YİRMİNCİ BÖLÜM

Tarihin Gizemleri

Karargâh'ta yapılan, Güneş Taşı ile ilgili toplantı, ne yazık ki sonuçsuz kalmıştı. Moody'nin parlamasından sonra herkes sessizce dalmış, üstlerine çökmekte olan karanlığı düşünüyordu. Dumbledore'un daha dikkatli olmaları ve şimdilik sessiz kalmaları yolundaki ikazını sessizce kabullenmiş ve eskisinden daha yoğun bir şekilde görevlerine dönmüşlerdi. Dumbledore ise, zamanının bir kısmını Bakanlık'ta geçirmeye başlamıştı.


Harry ve Ron, kütüphanede Hermione ile saatler, hatta günler geçirdikten sonra pes etmişlerdi. Ancak Hermione hâlâ istikrarlı bir şekilde araştırıyordu.

"Hermione, lütfen artık yetmez mi?" diye inledi Ron. Hermione ona ters ters baktı.

"Hâlâ bakmadığımız kitaplar var, Ron." Ron tekrar inledi.

"İyi de, burada binlerce ama binlerce kitap var. Hepsine bakmayı düşünmüyorsun herhalde?"

"Yapacak daha iyi bir işin mi var?" dedi Hermione inatla.

"Evet!" dedi Ron. "Dersler var, ödevlerimiz var, biliyorsun." Hermione şaşkınlıkla ona döndü.

"Sen ne zamandan beri ödevleri dikkate alıyorsun?" Harry konuşmanın buraya kadar olan kısmına hiç katılmamıştı, ancak burada dayanamayıp güldü. Fakat Ron ona kaşlarını çatınca, duruma müdahale etme gereği duydu.

"Şey, Hermione bak, bence de biraz ara verme zamanı geldi." Hermione, ikisine birden önce kızgınlıkla baktı, ama sonra omuzları düştü.

"Buralarda bir yerde bir şeyler olmalıydı." dedi umutsuzca. "Bulabildiklerimiz sadece, vampirlerden nasıl korunabileceğimizle ilgili ders kitapları."

"Belki istediğimiz detayları yazan bir kitap yoktur, Hermione." dedi Ron. "Yani herhalde, 'Serva Castrum'a buradan gidilir' yazılı bir harita falan bulmayı ummuyordun, değil mi?"
Harry yine gülerken, Hermione tebessüm etmek zorunda kaldı.

"Elimde değil, bulamamak çok kötü." dedi sonra üzüntüyle.

"Bak," dedi Harry birden ciddileşerek, "Vampirler karşıma çıktığından beri, ben de sürekli bunu düşünüyorum. Fakat ne olduğunu, neden olduğunu bilmiyorum. Amaçları ne olabilir diye kafa patlatıp duruyorum, ancak bir cevap bulabilmiş değilim."

Dikkatle ona bakan Hermione, "Seni denediler, biliyorsun değil mi?" diye sordu.

Harry başını salladı. "Evet, ama sebebini bilmiyorum. Hem aslında neyi denediklerini bile bilmiyorum."

"Belki de onlar için ne kadar tehlikeli olduğunu öğrenmek istemişlerdir." dedi Ron. Düşünceli bir şekilde ona bakan Hermione, başını salladı.

"Evet, olabilir."

"Eh, öyleyse eğer," dedi Harry asice, "Tamamen zararsız bir aptal olduğumu falan düşünmüşlerdir." İkisi de güldü.

Hermione: "Ah, ama böyle düşünmüşlerse bile, bu işimize yarar Harry." dedi.

Harry kaşlarını kaldırdı. "Bunun beni rahatlatması mı gerekiyor?" Ron güldü. Hermione içini çekti.

"Elbette öyle demek istemiyorum, ama seni zararsız bulmuşlarsa bu lehimize olur diyorum."

"Ah tabii," diye alay etti Harry, "Üstün, süper güçlerimden haberleri olmaması güzel." Ron bir kahkaha patlatırken, Hermione başını iki yana salladı.

"Harry, alınma lütfen. Hem ne düşündüklerinin ne önemi var ki?" Harry cevap vermedi. Hermione dikkatle ona baktı.

"Bak Harry, sen olsan karşına çıkacak düşmanın neler yapabileceğini merak etmez miydin?"

Harry başını salladı. Hermione devam etti: "Belki onlar da bunu öğrenmek istiyorlar. Yani herkesin çok iyi bildiği bir gerçek var. Sen V-Voldemort'un düşmanısın." Nefesini hızla içine çeken Ron'a ters ters baktı. Harry derin bir nefes aldı.

"Zaten Voldemort'la işbirliği yapmayacaklar mı? Yani daha ne kadar güç isteyebilirler ki?"

"İşbirliği yapacakları kesin değil ki," dedi Ron. "Belki tarafsızdırlar."

"Bu sana mantıklı geliyor mu, Ron?" diye sordu Hermione. Ron içini çekti.

"Belki de Ölüm Yiyen'lere çoktan katılmışlardır." dedi Harry sıkıntıyla.

"Ne, Vampir-Yiyen mi? Yok artık!" dedi Ron. Harry gülerken, Hermione kaşlarını çattı.

"Aslında mümkün."

"Ne?" dedi Ron yine. "Hermione, ben dalga geçiyordum."

"Sıfattan bahsetmiyorum Ron, ama Harry'nin dediği gibi, biz burada 'acaba' diye düşünürken onlar çoktan Voldemort'la anlaşmış olabilirler."

"Umarım olmaz." dedi Ron. "Başımızda yeterince dert var zaten."

Harry iç geçirdi, "Eninde sonunda olacağını kabullensek, iyi olur aslında. En azından en kötüsüne hazırlıklı oluruz." İkisi de sesini çıkarmadı.


"Hey Harry," diye seslendi Ginny, koridordan onlara doğru gelirken. Cüppesinden rulo yapılmış bir kâğıt çıkardı. "Bu senin için." dedi. Ruloyu alan Harry, Dumbledore'un ince, süslü yazısını tanıdı. Hızla açarken, Hermione ve Ron eğildiler.

"Bu akşam saat sekizde, odamda.

Not: Limon şerbetine bayılırım."

"Ooo," dedi Hermione. "Ne söyleyecek acaba?"

"Parola limon şerbeti mi?" dedi Ron gülerek.


Akşam, saat sekize beş kala, Dumbledore'un kapısının önündeydi Harry. Kapıyı tıklattı.

"İçeri gel, Harry." dedi Dumbledore. Harry içeri girip kapıyı kapattı. Dumbledore önündeki kâğıtları ileri itip, arkasına yaslandı. Harry karşısındaki koltuğa otururken, sakince bekledi.

"Sanırım son zamanlarda biraz meşgulsün?" Sesi şakacıydı.

"Eee-şey…" dedi Harry, ne söylemesi beklendiğinden emin olamayarak. Dumbledore, cevap beklemeden masasındaki sürahiyi işaret etti.

"Limon şerbeti?"

"Ah-evet, olur." dedi Harry. Dumbledore, iki bardağa sarı sıvıdan doldururken, sessizce bekledi.

"Eğer yanılmıyorsam, Miss Granger kütüphanede Serva Castrum'u araştırıyor olmalı." dedi Dumbledore arkasına yaslanıp, dikkatle Harry'ye bakarak.

"Eee-şey… Evet," diyebildi Harry, ilk yudumu boğazına kaçarken.

"Korkarım, pek fazla bir şey bulamayacak." dedi Dumbledore. Harry sesini çıkarmadı.

"Sanırım seni niye çağırdığımı merak ediyorsundur."

"Evet," dedi Harry yavaşça.

"Seni bazı konularda bizzat aydınlatmak istedim." dedi Dumbledore. "Voldemort'un planları ve başka şeyler…" Kulaklarına inanamayan Harry, bir an öylece durdu.

"Şu sıralar benim peşimde olmadığını duydum." dedi hemen sonra. Dumbledore kaşlarını kaldırdı.

"Bunu nereden duydun?" Harry bocaladı.

"Eee… Şey-"

"Ah, elbette," dedi Dumbledore başını sallayarak. "Remus." Harry, onun kızıp kızmayacağını merak ederken, Dumbledore devam etti.

"Remus doğru söylemiş, ancak artık bu geçerli değil. Şu andan itibaren tamamen sana odaklanacak, diğer işleri yolunda gitti çünkü."

Bu nahoş havadisi kulak ardı etmeye çalışan Harry sordu: "Diğer işleri?"

"Geçtiğimiz günlerde Voldemort'un önemli bir şeyi ele geçirdiğini öğrendik." Harry hiç sesini çıkarmayınca, Dumbledore devam etti:

"Sol Solis… Bu, Güneş Taşı denilen bir çeşit taş; bir güç taşı. Uzun zamandır kayıptı, ancak artık Voldemort'un elinde." Harry midesinde hiç de hoş olmayan bir kasılma hissetti.

"Güneş Taşı, şey… Peki, bu-bu taş ne işe yarıyor Profesör?"

"Seni daha güçlü kılıyor diyelim." Harry bir soluk aldı.

"Daha güçlü… eee, ama Voldemort, yani o zaten güçlü. Bu taşın ne özelliği var ki?"

"Kullanmadan bunu bilemem, Harry, ancak sahip olan kişi tam olarak anlayabilir."

"Peki, bu taş nasıl çalışıyor?"

"Tam olarak nasıl işlediğini ben de bilemiyorum, ama eminim Voldemort bir yolunu bulur."

Biraz düşünen Harry, yavaşça sordu: "Profesör, Voldemort bunu niye istemiş?"

"İşte bu güzel bir soru Harry." dedi Dumbledore. "Neden istedi? Zaten yeterince güçlü, değil mi? İşte, burada sadece tahmin yapabiliyorum. Kanımca vampirlerle yaptığı bir anlaşmanın karşılığı bu taş. Ya da belki kozu diyebiliriz tabii." Afallayan Harry öylece baktı.

"Yani vampirlerle anlaştı, öyle mi?"

"Hemen hemen eminim diyebilirim." Harry'nin midesi iyice kasılırken, "Anlamıyorum, anlaşma dediniz, yani bu taş vampirler için mi? Ne işlerine yarayacak ki?" diye sordu.

"Vampirler geceden kurtulmak istiyorlar. Gün ışığında dolaşmayı yani."

"Nasıl-yani?" diye kekeledi Harry şaşkınca. "Gün ışığında mı dediniz?" Dumbledore üzüntüyle başını salladı.

"Yani artık kimse güvende değil mi?" diye sordu Harry, kulaklarına inanamaz gibiydi.

"Maalesef," dedi Dumbledore. "Henüz kullanmadıklarını varsayıyorum tabii, ama yakındır."

Harry üst üste gelen bu şok edici bilgileri hazmetmeye çalışarak düşündü. "Peki, vampirler," dedi olabildiğince şey öğrenmeye çalışarak, "onlar diğer yaratıklar gibi değiller sanırım. Yura ile konuştuğumda bana zeki göründü."

"Yura?" Dumbledore, insanın içine işleyen mavi bakışlarını ona çevirdi. Harry o tanıdık, rahatsız edici röntgene girmiş hissine kapıldı yeniden.

"Hani şu konuştuğum vampir-" diye söze başlarken, Dumbledore lafını kesti.

"Adını hatırlıyorum Harry, ancak sanki bir arkadaşından bahsediyormuşsun gibi geldi bana." Harry sandalyesinde rahatsızca kıpırdandı.

"Şey, elbette hayır." Bir an durakladı, sonra devam etti. "Onda farklı bir şey vardı Profesör, biliyorum o bir vampir, fakat-" Açıklamak için yeterli bir kelime bulamadı. Dumbledore ona dikkatle baktı.

"Herkesin içinde iyi yanlar olabileceğine inanan biriyim Harry, anlayabilirim ve her türün istisnası olabileceğini de biliyorum, ancak ona güvenmemeni tercih ederim." Harry sadece sessizce başını salladı.

"Bu da yeter," dedi Dumbledore. "Senden istediğim Harry, daha güçlü olman ve-"

"Nasıl olacak söyler misiniz?" diye sözünü kesti Harry. "Benim bir Güneş Taşı'm yok!"

"Harry," dedi Dumbledore sükûnetle. "Voldemort, Güneş Taşı olmadan da güçlüydü zaten. Bu konuya fazla takılma lütfen."

"Nasıl takılmam?" dedi Harry. "Zaten güçlüydü, şimdi daha güçlü. Üstelik vampirlerle anlaştığını söylüyorsunuz."

"Vampirlerle anlaşması bir tahmin sadece." dedi Dumbledore.

"Ama sizin tahminleriniz genelde doğru çıkar, değil mi?" dedi Harry.

"Bunu inkâr edemeyeceğim, ancak yanılmış olmayı hiç bu kadar istememiştim. Bunları sana anlatıyorum; bilmen gerektiğini düşünüyorum çünkü. Tabii bir kez daha bir vampirle sohbet etmek istediğinde, hatırlaman için de iyi olur."

Başını kaldıran Harry, Dumbledore'un gülümsediğini görünce biraz rahatladı. Ancak işittiklerinden sonra, tamamen rahatlaması diye bir şey söz konusu olamazdı.

"Peki, bu vampirler ne istiyorlar? Yani amaçları ne?"

"Korkarım bu konuda sadece tahminde bulunabilirim. Güç, her zaman cazip olmuştur. Hem de her çeşitten yaratık için, buna biz büyücüler de dâhil. Ancak burada karşılıklı bir çıkar söz konusu olduğunu düşünüyorum."

"Çıkar mı?"

"Voldemort, onlara taş karşılığı ittifak teklif etmiş bence."

"Yani taşı onlara verecek mi gerçekten?"

"Vermek zorunda elbette, ancak dediğim gibi taşı bir koz olarak saklarsa şaşırmam. Voldemort aptal değil. Güpegündüz yürüyebilen bir vampir ordusu yerine, gece kontrol edebileceği bir grubu tercih edecektir. Ancak bilemeyiz, belki özel tılsımlar vardır, ya da sadece taşı elinde tutan kişinin kontrol edebileceği özel büyüler. Sadece tahmin yürütebiliriz."

"Yani elimizde pek bir şey yok, öyle mi?" dedi Harry.

"Korkarım yok." dedi Dumbledore.

"Yani taş olmasa, vampirler büyücülere saldırmayabilirler mi?" dedi Harry beynini zorlayarak.

"Emin değilim, Harry. " dedi Dumbledore yorgunca.

Harry gitme zamanının geldiğini düşündü. Ancak aklından geçen tüm sorular saçma sapan geliyordu ona, özellikle de durum bu kadar vahimken. Bir şey onu dürtmüşçesine başını kaldırdı.

"Taş olmasaydı eğer," dedi. "Vampirlerin büyücülerle bir sorunu yok aslında, değil mi?"

Sessizce arkasına yaslanan Dumbledore, içini çekti. "Tarih tekerrür ediyor." Harry kafası karmakarışık baktı ona.


Harry, Dumbledore'un odasından çıktığında, beyni sorularla doluydu. Koridorlarda dalgınca yürüdü. Bir yandan öğrendiklerini hazmetmeye çalışıyordu. Az sonra gürültülü bir yere geldiğini hissedip, etrafına bakındı. Portreden geçip, ortak salona geldiğini hiç fark etmemişti. Salonun karşı ucunda Ron ve Hermione, telaşla ona el sallıyorlardı. Yanlarına seğirtip, koltuğa çöktü. Hermione endişeyle ona eğildi:

"İyi misin, Harry?"

"Eh… Olabileceğim kadar iyiyim diyelim." diye cevapladı Harry, endişe ve merakla onu izleyen arkadaşlarına bakarak.

"Ne oldu?" diye sordu Ron.

"Konuşmamız gerek." dedi Harry. "Özel olarak."

"Tamam," dedi Ron hemen kalkarak. "Yatakhaneye çıkalım. Bu saatte kimse yatmaz." Dikkat çekmemeye çalışarak, yatakhaneye yöneldiler. İçeri girince, Harry kapıyı kapattı. Asasını kapıya tutup, bir Sessizlik Büyüsü mırıldanırken, Ron ve Hermione tedirgince onu izlediler. Sonraki on dakika boyunca, odada Harry'nin sesinden başka ses duyulmadı. Nihayet anlatmayı bitirdiğinde, arkadaşları fazlasıyla sarsılmış görünüyorlardı.

"Güneş Taşı," diye fısıldadı Hermione.

"Vampirler," dedi Ron.

"Serva konusunda bir şey bulamayacaksın Hermione, Dumbledore söyledi." Hermione içini çekti.

"Tahmin etmiştim zaten. Peki, vampirlerle gerçekten anlaşmış mı?"

"Dumbledore öyle düşünüyor."

"Ve şimdi de tamamen senin peşine düşecek, öyle mi?" diye sordu Ron sesi çatlayarak.

"Evet," dedi Harry. Ron yutkundu.

Hermione başını ovuşturarak konuştu. "Vampirler taş için ona yardım ediyor, bunu anladık, ama anlamadığım niye savaşsınlar, yani içlerinden bir sürü vampir ölebilir. Dumbledore bir şey söylemedi mi?"

Harry bir an kaşlarını çattı. "Vampirlerin bizle bir sorunu var mı, dedim."

"O ne dedi?"

"Dedi ki, tarih tekerrürden ibaretmiş; ne demek istediyse?"

"Tarih, evet-OH!" Hermione'nin gözleri birden kocaman olmuştu.

"Ne?" dedi ikisi aynı anda. Ancak Hermione cevap yerine ayağa kalktı.

"Bana izin verin. Yerini biliyorum. Eğer orada da yoksa-" Sözünü tamamlamadan fırladı gitti.

"Kaçık!" dedi Ron arkasından bakarak. "Ciddi söylüyorum, kütüphaneye gide gide kafayı yiyecek yakında."

Harry başını sallayıp, içini çekti. "Ne diyorsun?" diye sordu.

Ron ona baktı. "Eh, başımız dertte diyorum."

"Ne zaman değildi ki?" dedi Harry bezgince.

"O da doğru ya." dedi Ron. Bir süre düşüncelere daldılar.

Yaklaşık beş dakika sonra, yatakhane kapısı hızla açıldı ve Hermione soluk soluğa içeri girdi. "BULDUM!" Harry ve Ron önce Hermione'ye sonra birbirlerine baktılar. Harry gülmemek için dudaklarını ısırdı. Manzara görülmeye değerdi, çünkü Hermione'nin kollarında o güne kadar gördükleri en büyük kitap duruyordu.

"Hermione elinde, ah pardon kucağında bununla salondan nasıl geçtin?" dedi Ron kıs kıs gülerek.

"Birkaç kişi laf attı tabii, ama boş ver şimdi." Hermione umursamazca elini salladı.

Neredeyse küçük Dennis Creevey'in boyu uzunluğundaki devasa kitabı yatağa koydu. Kitabın eski, yıpranmış kapağında süslü bir yazıyla 'Tarihin Gizemleri' yazıyordu. Seri bir şekilde sayfaları açtı ve üzerine eğildi. "Dinleyin!" Harry ve Ron hâlâ gülmemeye çalışarak eğildiler.

"12.yüzyılda, 15.yüzyılda ve 18.yüzyılda üç büyük savaş olmuş." diye anlattı Hermione.

"Bunlardan ilk ikisine büyücüler karışmamış, vampirler Muggle'larla savaşmışlar. Tabii kendi aralarında çıkan sürtüşmeleri hesaba katmıyorum. Ya da küçük savaşları. Fakat son büyük savaş, büyücülerle vampirler arasında olmuş, savaşı vampirler başlatmış ve kitaba bakılırsa yenilmişler ve kaçıp saklanmak zorunda kalmışlar. Tüm aramalar sonuçsuz kalmış. Kimse onları bulamamış, ortadan kaybolmuşlar. Yok olduklarına kanaat getirilmiş."

"Pek de yok olmamışlar ama." dedi Ron.

"Eh- saklanmayı iyi biliyorlar, burası kesin." dedi Harry.

"Çıkan savaşta çok fazla vampir öldürülmüş ve bu da büyücülere neden kin güttüklerini açıklıyor." diye devam etti Hermione.

"Ama savaşı onlar çıkarmış." diye itiraz etti Ron.

"Doğru, onlar başlatmış, ama Ron, savaş bir kere başladıktan sonra, kimin başlattığı önemini kaybeder."

"Yenilmek, pek de hoşlarına gitmemiştir sanırım." dedi Harry. "Dumbledore'un dediği doğru gibi, intikam istiyorlar öyleyse." Hermione başını salladı.

"Doğru. Ben de o yüzden bu kitaba bakmak istedim. Tabii kitapta Serva Castrum hakkında bilgi yok, ama zaten sonradan kaçıp saklandıkları yerse, olmaması doğal. Bu yüzden bulamadık. Çünkü kimse bilmiyor."

"İyi de," dedi Ron. "Dumbledore ve diğerleri biliyorlar. Keşke ona sorsaydın Harry."

"Serva konusunda bir şey bulamayacağımızı söyleyince sormadım." dedi Harry. "Ama Yura ne demişti hatırlıyor musunuz? Kölelerin yaşadığı yermiş Serva."

"Eee?" dedi Ron.

"Sadece kölelerin, Ron." dedi Harry.

"Yani?" dedi Ron bu sefer.

"Yanisi şu," dedi Hermione. "Serva dışında başka yerler de var."

"Merlin aşkına, bu vampirler kaç tane ki?"

"Dumbledore bir ordudan bahsetti." dedi Harry hafif bir sesle. Ron ve Hermione ona kaygılı gözlerle baktılar. Ron dirseklerini dizlerine dayayıp, yere baktı.

"Daha kaç kötü haber duyacağız acaba?" Harry sesini çıkarmazken, Hermione tereddüt etti.

"Aslında dahası var." Ron başını kaldırdı. "Dahası mı?"

"Kitap O'ndan da bahsediyor." Hermione titredi.

"Kimden?" dedi Harry, Ron boynunu kitaba doğru uzatırken.

"Vampirlerin efendisinden, Dominus'tan."

Harry "NEE?" diye bağırırken, Ron başını hızla ona çevirdi. Yüzünü buruşturup, boynunu ovalarken, Hermione kitaba bakarak devam etti.

"Ona 'efendi' diyorlar. Yani kendi dillerinde 'Dominus'. Ancak asıl adı bu değil, hem bu bir isim değil zaten. Her neyse işte, adını söylemeleri yasaklanmış. Bir çeşit lanetten bahsediliyor, ancak ayrıntı verilmemiş." Herkes sessizleşirken, Harry sordu:

"Kitapta adı yazıyor mu?"

"Evet." Harry, hızla kitaba eğildi.

"Harry, yapma!" dedi Ron yavaş bir sesle. Harry Ron'a döndü.

"Dumbledore ne demişti; bir şeyin isminden korkarsanız-"

"Harry, biliyoruz." dedi Hermione. "Ama o Dumbledore. Tabii sadece bir isim, ancak-" devamını getiremedi. Harry ısrarla ona bakmayı sürdürünce içini çekerek, parmağıyla bir satırı işaret etti.

"AZAREL," dedi Harry yüksek sesle. "Demek adı buymuş." Bu sefer titreme sırası Ron'daydı.

"Merlin aşkına, Harry. Yüksek sesle söylemen şart mıydı?"

"Merak etmiyor muydun, Ron?"

"Yoo… Çok merak ediyorum aslında." diye homurdandı Ron. "Ama Harry, isimler gerçekten lanetli olabilir. Ben küçükken babam anlatmıştı. Bir cadı, sırf eğlenmek için ismini lanetli hale getirmiş ve kocası ölmüş." Harry hafiften sırıtmaya başlamıştı.

"Buna inandın mı, Ron?"

"Neden olmasın?" dedi Ron omzunu silkerek.

"Bence, baban yanlış bir şey yapma diye seni ikaz etmek istemiş."

"Olsun," dedi Ron. "İsimlerde lanet var diyorsa, ben inanırım."

"Off… Konuya döner misiniz?" dedi Hermione.

"Tamam," dedi Harry ona bakarak. "Bu Azarel ne yapmış peki?" Ron başını iki yana sallarken, Hermione içini çekti.

"Anlatılanlara göre, tüm bu savaşın çıkmasına O neden olmuş. İnsanlar üzerinde hâkimiyet kurmak istemiş, Muggle'ların ne olduğunu anladığını sanmıyorum; ancak büyücüler itiraz etmişler tabii. Savaşın başlamasına da, bir büyücünün öldürülmesi sebep olmuş."

"O yapmıştır." dedi Ron. "Birini öldür, ortalık kızışsın, değil mi?"

"Kesinlikle katılıyorum, Ron." dedi Hermione. "Sonunda istediği savaşı başlattı, ama işler yolunda gitmedi. Üstelik kitapta yazılanlara bakılırsa, daha kötüsü var."

"Daha kötüsü mü?" diye inledi Ron.

"Bu A-şey… Eee-" Hermione bocaladı. Harry gözlerini devirdi. "Adını söyle lütfen."

"Hayır," dedi Ron. "Söyleme!" Harry yapmacık bir ciddiyetle, gülmemeye çalışarak Hermione'ye sordu: "Bak bakalım, yazara bir şey olmuş mu?" Bir an afallayan Hermione, durakladı.

"Off, tamam AZAREL! Memnun oldun mu?" Sırıtan Harry başını salladı, "Devam et!" Ona ters ters bakan Hermione'nin kızgınlığı, kitaba bakınca geçti. "Ne diyordum? Haa... Evet, Bu Azarel, yani Dominus, savaşta yalnız değilmiş; erkek kardeşi ile birlikteymiş."

"Bir kardeşi mi varmış?" diye sordu Harry. Hermione başını salladı.

"Önce her şey yolunda gidiyormuş, fakat işler çığırından çıkınca, Azarel kaçmış ve kardeşini yalnız bırakmış."

"Ne?" Ron ve Harry afallamış gözlerle bakıyorlardı ona.

"Kardeşini savaşta mı bırakmış?" dedi Harry. "Öz kardeşini?" Hermione dertli dertli başını salladı.

"Bunu Percy bile yapmaz." dedi Ron dalgınca. "Ona ne olmuş, yani kardeşine?"

"Ne yazık ki kesin bir şey yok. Sadece öldüğüne inanılıyor diye yazılmış."

Ron Harry'ye baktı. "Kesin hayattadır o zaman. Yani öldüğüne inanılan herkesin geri döndüğünü düşünürsek." dedi imalı bir tavırla. Harry düşünceli bir şekilde kitaba baktı.

"Kardeşinin adı yazıyor mu, Hermione?" Hermione kitaba baktı ve başını salladı:

"Evet ve lanetten falan da bahsedilmiyor; adı Bhaskar."

"Bhaskar? Hiç duymadım." dedi Ron.

"Yani özetlersek," dedi Harry ayağa kalkıp, odada volta atarak. "Bu Azarel, yani vampirlerin efendisi hayatta ve Voldemort'la anlaşmış. Kaç vampir olduğunu bilmiyoruz, ama bir ordu kuracak kadar çok olabileceklerini tahmin ediyoruz. Serva dışında başka barınma yerleri de var, belki oralarda başka vampirler de vardır." durdu ve alnını ovuşturdu.

"Bir de Bhaskar var." diye ekledi Ron.

"Hayatta olduğundan emin değiliz, Ron." dedi Hermione.

"Ama öldüğünden de emin değiliz." dedi Ron. Hermione sesini çıkarmadı.

"Tabii bir de Güneş Taşı var," dedi Harry tükenmiş bir vaziyette yatağa çökerken.

"Ah, evet Güneş Taşı," dedi Hermione. Cebinden oldukça normal boyutlarda bir başka kitap çıkardı. Arasına koyduğu tüy kalemi çıkarıp, okumaya başladı. "Adı Sol Solis. Kaybolup gittiği düşünülüyor. Kitapta yazılanlara göre, yapay ışık yaratabiliyor. Işığı hapsedebiliyor, ya da işte ışıkla değişik yollarla oynayabiliyor. Kullanmak için güçlü bir büyücü gerek, ya da büyük bir güç. Kendi enerjisi var. Seni daha güçlü kılıyor."

"Güçlü bir büyücü," diye içini çekti Harry.

"Güç?" diye tekrarladı Ron. "Harika! Daha çok güç. Bir bu eksikti. Gerçekten."

"Daha fazla duymak istediğimden emin değilim, Hermione." dedi Harry. Hermione içini çekerek kitabı kapattı.

"Bak bakalım, başka bir taş var mıymış?" dedi Ron. Hermione şaşkın gözlerle ona bakınca açıkladı.

"Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen ele geçirmeden önce biz bulalım diye söyledim." Harry acı acı gülerken, Hermione hüzünle tebessüm etti.


Serva Castrum'un ne yazık ki hiçbirisi kıdemlilik unvanı taşıyamayacak vampirlerinden Yura, gecenin karanlığı içinde hızla ilerliyordu. Gölgelere sığınarak, takip edilip edilmediğini sürekli kontrol ederek. Yaşadığı hayat –ki oldukça uzundu- ona tetikte olmayı öğretmişti. Her zaman tetikte ve hazır. Biraz ilerledikten sonra durdu. Arkasına döndü. Soluk renkli gözleri dikkatle ağaçları taradı. Saçları rüzgârla hafifçe dalgalanırken, etrafı izledi. Genç görünüşüne rağmen yaşlıydı. Ancak üstlerine kıyasla daha çocuk sayılırdı. Bu hesaplama hep garip gelirdi ona. Hassas kulakları çevrede, rüzgârın sesinden başka herhangi bir ses duyulmayana kadar bekledi. Güvenliğinden emin olunca döndü ve yoluna devam etti. Nihayet hedefine ulaştığında, tekrar döndü. Çevreyi hızla tarayarak, ağaçların altına daldı. En yaşlı, en büyük ağacın önüne geldiğinde sessizce fısıldadı:

"Victoria est nostrum." Bir an sonra, ağacın ortasında bir kapı belirdi. Yura kapıdan geçti ve dimdik aşağı inen merdivenlere yöneldi. Zemine ulaştığında, onu iki nöbetçi karşıladı. Kenara çekilip yol verdiler. Karşısındaki tünel boyunca ilerledi ve bir çatala geldiğinde, hiç duraksamadan sağa döndü. Tünelin sonunda demir bir kapı çıktı karşısına. Kapıdaki nöbetçiyi başıyla selamladı. Nöbetçi ilerleyip kapıyı açarken, eğildi. Yura içeri girdi. Kare şeklindeki odada, tam karşısında, yıpranmış bir koltukta oturan adama doğru ilerledi. Saygıyla eğildi. ~

"Efendi Bhaskar beni çağırtmış." Koltukta oturan adam, dikkatle ona baktı.

"Azarel nasıl?" Yura titredi. Bhaskar kaşlarını çattı.

"Korku seni yanlış yola sevk eder, Yura."

"Affedin, efendim, ancak geçmişi unutmak zor."

"Geçmişi kimse unutmuyor Yura, kimse unutmuyor." dedi Bhaskar zalim bir sesle.


~ Not:

Victoria est nostrum: Zafer bizimdir.