Not: BU HİKÂYEDE, ANA KAHRAMANLAR VE SİHİR DÜNYASI J.K. ROWLİNG'E AİTTİR. Kurmuş olduğu devasa dünyada kendi çapımda, salt Melez Prens'in bende yarattığı boşluk duygusunu doldurmak amacıyla gezinmekteyim. Bu hikâyeden yazarken aldığım keyif dışında en ufak bir kazancım yoktur.

Harry Potter ve KARANLIĞIN ORDUSU, ilk beş kitabı temel alarak, altıncı kitap olarak tasarlanmış ve kaleme alınmıştır.

Yayına ilk başlama tarihi: 20 Haziran 2007

Not 2: Bu hikaye yeni karakterler içermektedir.


BİRİNCİ BÖLÜM

Suçluluk Duygusu

Privet Drive yazın sıcak günlerinden birini yaşıyordu. Güneşin hafifçe eğilmesi bile sıcaklığı hiç azaltmamıştı. Her tarafı kırılıp dökülmüş oyun parkındaki tek sağlam salıncakta oturan dağınık saçlı çocuk ise, sıcağı hiç umursamıyor gibiydi. Tek eliyle salıncağın zincirinden tutmuş, ayaklarıyla yerdeki çakıl taşlarını karıştırıyordu. Başı önündeydi. Sanki hayattan bezmiş gibi, hafif hafif içini çekiyordu. Kısa bir süre önce çok sevdiği birini kaybetmişti. Yüreğini dağlayan acıdan kurtulmak için her gün yollara vuruyordu kendini Harry, ancak ne yaparsa yapsın acı kaybolmuyordu. Aksine azalacağına artıyordu sanki.

Harry başını kaldırdı ve etrafına baktı. Yeşil gözleri yaşlarla doluydu. Yüzünü yavaşça tişörtüne sildi. Acı acı düşünüyordu. Şu an etrafta mutlaka onu izleyen biri vardı ve ağlarken izlenmek pek de hoş değildi. Yine de Harry duygularına engel olamıyordu. Sirius için hissettiği suçluluk duygusu içini kemiriyordu. Geceleri kâbuslar görüyor, her defasında Sirius'un kemere düşüşünü tekrar tekrar yaşıyor, kan ter içinde uyanıyordu. Geçen yıl onun başının dertte olduğunu sanarak yapmış olduğu hatayı unutamıyordu. Aptalca davranışı Sirius'un ölümüne sebep olmuştu. İçinden çığlıklar atmak istiyor, bunların bir rüya olmasını umuyor, ancak her sabah uyanıp, yine acı gerçekle yüzleşmek zorunda kalıyordu.

Bir kez daha içini çeken Harry, yerinden doğruldu. Eve dönme zamanı gelmişti. Buralarda gereğinden fazla dolaşıp, başını tekrar belaya sokmasına gerek yoktu. Yavaş yavaş yola doğru yürümeye başladı. Tam köşe başına geldiğinde Mrs. Figg'le karşılaştı. Harry, bunun bir tesadüf olmadığından emindi, ancak renk vermedi. Mrs. Figg sanki onu görmek son derece ilginç bir şeymiş gibi:

"Ah! Harry, seni görmek ne hoş." dedi.

'Rol yapma yeteneği sıfır.' diye düşündü Harry. "Nasılsınız Mrs. Figg?" diye sordu kibarca. Uzaklaşmak istiyordu.

"Sağ ol, Harry, eh madem karşılaştık birlikte yürüyelim bari." Kaçınılmaz olana razı geldi, Harry. Sessizliği bozmadan birlikte yürüdüler. Dursley'lerin evine geldiğinde Mrs. Figg'den ayrıldı ve eve girdi. Kimseyle karşılaşmamak için hemen yukarı odasına çıktı.

Odası, Harry'nin iç dünyasını yansıtırcasına, darmadağınıktı. Sağda solda gelişigüzel atılmış kitaplar, kâğıtlar, kıyafetler vardı. Harry her seferinde eline bir kitap almış, ancak kafasını dağıtamayıp yere fırlatmıştı. İlgilendiği tek şey Gelecek Postası'ydı. Her gün düzenli olarak alıyor, yeni bir şeyler var mı diye bakıyordu. Göründüğü kadarıyla Voldemort, Bakanlık fiyaskosundan sonra pek bir sessizleşmişti. Ama Harry deneyimlerinden bu sessizliğin fazla uzun sürmeyeceğini biliyordu. Sihir Bakanlığı'nda olanlar ise bazı gizemleri korumakla birlikte, sinir bozucu bir gerçekçilikle basına yansımıştı. Gazetede orada bulunan Hogwarts öğrencilerinin hepsinin adı geçiyor ve başta Lucius Malfoy olmak üzere birçok Ölüm Yiyen' in yakalanmasına katkıda bulundukları anlatılıyordu coşkulu bir dille. Tabii ki hikâyelerin odak noktası ünlü Harry Potter'dı. Geçen sene hakkında yazılan her şeyi değiştirip Harry'yi çok büyük bir kahraman ilan etmişlerdi. Harry 'Sağ Kalan Çocuk' hakkında yazılan yazılara ilgisizce şöyle bir bakıyor, sonra gazeteyi fırlatıyordu. Fakat Harry açısından en kötüsü tatil başladıktan bir hafta sonraki bir yazı olmuştu. Sirius hakkındaydı yazı.

"... olduğu bilinmiyordu, ancak Bakanlık'ta yaşanan ve Sirius Black'in ölümüyle sonuçlanan olay, acı gerçekleri günışığına çıkardı. Adı Anılmaması Gereken Kişi'nin müritleri tarafından acımasızca katledilen Sirius Black, bilindiği gibi iki yıl önce Azkaban'dan kaçmıştı. Yapılan araştırmalar, Black'in Azkaban'a mahkemece yargılanmadan gönderildiğini ortaya çıkardı. Masum birinin on iki yıl Azkaban'da kalması bazı çevrelerce tepkiye yol açtı. Yıllar önce tıpkı Black gibi yargılanmadan Azkaban'a gönderilen başka büyücülerin durumlarının tekrar araştırılması ve mahkemeye çıkarılması için Bakanlık büyücülerinin harekete geçmesi bekleniyor..."

Başka bir yazıda da Sirius'un geçmişinden kapsamlı bir şekilde bahsediliyor, her zaman Ölüm Yiyen'lere karşı çıktığı anlatılıyordu. En ilginç olan yazı ise kehanetle ilgili olandı.

"... olayla ilgili yorumlarını almak üzere, tekrar eski görevine getirilen Büyüceşûra'nın Baş Büyücüsü Albus Dumbledore'a ulaşılamazken, güvenilir bazı kaynaklar söz konusu olayların efsanevi Kehanet Salonu'nda meydana geldiğini doğruladı. Bazı Bakanlık büyücülerinin bunu yalanlamasına rağmen, bazıları yakalanan Ölüm Yiyen'lerin bir kehaneti çalmaya çalıştığını onayladılar. Kehanetin içeriği hakkında fazla bir bilgi bulunmasa da, söz konusu olaylar sırasında Bakanlık'ta bulunan Harry Potter'la ilgisi olduğuna dair pek çok teori mevcut. Daha şimdiden, Adı Anılmaması Gereken Kişi'nin lanetinden sağ kurtulan tek kişi olduğu bilinen Harry Potter'ın 'Seçilmiş Kişi' olduğu söylentileri yayılmaya başladı. Kimileri Potter'ın Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'i ortadan kaldıracak tek kişi olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyor. Öte yandan..."

Harry yazıları tepkisizce okuyor, sonra yatağına uzanıp tavanı izliyordu. Geçen senenin acı olaylarının yanında bir de kehanet vardı tabii. Dumbledore'un ofisinde duyduklarını istemese bile aklından çıkaramıyordu. 'Ya katil ya kurban' diye düşünüyor ve 'Voldemort'la nasıl savaşılır ki?' diye düşünürken umutsuzluğa kapılıyordu. Hatta Sirius'u düşünerek kendini suçladığı bir gün, 'beni hemen bulsa da şu acıdan kurtulsam' diye bile düşünmüştü.

Ertesi gün bir öncekinden farklı değildi. Ancak Harry yukarı, yatak odasına çıktığında iki gündür ortalarda olmayan Hedwig'i gördü. Hedwig gagasını açıp kapayarak baktı ona. Harry bacağına bağlı bir mektup gördü ve hızla çözmeye koyuldu. Mektup Ron'dan geliyordu.

"Sevgili Harry,

Son mektubunda fazla bir şey yoktu. O yüzden seni biraz merak ettik. Az önce de babamla konuştuk ve nihayet seni almaya geleceklerini sana söylememi istedi. Hermione de bugün geliyor. Yarın öğlen saat on ikide hazır olman gerekiyormuş. Babam başka bir şey söylemiyor. Umarım orada her şey iyidir. Yarın görüşürüz. Ron

Not: Bazı gelişmeler var, sanırım haberin vardır. Neyse, gelince konuşuruz."

Harry mektubu bir kenara bıraktı. Yarın, diye düşündü. Gidecekti. Nihayet. Tekrar mektuba baktı. Ron yarın nasıl geleceklerini yazmamıştı. Omuzlarını silkti. Umurunda değildi. Önemli olan buradan uzaklaşmaktı. Aslında nereye gideceği de önemli değildi. Sirius'un ölümüyle içine yerleşen boşluk, nereye giderse gitsin dolmayacaktı. Yine de arkadaşlarını görmek ve Muggle dünyasından uzaklaşıp, kendi dünyasına dönmek iyi gelebilirdi.

Ertesi sabah Dursley'lere durumu açıklamak zorunda kaldı. Bir grup büyücünün onu almaya geleceğini öğrenen Vernon Enişte mosmor kesilmişti. Dudley iskemlesinde adeta küçülmüş, Petunia Teyze ise yine dilinin ucunu çiğnemeye başlamıştı.

Vernon Enişte: "Nasıl geleceklermiş?" diye söylendi. Harry omuzlarını silkti. "Bilmiyorum." Başka bir şey söylemediler, buna gerek de yoktu zaten; davranışları ne düşündüklerini belli ediyordu. Petunia Teyze bir toz bezi almaya giderken, Vernon Enişte şöminesine endişeli bakışlar atmaya başlamıştı bile. Harry kasvetli ortamdan kurtulmak için yukarı odasına çıktı. Eşyalarını toparlaması gerekiyordu. Fakat dün buradan gitmek için can atarken, şimdi zerre kadar gitmek gelmiyordu içinden. Hissettiklerine şaşırıp, yatağa çöktüğünde, Sirius'un artık olmadığı gerçeği ile bir kez daha sarsıldı.

Ron'u ve Hermione'yi görmek için can atmasına rağmen, Sirius'suz bir hayatın nasıl olabileceğini düşündü. Hayatına çok kısa bir süre için girmişti belki, ama varlığı onun için vazgeçilmez olmuştu. Hayaller bile kurmuştu, onunla yaşamak istemişti, fakat daha bir vaftiz babası olmasının mutluluğunu bile doğru dürüst yaşayamadan, onu kaybetmek Harry'yi paramparça etmişti. O kadar dalgındı ki, en sonunda eşyalarını toplamayı bitirdiğinde saat on ikiye geliyordu. Hevessizce yatağına uzandı. Normalde bu anları hep özlemle beklerdi, ancak şimdi adeta içinde bir korku yükseliyordu. Az sonra kapının ziliyle doğruldu. Odasından çıktı. Aşağıdan sesler geliyordu. Merdivenlerden indi, kapıda Arthur Weasley duruyordu ve Dursley'ler bir önceki yıl şöminelerini patlatan adamı hiç de unutmuş görünmüyorlardı.

Mr. Weasley Harry'yi görünce sıcak bir şekilde gülümsedi: "Ah! Harry, seni görmek güzel. Umarım hazırsındır. Eşyaların yukarda mı?" Harry başıyla onayladı. Mr. Weasley arkasına dönüp işaret etti. Bir Bakanlık büyücüsü hemen yanlarından geçip yukarı yöneldi. Harry Mr. Weasley'e doğru yürüdü:

"Gidiyor muyuz?" Mr. Weasley onayladı.

Harry kapıya yaklaştığında, mosmor suratlarına karşın Dursley'lerin neden çok sessiz olduğunu anladı. Dışarıda beş tane simsiyah Bakanlık arabası vardı. Her arabanın çevresinde üç büyücü duruyordu. Kısılmış gözleriyle etrafa bakınıyorlardı, elleri ceplerindeydi. Harry onların asalarını sımsıkı tuttuklarını tahmin edebiliyordu. Ayrıca Dursley'lerin bahçe kapısında üç büyücü daha vardı. Ve Mr. Weasley'nin arkasında Kingsley Shacklebolt ve Remus Lupin duruyordu. Kingsley selam verdi ve Lupin de gülümseyerek elini sıktı. Eve giren büyücü eşyalarını getirirken yana çekilip yol verdiler. Bu kadar olaylı bir karşılama töreni beklemeyen Harry'nin zaten bozuk olan morali daha da çok bozulmuştu. Dursley'lere 'hoşça kalın' diye mırıldandı ve dışarı çıktı. Bahçe kapısındaki büyücüler aniden yanlarına geldiler ve Mr. Weasley, Kingsley ve Lupin'le Harry'yi ortalarına alacak şekilde bir çember oluşturdular. Harry tüm bu önlemler karşısında sıkıntıyla içini çekti. Büyücüler onu ortadaki arabaya yönlendirdiler. O arabaya biner binmez tüm büyücüler arabalarına bindi. Harry her arabada üç büyücü olduğunu sanarak yanıldığını anladı. Sadece kendi arabasında bile yedi kişi vardı. Sihir söz konusu iken böyle şeylere şaşırmamak gerekiyordu tabii.

Arabalar ilerlemeye başladı. Yola bir göz atan Harry, arabaların dar yerlerden kolaylıkla sıyrıldığını fark etti. Bakanlık arabaları her zamanki ustalıklarına sahipti. Hatta daha bile iyiydiler. Bu Hızır Otobüs yolculuğundan çok daha iyiydi, orası kesin. Daha nasıl olduğunu anlamadan saatin ilerlediğini düşündü. Epey bir yol almış olmalıydılar. Ama bütün bunlar fazlasıyla canını sıkmıştı. Böylesi bir korumaya ne gerek vardı? "Sanki bütün bunlar bir işe yarayacak mı?" diye düşünerek dertleniyordu. Nereye gittiklerini bile sormamıştı. Çok fazla umurunda değildi. Geçen yılın sonunda yaşadığı olaylar, onu tepkisiz hale getirmişti. Sessizce yola dikti gözlerini. Hemen yan tarafındaki Remus dikkatli bir bakış attı ona, am Harry fark etmedi.

Önde ve arkada olan arabalar onları hep arada tutuyor, koruma zinciri asla bozulmuyordu. Kendi arabasında önde oturan büyücüler, asaları hazır halde, kafalarını bir sağa bir sola çevirip duruyorlardı.

Zaman hızla geçti. Harry tam 'artık yeter!' diye çığlık atmak üzereyken geldiler. Harry'nin her zaman görmekten büyük bir memnuniyet duyduğu Kovuk'a gelmişlerdi. Ancak şu anda hissettiği şeyleri tarif etmesi olanaksızdı. Kovuk'u gördüğü an midesinden boğazına doğru bir yumru yükseldi. Devasa bir şey sanki içinden çıkmaya çalışıyor gibiydi. Dehşet duyuyordu. Nedenini bilmiyordu, ancak hissettiği sadece korkuydu. Yine de arabadan indi. Büyücüler arabalardan fırladı. Diğer büyücüler yine bir koruma çemberi oluşturdular ve Harry eve girene kadar etrafından ayrılmadılar. Kapıda Harry'nin tam anlayamadığı bir şifreleşme oldu ve kapı açıldı.

Harry derin bir nefes alıp içeri girdi. Arkasında Mr. Weasley büyücülere teşekkür ediyordu.

"OLEY!" diye bir ses geldi ve kızıl saçlı bir kafa omzuna sağdan bindirdi.

"RON!" diye bir ses daha duyuldu ve Harry Ron'un omzunun üzerinden Hermione'nin gülümseyen yüzünü gördü.

Mrs. Weasley de gülümseyerek ona doğru geliyordu: "Ah, Harry canım, nasılsın?" diyerek ona sarıldı.

"İyiyim Mrs. Weasley, teşekkür ederim."

"Hmmm!" dedi Mrs. Weasley geri çekilip onu baştan aşağı süzerken. Gördüklerinden hiç hoşlanmamış gibiydi. Doğal olarak Harry'nin iki hafta boyunca pek iştahı yoktu ve zayıfladığının farkındaydı.

Ron: "Abi, yoksa sana hiç yemek vermediler mi?" derken annesinin bakışını gördü ve sustu.

Mrs. Weasley: "Şimdi sana hemen bir şeyler hazırlarım canım, yemeğe kadar idare eder." dedi.

"Hiç gerek yok Mrs. Weasley, bekleyebilirim." dedi Harry.

"Emin misin?"

"Evet, eminim."

"Peki, öyleyse siz yukarı çıkın, ben size seslenirim." diyen Mrs. Weasley mutfağa yöneldi.

Mr. Weasley, Kingsley ve Lupin fısıldaşarak mutfağa geçmişlerdi. Harry, Ron ve Hermione de merdivenlerden çıkıp, Ron'un odasına girdiler. Fazlasıyla tanıdık bu odaya girmek bile Harry'nin keyfini yerine getirememişti. Ancak normal davranmaya gayret ediyordu.

Ron: "Eeee!" dedi, "Anlat bakalım." Harry omuzlarını silkti ve bunu çok sık yapmaya başladığını fark etti. Hermione ölçüp biçen bakışlarla onu süzüyordu. Harry bunu hissedip, konu açılmadan kapatmak için sordu:

"Esas siz anlatın, yeni bir şeyler var mı? Yoldaşlık neler yapıyor?"

Ron kaşlarını çattı: "İyi de, bizi almadıklarını biliyorsun. Fred'le George artık toplantılara giriyorlar, ama tek kelime etmiyorlar bize." Harry sessizce yere baktı. İşte bu planları bilmemek geçen sene pahalıya mal olmuştu ona ve görünüşe göre bir şey değişmemişti.

O sırada kapı açıldı. "Selam Harry," dedi uzun kızıl saçlı bir kız.

"Merhaba Ginny," dedi Harry. Ginny kendini pat diye Ron'un yanına attı.

"Hayırdır?" dedi Ron.

"Annem!" diye soludu Ginny. "Aşağıda terör estiriyor. Yok, Harry iyi beslenmemişmiş, yok yemek hemen hazır olmalıymış falan filan." Ron gözlerini devirdi. Kapı tekrar açıldı.

"Ginny, nereye kayboldun?" Mrs. Weasley'di.

"Konuşuyorum anne!" dedi Ginny öfkeyle.

"Yemekten sonra konuşun. Kızlar, aşağı gelip yardım etmenizi istiyorum." Mrs. Weasley, kızlar boyun eğip dışarı çıkarlarken kapıyı açık tuttu. Sonra onlara dönüp:

"Yemek az sonra hazır olur." Dedi ve Ron'a ters bir bakış atıp kapıyı kapattı.

"Ne oldu?" dedi Harry merakla.

Ron burnundan soludu: "Annem! O-o Percy çok pişmanım der demez onu affetmiş." Sonra güldü, "Ama babam -benim böyle oğlum yok demişti, hatırlarsan- fikrimi değiştirmem için bir sebep yok demiş. Annem çok üzüldü, ama babam öyle katı ki, bir şey diyemiyor. Bunda benim de biraz payım var sanırım." dedi suçlu suçlu. "O yüzden annem bana da kızgın."

"N'oldu ki?" dedi Harry hemen.

Ron: "Percy'nin bana yazdığı mektup." dedi. Harry anlamadan bakınca ekledi: "Hani geçen sene senin hakkında beni uyardığı mektup var ya, sanırım içeriğinden kapsamlı bir şekilde bahsettim." Sonra kıs kıs güldü: "Görmeliydin, babam küplere bindi. Bill okkalı küfürler etti ve Fred'le George, Percy'yi ortadan kaldırmak filan gibi bir şeyler mırıldandılar ve babam da hiçbirine kızmadı; çünkü söylenmekle meşguldü. Annem babamın öfkesi karşısında ağzını bile açamadı. Aslında sanırım o bile biraz kızmış görünüyordu." Ron etrafı kolaçan edip Harry'ye eğildi:

"Fred'le George sonraki birkaç gün çok meşguldüler. Derken bir gün Percy'nin kendisine hediye gönderilen bir kutu kazan pastasını yedikten sonra hasta olduğu haberi geldi." Bir kahkaha attı. "Kocaman bir semendere dönüşmüş, hem de Bakanlık'ta." Ron karnını tutuyordu. Harry ister istemez sırıtmaya başladı.

Ron gülmesi hafifleyince devam etti: "St. Mungo'da üç gün uğraştılar. Sonra düzelttiler. Fred 'daha çok kınkanatlı böcek koymalıydık' diye söyleniyordu. Ama sakın annem duymasın. Sen en iyisi Percy'den hiç bahsetme." Harry başını salladı. O mektubu ilk okuduğunda sahiden üzülmüştü. Ancak zaten Percy'den öyle çok fazla hoşlanmadığı için ve fikirlerine de güvenmediği için -Kehanet dersini öneren oydu- artık çok da umursamıyordu.

Şak. Fred ve George odanın ortasında cisimlendiler. "Of!" dedi Ron.

Fred: "N'aber Harry?" dedi. Harry gülümsedi.

"İyilik, ya sizden, semenderlerle aranız nasıl?"

George telaşla: "Aman ha, annem duymasın!" deyip kapıya gitti. Fred, "Sevgili kardeşimizin ağzında da bakla ıslanmıyor yani." dedi yan yan bakarak. Ron omzunu silkti.

"Şaka dükkânı nasıl gidiyor?" diye sordu Harry, konuyu değiştirerek.

"Harika!" dedi Fred. "Sayende Harry."

"Peki, anneniz çok kızdı mı?"

"Şey..." dedi Fred. "Birazcık." Ron sahte sahte öksürdü.

"Eee-Tamam," dedi Fred, Ron'a ters bir bakış atarak, "Her fırsatta canımıza okuyor."

"Ama biraz alıştı sayılır," dedi George, otururken.

"Yoldaşlık işleri nasıl? Girmişsiniz galiba."

"Evet, girdik." dedi George, "Ama konuşmamıza izin yok. Hem zaten henüz pek bir görev de almıyoruz." diye ekledi sıkıntıyla.

"Henüz deneyimli değilmişiz." dedi Fred kızgınca, "Ama palavra tabii, sebep annem."

George hararetli hararetli onaylayıp: "Peki ya sen?" dedi. "Tahminimce Seçilmiş Kişi katılmak isteyecektir ha!"

İkizler sırıtıyorlardı. Harry, "Bir de siz başlamayın." dedi.

Aşağıdan Mrs. Weasley'in sesi duyuldu. Hepsi birlikte aşağı indiler. Mr. Weasley masanın başında Lupin'le konuşuyordu. Kingsley gitmişti. Ancak Tonks oradaydı. Harry'yi görür görmez geldi:

"Harry, nasılsın?" Sesinde hafif bir endişe vardı.

"İyiyim, teşekkürler," dedi Harry kesin bir sesle. İnsanların ona kırılacak bir vazoymuş gibi davranmalarına bozulmaya başlamıştı.

"Oturun!" dedi Mrs. Weasley.

Herkes yerine geçti. Önce Harry'nin tabağını doldurdu Mrs. Weasley. Ancak Harry'nin boğazındaki yumru geri gelmişti. Yemek süresince isteksizce yemeğini didikleyip durdu. Tabağının olduğu gibi durduğunu gören Mrs. Weasley:

"Harry, canım, neden yemiyorsun?" diye sordu.

Harry 'pek de aç olmadığı' kabilinden bir şeyler mırıldandı. Gözler üstüne çevrilmeye başladığında da huzursuzlandı. Kafasını kaldırınca Lupin'in çok endişeli bir bakışla ona baktığını gördü ve bir iki lokma alabilmek için kendini zorladı. Nihayet yemek bittiğinde Harry'yi daha çok dehşete düşüren bir şey oldu.

"Harry, az sonra seninle biraz konuşmak istiyorum." Lupin'di. Zorlukla yutkunup başını salladı. Mutfaktan çıkıp oturma odasına geçtiler. Hermione ve Ron önce birbirlerine sonra Harry'ye bakıp duruyorlardı. Harry 'şu gün bitse de, yatsam' diye kıvranıyordu. Lupin konuşmak istemişti ve konunun ne olduğu hakkında Harry'nin çok kuvvetli bir tahmini vardı. Harry arkadaşlarına döndü, ama bir şey söyleyemeden ortalığı garip bir ses kapladı.

Herkes olduğu yere çakıldı sanki. Ron, Hermione, Ginny ve ikizler kaskatı görünüyorlardı. Mrs. Weasley bembeyaz kesilmişti. Harry'nin ne olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Ses bir alçalıp bir yükselerek ötmeye devam ediyordu. Mr. Weasley cama doğru koştu. Lupin de hemen arkasındaydı.

"Merlin aşkına!" Mr. Weasley'in gözleri büyümüştü. Bembeyaz kesilmişti.

Lupin dehşet dolu bir sesle: "Nasıl kırdılar?" diyebildi.

Harry cama yaklaşıp, dışarı baktı.

Weasley'lerin evinin önündeki açık arazide, dört bir yandan Ölüm Yiyen'ler cisimleniyordu.