen bir ifadeyle Dumbledore'a döndü: "Dumbledore şimdi kalkıp da, 'Sıra sıra süpürge, altın snitch önümde...' diye başlamayacaksın herhalde?" Masadan bir kahkaha koparken, Dumbledore gülümsedi. ~
"Senin zamanında 'Sıra sıra süpürge'yi mi söylüyordunuz Moody?" diye sordu Lupin gülerek. Moody ağzının içinden bir şeyler homurdandı.
"Evet, diğer tekerlemeye dönelim." dedi Arthur gülümseyerek. "Güneş Taşı, Dumbledore?"
"Bu tekerlemedeki taş gerçek aslında." dedi Dumbledore. "Zaten pek çok tekerleme ya da masalın geldiği bir kaynak vardır. Yani bir gerçekten yola çıkarlar, zamanla değişirler. Tabii 'Sıra sıra süpürge'den o kadar emin değilim." Herkes yine gülerken, Moody'nin sihirli gözü tavanı inceliyordu.
"Yani sen şimdi bu şeydeki... eee- tekerlemedeki taşın gerçek olduğunu mu söylüyorsun?" diye sordu Kingsley. Dumbledore başını salladı.
"Dumbledore, bizi buraya alelacele Güneş Taşı'nın marifetlerini ya da tekerlemeleri konuşmak için toplamadın herhalde?" Lupin'in sesi ciddiydi.
"Evet, kötü haberi çabuk ver de kurtulalım." diye homurdandı Moody.
Dumbledore Snape'e baktı. Snape sandalyesinde doğruldu. "Karanlık Lord, Güneş Taşı'nı ele geçirdi." Masanın çevresindeki herkes dikleşirken, bir sessizlik oldu.
"Nasıl yani- Albus?" diye kekeledi McGonagall.
"Maalesef doğru Minerva," dedi Dumbledore. "Taş bulunmuş ve Voldemort'un elinde." Herkes tekrar sessizleşirken, Lupin öne eğildi:
"Taş hakkında ne biliyoruz?" Dumbledore Anthea'ya işaret edince, kadın konuşmaya başladı.
"Taşın adı Sol Solis. Yüzyıllardır gömülü ve nerede olduğunu bilen kimse yok -yani düne kadar öyleydi- Bir çeşit güç var içinde ve uygunsuz ellere geçtiğinde dehşet verici sonuçlar doğurabilir. İyilik amaçlı ya da kötülük amaçlı kullanmak mümkün. Taş, güce göre tepki veriyor."
"Yani eğer çok güçlü bir büyücüysen-" diye başladı McGonagall.
"Seni iki kat güçlü kılıyor, evet." dedi Anthea Madison. Bir sessizlik oldu.
"Yani 'ayna olur kalbine' derken-" diye mırıldandı Molly.
"Kesinlikle," diye sözünü kesti Anthea. "İyiysen iyi, kötüysen kötü."
"Merlin!" dedi McGonagall. "Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in kalbi var mı ki?"
"Kötülüğe karşı iki kat kötülük yani, öyle mi?" dedi Amelia.
"İyi de," diye söze karıştı Lupin. "Voldemort'un bunu istemesi normal mi?"
"Sanki daha fazla güce ihtiyacı varmış gibi," diye homurdandı Moody. Arthur Weasley öne eğildi:
"Ama sanırım sen başka bir şey düşünüyorsun Dumbledore." Anthea Dumbledore'a baktı. Dumbledore başını salladı. Anthea devam etti: "Evet, aslında Remus'un dediği gibi Voldemort'un bunu istemesi normal; fakat Moody de haklı, çünkü buna ihtiyacı yok. Ancak buna gerçekten ihtiyacı olan birileri var." Tekrar sessizlik oluşurken birbirlerine baktılar.
"Tamam," dedi Arthur. "Moody'nin deyişiyle, kötü haberi duyalım."
Anthea içini çekti. "Vampirler." dedi. Soru dolu bakışlar ona çevrilmişti.
"Vampirler?" diye tekrarladı Arthur.
"Vampirler bu taşı nasıl kullanacak ki?" dedi Lupin.
"Ve ne amaçla?" diye ekledi Amelia.
Anthea önce Snape'e, sonra Dumbledore'a baktı. Tekrar içini çekerek açıkladı: "Gün ışığında yürümek için." Masaya dehşet dolu bir sessizlik hâkim olurken, Fawkes kısa bir çığlık kopardı. Uzunca bir süre kimse konuşmadı.
"Peki, bunu gerçekten yapabilirler mi?" diye sordu Arthur en sonunda. Anthea başını öne eğerken, Dumbledore cevapladı: "Evet!"
Masadaki herkes huzursuzca kıpırdandı. "Merlin!" dedi Moody. Hem normal hem sihirli gözü Dumbledore'a sabitlenmişti. "Şimdi bize, bir de güpegündüz vampirlerle uğraşacağımızı mı söylüyorsun?"
"Mümkün," dedi Dumbledore. Seherbaz bir küfür savurdu.
"Moody!" dedi Molly sertçe.
"Affedersin Molly, ama ben de Moody'ye katılıyorum." diye söylendi Amelia. "Gün ışığında vampirler! Daha neler gelecek başımıza?"
"İyi de," dedi Lupin. "Taşı Voldemort ele geçirmiş zaten. Vampirlerin onu kullanabilmesi için O'ndan geri almaları gerekmiyor mu?"
"Belki almalarına gerek kalmaz." dedi Dumbledore.
"Kendi isteğiyle mi verir diyorsun?" dedi Lupin.
"Yani amacı bu mu?" dedi Moody. "Eline geçmiş bir taşı başkasına verecek. Hem de bir güç taşını? Hadi canım!" Sinirleri tepesine çıkmış gibiydi. "Taşın peşinde olduğunu neden daha önce duymadık?" Snape'e döndü. "Bilmiyor muydun?"
"Hayır," dedi Snape kısaca. "Bu bana daha önce söylenseydi, iletirdim."
"Bana mı öyle geliyor, yoksa artık sana fazla bilgi verilmiyor mu, Snape?" diye aksi bir tavırla Snape'e baktı Moody.
"Gereken her tür bilgiyi aldığımdan emin olabilirsin, ancak hepsini seninle paylaşmamı beklemiyorsundur sanırım." dedi Snape sakince.
"Lütfen!" dedi Dumbledore. Moody, Snape'e ters bir bakış atıp, önüne döndü.
"Vampirlere bir anlaşma götüremez miyiz?" diye sordu Amelia.
"Korkarım artık çok geç. Güneş Taşı'nı aldığına göre, Voldemort onlarla çoktan anlaşmış." dedi Dumbledore.
"Hem zaten vampirlerle yapılan bir anlaşma da ne kadar geçerli olurdu, tartışılır doğrusu." diye ekledi Kingsley.
"Anlamıyorum," dedi Amelia. "Biz zaten vampirlerin karşımızda olduğunu varsaymamış mıydık?"
"Evet, ama Voldemort'un silik bir gölgesi olarak, saflarını güçlendireceklerini varsaymıştık," dedi Anthea. "Güçlü bir Voldemort ile birlikte ve Güneş Taşı ile değil." Herkes Dumbledore'a baktı.
"Aslında," dedi Dumbledore. "Atra Castrum'un işin içine girdiği kesinleşince olayların ciddiyetini fark etmiştim. Fakat yüzyıllardır kayıp bir taşın ortaya çıkması benim bile hesaplarımda yoktu." Dönüp Snape'e baktı. "Severus söylemeseydi, haberimiz olmayacaktı." diye ekledi.
"Başın derde girmeyecek mi?" diye sordu Arthur endişeyle. Snape omzunu silkti.
"Söylemek zorunda olmamı anlıyor. Dumbledore'dan bu kadar büyük bir şeyi gizleyemeyeceğimi düşünüyor. Hem zaten, taş artık elinde."
"Bu durumda korkarım sana çok iş düşüyor," dedi Dumbledore, Moody'ye bakarak. "Seherbaz eğitimi hiç bu kadar önemli ve hayati olmamıştı."
"Affedersin Dumbledore, onlara ne öğretmemi bekliyorsun?"
Dumbledore hüzünle Moody'ye baktı. "Alastor, dünyanın dört bir yanından Yoldaşlık'a üye almaya çalışıyorum, biliyorsun. Bunların içerisinde deneyimli olanlar da var ve ne yazık ki genç ve tecrübesiz olanlar da. Eğer bir savaş çıkacaksa ki bundan hiç şüphem yok; tecrübeli olsun olmasın herkese ihtiyacımız olacak."
"Senin savaşacak adamlara ihtiyacın var; deneyimli olanlarına. Bir avuç çaylağa değil!" Moody kızgındı. Dumbledore sükûnetle onayladı:
"Sen de deneyim kazanmalarını sağla, Alastor." Moody öfkeyle söylenerek arkasına yaslandı.
"Peki, biz ne yapacağız? En önemli soru bu sanıyorum." dedi Kingsley.
"Sanırım aynı şekilde devam edeceğiz." dedi Arthur hüzünle. "Başka ne yapabiliriz ki?" Herkes dertli dertli başını salladı.
"Sadede gelirsek," diye söylendi Moody. "Karşımızda son derece güçlü Karanlık bir Lord var. Ve elinde sayamayacağımız kadar değişik türden karanlık yaratık. Üstüne üstlük, yok güneş taşı, yok ay taşı; bulabildiği bütün ışık saçan oyuncakları da eline geçirmiş. Bize düşen de, onu devirip kurtulmak. ÇOCUK OYUNCAĞI CANIM! Bizim muhteşem Seherbaz ordumuzun yanında Karanlık Ordu nedir ki zaten? Ejderhada asalak!"
Moody'nin patlaması, yerini hüzünlü bir sessizliğe bıraktı. Herkes aşağı yukarı aynı şeyleri düşünüyordu. Karanlık Ordu... Karanlık Lord... Adının telaffuzu bile tedirginlik veren Atra Castrum... Vampirler... Her çeşitten karanlık yaratık... Belki devler... Inferiuslar... Ne kadarı tahmin edilebilirdi? Bunların karşısında ne yapacaklardı? Ellerinde ne vardı?
Büyük bir büyücü... Albus Dumbledore? Ölümsüz müydü? Hayır... Yenilmez miydi? Kim bilir... Başka? Harry Potter? Okula giden bir çocuk... Seçilmiş bir çocuk... İşaretlenmiş bir çocuk... Sağ kalan bir çocuk... Karanlık Ordu'nun karşısında bir çocuk... Sadece bir çocuk...
~ Not: Bölüm yayınlandığında çok istek aldığı için yazdım. Okumanız şart değil. :)
Meraklısı için tekerleme:
Sıra Sıra Süpürge
Sıra sıra süpürge
Altın snitch önümde
Ben giderim o gider
Taşır beni her yere.
Süpürgemin kuyruğu
Meşedendir meşeden,
Kaybederiz kendimizi
Biz uçarken neşeden.
Süpürgesiz olur mu
Havada durulur mu
Quidditch oynamaktan
İnsan hiç yorulur mu?
Oynayalım şu oyunu
Görelim herkesin boyunu
Şampiyona kaymakbirası,
Kaybedene kuyu suyu.
Süpürgemin cilası
Alır herkesin gözünü,
Quidditch'in en hası
Söylesin son sözünü!
Bizim bahçenin cüceleri
Saklanmaya bayılır,
Karşı takımın üyeleri
Biraz sonra dağılır.
Bir kez daha turlayalım
İyice bir ısınalım
Bir, iki, üç, dikkat başla!
Sona kalan bozuk yumurta.
Süpürgemin sapına
Adımızı kazıdım
Bağırmayı unutma
Çok yaşa bizim takım.
Süpürgeni kap da gel,
Hepsi kişiye özel
Sayalım saydıralım
Hangisi daha güzel?
Silsüpür Bir önde,
Gümüş Ok var geride
Şanslı ortaya çıksın,
Kuyrukluyıldız kimde?
Ödünç falan veremem
Ondan asla vazgeçmem
Kimselere elletmem
Benim canım süpürgem.
