Author Note:
Yemin ediyorum bu bölüme başladığımda planım tam olarak bu değildi, ama olay çok farklı yerlere gitti en sonunda, lol. Ortaya çıkan sonuç bu oldu. Bence fena da olmadı. Bakalım siz ne düşüneceksiniz? :))
Yeni bölüm için sürekli beni motive eden tüm arkadaşlarıma çok ama çok teşekkür ederim. Valla bu bölümü sizin motivasyonunuz olmasaydı hayatta bugün ortaya çıkartamazdı çünkü TWD hikayemi yazıyor olurdum :) Sizin için bunu bu haftasonu araya sıkıştırdım. Orasını hala daha toparlayamadım ondan sizi bekletmek istemedim :) Ondan tekrar teşekkür ederim. Seviliyorsunuz :)
Dudaklarımız birbirine değdiğinde bir an acaba öldüm de romantik bir filmde yeniden mi doğdum diye düşündüm. Alaz'ın basit itirafı içimde bir yerlerde hala yankılanıp kalbimi titretirken o hala beni usul usul öpüyordu. Gündüz Umut'la alayla gülerek seyrettiğim romantik komedi filmini hatırladım. Orada da esas oğlan esas kızı aynen bu şekilde öpmüştü bir denizin kenarında. Sadece dudakları usulca birbirine değmiş, sanki bir şeyleri denemek, aralarında şeyi test edip anlamlandırmak ister gibi yavaş yavaş öpüşmüşlerdi. Biz de aynen öyle öpüşüyorduk şimdi, ve ben bambaşka hissediyordum.
O beni hala öperken bana hissettirdiği bu tuhaf şeyi anlamam çok zordu ama dudaklarımız hareket etmeyi bırakıp alınlarımız birbirine değip, gözlerimiz birbirimizi bulduğunda bu anın bana neden o kareyi anımsattığını da anladım. Bu hikayenin esas kızı ve oğlanı bizdik, başkaları değil. Kendi hikayemizi yaşıyorduk bu sefer, başkalarının hayatında figüran değildik. Hikayenin kahramanı olmaktan çok daha öte bir şeydi bu. Hikayenin sahibi bizdik. Sadece biz.
Seni istiyorum.
Beni istiyordu. Bir kadının bir erkeği istemesinden daha da fazla beni bilmek, tanımak istiyordu. Kafası karışıktı hala ama ne istediğini çok iyi biliyordu. Beni. Çünkü bu hikayenin esas kızı bendim.
Alnım hala alnında ona bakarken gülümsedim. Hala o kadar yakındık ki nefesini yüzümde hala hissediyordum. Eli tekrar boynumun çukurunu bulmuş, saçlarımı ve tenimi okşuyordu yavaş yavaş. Gözlerindeki parıltı daha da artarken onunda dudakları ufak bir gülümse ile aralandı, sonra eğilerek dudaklarıma tekrar ufak bir buse kondurdu.
Kalbim göğüs kafesimden fırlayacak kadar şiddetli çarparken ona baktım. Son busesinden sonra hafiften geri çekilmiş beni izliyordu. O kadar yakışıklı görünüyordu ki gözlerimi hala ondan alamıyordum. Konu sadece yakışıklılıkta değildi. Alaz zaten hep yakışıklıydı ve bilirdi de yakışıklı olduğunu. Üstünden çekici olduğunun, kızlar tarafından her zaman tercih edilmenin vermiş olduğu özgüven hep yayılırdı, ama bu sefer o da başkaydı.
Yaptığı itiraf sanki onu da rahatlatmıştı, üstündeki gerginlik gitmiş, kasılan çene kasları gevşemişti. Bir eliyle hala saçımla oynuyordu. Dudakları hafifçe aralandı, bir an bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Kendine daha da geriye çekerek kucağımdaki elimi yakaladı.
"Hadi, içeri geçelim," dedi. Yüzünde hala belli belirsiz ufak bir tebessüm vardı, ayağa kalkmış beni de çekiştiriyordu. "Güneş battı zaten. Ben de kurt gibi açım. Gidip yiyelim şu ıstakozu."
Ona uyup üstümden polar battaniyeyi atıp yanında dikildim. Bu sefer aramızdaki duygu yüklü yoğun anı geçiştirmek istiyor gibi hissediyordum ama oyununa uydum. Deşmek, daha da sormak, benim hakkımda gerçekten ne hissettiğini öğrenmek, hatta dün gece söylediğini hatırladığımı itiraf etmek bile içimden geçti ama yüzleşmeler benim gerçekten de en berbat olduğum konulardan biridir.
Hala zamana ihtiyacımız vardı. Anın büyüsünü, beni sanki bir romantik komedi filminde esas kız gibi hissettiren şu büyülü dokuyu bozmak istemiyordum. Ve şu ıstakozu da artık bir tatsam fena olmazdı. Daha da çok gülümsedim, Alaz hayvanı benim için kırarken kim bilir ne hikayeler anlatacaktı bu sefer. Merak ediyordum.
Elimi elinden çekip paltomu sandalyenin kenarından tekrar aldım çantayla ama bir gözümde hala masadaydı. İçkilerimize değil ama güllerime bakıyordum. Burada onları bırakmak içimi cız ettirdi. Alaz bana hazırlattırmıştı onları da. Bir an eğilip vazoyu içeri taşımak aklıma geldi ama sanki ne yapacağımı anlamış gibi Alaz yeniden elimi yakaladı, başını salladı.
"Dur, merak etme," diye bana bakarak söyledi. Sesinin içinde yine o kendinden, halinden memnun tını vardı. "Garsonlar getirirler onları da içerideki masaya. Kalmazlar burada. Sen malının kıymetini bak iyi biliyorsun," dedi bana iyice takılarak. "Dedem olsa aferin derdi."
Güldüm. Elim hala onunkinin içindeydi. O bırakmamıştı, beni durdurup içeri doğru yönelttikten sonra, şimdi el ele restoranın kapalı kısmına girmek için iskelede yürüyorduk. Arkamızda gökyüzü şimdi artık açık gri ile soluk bir mor rengi almış, güneş çoktan denize doğru batmıştı. Anın büyüsü yine gelip beni yakaladı, kendimi tekrar bir filmde yaşıyor gibi hissettim.
Şikayet edecek değilim, sevmiştim çok bu filmi. Onun hikayesinin esas kızı olmak güzeldi. İnsana kendini özel, ayrıcalıklı hissettiriyordu. Farklı. Bu yüzden de özelsin, diye bana birden bire bu sabah kahvaltı ederken söyleşini hatırladım. Kalbim de bir şeyler daha sıkıştı, gerçekten bu şekilde mi hissediyorsun diye sormak istedim, ama onun söylediğine cevap vermek daha kolayıma geldi.
"Eh, Cesur ve Yaman'da çoğu zaman öyle derler," diye gülümseyerek cevap verdim kapı eşiğinden geçerken. Yaman'ın adı geçince sanki bir an gerildi gibi oldu ama hemen geçti, kendini toparladı.
Ben de bir an ne olduğunu ne hissettiğimi anlayamadım. Laf ağzımdan düşünmeden çıkmıştı yılların vermiş olduğu alışkanlıkla. Aklıma bir anlığına dışarda ne yaptığım geldi, ama hele işin o tarafını hiç ama hiç düşünmek istemiyordum şu anda. Onlar da yarının dertleriydi. Bu akşamın değil.
"Malım kıymetlidir benim," diye devam etti aramızdaki kısa boşluğu doldurmak için. İçerisi daha sıcaktı. Ortam ferahtı ve beklediğim kadar da concon değildi. Balık kokuları ve alkol havada belli belirsiz karışıyor ama insanın içini bayan bir ağırlık yaratmıyordu. Garson ve komiler etrafta fır dönüyordu. Daha biz masaya tam oturamadan benim güllerim gelmişti bile.
Üstümdeki paltoyu çıkarttım, yandaki sandalyeye attım garsonlardan biri iskemlemi benim için çekerken. Alaz gözleri hafif aşağı kaymış beni izliyordu. Memeleri kontrol ediyordu belli oluyorlar mı diye hemen anladım. Gülümsedim hafiften ona bir bakış atarak yakalandın der gibi. Alaz oralı bile olmadı, sandalyesini o kendine özgü büyük jestlerinden biri ile çekerek kendini masanın diğer tarafına attı.
"Cesur çok dalga geçiyor benimle her şeyi topluyorum diye sizin yeni eve getirmek için ama umurumda değil, çay kaşıklarıma kadar alacağım. Ne çöpleri karıştırdık biz onları alabilmek için. Bırakmam hiçbir şeyimi geride. Teneke çay kaşığı olsa bile."
Cesur ile tartışmamızı hatırlarken güldüm. Alaz hala anlayamazdı bizim hayatımızı ama o da gülümseyerek bana bakıyordu şimdi. "İnsan çok az şeye sahip olunca sahip olduklarından vazgeçmesi de zor oluyor. Bırakmak istemiyorsun."
"Neden senin olandan vazgeçesin ki?" diye sordu. Sesinde sorgulayıcı bir tını vardı şimdi, gözleri de beni inceliyordu. Sorusu bir o kadar basit ama o kadar da Alazdı ki. "O kaşıklar seninse, senindir."
Dün geceki konuşmamızı, ona nasıl affetmesi ve unutması gerektiğini, sonra Yaman'la dışarıda yaşadığım yüzleşmeyi hatırlayıp derince içimi çekti. "Öyle ama bazen de bırakmak gerekiyor, Alaz. Dün konuşmuştuk bunu, biliyorsun. Yoksa işin sonu kötü yerlere gidiyor."
Bir an söylediğime inanamadım ama hayatımda gördüğüm en klas takım elbiselerden birini giymiş garsonlardan biri başka bir garson ve komi ile meze tabaklarını getirdiğinde ikimizde sustuk.
Diğer garson tepsiden fiyakalı garson başını eğerek Alaz'ı selamladı. "Hoş geldiniz Alaz Bey. Prosecco'ya devam mı edeceksiniz yoksa beyaz şarap mı açalım her zamanki gibi."
Alaz başını sallayarak ret etti. "Yok. Biz bugün Yeşilaycıyız, Mehmet abi. Sen bize şimdilik su, soda getir. Sonra ne içeriz bakarız." Garson, kominin tepsisinden sormadan meze tabaklarını tek tek indirip masaya bırakıyordu. O kadar çok küçük tabak vardı ki masa dolmuştu bile. Bunları nasıl tek başına yiyeceğiz diye düşünürken ben garsonlar hala mezeleri bırakmaya devam ediyordu.
"Istakoz şimdi mi getirelim yoksa sonra mı isterseniz? Aranciniler çok taze. Hemen bittiler ama size iki tane ayırdım."
"Süpersin, Mehmet abi. Aynen. Arancini ve balık köftesi de at. Her şeyden ikişer tane yeter." Bana dönerek göz kırptı hafiften. "Doymaya değil tatmaya geldik."
Garsonlar gülerek uzaklaştılar. Ben hala masaya bakıyordum. Gözlerimi ona doğru kaldırdım. "Bunların hepsini nasıl yiyeceğiz?"
Başını yana yatırarak bana bir bakış attı. "Sen beni bazen hiç dinlemiyorsun, Asi." Sesinde hala bir kızgınlık ya da alınma belirtisi yoktu ama laf çakıyordu yine. "Dedim ya tatmaya geldik. Hepsini bitirmek zorunda değilsin."
Dudaklarım gerildi. "Geride yemek bırakmayı sevmem ben."
Ani bir hareketle öne doğru eğildi, masanın üzerinde duran elime hafifçe dokundu. Yüzünde şimdi anlayışlı, sakinleştirici ifadeden vardı. "Merak etme, buranın işletmesi gece bitince kalan yemekleri çöpe atmıyor, hayvan barınağına götürüyorlar," diye söyledi aynı yavaş, sakinleştirici ses tonu ile. Hemen anlamıştı neye sinirlendiğimi. Beni bu kadar çabuk ve perdesiz görebilmesi yine içimdeki buz tutmuş bir şeyleri eritti. "Ama istersen biz paket de yaptırabiliriz kalanları."
Başımı salladım. Kışın soğuğunda aç susuz sokakta kalan hayvancıklarını hatırladım. "Yok, barınak iyi. Kışın soğuğunda aç kalmasınlar."
Mahallede geçirdiğimiz aç biilaç geçirdiğimiz soğuk kış günlerini hatırladım. Bir keresinde neredeyse köpeklerden arda kalan artıkları yiyecektik. O kadar açtık ki. Dayanamamıştık. Cesur da ben de kafayı kırmıştık, yiyecektik çöpün yanındaki artıkları. Yaman durdurmuştu bizi son dakikada, izin vermemişti.
İlk kez Yaman ve Cesur'un o kadar şiddetli kavga ettikleri gündü. Birbirlerinin boğazına yapışmışlardı. Yaman bizi 'biz köpek değiliz' diyerek durdurduğu için tam iki hafta konuşmamışlardı birbiriyle. Ben de ilk defa o zaman geceleri açlıktan ve üzüntüden ağlayamamıştım. Sanki bir yerlerim buz tutmuş gibiydi gözyaşlarım ile birlikte. Gözümden akmamıştı yaşlar. Bir yanım kızıyordu Yaman'a benim de diğer yanım da hala artıkları düşünüyordu çöpün yanındaki. Gurur iyiydi ama insanın karnını doyurmuyordu.
Sanki tekrar aklımın beni üzen yerlere gittiğini anlamış gibi Alaz masanın öteki tarafından daha çok eğilerek başını öne eğerek bakışlarımı yakaladı. Parmakları masanın üzerindeki elimdeydi hala ve usul usul okşuyordu.
"Asi," diye yavaşça bana seslendi. Sesinde bir gerginlik ve ciddiyet vardı şimdi. "Bırakmak, vazgeçmek konusunda benim de sicilim kabarık, hatırlıyorsun değil mi?"
"Biliyorum," diyerek başımla tasdik ettim. Hiç unutamıyordum ki. Belki de Rüya ile olan durumuna bu kadar takılmamın sebebi de buydu. Sadece aramızda olanlar için bir eşitlik yaratma çabası değil bu isteğim, aynı zamanda ikimizin adımlarını bir frekansta tutturmak istiyordum. Açık açık Rüya ile görüşmesini istemediğini söylememiştim, ama bir yanım Alaz eğer bir şeyleri geride bırakmayı öğrenemezse beraber hiç yol alamayacağımızdan korkuyordu belki de.
"Korkuyor musun?" diye sordu adeta içimden geçenleri okur gibi.
Yutkundum. "Bazen ne…istediğinden emin olamıyorum," diye cevap verdim yavaş yavaş, kelimelerimi özenle seçmeye çalışarak. Gözleri kısılmış yine yüzümü izliyordu ama sinirlenmemişti.
"Daha biraz önce seni istediğimi söylemiştim," diye hatırlattı. Sesi hala sinirli değildi ama hafiften alınmış gibiydi bu sefer de. Savunmaya geçip dikenleri çıkartmamıştı ama her an atağa geçebilir gibi hissettim.
"Öyle ama bazen çok karışık sinyaller gönderiyorsun, Alaz," diye cevap verdim derince içimi çekerek. "Aklımı karışıyor benim de."
"Peki," diyerek ciddi bir ses tonu cebinden telefonun çıkarttı. Sonra hızlıca rehber listesinden R harfine geldi. Rüya'yı buldu. Gözleri bana doğru kalkarken eli ne titredi ne de duraksadı. Gözleri hala üstümde tereddütsüz olarak Rüya'nın adının üstündeki engelle butonuna bastı ve numarasını engelledi. Sonra durmadı, Whatsapp'ı da açtı oradan da engelledi. Telefondaki tüm uygulama ve mesajlaşma seçenekleri için aynı işlemi tekrarlayarak işini bitirdi sonra tekrar bana baktı.
"Oldu mu? Yeterince açık oldu mu be sefer, Asi?"
"Kızgın mısın?"
Başını salladı, cık sesi çıkarttı.
"Pişman olacak mısın?" diye sordum bu sefer.
"Olmam. Ben ne istediğimi biliyorum." Durdu. Gözlerini kısarak yeniden bana baktı. "Yaman'a benden sana zarar gelmeyeceğini söyledin dışarıda. Eğer bana güvenmiyorsan, neden öyle dedin?"
"Sana güvenmediğini söylemedim, Alaz," diye cevapladım yanlış anlamasını istemeyerek. "Samimiyetine güveniyorum. Eğer sana o konuda güvenmeseydim asla arabada seninle kalmazdım biliyorsun ama…" diyerek sustum, devamını getiremedim. Tekrar aynı konuya dönmemiz zaten zordu ama bir de ona bende ne bulduğunu, neden ilgisini çektiğimi anlayamadığımı itiraf etmek ölüm gibi geldi ama Alaz bu sefer peşini bırakmadı.
"Ama ne, Asi?" diye üsteledi ve başıyla telefonu işaret etti. "Bak artık karışık sinyaller de göndermiyorum, gayet netim yani."
"Ben orada sadece senden değil, kendimden de bahsediyordum," diyerek kıvırmaya çalıştım. "Sen beni yakmaz istemezsin ama zaten yakamazsın da. Söylemiştim sana. Ben cehennemin dibinde doğdum, kolay kolay yanmam."
Dün geceki konuşmamızı anında hatırladı, çenesi kasıldı bana bakarken. "Ateş olsan cürmün kadar yakarsın mı diyorsun yani, Asi?"
Gözlerimi kapattım, yılgınca içimi çekerek bu defa itiraf ettim, "Belki ben de bende ne bulduğumu anlayamıyorum demek istiyorum, Alaz."
Başını kızgınca sallayarak, öne doğru uzandı, tek parmağı yukarı kalkmış başının hareketlerini takip ediyordu. "Bir gün var ya kardeşlerin olacak o yavşakların ağzını burnunu kıracağım…" diye söylendi sonra durup yüzüme baktı.
"Sen kendine hiç aynada falan bakmıyorsun galiba, Asi?" diye devam etti. "Ateş ediyorsun kızım sen. Gördüğüm en seksi, en güzel kızsın. Ne giysen, ne yapsan kendine yakıştırıyorsun. Sonra gördüğüm en akıllı, en sağduyulu kızsın. Yetmediyse gördüğüm en esaslı kızsın da. Şurada kavga etsek beni iki seksen yere uzatırsın, ama bir o kadar da yumuşaksın, şefkatlisin, kin tutmuyorsun. Ben seni Yaman'a sattığımdan sonra bile geldin yanımda durdun, bana destek oldun. Tek kelime laf etmeden. Hiçbir şey beklemedin. Asi…"
Gözlerim dolmuş onu dinlerken öne doğru uzandı, tekrar masadaki elimi tuttu. "Aklı olan bir erkeğin seninle ilgilenmemesi için en az Yaman Ali Soysalan kadar aptal olması lazım. Ben ne aptalım ne de gözümün önündeki hazineyi göremeyecek kadar kör."
Nefessiz güçlükle yutkunarak gözyaşlarımı içimde tuttum. Tüm bunları ondan duymak içimdeki tüm buz tutmuş yerlerimi teker teker eritiyor, tüm duygularım bendi yıkılmış bir baraj gibi sel halinde içimden dışarı çıkmak istiyordu. Dün akşam kollarında yaşadığım o duygu boşalmasını, göğsünden nasıl ağladığını hatırladım. Bir yanım hala sormaktan deli gibi korkuyordu ama kendime artık engel olamadım.
"Alaz…ben…ben dün gece ne dediğini hatırlıyorum," diye fısıldadım. "Bize ne oluyor diye sorduğumda," diyerek açıkladım o benim yüzüme bakarken. "Ne cevap verdiğini hatırladım biraz önce. Gerçek miydi? Gerçekten kast ettin mi yoksa ot kafasıyla mı söyledin?" Yutkundum. "B-bana aşık mı oldun?"
Gözleri hissettiği duygular ile iyice yoğunlaşmıştı. O da yutkundu elini geri çekip sandalyenin arkasına yaslanırken. "Sana asla yalan söylemeyeceğime yemin ettim, Asi."
"O zaman doğruyu söyle."
"Bilmiyorum," diye cevap verdi dürüstçe. "Tek bildiğim dün gece ne hissettiysem onu söylediğim."
Titreyerek içimi çekerken anladım ne demek istediğimi. Onun da kafası hala benimki gibi karışıktı, anlamlandırmaya çalışıyordu dün yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi. "Peki ne olacak şimdi?"
Omuz silkti, sonra güldü. "Şimdi… ilk önce yemeğimizi yiyeceğiz—" Eline çatalını alıp mezelerden birine daldırdı. "Sonra tatlımızı yiyip, kahvemizi içeceğiz. Sonra ben seni eve bırakacağım, kapıda iyi geceler öpücüğümü alıp eve döneceğim." Çatalı kaldırdı ama kendi ağzına götürmek yerine bana doğru uzattı. "Gerisini yaşayıp göreceğiz."
Çatal dudaklarımın ucunda, gözleri gözlerimin üstünde bekledi. Sanki aramızdaki bir anlaşma yapmaya çalışıyor ve benden de onu tasdik etmemi istiyor gibiydi.
Gerisini yaşayıp göreceğiz. O zaman tekrar anladım ki haklıydı. Bazı şeylerin hayatta izahı olmuyordu, insanın yaşayıp görmesi gerekiyordu.
Yavaşça ağzımı açtım, uzattığı çatalın ucunu ağzıma aldım. Mezenin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, ama hayatımda yediğim ne güzel şeylerden biriydi.
"Ne bu?" diye sordum ağzımda yavaşça döndürerek. Hafif bir deniz ürünü mezesiydi ama dün yediğim karides gibi deniz böceklerinden değil, balıktı. Bembeyaz pamuk gibi eti vardı. Bol ekşili ve taze baharatlıydı.
"Levrek marin," diye cevapladı. Tekrar bir çatal aldı beğendiğimi anlayınca yeniden bana doğru uzattı. Gülümsüyordu şimdi. Yüzü ferahlamış, adeta aydınlanmıştı. "Beğendin mi?"
Başımla onayladım. "Çok güzelmiş." Tekrar çatalı uzatırken başımı salladım bu sefer, yanındaki diğer tabağı gösterdim. Salataya benziyordu ama içinde yine balık ürünü vardı. "Bu ne?"
"Yengeç salatası." Bana baktı. "Ondan mı istiyorsun?"
"Hepsini bir tur döneyim sonra en sevdiklerimden ikinciye dönerim," diye onayladım. "Hepsini denemek istiyorum. Yer kalsın."
Güldü, levrek marini kendi ağzına atıp, yengeç salatasına daldırdı çatalına. Aynı çatalı kullanıyorduk. Daha doğrusu o kendi çatalı ile hem yiyor hem de beni besliyordu. Gülümsedim, sonra birden bire başımla yan sandalyemi işaret ettim. Birden çok uzakmışız gibi geldi yine. Yanımda olmasını istedim dışarıda güneşin batışını izlerken olduğumuz gibi.
"Yanıma gelsene," diyerek davet ettim, hala gülümsüyordu. Biraz önce ağır havamızdan eser yoktu şimdi ikimizde de. Sözsüz kısa bir anlaşma yapmıştık. Aramızda ne olduğunu birlikte çözecektik, yaşayıp görecektik. Güveniyordum ona bu konuda. O da en az benim kadar istiyordu. Gözünü bile kırpmadan çocukluk aşkını her yerden engellemişti. Aklımız sadece birbirimizde olacaktı bundan sonra.
"Oradan üstüme damlatacaksın," diye devam ettim. "Üstüm mahvolacak. Hem daha bana ıstakoz kıracaksın. Orası çok uzak, yanıma gel."
Gülerek sandalyesinden kalkarak hemen yanıma geldi. "Sen beni iyice garsonun yapacaksın, belli."
Ağzım kulaklarımda gülerek ona doğru döndüm, uzattığı üçüncü mezeyi de yedim. Bu sefer bir lokma ekmek üstüne koyup vermişti eliyle. Lokmayı ağzımın içine alırken parmak uçları dudaklarım değdi. Bir ürperti ile irkildim mezeyi yutardım. Bunu hemen tanıdım, favaydı ama hayatımda yediğim en güzel favaydı.
"Senin suçun," diye cevap verdim arsızca. "Dün beni o kadar şımarttın ki alıştım."
Güldü. O kadar samimi ve içten ki sanki birden bire daha yakışıklı olmuştu gözlerimin önünde. İnsan nasıl bu adama aşık olmadan durabilirdi ki? Yanıma doğru eğilerek çenemin altına ufak bir öpücük kondurdu. "Dur ben seni daha nelere alıştıracağım, asi kız…"
Bir an önce beni yemekten sonra eve bırakacağından bahseden biri için aklından geçen şeylerin +18 ibaresi taşıdığının çok iyi farkındaydım ama aklıma başka bir şey geldi. Yemek yiyip seni eve bırakırız demişti ama o an anladım ki bu gecemizin bu kadar kısa bitmesini istemiyordum ben. Dün akşamki ilk planımızı hatırladım. Güya gece kulübüne gidip dans edecektik ama polislerden kaçarken o da mahvolmuştu.
Yüzüne döndüm. "Alaz…dün gece dans edemedik doğru dürüst, bir dolu olay oldu," diye söyledim. "Yemekten sonra ilk önce bir kulübe gidelim mi? Ben dans etmek istiyorum."
Tekrar o samimi, içten gülümsemeyle gülerek, burnumun ucuna dokundu. "Sen ne istersen onu yaparız, güzelim." Sevgi sözcükleri diline o kadar çok yakışıyordu ki içimin daha da çok eridiğini hissettim.
Ağzım kulaklarımda sırıttım. "Ama bildiğin mekana götür bu sefer," diye takıldım. Ekmeğe uzanıp ben de ona bir dilim hazırlamaya başladım favadan. "Sonra mafyadan dayak yemeyelim yine."
Geriye kaykılarak yaslanırken benim de ona için favadan hazırladığımı anlayarak beni seyretmeye başladı. "Neyse korkma o iş bu sefer olmaz."
"Neden?" diye sordum başımı hafifçe ona doğru kaldırarak.
"Seni bu sefer gözümün önünden ayırmaya niyetim yok da ondan," diye cevap verdi sanki dünyanın en basit sorusunu sormuşum gibi. "Aynı salaklığı tekrar yapacak değilim."
Gülerek başımı salladım. Hazırladığım ufak dilim bitmişti, ona doğru dönerek uzattım. "Sen cidden dün kartını elime tutuşturup beni bara yolladın ya… Centilmenlik gerçekten ölmüş."
"Bilakis ben çok centilmenimdir ama kadın-erkek eşitliğini de inanırım, hayatım," diye cevap vererek öne doğru eğildi ve başını lokmanın üstüne getirdi. Sonra duraksayıp gözlerini kaldırıp baktı.
Masamız cam kenarında boğazın ışıklarına bakan tenha bir köşedeydi. Diğer tüm masalar kendi halinde bizi görmüyorlardı bile. Belki de masayı gözlerden uzak olduğu için bizim için özel olarak hazırlatmıştı ama sonuç olarak o gözleri hala gözlerimde ona sunduğum ekmek parçasını dudaklarının üzerinde kapadığında fena bir fikir olmadığını da anladım. Islak dudakları şimdi benim parmak uçlarıma değiyordu. Emerek mezeyi ağzının içine çekerken gözleri hala benim üzerimdeydi. Bacaklarımın arasındaki artık tanıdık kalp atışı tekrar daha da güçlü hissetmeye başladım. O kadar çok tahrik olmuştum ki aramızdaki bu küçük oyundan ıslanmaya başlamıştım.
Alt dudağımı kemirirken onu seyrettim. Lokmayı ağzında yavaşça döndürüp ateşli gözlerle çiğnerken o da beni izliyordu. Bir yanım direk hadi eve gidelim birbirimizi yiyelim demek isterken Alaz lokmasını yuttu, dilini dudaklarının üstünde hafifçe gezdirerek tekrar başka bir mezeye gitti.
"Fakat benim bazı istisnalarım var," diye söyledi. Birkaç saniye ne dediğini anlayamadım. Konuşmamızdan tamamen kopmuştum, sonra hatırladım ve anladım. "Sen de onlardan birisin, Asi."
Alaz Soysalan'ın istisnası olmak da sanırım böyle bir histi. İnsana kendini gerçekten de ayrıcalıklı, özel hissettiriyordu. Hikayesinin esas kızı. Kalbimin derinliklerindeki o şüpheci ve bir türlü anlayamayan tarafım hala emin olamıyordu, ama onu susturdum. Kalbimi, hissettiklerimi kirletmesini, her şeyi mahvetmesini istemiyordum.
"Ama çok kalamayız," diyerek söyledi biz mezeleri tek tek birbirimize beslerken. "Yarın senin ilk işgünün. Unuttun mu?"
Güldüm. Nasıl unutabilirdim ki? "Tabii ki de unutmadım, Alaz," diye söyledim. Sonra birden aklıma hala onunla ilgili çok az şey bildiğimi hatırladım. Birbirimizin en derin sırlarını biliyorduk, ama hala çok az şey biliyorduk birbirimiz hakkında. Dün İşletme okuduğunu söylemişti ama kaçıncı sınıftaydı hala bilmiyordum.
Zaten ne Alaz da ne de Çağla da üniversite öğrencisi havası yoktu. Yaman'ın yirmi dokuz yaşındaydı, daha önce emin değildik ama ailesini bulduktan sonra ortaya çıkmıştı. Bir ara ikizler ile Yaman'ın arasında üç yaş fark olduğunu duyduğumu hatırladım. Emin değildim ama Alaz'a uygun gözüküyordu. Sadece koca yirmi altı yaşındaki adamın hala üniversite ile ne bağı vardı onu anlayamıyordu. Öyle çok fazla okula uğradığı da yok gibiydi, ben ortamlarda görüyordum onu ama yine de kesin olarak hiçbir şey bilmiyordum.
Garsonlar meze tabaklarını temizleyip önümüze bahsettikleri ara sıcakları getirirlerken ikimizde ellerimizi hayatımda gördüğüm en iyi ıslak havlular ile sildik. Gerçekten minik çay bardağı altığı gibi ufak servis altıklarında gelen sıcak havlulardı. Garsonlar maşa ile dürülmüş sıcak havluları getiriyorlardı.
Zenginliğin bulduğu konforları tekrar takdir ederken ellerimi silip Alaz'a doğru döndüm. "Alaz, sen kaç yaşındasın?"
Birden durup güldü, elindeki ıslak havluyu altlığa geri bıraktı. "Asi, ne biçim soru bu? Şimdi mi aklına geldi? Merak etme 18'imi doldurdum."
Gülerek başımı salladım. "Yok, onu kast etmedim. Yaman ile sizin aranızda üç yaş fark var diye biliyorum. Doğru mu?"
Başıyla onayladı. "Evet, doğru. Ne oldu? Neden merak ettin?"
Garsonlar tabakları bıraktığında Alaz bu sefer tabaklarımıza servis yapmaya başladı. Arancini dediği içli köfteye benzer topları, kalamar ve karides güveci tabağıma paylaştırdı. "Bir şey olduğu yok, sadece merak ettim. Yani 26 yaşındasın, ama hala üniversitedesin."
Güldü tekrar, ama yüzünde hoşnut bir ifade vardı. Sanki merakım hoşuna gitmişti. "Evet. 6. senemdeyim. Alttan bir dersim kaldı."
"Eh, bitirsene," diye cevap verdim. Tek ders ile bu kadar sene uzatmasını bir türlü anlayamıyordum. Bedelli askerlik için uzatıyor desem yeni çıkan yasayla artık ona da gerek yoktu. Tek ders bıraktı ise okulu bitirmemek için kesin altında başka bir planı vardı, neredeyse emindim. "Neden bitirmiyorsun?"
Omzunu silkti. "Baba parası ezmek, boş boş ortalıkta gezmek hoşuma gidiyor belki." Dün gece ona çaktığım laf yine dönüp dolaşıp kucağıma düşmüştü. Adamda cidden fil hafızası vardı. Hiçbir şeyi unutmuyordu.
İçimi çekti. Güldü tekrar. "Bitirirdim ama babam ile dedem başıma ekşimesinler diye uzatıyorum. İyi oluyor. Bitirdiğim anda hastaneye kapayacaklar beni."
Yüzüne baktım. "Alaz, yirmi altı yaşındasın." Belki de büyümenin zamanı gelmiştir diye de az kalsın ekleyecektim ama son dakikada ağzımda tuttum. "Hem Yaman yakında hastanede çalışmaya da başlayacak. Herhalde meydanı ona bırakmazsın, değil mi?"
Çatalını kaldırarak bana doğru işaret etti, gözleri de gözlerimdeydi. Yüzünde ama hiddetli bir ifade yoktu, gülümsüyordu bana bakarken. "Sen var ya…" diye konuştu yavaşça kafasını sallayarak. "Kızım, sen var ya… sen gerçekten çok tehlikeli bir şeysin. Buldun bam telimi oradan giriyorsun hep topa."
Arsızca güldüm yine. "Eh, iyi yapıyorum. Hayatının sonuna kadar üniversite bebeleri ile mi takılacaksın?"
"Ne münasebet," diye hemen cevapladı. "Ben okula uğramıyorum ki. Ancak belki bir iki çıtır kesmek istersem ama…" Durup yüzüne baktım. Tek kaşımda havaya kalktı. Gülerek yanıma doğru sokuldu sonra tek kolunu kaldırıp omzuma attı. "Ama malum sebepten dolayı artık onu da yapamam."
O daha da sırnaşırken kendimi geri çekip ona baktım. "Allah Allah. Neymiş bu malum sebep bakayım?"
Beni yeni kollarına alırken güldü. "Yeni kız arkadaşım çok kıskanç. Daha demin çocukluk arkadaşım bir kızı bana her yerden engelletti."
Kollarında donup kalarak ona baktım. Sanki kal gelmiş gibiydim. Sessizce aramızdaki her neyse birlikte yaşayıp göreceğimize karar verdikten takriben yarım saat sonra beni açıkça kız arkadaşı olarak çağırması beni o kadar şaşkına çevirmişti ki yüzüne sadece hayretle bakıyordum.
"Y-yeni kız arkadaşın?"
Başıyla onayladı. "Evet." Şaşkınlığım onun iyice zevklendirdi. Gülerek beni kollarına arasına tekrar çekti. "Ne oldu, Asi kız, sen benle yoksa sadece takılmak mı istiyordun? Friends with benefits mi olacaktık?"
"O ne?" diye sordum boş bulanarak. Olanları hala algılayamıyordum belki de.
"İşte bildiğin takılmak," diye cevapladı Alaz. "Sevişelim, takılalım ama birbirimize herhangi bir bağlılık sözü vermeyelim, sorumluluk almayalım. Herkes kendi hayatına baksın."
Dudaklarım kasılıp, aşağı doğru büküldü. "Hem pastam dursun hem de karnım doysun yani," dedim.
"Aynen. Sana uymaz zaten."
Birden sırtım dikleşti. "Neden? Ben yaşıtlarım kadar kadar cool değil miyim? Eski kafalı mıyım? Onu mu demek istiyorsun?"
Güldü, burnumun ucuna dokundu. "Biraz alıngansın sanki…"
Elimin tersi ile elini ittim gözlerimi devirerek. "Tencere dibin kara, seninki benden kara…"
"Sen çok sadık bir insansın, Asi, bir o kadar da arzulu. Bir şeye başladığında kendini vermeden duramazsın, karşındakinden de aynısı beklersin. Sana uymaz ondan. Hem zaten bana da uymaz," diye devam etti ama bir an durdu, düzeltti. "Seninle bana uymaz. Ben değer verdiğim insanları paylaşmaktan nefret ederim. İlkel erkek modeline bağlamak istemiyorum ama şurada üşüyüp de meme uçların görünecek diye aklım başımdan gidiyor geldiğimizden beri." Gözlerini devirerek söylediği vücut parçamı kesti. "O memeler bana ait. Paylaşmam."
Gözlerinde koyu, sanki bir bıçağın ucunda parlayan güneş ışığı gibi keskin bir parıltı ve sesinde de boğuk bir kıskançlık alt notu vardı. Alaz kıskanç bir insandı, paylaşmasını da bilmiyordu zaten onu en başından biliyordum, sevdiklerine karşı da çok korumacı bir yönü vardı ama aramızda zararsız şekilde başlayıp değişik bir boyut kazanan muhabbet o kadar aniden ve sansürsüz bir şekilde gelmişti ki ne diyeceğimi bilemedim.
Başımı eğdim. Tabağımdaki içli köfteye benzer şeye baktım. Acancini mi demişti Alaz, tam hatırlayamadım adını. "Bu ne?" diye sordum konuyu değiştirmek için. "Balık içli köftesi mi?"
Konuyu değiştirmek istediğimi anladı, gülümseyerek başını salladı, ama uzatmadı. Onunla ilgili en sevdiğim şeylerde biri de buydu. Uzatmıyordu. Birden bire insanın nefesini kesecek şeyleri sansürsüz dan diye söylüyordu en beklenmedik şekilde ama deşmiyordu.
"Sayılır," diye cevapladı. "Ama risotta ile yapılıyor bulgur ile değil. Beğendin mi?"
Başımı onaylayarak salladım. "Güzelmiş." Parçayı yutmak için yutkundum. Boğazım çok kuruydu. "Bana bir Cola söyler misin?"
Elini kaldırdı hemen, sonra bana doğru döndü. "Sen iş yarın kaçta başlıyor?"
"Dokuzda," dedim ona bakarak. "Ne oldu?"
"Yok bir şey," dedi. "Ben sabah seni alırım evden birlikte gideriz, ilk iş gününde otobüsle falan uğraşma. Ben de hem bir okulda gözükmüş olurum, derse falan girerim."
İtiraz etmedim. Kabul ettim. Madem kız arkadaşıydım, açık açık kabul de ediyorduk düşünmesi hoşuma bile gitti. "Tamam, olur. Sekiz gibi gel ama geç kalmayalım."
Yine gülerek bana baktı. "Merak etme. Bir şey olmaz."
Gözlerimi devirdim. "Alaz, bak, sakın geç kalma. Daha ilk iş günümde geç kalmak istemiyorum."
Yani ortamlarda Alaz Soysalan'ın kız arkadaşıyım diye gezinecek değildim ama daha ilk iş gününden geç kalarak kendi ayağıma sıkmak istemezdim. Ayrıcalıklı hissetmek güzeldi de her şeyin bir sınırı var hayatta. Bokunu çıkartmamak gerekir.
"Merak etme dedim ya. Bendesin."
Bendesin.
Bir yanım iyice erirken diğer yanım hala biz ne yapıyoruz diye sorgulamaktan geri kalmıyordu ama yine de kendime engel olamayarak gülümsedim. Alaz Soysalan'daydım artık. Kulağa da eskisi kadar imkansız ya da anlamsız gelmiyordu. Artık sadece…inanılmazdı.
Balıklı içli köftenin hepsini yedim bitirdim. Hatta midem keşke biraz daha büyük olsaydı da diğerlerini de yiyebilseydim dedim ama eğer yeseydim bu sefer ıstakoza hiç yer kalmayacaktı. Ara sıcaklar masadan kalktıktan sonra masaya devasa boyutlarda kırmızı deniz böceği geldi. Hayvan parçalara ayrılıp sonra gümüş tepsinin üstünde tekrar birleştirilmişti.
Başımı eğip incelemeye başladım. Istakoz pişirilme teknikleri hakkında bir dolu şey duymuştum. İnşallah gerçek değildirler diye düşünürken aklıma bir an Alaz'a bile sormak geldi ama başımı kırmızı deniz hayvanından kaldırıp ağzımı açamadan Alaz beni yendi.
"Yeni ev nasıl?" diye sordu. "Alıştın mı?" İki eliyle hayvanın uzun kırmızı gövdesini tutmuş ayrılan parçaları tamamen koparmaya çalışıyordu. Gözleri de bendeydi. Tabağının yanında ıstakozun kıskacına benzer küçük kırmızı bir kıracak vardı. Ceviz kıracağı gibi bir aletti. Alaz parçaları tabağa atarken ben sorusunu cevapladım.
"Bilmem, daha uyuyamadım bile hiç orada. Sabah eski eve geldikten sonra orada uyudum ilk önce. Biraz fazla lüks ama alışırım zamanla." Lafı söylerken ki bulduğum ortam o kadar tezattı ki birden kendime inanamadım yeniden. Tekrar güldüm yılgınca. "İnsan rahata kolay alışıyor zaten."
"Aynen," diyerek Alaz onayladı. "Bak abisine. Hemen oldu iki güne. Bir baktık yabaniydi, bir baktık Yaman Ali Soysalan olmuş."
Başımı salladım. Anlamadığını biliyordum ama kulaklarımla duymak yine de bir garip hissettirdi.
"O öyle değil," diye cevapladım. "Biz bukalemun hayvanı gibiyizdir, Alaz. Girdiğimiz ortama hemen adapte oluruz." Durmuş şimdi beni dinliyordu. Elinden kabuklu hayvanı bıraktı, kıracağı aldı ama kırmaya başlamadı. "Yoksa sokakta dayanamazsın, bir köşede geberip gidersin. Yani biz girdiğimiz kabın şeklini hemen alırız ama olay şu ki özümüz değişmez. Neysek o kalırız hep."
Başımı salladım dün geceyi topuklu ayakkabıları ilk defa giydiğim zamanı hatırlayarak. "Dün gece hayatımda ilk kez topuklu ayakkabı giydim ben. Evde de birkaç deneme yaptım. Bakalım koşabilecek miyim diye. Aklıma ilk o geldi. Denemek istedim kendimi ki hazırlıklı olayım. Sokak çocuğu olmak böyledir işte, hep içinde kalır bir yerlerde. Biz ilk önce neyi öğrendik biliyor musun? Bir gözümüz açık uyumayı bir de ortamdan hızlıca sıvışmayı. Bizim uykumuz da ayaklarımız da hafiftir. Ben her gece hala kelebeğim yastığımın altında uyuyorum, yüzüm kapıya dönük. Bazen hala gece sıçrayarak uyanıyorum. Kelebek çoktan elimde açılmış."
Masadaki sıcak havluyu alıp elini temizledi, sonra yanağımı avuçladı. "Çok üzgünüm, Asi."
Omuzlarımı silktim. "Boş ver, üzülme. Ama anlamaya çalış biraz Yaman'ı. O asla senin gibi bir Soysalan olmayacak."
"Kelebek…" diye usulca sordu Yaman hakkında söylediklerimi es geçerek ama biliyordum anlamıştı. Henüz hakkında konuşmaya hazır değildi ama anlamıştı. "Onu bulduğunu söylemiştin, nereden buldun onu?"
Yutkundum. "Beni küçükken kaçırıp doğrayan sapkın piçindi," diye itiraf ettim. "Beni kurtardıklarında elinden düştü, ben de aldım. O günden beri bende." Beni bir zamanlar kesen o aletin şimdi en yakın koruyacağım olması garip bir şekilde beni her zaman sakinleştiriyordu. Gözlerim dolu dolu ona buruklukla gülümsedim tekrar yutkunarak. "Zafer nişanım."
Yüzümü okşayarak eğildi dudaklarımdan usulca öptü. İçinde hiçbir şehvet yoktu yine, şefkat doluydu. Sonra tabağın yanındaki kıracağı alıp işe koyuldu.
Istakoz parçasını kırarken birden, "Yarın senin kütüphanede işin bitince istersen alışverişe gidelim," diye teklif etti. "Sizin evin yukarısında teras var ya oraya bahçe yaparız. Umut seviyor demiştin ya. O gelmeden düzenleriz." Kırdığı parçaları benim tabağıma atıp gülümsedi. "Duvarlara bir iki tablo mablo da alırız istersen. Ya da perde falan."
Gözlerim iyice dolarken ne yapmak istediğini anladım. Kendimi daha da çok evimde hissedeyim, rahat edeyim diye beni alışverişe götürmek istiyordu. Dün geceki diğer konuşmalarımızı hatırlamıştı. Benim bitmek bilmeyen yıkık dökük viranemizi eve benzetme çabalarımı şimdi de aynı şeyi yeni eve yapmam için bana yardımcı olmaya çalışıyordu, ama kabul edemezdim. Bir anlamı olmazdı çünkü benim henüz param yoktu, maaşımı almamıştım daha. Yarın alışverişe gidersek Alaz onları alacaktı ve bu sefer onlarda evdeki diğer şeyler gibi olacaklardı.
Alaz farklıydı, şurada oturmuş onun parası ile ıstakoz yiyordum ama hayatta her şeyinde bir sınırı vardı işte. Ben de o sınıra çoktan gelmiştim. Başımı salladım. "Teşekkür ederim, Alaz, ama olmaz. Zaten sizin eve çöktük, bir de sen beni alışverişe çıkartamazsın. Ben maaşımı alayım gideriz."
Hemen anlamıştı ne demek istediğimi, uzatmadı yine. "Tamam, anladım. Ama…" Bir an durdu sonra göz kırptı. "Senin kredi kartın daha henüz gelmedi mi? Maaşın için sana hesap açtırmış olmaları lazım. Kartla alırız, onun son ödemesi önümüzdeki ay gelir."
Omzumu silktim yine. "Yok gelmedi henüz. Hesabı açtırdım bu hafta ama kart gelmedi." Güldüm. "Olmaz ondan."
"Şey…ben istersen sana borç vereyim, sen bana sonra ödersin. Olur mu?"
Bu sefer derince içimi çektim. "Alaz, ikimizde senin o parayı tekrar geri almayacağını biliyoruz. Şimdi böyle diyorsun beni ikna etmek için ama sonra almazsın."
Durdu, sonra başıyla onayladı. "Doğru, haklısın, almam." Dibine kadar her zaman dürüst Alaz Soysalan. Sonra gözleri ani bir ışıkla parladı. "Başka bir teklifim var. Şuna ne dersin—" İşaret parmağı yine havaya kalktı elindeki ıstakoz parçasını atarken tabağa. "Şimdi ben ödüyorum, sonra sen bana geri ödediğinde okulda bizim derneğin bağış kutusu var. Parayı orayı bağışlıyoruz." Serçe parmağını bana uzattı. "Anlaştık?"
Gülerek bu sefer kabul ettim, bam telimden yakalamıştı bu sefer o da beni. Beni nasıl ikna edeceğini çok iyi biliyordu. Sokak Çocukları Derneğinin ismini geçirince asla hayır diyemeyeceğimi anlamıştı. İlk maaşımla bir nevi bağışa sebep olacaktım. Buna hayır diyemezdim.
Parmağını tuttum. "Anlaştık."
Bana doğru uzandı. "O zaman anlaşmamızı bir öpücükle mühürleyelim…"
Göğsüne ellerimi koyup onu geri ittirdim şakayla. "Sen de hep bir şekilde beni öpmenin yolunu yapıyorsun…" diyerek söylendim. Sesim o kadar cilveli çıkmıştı ki birden kendime inanamadım.
Alaz keyifle güldü. "Yakalandım ha?"
"Ha ha," dedim ben de gülerek elimi kırdığı parçaya atıp ıstakozu ağzıma götürürken. "Bilirsin benim kod adım: hafiye kız."
O da güldü. "Bilirim bilirim," diye mırıldanırken beni izliyor hayatımda ilk defa yediğim pahalı deniz böceğinin tadına bakışını dikkatle inceliyordu. Yüzündeki beni incelerken ki dikkati o kadar fazlaydı ki birden zihnimde görüntüler tekrar canlandı, içimde gidip gelirken bana izleyen çakmak çakmak gözlerini. Kafası otla bir dünyaydı ama gözleri hala alev alevdi.
Anı beynimde dönerken Alaz sordu, "Nasıl? Hoşuna gitti mi?"
Tekrar bir ışık demeti ile dün geceden kalan esriklik halimizin devamını hatırladım… Çıplak bedenim onun vücuduna kenetlenmiş, tırnaklarım sırtında o içimde ilerlerken o nu daha da fazlası için kendime doğru çekişimi… Nasıl? Hoşuna gitti mi? diye soruyordu bana Alaz yine aynı bu şekilde. Ben zevkten kendimden geçip daha fazlası için yanarken kulağımda boğuk sesi aynı şeyi soruyordu.
Çok güzel… Alaz, çok güzel…
Bacaklarımın arası delicisine atarken külotum sırılsıklam oldu. Kendime hakim olmak için bacaklarımı sıkarak bacak bacak üstüne attım ama içimde bir şeyler deliler gibi yoksunluk duygusuyla zonkluyordu. "Çok güzel…" diye mırıldandım, sesim zar zor çıkmıştı. "Çok güzel."
Alaz başını kaldırıp kaldı, bir an acaba hatırladığımı anladı mı diye merak ettim. Daha demin gecenin yavaş yavaş geri geldiğini, hatırlamaya başladığımı itiraf etmiştim. Sağ elini kaldırıp dudağıma dokundu yine. Başparmağının kenarını alt dudağımın kenarına sürttü.
Titreyerek inlememek için kendimi zor tuttum gözlerim hafiften kapanırken. "Güzel mi?"
Bu sefer dayanamadım, inledim. Başparmağının kenarı hala dudağımda geziniyordu. "Alaz…"
Bacaklarımı o kadar sıkıyordum ki şimdi hemen anladı ne kadar çok kendimi tuttuğumu. Elini birden bire çekip sıkıca kenetlemiş bacaklarımın arasına soktu. "İyi misin, bebeğim?"
Tahrik edilmiş vücudum beni avuçlayan eliyle zihnimi iyice arzu ile uyuştururken zar zor bana bebeğim dediğini idrak edebildim ama o kadar normal geldi ki gözümü bile kırpamadım. Gözlerim hala zar zor açık ona bakıyordum, Alaz da avucunun tavan kısmını bacaklarımın arasında bastırıp beni sıvazlıyordu. İyice deliye dönüyordum.
"Alaz…" diye sayıkladım. Tenha köşedeydik ama önümüzde sadece cam vardı ve aksimizden hiçbir şey görünmüyordum. Masanın sarkan geniş örtüsü benim kasıklarımı da onun elini de saklıyordu ama yine de herkesin ortasında ulu orta Alaz beni dün geceki gibi elliyordu. Bir yanım çılgınca bir dürtü ile iyice coşarken diğer yanım da ne yaptığımı sorguluyordu.
Elinin baskısını iyice arttığında başımı ona doğru yasladım. Diğer eliyle ıstakoz parçasından bir tane daha aldı ve dudaklarıma götürdü. Dışarıdan bizi belli belirsiz gören bir kişi sevgilisine kendi elleriyle ıstakoz yediren birini görebilirdi sadece masanın altından bana yaptıklarından habersiz.
Uzun ve çevik parmakları deri pantolonumun fermuarını açarak külotumun içine kaydı. Bu gece verdiği sözleri tekrar unutmuş gibiydi. Istakozu dudaklarımın arasını sıkıştırdı parmakları aşağıda vajinamın ıslanmış dudakları arasında gezinirken. "Daha da istiyor musun? Vereyim mi?"
Başım hala omzumda, gözlerimi açarak ona baktım. Dudaklarımı açtım ve ıstakozu ağzımızın içine çektim. Dayanamıyordum. "İstiyorum. Bir tane daha ver."
Yüzünde o çok iyi bildiğim kendinden emin gülümsemesi belirirken bir parmağı içime kaydı. Derin bir nefes çekerken ben içimi doldururken onun diğer eli de kırdığı ıstakozlardan bir parça daha alıp bana yedirdi. Parmağımı içimde ileri geri giderken lokmamı yedim, yuttum, ama yetmedi. Hala yoksunluk duygusu ile yanıyordum, yetmiyordu. "Daha da istiyorum, Alaz," diye mırıldandım hafiften gülümseyerek. "Bu bana az geldi."
Burnundan gülüşe yakın bir ses çıkardı ama ikinci parmağını da ekledi. "Çok mu açsın, asi kız…"
"Çokkk… Doymuyorum bir türlü." Dudağımı ısırarak inlememi bastırdım eli hızlanırken. "Alaz…"
"İyi mi böyle?"
"Diğer şeyi de yapsana," diye kulağına fısıldadım kalçalarımı oynatarak. Artık ıstakoz oyununu da bırakmıştım. İçimde bir ateş yandıkça yanıyor, kendimi onun hareketleri ile ileri geri salınmamak için zor tutuyordum ama bu şekilde gelemezdim, sadece daha da çok azardım finishe ulaşamadan.
"Asiğğ…" diye boğukça fısıldadı kulağıma ben de masa örtüsünün altında onun kasıklarının önündeki kabarıklığı tuttuğumda. Başını saçlarıma gömdü ama fısıldadığını duydum. "Sen yaparsan ben kendimi tutamam, rezil oluruz."
"Tamam, sen tut, ben çok kötüyüm ama," diye itiraf ettim. Tüm utanma duygum hissettiğim yoksunluk duygusunun altında kalmıştı. "Dayanamıyorum. Yap."
"Sessiz kalabilir misin?"
Ensesinin yuvasında başımı salladım. "Kalırım. Yap."
"Benden günah gitti," diye gülerek mırıldarken yapmaya başladı. Başparmağı yukarılarıma doğru kayarken, pelvisimin tavan kısmında aramaya koyuldu. Dün gece iyi öğrenmişti diğer bam tellerimi de, bu sefer hiç uğraşmadan buldu, başparmağını hızlıca sürtmeye başladı.
Tahrik olmuş vucütumun anından tepki verdi ben hissettiğim, aradığım zevkle titremeye başlarken. Dudaklarımı boynuna yapıştırdım, o benimle oynarken inlemelerimi kısmak için emmiyordum onu. Hissettiğim zevk dalgaları kasılmamak için kendimi tutmaya çalışırken dudaklarım onun teninde daha da kenetlendi, dişlerimi boynuna geçirdim. Alaz boğuk bir inilti çıkardı sadece ama ne elini çekti ne de durdu. Elim bacaklarımın arasındaki üst kolunu yakaladı, tırnaklarım gömleğinden açıkta kalan çıplak tenine battı. Tamamıyla kendimi kaybetmiştim, tüm önceliğimiz sessiz kalıp dikkat çekmemekti restoranın ortasında Alaz bana parmaklarken ama çok ama çok zordu.
Soluk soluğa doruk noktasına tırmandım, kasılmaktan her tarafım ağrıyordu daha şimdiden ama o kadar çaresizdim ki sadece Alaz'a tutunabiliyordum.
Beynimde belli belirsiz ışıklar içinde yanan görüntüler canlandı tekrar, doruk noktama doğru koşarken sarmaş dolaş birbirine dolanmış hareket halindeki çıplak bedenlerimizi gördüm yeniden ama Alaz bu sefer geri çekilmeye çalışıyor benden, ben ise vücuduna dolanmış bacaklarımı ve kollarımı iyice sıkarak ona engel olmaya çalışıyordum.
Görüntüler ile birlikte doruk noktasına ulaştım, kasılmaları tutup haz dolu inlemelerini boynunda sustururken şiddetlice boşalmaya başladı. İçimdeki günün tüm biriken enerjisi boşalıp, yanında adeta baygınlık geçirip gibi kaldığımda dün gece ne yaptığımı tam anlamıyla anladım. Belki Alaz bana söylediği gibi tam olarak hatırlamıyordu, belki de beni iyice germemek için söylememişti. Bilmiyordum.
Ama dün gece ne olduğunu anlamıştım. Dün gece içime boşalmıştı çünkü ben geri çekilmesine izin vermemiştim, ona engel olmuştum. Ben belki de çoktan gelmiştim bile ama onun içimden çıkmasını, beni bırakmasını istememiştim. Birlikteyken o kadar tamamlanmış hissetmiştim ki eğer içimden çıkarsa tekrar yarım kalacakmışım gibi gelmişti, gitmesini istememiştim.
İnsan çok az şeye sahip olunca sahip olduklarından vazgeçmesi de zor oluyor. Bırakmak istemiyorsun.
Tam o anda diğer elimle Alaz'ın bileğini sıkıca tutmaya devam ettiğimi anladım. Hala bırakmamıştım, parmaklarım bileğinde sıkıca kenetlenmiş ona tutunuyordum. Gözlerimi kırpıştırarak açtım ve gözleri kısılmış yoğun dikkatli bir ifade ile beni inceleyen Alaz'ı gördüm.
O anda anladım. Alaz kendi cevabından hala emin değildi, yaşayıp görmek istiyordu, ama ben kendi gerçeğimi biliyordum artık.
Alaz Soysalan'a aşık olmuştum.
Siktir.
Author Note: Evet, bu bölümde bu şekilde bitti :) Sırlar bir bir ortaya çıkıyor. İlk başlardaki konuşmayı gecenin sonunda aslında yapacaklardı ve Asi'nin sonda hatırladığı moment'i çok daha sonra hatırlayacaktı ama oturup yazmaya başladığımda ortaya çıkan sonuç bu oldu. Gelecek bölümü de en kısa zamanda yazmaya çalışacağım. Yorumlarınızı unutmayın :) Teşekkürler
