Author Note:
Evet, en sonunda tekrar bu hikayeye dönebildik. :) Aslında bu hafta sonu diğer hikayenin kalan son bölümünü yazacaktım geçen hafta biteremeyince ama 'phoenix' arkadaşımız sağ olsun beni motive etmenin bir yolunu buldu. :) Bu bölümü ilk önce yazarsam Alaz için sexbomb ile edit yapacağını söyledi, lol. :) Ondan bu bölüm için ona da teşekkür etmeyi unutmayın :) Editi ben de çoooookkkkk merak ediyorum çünkü Alaz için bu şarkı ile edit yapılmaması hala unbelievable, lol.
Neyse, herkese iyi okumalar dilerim. Umarım beğenirsiniz. :))
Gözlerim fal taşı gibi açık geçirdiğim şok ile Yaman ve Cesur'a bakarken duran aklımın bir köşesi bizi nasıl bulduklarını, nasıl buraya geldiklerini sorguluyordu. Beni takip ettikleri belliydi ama nasılını anlayamadım. Yine de aklım takıldı. Sanırım stres yüzünden beynim odaklanacak başka bir şey arıyordu kendine yine. Ya da dikkati olandan çekecek başka bir şey.
Olandan.
Alaz ile Arnavutköy kaldırımlarında el ele Yaman ve Cesura basılmam olayından.
El ele kısmı beynimde yankılarken Alaz'ın parmaklarımı hala sımsıkı tutan elini hatırladım. Yüzündeki hiddet ifadesi ile birlikte Yaman'ın gözleri aşağıda, ellerimizdeydi.
Panik beni daha da telaşlandırdı ve ani bir hareketle elimi Alaz'dan geri çektim. Ve yaptığım anda başka bir hata yaptığımı anladım çünkü ben ani bir refleks ile elimi çektiğimde Alaz'ın suratı daha da gerildi, çene hattı kasıldı, sırtı dikleşti.
Hoşlanmamıştı elimi panikle geri çekmemi. Tepkisiyle birlikte arabadaki tartışmamızı hatırlayınca birden kendimi daha da karmaşık hissettim ama Yaman bize doğru yürümeye başlayınca ile kafamın içindeki soru da geri planda kaldı. Yüzünde aynı öfke vardı. Cesur da aynı anlamaz ama sorgu dolu yüz ifadesi ile takip ediyordu.
Yaman, "S-SEN NE YAPIYORSUN BURDA, ASİ? NE İŞİN VAR KIZIM BUNUNLA SENİN?!" diye bağırarak önümüzde durunca diğer beklediğim de oldu. Alaz da olaya müdahil oldu.
Ona doğru benim yanımdan bir adım attı. "BAĞIRMA LAN KIZA! DOĞRU KONUŞ!"
Yaman, Alaz'ın yakasına yapıştı, yüzünü kendine doğru çekti. "LAN! BEN SANA DEMEDİM Mİ ASİ'DEN UZAK DURACAKSIN DİYE! DEMEDİM Mİ LAN BEN SANA YANINA YAKLAŞMAYACAKSIN DİYE!"
Gözlerimin önünde cereyan edenleri incelerken bir yanım iyice dondu kaldı. Daha önce benim yüzünden kavga ettiklerini biliyordum Yaman bizi mahallede bastıktan sonra, benden uzak durmasını söylediğini de biliyordum. O kadar emindim ki hatta söylediğinden dün aynı şeyi onu kışkartmak için kullanarak ikna bile etmiştim Alaz'ı akşam beni çıkartması için. Alaz'ın arabada söyledikleri de hala aklımdaydı ama bu şekilde canlı canlı tekrar benim için kavga ettiklerini görmek o kadar garip ve kendimi o kadar anlaşılmaz hissettiriyordu ki kal gibi izleyebildim sadece.
Alaz ve Yaman boğaz kenarında benim için birbirlerinin yakasına yapmışlardı yine.
İçimden bir anlamı yok, Yaman sadece beni korumaya çalışıyor, beni o şekilde kıskanmıyor diye geçirdim tekrar ama Alaz'ın arabada söyledikleri hala yine beynimin arkasında yankılanıyordu.
Alaz sinirle alaylı alaylı güldü. Hiçbir hareket yapmamıştı Yaman'ın yakasından tutan elleri için. Ne kendini geri çekmiş ne de onu itmişti. Cesur öteki taraftan aralarına girmiş, Yaman'ın sabit duran kolunu tutmaya çalışıyordu. İçimden ona da bir küfür savurmak geldi. Şimdi Yaman'ı durdurmaya çalışıyordu. İş işten geçtikten sonra.
"N'oldu abisi, korktun mu?" diye aynı alaycı ton sordu Alaz. "Asi kız senin mıntıkandan çıkıyor diye yine tutuştun bakıyorum. Takip falan etmeler gece gece? Bu kadar mı korkuyorsun?"
Yaman, Alaz'ı daha da sinirle kendine çekti. Yüzü hiddetten kararmış, neredeyse mor renge dönmüştü. "LAN! SENİ BURAYA GÖMERİM, LAN! SENİ BURAYA GÖMERİM!"
Alaz güldü yine. "Bu kadar sinirlenme, abisi. Sadece bir yemek yiyecektik. Korkma. Yemem kardeşini."
Ben burnumdan soluyarak Alaz'a dönerken, Yaman elini çoktan yumruk yapıp kaldırmıştı bile. Bile bile şimdi üstüne gidiyordu. Kışkırtıyordu Yaman'ı. Arabadaki halini hatırladım. Nasıl Yaman'a onunla yemeğe gittiğimi söylemediğim için takındığı tavrı, onun sebeplerini sorgulayışını. Hala tam olarak soruma cevap vermemişti, sadece bana eğer buna inanmıyorsam beni eve bırakabileceğini söylemişti. Ben inanmadığımı bir nevi itiraf etmiştim. Bu gece benimle olmak istemesinin motivasyonu Yaman değildi, hiçbir zaman olmamıştı zaten, hissediyordum, ama Alaz yine de basılmamızdan fazla keyif alıyor gibiydi.
Fazlasıyla.
Yaman'ın yumruk olmuş elini Alaz'ın zaten hala üzerinde morluklar olan suratı ile buluşmadan tuttum. "YAMAN, DUR! BIRAK!"
Onu Alaz'dan geri çekip ittirdim. Sendeleyerek geri giderken durdu bana baktı. Hala burnunda soluyordu öfkeyle ama bir iki saniye sonra kendini toparlayarak bana döndü. "Asi, neler oluyor burada?" diye sorarken bile öfke ile parlayan gözleri hala Alazdaydı.
Onu daha geri itiştirerek aralarında mesafe koydum. "Bir şey olduğu yok," diye cevap verdim doğruyu söyleyerek. Alaz ile aramda bir şeyler oluyordu, evet, apaçık ortaydı ama ne olduğu konusunu daha biz bile konuşmamıştık. Yaman'a verebilecek başka hiçbir cevabım yoktu.
Olandan başka. Başımla Alaz'ı işaret ettim. "Dediği gibi yemek yiyeceğiz." Aslında onu ben de söylemiştim hastanede ama Yaman unutmuş gibiydi. Ama Cesur hatırladı.
"Lan, hastanede tanıştım dediğin bu piç miydi, Asi?" diye sordu.
Derince bir nefes verdim. "Evet."
Alaz ellerinin cebini sokmuş yüzündeki pis bir sırıtışla bizi izliyordu. O kadar kendinden memnun ve zevk alıyor gözüküyordu ki bir an gerçekten suratına benim de bir yumruk atasım geldi. Yaman öteki taraftan hala ona öldürmek ister gibi bakıyordu.
Alaz batmaya yakın olan güneşe baktı sonra da bana. "Asi, gidelim mi?" diye sordu sanki hiçbir şey olmamış gibi. "Güneş batmak üzere, yoksa kaçıracaksın," diye tekrar etti sonra Yaman'a dönerken tekrar pis bir gülümseme attı. "Kardeşine güneşin batışını izleteceğime söz verdim. Çok güzel oluyor. Kız sizin yüzünüzden kaçırmasın."
Yaman, Alaz'ın "LAN!" diyerek üstüne yürürken araya girip tekrar onu durdurdum.
"Yaman!"
Yaman, "Lan sen kendini benim kardeşime nasıl denk görürsün, lan!" diye bağırdı benim aramdan. Artık tam ortalardaydım. Alaz'ın suratındaki o pis sırıtış da kaybolmuş, yüzü yine kasılmıştı. "Nasıl kendine yakıştırırsın! Asi kim sen kim, lan!"
Alaz kafasını eğerek omzum üzerinden Yaman'a baktı. "İnanır mısın ama aynı şeyi ben de seni Rüya'nın yanında gördüğümde düşünmüştüm," diye cevap verince birden buz kestim, durdum. "Kim bu Rüya'nın yanındaki yabani? Nasıl kendini ona denk görüyor diye? Rüya kim, o kim?"
Sözler üzerimden geçerken, yutkundum. Sırtım ona dönüktü, yüzünü görmüyordum ama sesindeki öfke yine de çok tanıdıktı. Birden gözlerimin dolduğunu hissettim. Ellerimi çektim, içimde bir şey donmuş, buz tutmuş gibi oldu. Yutkundum tekrar.
Alaz da sanki ne söylediğinin farkına varmış gibi bana bakıyordu şimdi. Bir iki adım atarak aramıza mesafe koydu. Önüme bakarken yüzüne bakmadım. Gözlerim ileri sabitlenmiş bakarken boşlukta bir noktaya odaklanmıştı. Söylediği beynimin bir yerinde hala yankılanıyordu.
Rüyaya karşı hala hislerini biliyordum. İnkar da etmiyordu zaten, saklamıyordu da yine de bu şekilde bir karşılaştırma canımı yakmıştı. Yakmaması gerekiyordu ama yakmıştı işte. İçimden gitmek geldi. İkisini de arkamda bırakıp yürümek. Belki de korktuğum, Yaman'ın bilmemesini istememin sebebi de buydu. Bundan çekinmiştim. İşin bu noktaya gelmesinden. Buna dönmesinden. Tam da beklediğim gibi olmuştu. Şu söylediğini bana yalnızken söyleseydi belki bu kadar canımı yakmazdı ama Yaman'ın yanında söylediğinde canımı acıtmıştı.
Sanki ihanete uğramışım gibi geldi. Aynı o gece Yaman'a 'sana olan aşkından' bahsediyordu dediğinde hissettim gibi beni sırtımdan bıçaklamış gibi hissettim.
Yaman yanıma yaklaştı. Elini belime koydu. "Asi, güzelim, hadi gidelim," dedi.
Sesi yumuşamıştı şimdi. Alaz'ın sözlerinin beni incittiğini anlamıştı o da. Bu şekilde bir karşılaştırmayla muhatap olmanın. Bir yanım hala ona da kızgındı. Tüm bu denklik muhabbetini başlatan, olayları geren, iki dakika sakin sakin durup konuşmayı beceremeyen, yetmeyip beni bir şekilde sadece biriyle yemeğe gidiyorum diye takip edip bulan da oydu. Belki de Alaz'ın canımı yakmasının acısını şimdi ondan çıkartıyordum ama yine de sinirledim.
İçimdeki kaçma duygusu bu sefer bir yüzleşme isteğine döndü. Sıkılmıştım artık. Sürekli aynı şeyleri yapıp, aynı şeyi deneyip farklı sonuçlar beklemekten. Kaçmak, olmamış gibi davranmak hep yaptığım şeylerdi. Hep istediğim. Dün Alaz'a beni akşam dışarı çıkart mısın diye sorduğumda aynı his vardı içimde, aynı istenç. Bir şeyleri değiştirme isteği. Aynı şeyleri yapıp yapıp hayatımda farklılıklar olsun diye bekleyemezdim. O dersi de çok iyi almıştım dün gece.
Sıkılmıştım. Herkes kendi hesaplaşmalarını görürken arada kalmaktan, yok sayılmaktan usanmıştım. Tüm hayatım boyunca zaten Cesur ve Yaman arasında arada kalarak geçmişti. Şimdi bir de Alaz ve Yaman arasında kalmak istemiyordum.
Ruh halimin değişimini anlayan Alaz da bana sorgulayıcı gözler ile bakmaya başlamıştı. Gözleri de kısılmıştı. Tepkimi anlamlandırmaya çalışıyordu. Kafamı ikisi arasında sallayıp onu daha da zorlamamaya karar verdim.
"Bana bakın ikinizde! Bir daha beni ve Rüya'yı bu şekilde aynı cümle içinde ananın aklını söker alırım! O küçük beyinlerinizi alır götünüze monte ederim! Duydunuz mu beni!"
İkisi de şaşkınca birbirine baktı, cevap veremediler ama. Sinirlerim iyice gerildi, bu sefer tam anlamıyla bağırdım. Aynı onlar gibi. "LAN! SİZE BİR SORU SORDUM! DUYDUNUZ MU BENİ, CEVAP VERİN!"
İkisi de aynı anda başını ileri geri sallayarak onayladı bu sefer. Konuşmamışlardı ama yine de kabul ettim. Derin bir nefes verdim sonra ikisini de baktım. "Son kez uyarıyorum," diye devam ettim. Sesim çok ciddiydi çünkü çok ciddiydim. Alaz'a da ayrı bir bakış attım çünkü onun da çok iyi anlamasını istemiştim.
"Aranızdaki sorunlar neyse bizi dahil etmeyin, kendi aranızda halledin. Artık pantolonlarınızı indirip kim daha uzağa işeyecek diye sidik yarışımı mı yaparsanız, ringe çıkar birbirinizi komaya mı sokarsanız ya da ne bileyim birilerine sataşır tekrar bir araba dolu dayak mı yerseniz bilmem ama bize bulaşmayacaksınız. Anladınız mı?"
İkisi de tekrar hızlıca başlarını salladılar onaylamak için. Tatmin olarak ben de karşılık verdim derince bir nefes daha vererek. İçimde bir şeylerin daha da sakinlediğini hissettim. Yaman ve Cesur başlarını öne eğmiş şimdi yere bakıyorlardı. Alaz beni inceliyordu. Bir an içimden ona dönüp hadi gidelim demek geldi ama durdum. Aslında gitmek istiyordum şimdi. Ama güneşin batışını izlemeye. Yaman ve Cesur'un ortaya çıkışının bu gecemi mahvetmesine ya da Alaz ile aramızda adını henüz koyamadığımız şeyi bozmasına izin vermeyecektim ama henüz işim bitmemişti.
Bir şeye başladıysan yarım bırakmamak lazım. Bazen başladıysan sonuna kadar gitmek gerekir, tam yapmak gerekir. Alaz'ın da sırası gelecekti ama henüz değil. İlk önce Yaman'la uzun önce yapmam gerekeni yapıp bu hesabımı kapatmam gerekiyordu. Artık onun da vakti gelmişti. Hissediyordum.
"Siz bekleyin burada" diyerek Yaman'ı onlardan uzağa doğru birkaç adım götürmeden önce Alaz ve Cesur'a bir bakış attım. Deniz kenarında durup birbirimize baktık. Söylediğim gibi Cesur ve Alaz geride kalıp beklediler. Arkamda sırtıma odaklanmış gözleri ile beni inceleyen Alaz'ı delici bakışlarını hissedebiliyordum ama tepki vermedim. Şimdi o da meraklanmıştı, ne yapacağımı merak ediyordu. Aslında onunla alakalı değildi yapacağım konuşma, Yaman ile benim ile ilgiliydi ama yine de merak ediyordu. Çünkü demin tüm söylediklerime rağmen o da yine de dahildi aramızda olanlara. Aynı Rüya'nın da dahil olduğu gibi.
Dördümüz beraber çok bilinmezli bir denklem gibiydik ama aklımın daha da karışmasına izin vermedim. En basit sorudan başladım Yaman'ın gözlerine bakarak. "Nasıl buldunuz bizi?" diye sordum. "Peşime adam mı taktınız?"
Yeni evin otoparkından çıkarken etrafta kimse yoktu, görmemiştim. Erketeye yatmış olsalar bile Alaz'ın arabasını görüp tanımış olabilirlerdi ama o da bizi ilk gördükleri andaki şaşkınlıklarını açıklamıyordu. Yaman ve Cesur bizi bulduklarında Alaz'ın yanımda olduğunu bilmiyorlardı. Bir şekilde nerede olduğumun haberi onlara gitmişti ama yanımda kimin olduğundan ikisinin de haberi yoktu.
"Etrafa haber saldık seni bir gören olursa bize haber versin," diye Yaman açıkladı. Derin bir nefes vererek ona baktım. Tam tahmin ettiğim gibi dışarı biriyle yemeğe çıkıyorum diye bizim casus ağını peşime takmışlardı beni bulmak için.
"Seni gümüş grisi bir BMW'nin içinde trafikte görmüşler buralarda diye haber gelince biz de geldik," diye devam etti Yaman. "Alaz olduğunu bilmiyorduk." Yüzü gerildi dudakları kasılırken. "Tanımamışlar yanındakini."
Tekrar iç geçirdim. "Neden, Yaman? Neden?" diye sordum. "Neden tüm mahalleyi peşime taktın sadece yemeğe gidiyorum diye?"
Anlamıyormuş gibi başını salladı bana doğru eğilerek. Yüzündeki öfke de geri gelmişti. "Asi, bak, kendimi zaten zor tutuyorum, beni iyice çıldırtma. Ne demek neden? Bırakmasam Alaz'la yemeğe gidecektin!"
Benim de yüzüm gerildi. "Alaz'la hala yemeğe gideceğim, Yaman," diye düzelttim sertçe. "Orada bekliyor hala."
Yaman'ı siniri daha da arttı. Kendini zar zor tutuyordu bağırmaya başlamamak için tekrar anladım. "Asi, güzelim, bak neler oluyor anlamıyorum ama hadi eve gidelim, konuşalım. Ama Alaz olmaz. Bu deyyus senin yanına yaklaştıysa kesin bir planı programı vardır, biliyorsun."
Kiminle takıldığını unutuyorsun, Asi kız. Benim her zaman bir planım vardır. Alaz'ın sözü beynimde yankılarken Yaman'a sadece baktım "Neden?" diye sormadan önce. "Beni kadın olarak görüp beğenmez mi? O kadar çirkin miyim ben?"
"Asi, ne alakası var? Ben onu mu diyorum sana!"
"Sorun şu ki, Yaman," diye cevapladım. "Sen hiçbir şey demiyorsun. Neden beni takip ettirdiğini bile söylemiyorsun. Alaz deme yine çünkü Alaz'la olduğumu bilmiyordun."
Derin bir nefes aldım sonra da oynamayı bıraktım. "Alaz beni kıskandığını düşünüyor," diye cevap verdim. Sesimi soğukkanlı ve kendimden emin tutmaya çalıştım ama yine de biraz titremişti. Bir yanım ağzımdan çıkan laflara, başladığım yüzleşmeye hala inanmıyordu ama devam ettim.
"Yanıma erkek sinek bile yaklaşsın istemiyormuşsun ki alanından çıkmayayım. Hep etrafında kalayım." Beni friendzone'a attığını düşünüyor diye de eklerdim ama Yaman'ın anlayacağından şüpheliydim kelimeyi. Zaten o ne demek istediğimi anlamıştı.
Yüzü iyice kaskatı kesilmiş, kirli sakalının altından kasılan çene kaslarını görmek imkansızlaşmıştı. Gözleri ile omzumun üstünden döver gibi Alaz'a bakıyordu. "Bak işte, tam bundan bahsediyordum, Asi," diyerek bakışlarını bana döndürdü. "Senin yanına sokuldu, zehrini kulağına fısıldıyor şeytan. Aklını bulandırıyor."
"O zaman temizle, Yaman," diye iyice bastırdım. Sürekli konuyu Alaz'a döndürüyordu. Ondan da sıkılmıştım. "Ben Alazdan değil bizden bahsediyorum," diye açık açık söyledim. Biz. Hayatımda ilk defa kendimle Yaman'ı bu şekilde cümle içimde kullanmıştım.
Gözleri iyice kısılmış bana baktı Yaman. Sorgulamam o kadar rahatsız etmişti ki onu gözlerini kaçırdı bu kez. "Neden peşime adam taktın? Neden bu kadar tepki verdin?"
"A-asi," diye tekleyerek konuştu. "M-merak ettim. Senin benim kız kardeşimsin. Nasıl merak etmeyeyim." Bir an durdu. "Asi, ben anlamıyorum. Ne söylemek—nereye varmak istiyorsun anlamıyorum. Seni kıskandığımı mı düşünüyorsun sen de?"
Sorusunu biraz düşündüm tam olarak ne düşündüğüm çıkartabilmek için. Kıskandığını hala zannetmiyordum. Açıklamak zordu, garipti. Tam olarak isim bile veremiyordum ondan hissettiğimden ama Cesurdan gelen tepkinin bana hissettirdikleri ile Yaman'dan gelenin hissettirdikleri o kadar farklıydı ki. Sonuçta Cesur arkada Alaz ile bekliyordu. Ben ise bu konuşmayı Yaman ile yapıyordum burada. Bu bile aslında yeterliydi durumu özetlemek için.
Yine içimi çektin derin bir nefes vererek sonra başımı salladım. "Hayır, kıskandığını düşünmüyorum… o şekilde," diye ekledim. "Ama Cesur arkamızda bekliyor, Yaman, biz ise bu konuşmayı yapıyoruz şimdi. Çünkü sen beni kıskanmadın ama bir erkekle yemeğe gidiyor olmam hoşuna gitmedi. Alaz olduğunu bilmeden bile istemedin gitmemi."
"A-Asi—" derken sözünü kestim tüm gücümü toplayarak.
"O gece Alaz'ın sana söylediği doğruydu, Yaman," diyerek sonunda içimde çocukluğumdan beri kalbimin en derininde sakladığım sırrımı itiraf etti. "Sen bizi mahallede bulduğunda ben Alaz'a aşkımdan bahsediyordum."
Gözlerine baktım. Sessiz put gibi kalmıştı şimdi Yaman. Sadece beni izliyordu. Şok mu geçiyordu ya da bu söylediklerimin ağzımdan çıktığına o da inanamıyordu bilemedim.
"Sen o gün beni kurtarıp elimi tuttuğundan beri seni sevdim ben." Gülerek omuzlarımı silktim. "Küçücük bir kız çocuğun platonik aşkıydı ilk önce, onu kurtaran, ona bir umut olan kişi için. Geçer zannettim ama geçmedi. Alaz anladı. Taa birlikte nezarethaneye düştüğümüzde. Bir bakışta gördü, çözdü."
Ben seni görenim, Asi.
"Cesur da biliyor. O da gördü," diye devam ettim sonra yine güldüm ama bu sefer içinde iğneleyici bir alay vardı. "Sen hariç herkes gördü zaten."
"A-Asi, gel eve dönelim, konuşalım," diyerek yanıma sokulmaya çalıştı Yaman, ön kolumu tutmaya. Kendimi geri çektim.
"Konuşacak bir şey yok, Yaman. Sen de biliyorsun işte herkes gibi. Senden bir şey beklemiyorum, sadece bana engel olmanı istemiyorum."
Kafasını salladı. "Bırakayım da bu deccal ile mi ol! Saçmalama, Asi. Zayıf anında yakalamış seni, aklını karıştırmış ben Rüya ile birlikteyim diye! Neyini anlamıyorsun!"
Kendime engel olamadım ama engel olmakta istemedim zaten. Ama uyarmıştım daha önce. Beni bir daha Rüya ile kıyaslarsanız eğer aklınızı alırım demiştim. Yaptım. Kafamı geriye atarak onun kafasına gömdüm içimde biriken tüm hırs ve öfke ile.
"ASIL SEN ANLAMIYORSUN!" diye bağırdım Yaman kafasını tutarak sendeleyerek geri tökezlerken. Alaz ve Cesur yanımıza koştular. "Ben sana seni çocukluğumdan beri seviyordum, sana aşıktım diyorum sen bana hala Alaz diyorsun!"
Alaz beni tuttu. "Asi! Sakin ol!"
"Bırak!" diyerek onu geri ittirdim. "Sakinim ben!" Sakin falan değildim ama olmak da istemiyordum. "Alaz'la dün gece birlikte oldum!" diye de açıkladım. Neden yaptım çok bir fikrim yok ama iyice usanmıştım artık. Canıma tak etmişti, aynı dün geceki gibi.
Hem Cesur hem Yaman taş kesilmiş bana baktı. Sonra gözleri öfke ile Alaz'a döndü. "Kızmayın ona boşuna, onun bir suçu yok. O istemedi hatta. Tam bir beyefendi gibi davrandı. Ben zorladım. Baştan çıkarttım."
"S-sen kafayı yedin, Asi," diye başını sallayarak mırıldandı Yaman. İleri geri volta atmaya başladı. "Sen iyice uçtun."
Gülümsedim. "Yok, dün gece kafam güzeldi ama şu anda çok iyiyim. Bir şey içmedim bu akşam."
"Asi!" diye kulağıma fısıldadı Alaz beni kendine çekerken. "Abartma istersen sen de. Yeter."
Alaz bile sağduyu çağrısına başladığına göre sanırım artık durma zamanım gelmişti. Kafamı sallayarak kendimi kollarında çıkarken tekrar. Yaman'a doğru yürüdüm.
"Yaman, bizim biraz uzak durmamız lazım sanırım birbirimizden," dedim bu sefer. O hala sinirle bana bakıyordu ama sözlerim onu duraksattı. "Kafamızı toparlayıp biraz nefes almamız lazım. B-ben artık yapamıyorum böyle," diye söyledim. Yutkunurken sesim de küçülüp yumuşamıştı. "Çok yoruldum," diye itiraf ettim.
Zaman. Zamana ihtiyacımız vardı. Hep demezler miydi zaman her şeyin en iyi ilacıdır diye. Kendi yoluma gitmek, kendi hayatımı yaşamak istiyordum, geleceğe bakmak ama geçmişin gölgeleri etrafımı sararken çok zordu. "Beni o şekilde görmediğini biliyorum. Görmeni de istemiyorum zaten artık," diye de ekledim. "Ben o defteri kapattım."
Yalan söylememiştim Alaz'a. Geriye bakmıyordum ama aynı nehirde iki kez yıkanılmaz demişler. "Ama benim zamana ihtiyacım var. Kafamın karışmasını istemiyorum."
Yaman bana baktı, başını sallıyordu şimdi. Gözleri kayarak omzundan arkamda duran Alaz'ı buldu. Korkuyordu hala benim için anladım. "Alaz'a güvenmediğini biliyorum. Güvenmeni de sormuyorum zaten. Alaz'a değil, bana güven," diye söyledim. "Ondan bana zarar gelmez."
Geriye dönüp şaşkınca yüzüme bakan Alaz'a yürüdüm. Ben bağırmamıştım ama duymuştu söylediklerimi, afallamış bana bakıyordu. Koluna girdim usulca, motora doğru yürümeye başladım. "Hadi gidelim yoksa geç kalacağız."
Kafasını çevirip bana baktı. Gülümsedi. "Gidelim, Asi kız."
Arkamıza hala bakmıyorduk. Bizi bekleyen motora ilk önce o bindi sonra binmem için elimden tutarak bana yardım etti. Motorun içine bindiğimizde Alaz hemen başını kaptana sallayarak harekete geçirdi deniz vasıtasını. Motor sesi gürültü ile kulaklarımda uğuldamaya başladığında rüzgar ve deniz suyu damlaları bize çarpmaya başladı. Alaz hala gülümseyip bana bakıyordu, eli de elimi sarmıştı, hala bırakmamıştı. Ben de çekmemiştim bu sefer.
Yaman ve Cesur karada kayboldu biz boğazın karşı yakasına geçerken. Vücudunu siper ederek daha da yamacıma sokuldu beni rüzgardan korumak için. Kalın paltom ile üşümüyordum, onun vücudundan ısı dalgaları bana doğru yayılıyordu ama yine kendimi iyi hissettim. Kolları arasında elimi tutuyordu. Yüzünde o kendinden memnum, zevklenmiş sırıtışıyla birlikte.
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Ne oldu çok hoşuna gitti galiba şahit oldukların," diye sordum motor sesi üzerinden. "Zevke gelmiş gibisin."
"Doğruyu söyleyeyim mi?" diye sordu kulağıma yaklaşarak.
Başıma salladım onaylamak için.
"Sonra bana da kafa atmayacak mısın ama?"
İç geçirdim. "Atmam. Söyle."
"Bayıldım," diye açıkça itiraf etti. "Hem Yaman'a görüşmek istemediğini söylemene sevindim hem de beni korumana."
Başımı salladım bu sefer. "Senin için yapmadım," diye açıkça söyledim ben de. Yalan söylemek, onu kandırmak istemedim. Belki onunla yaşadıklarım olamazsa asla Yaman'a biraz birbirimizden uzak kalalım diyemezdim ama yine de yanlış anlamasını istemedim. "Kendim için yaptım."
"Biliyorum," diye cevap verdi omuz silkerek. "Ama yine de hoşuma gitti. Her buluştuğumuzda arkamızdan sizin mahalleyi takmasını istemem. Seninle Yaman hakkında kavga etmekten de sıkıldım."
Beni biraz önce Rüya ile kıyaslayan biri için fazlasıyla cesur bir açıklamaydı. Gözlerimi onunkilerde kilitledim cevap vermeden önce. "Biraz önce Yaman ile beni ve Rüya'yı ortaya atıp çok güzel kavga ediyordun ama."
"Asi…" derken onun da sözünü kestim. Ben itiraf etmiştim sıra ondaydı.
"Hala aşık mısın Rüya'ya?"
Yüzü gerildi. Kolları hala beni sarıyor, elimi de tutuyordu, bırakmamıştı. "Zor sorular soruyorsun, Asi kız."
"Belki sen de bir itiraf yapmak istersin dedim."
Gözleri kısıldı. "Rüya'ya söylememi mi istiyorsun yoksa ondan uzak durmamı mı?" diye sordu. "Beklentin ne?"
Kollarından geriye daha yaslandım. "Sana bir beklentim olmadığını söylemiştim, Alaz."
"Yalan söyleme, Asi. Kimse beklentisiz olamaz bu hayatta. Rüya'yı çıkartmamı mı istiyorsun hayatımdan?"
"İstesem çıkartır mıydın?"
Derince nefes verdi, başını salladı. "Gerçekten zor sorular soruyorsun, Asi." Motor durup restoranın ufak iskelesine yanaşınca konuşmamız da yarıda kaldı. Alaz ayağa kalktı iskeleden komiler çabucak bir merdiveni motora doğru verirken.
Alaz çabucak iskeleye atladı, sonra eğilip beni de yukarı çekti. Kalın topuklu botlarım ile hiç zorlanmadan yukarı atladım. Restoranın açık iskele kısmı cam pencereler ile tamamıyla kapatılmış, her masanın başucunda da bir ısıtıcı vardı. İçeride tamamen kapalı başka bir salon daha vardı ama Alaz bizi iskelenin en ucundaki masaya doğru yürütmeye başladı. Eli hala elimdeydi, bırakmamıştı. Elele restoranda masamıza doğru yürüyorduk. Güneş batmaya yakında. Tam zamanında yetişmiştik.
Diğer masalar boştu. Soğuktan insanlar herhalde içeri doluştular diye düşünürken mekana iyice inceledim ama bir şeyler tersti. Daha önce hiç bu kadar lüks bir mekanda olmamıştım. Daha önce hiç lüks bir İtalyan restoranında da olmamıştım zaten de burası İtalyan restoranından çok balıkçıya benziyordu. Her ne kadar lüks olursa olsun tüm balıkçılar sanırım birbirine benziyordu. Mekanın öte ucunda büyük camdan bir akvaryum bile vardı.
Alaz'a döndüm. "Alaz, burası ama balıkçı," diye söyledim vardığım sonucu.
Başını hafifçe sallayarak beni tasdik etti. "Evet. İtalyan restoranına yer ayırttım ama sonra vazgeçtim," diye açıkladı. "Deniz mahsulü yiyeceksen tam ye dedim. Lacivert İstanbul'un en iyi balıkçısıdır," diye konuşmaya devam etti. "Babam Uskumru'yu daha çok sever ama ben Lacivert'i seviyorum. Istakozu en iyi burası yapıyor."
Gözlerimi kırpıştırdım. Bir an acaba motorda konuştuğumuz konu yüzünden aramızı yumuşatmak, ortamı dağıtmak mı istiyor diye bile düşündü bomboş geyik muhabbeti ile ama ıstakoz aklımı çeldi. "Istakoz mu yiyeceğiz?"
Gülümseyerek bana döndü, başını salladı. "Hı hı. Çok güzeldir. İlk önce güneşin batışını seyredelim iskelede sonra içeri geçer, yemeğimizi yeriz."
"Ben nasıl kıracağım onu?" diye sordum iskeleye doğru yavaşça yol alırken. Ben de gülümseye başlamıştım. Sorduğum sorudan belki hala kaçıyordu ama umursamamaya karar vermiştim. Daha sonra konuşabilirdik. Bu kadar hazırlık başımı döndürmüştü, yalan söyleyemeyeceğim.
Deniz taksisi ile beni İstanbul'daki en ünlü restoranlardan birine getirip, ıstakoz yedirecekti. Beni etkilemeye çalışıyordu o zaman daha iyi anladım. Sadece güzel bir gece geçirmemi değil, kendini de belki kanıtlamak, beni etkilemek istiyordu. O kadar hoşuma gitti ki deniz taksisindeki konuya takılamadım. Lacivert'i ben bile duymuştum. Şimdi burada ıstakoz yiyecektim. Kendi kendime gülümsedim.
"Kabuğu çok sert, filmlerde gördüm. Kırmaya çalışırken milletin göğsünün içine uçuyordu," diye takıldım.
"Sen dert etme, ben senin için kırarım. Üstün mahvolmasın. Gerçi senin pek dert etmene gerek yok. Altında bir şey olmadığı için."
Güldüm. "Sutyen çok sıkıcı bir şey, biliyor musun? Böyle insan çok daha özgür hissediyor."
Başını salladı. "Neyse sen paltonu üstünde tut, sıcak sıcak orada özgürce takılsınlar." Durdu. Bana bir bakış attı. "Pantolonun altında umarım o kadar özgür değilsindir."
Güldüm tekrar kulağına doğru. "Sesin sanki umuyormuşsun gibi çıktı yalnız, Alaz."
"Hepimizin beklentileri var işte hayatta."
"Hani sen bu gece beni yatağa atmayacaktın?" diye sordum gerisin geri. "Hani ne yeminler etmiştin kendine dokunmayacaktın bana bu gece diye? Daha şimdiden altımdan külotumu çıkartmanın hayalini kurmaya başladın."
Parmaklarını parmaklarıma sıkıca kenetleyip beni yanına çekerken kafasını salladı. "Sen gerçekten çok fazla niyet okuyorsun, Asi." Bir masanın yanında durmuştu. Yüzüme doğru eğildi. Masanın üzerinde kocaman bir vazoda güller, uzun ince şampanya kadehleri ve yanında ufak minik kırmızı bir kutu vardı. "Her şey iyi hoş da onu ne yapacağız?"
Gözlerim masaya kayarken kalp atışımın hızlandığı hissettim. Çok fazla niyet okuyorsun, Asi, sonra pişman olacaksın.
Masadaki güllere baktım. En az elli tane olmalıydılar. Adeta tüm masayı kaplıyordu. Kadehler güllerin yanında öteki tarafta da minik kutu vardı. Mücevher kutularına benziyordu.
Eğildi dudaklarıma dokundu, sonra elindeki kutuyu açtı, gösterdi.
Ufak karanlıkta parlayan bir kolyeydi. Işıltısı gözlerimi aldı. Emin olamadım ama pırlanta gibi geldi. En son bu kadar parlayan taşı Çağla'nın boynundaki kolyede görmüştüm. Bana aldığı kolye öyle gösterişli bir şey değildi, ufak ama çok kibardı. Tek sıra bir zincir ve ucunda ufak bir el yazısı ile yazılmış A harfi vardı taşlarla bezeli.
Kutuyu masaya koyarak paltomu çıkarttı önce sonra ben ona arkamı dönerken boynuma zinciri taktı. Kopçayı ilikleyince sıcak nefesini omuzlarımda hissettim o başıma boynumun yanına gömerken. Benim elim kolyenin ucuyla oynuyor, ismimin baş harfinin üstünde ilerliyordu. Dudakları tenime değdi parmakları çıplak kolumda dolanıyor. Titredim.
"Çok güzelsin, Asi, çok," diye inleyerek nefes aldı tenimin üstünden. Kokumu içine çekiyor gibiydi. Kolları arasında beni döndürdü, yüzüme baktı. Eli boğazımın üstünden kolyesini izledi aynen benim yaptığım gibi sonra diken diken olmuş tüylerimi fark etti. Gözleri aşağı doğru kaydı. Göğüs uçlarım hissettiğim ürperti ve soğukluğa birleşince dikleşmiş, kadife kumaşın altından ortaya çıkmışlardı.
Uzanıp masanın sandalyesinin arkasında asılı duran büyük polar şalı aldı ve üzerime sıkıcı sardı. Hala gülümsüyordu. Gözlerimi devirdim. "Üşütüp hasta olma."
"Hı hı," dedim gülerek.
Sandalyeyi çekti benim için. Ben otururken o da diğer sandalyeyi yanıma çekip oturdu. İkimizde denize doğru dönmüş, yan yana masanın önünde oturuyorduk şimdi. Etrafımızda bizden başka kimse yoktu hala. Güneş batmak üzereydi. Gökyüzü önümüzde portakal ve mor renginin birleşimi mistik bir renk almış denizin ufuk çizgisi ile birleşiyordu. Dalgalar ve gökyüzü o noktada birleşiyor, birbirine karışıyordu. O kadar güzel o kadar inanılmazdı ki oradan ötesi sanki her şeyin mümkün olabileceği bir cennet gibi geldi. Mucizelerin gerçekleşebileceği bir diyar. Aynı benim Alaz ile koyun koyuna oturup şu anda o yeri seyretmem gibi.
Alaz büyük polar şalı üzerime atmıştı. İkimizde farklı sandalyelerdeydik ama sanki yan yana oturuyorduk. Kolu benim omzumu sarıyor, boğazımla, boynumla ve oraya taktığı kolyesi ile oynuyor, parmakları usulca saçlarımın ucunda dolanıyordu. Benim başımda onun omzundaydı. Kendimi o kadar sakin ve huzurlu hissettim ki güneşe denize doğru dalarken derince inleyerek nefes verdim.
Başımı omzundan tam olarak kaldırmadan Alaz'a baktım. "Alaz, çok güzelmiş," diye fısıldadım.
Başını eğip usulca öptü beni dudaklarımdan. Sonra gülümsedi. "Söylemiştim sana. Dalgaların gökyüzün kesiştiği o yer. Ben ölünce oraya gitmek istiyorum, Asi," dedi.
Başımı salladım. "Ben de."
Bir garson yanımıza geldi. Elinde kocaman geniş bir şarap şişesi tutuyordu. Benim içemezdim ertesi gün haplarından dolayı ama Alaz yine de hazırlatmıştı. Şarap zannettim ama şişe ufak bir pop sesiyle açıldığında Alaz'a baktım yine. Şampanya mı patlamamıştı anlayamadım. Deli gibi köpükler çıkmamıştı şişeden ama yine de garson sıvıyı uzun ince bardaklarımıza dökerken şaraptaki baloncukları görüyordum.
"Bu ne?" diye sordum başımla işaret ederek garson şişeye metal soğutucu kovaya koyduktan sonra masadaki. Şarap da bardaklar da soğuktu.
"Gazı kaçmış şampanya mı? Bunları yapınca paran mı kalmadı?" diye takıldım gülerek.
O da güldü. "Yok. Şampanya değil. Prosecco."
"O ne?" diye sordum.
"Bir nevi İtalyan şampanyası. Köpüklü şarap. Çok güzeldir. Ben şampanyadan daha çok severim." Bir an durdu. "Aslında aperatif olarak Aperol alalım diyecektim ama o ağır gelir sana şimdi belki ilaçlar yüzünden. Bundan yarım kadeh içersen bir şey olmaz."
"E sen alsaydın istiyorsan," dedim cevap olarak. "Ben su ile devam ederim."
"Olmaz. Sen içmezsen ben de içmem. Bugün off vermiş olurum ben de. Karaciğerim dinlenir."
Güldüm. "Çok düşüncelisin."
"E bugün içememenin sebeplerinden biri de benim," diye sağ olsun tekrar hatırlattı. "Tek başına katlanma."
"Aperol ne?" diye sordum aklımı içimde gezebilen spermlerinden uzakta tutmaya çalışarak. Konu hala beni geriyordu. İlaçları alıyordum ama onlar bile yüzde yüz döllenmeye engelleyecek diye bir kaide yoktu ve döllenme olduysa da aldığım haplar artık işe yaramazlardı. Benim ilaçları almam ile sevişmemizin arasından da saatler geçmişti. Eğer içime boşaldıysa ve spermleri de iyi yüzücüler ise çoktan karnıma bir bebek koymuş olabilirdi. Düşünce ile titredim.
"Bu aralar en moda olan aperatiflerden," diye açıkladı Alaz biz boş muhabbet ederken. Benim karnım olabilecek olan şey ile korkuyla kasılırken onun bir eli şalın altından boynumdan aşağı hafifçe kaymış, tek kollu bluzumun arasından göğsümü bulmuştu. Farkında mıydı bilmiyorum ama konuşurken de aynı zamanda mememi elleyip, okşuyordu.
Gülerken başını eğerek yüzüme baktı. Halinden çok hoşnut görünüyordu şimdi usul usul sol mememi avuçlarken. O kadar sakin ve huzurlu görünüyordu ki bu haliyle dün geceki Alaz'ı hatırladım birden. Elleri yavaş yavaş sırtımda gezinen ben üstünde çırılçıplak yatarken.
Alaz, bize ne oluyor böyle?
Görüntü beynimde ışıklar için patladı, gözlerimde şimşekler çakarken ve o kaybolmuş anın gerisi de geldi bu sefer. Elleri hala sırtımda dolanıp beni okşarken kulağıma sakince fısıldadığı şeyi de hatırladım.
Korkma, bir şey olduğu yok. Aşık oluyoruz sadece.
Anı beynimde sisler ve ışıklar içinde yanıp sönerken Alaz hala eliyle mememi okşayıp kulağıma usulca konuşuyordu. "Sen hani Cosmo istedin ya dün gece? Bir dahakine Aperol iste. Artık kimse Cosmo kimse içmiyor, güzelim. Yeni moda Aperol. Bu aralar—" Sustu yüzüme baktı. "Asi, ne oldu?"
Yüzüne şaşkın şakın bakarken vücudumun kollarının altında ne kadar gerildiğini anladım. Yay gibi olmuştum yine. Kafamın arkasında onun usul yumuşak sesi aşık oluyoruz sadece diye dönmeye devam ediyordu. O kadar afallamıştım ki ne diyeceğimi bilemedim. İçimden dün geceki söylediğin doğru muydu, kast ettin mi diye sormak geldi ama daha biraz önce zor sorular sorduğumu söylemişti. Bu sabah da gelecek sefere belki söylerim diyerek konuyu geçiştirmişti.
Başımı salladım, cesaret edemedim. Bugün Yaman ile yüz yüze gelmiştim ama bu konuşmayı yapmaya cesaret etmek başkaydı. Ona bana gerçekten aşık mı oldun yoksa sadece ottan mı öyle hissettin diye sormak cesaretten de fazlasını gerekiyordu. Cevabından da korkmuyor değildim. Diğer soruma bile henüz cevap vermemişti.
"Yok bir şey," dedim. "Köpüklü şarap ne?"
Aklıma sorulabilecek en masum soru gelmişti. Alaz'ın bir şeyler göstermeyi, açıklamayı seven bir hali vardı. Aynı zamanda sevdiği, hoşuna giden şeyleri paylaşmayı da seviyordu. Ece'ye bile playlist yapmıştı, beni de en sevdiği balıkçıya getirip sevdiği manzarada güneşin batışını göstermek istemişti. Paylaşmayı tahmin ettiğimden daha çok seviyordu.
Yüzündeki o memnuniyet ifadesi ile eli hala usul usul mememi okşarken bana baktı. Alaz rahatlayıp kendini bıraktığı zaman temas etmeyi de seviyordu. Onu da yeni yeni anlıyordum. Bir şekilde dokunmadan, okşamadan duramıyordu.
Beni ilk öptüğünden beri usul usul yanağımı ve saçlarımın ucunu okşayan parmak uçlarını hatırladım. Sonra üstünde çıplak yatarken sırtımın ortasından omuriliğinden kuyruk sokumuma kadar okşaya okşaya inen elini.
Bir şey olduğu yok. Aşık oluyoruz sadece.
İçim bir ürperti ile dolarken Alaz konuşmaya başladı. "İçine karbondioksit basıp şarabın böyle köpürmesini sağlıyorlar." Kafası ile kadehlerimizi işaret etti ben diğer elimde kendiminki alıp hayatımda ilk defa köpüklü şarap tadarken. Şampanya da içmemiştim zaten daha önce. Bir yanım hala inanamıyordu da.
"Şu baloncuklar işte karbondioksit," dedi ama ben kadehin içindeki baloncuklu, köpüren sıvıya bakarken. Açık kehribar renkli soda gibiydi. Dudaklarıma getirdim, ufak bir yudum aldım. Alaz da kendininkinden aldı.
"Şampanyadan farkı ne?"
"Çok bir farkı yok," diye cevap verdi Alaz tekrar bir yudum alırken. Eli hala yavaş yavaş beni okşuyordu gülümserken. "Şampanyanın adı Fransa'nın Champagne bölgesinden geliyor. Zamanında telif hakkını almışlar, ünlü olmuş. Oradan gelen üzümler olmadan Champagne üretemezsin şu anda. En çok Chardonnay ve Pinot Noir üzümleri var, onlardan yapıyorlar. Yani üzüm çeşidi yetmiyor, bölgesi de önemli."
Gülümsedim. Şaraplar hakkında bu kadar bilgisi olması beni şaşırtmıştı. "Sen şarap seviyor musun?" diye sordum. "Seni hep viski içerken gördüm."
Omuz silkti. Güneş iyice batıyordu artık. Tüm gökyüzü ufuk çizgisinde daha da parlak morumsu bir turuncu olmuştu. Gerçekten de manzara nefes kesiciydi.
"Severim," diye cevapladı aynı sakinlikle kadehinden bir yudum almadan önce. "Yemekle iyi gidiyor. Viskiyi akşam dışarı çıktığımda ya da evde tek başımayken içerim ezik ezik."
Son lafı söylerken hafifçe gülmüştü. Dün ben son dakikada caymaya kalktığımda söylediğini hatırlamıştım. Aynen o şekilde demiştim bana da.
Başını eğip bana baktı. "Urla'da çok güzel bağlar var. Şarapçılığı çok iyi gelişti son yıllarda, çok iyi gurme restoranlar da var," diye devam etti. "Bu sene iki restoran Michelin yıldızı aldı hatta. Ben de henüz gidemedim. Od Urla'ya gittim ama Teruar Urla'ya gidemedim daha yıldızı aldıktan. Havalar ısınsın bahara gideriz. Şarap tadımı yapar sonra da akşam yemek yeriz."
Söylediği benim için o kadar anormaldi ki kendimi engel olamadım. "Ben hiç şarap tadımı yapmadım ki," diye cevap verdim. "Hiç anlamam."
Omzunu silkti yine. "Buralarda bir iki workshop var, istersen gideriz önce. Çok da bir şey bilmene gerek. Bir iki tane üzüm çeşidini tadınca hemen kaparsın zaten. Cin gibisin."
İltifatına gözlerimi devirdim. Sonra gözlerine baktım. "Ben yüzmeyi bilmiyorum," diye söyledim. Bir anda pat diye söylediğim şaşırtmıştı onu. Yüzüme bakan şaşkın bakışlarından çok bir anda göğsümün kenarında durup beni okşamayı kesen elinden anladım.
"Hani dün akşam dedin ya Yaman için sana da öğretmediği hiçbir şey kalmamış diye, onu gösteremedi işte," diye devam ettim. Hemen neden bahsettiğimi anladı. "Denize gidemediğimiz için o kaldı. Hiç öğrenemedim. Araba kullanmayı da bilmiyorum. Onu da gösteremedi."
Bir an durdum. O da beni dikkatlice inceliyordu şimdi ama ne yapmaya çalıştığımı anladı. Yüzüne bakarken gülümsedim. "Ben hiç playstation da oynamadım. Odana girince görmüştüm. Onu da gösterebilirsin istersen."
Güldü. Sonra üzerime doğru eğilerek dudakları ile saç çizgimin kenarına dokundu. "Olur, gösteririm. Zaten araba kullanmayı kesinlikle bilmen lazım. En son Rüy—"
Lafını yarıda birden bire keserken birbirimize bakıyorduk. Devam etmesini bekledim ama etmedi. En son Rüya ile ne oldu diye merak ettim, acaba dünyadaki tüm pis kenar mahallerin pis sokaklarındaki virane dökük evlerin* içinden bizim evin önünde durduğu o geceden mi konuşacaktı diye düşündüm ama Alaz hala devam etmiyordu.
"En son Rüya ile ne?" diye sıkıştırdım yüzüne bakarak. "Devam etmeyecek misin?"
Başını salladı. "Hayır, etmeyeceğim."
"Hep böyle kaçamak cevaplar mı vereceksin, Alaz?" diye düz olarak sordum bu sefer. "Diğer sorularımı da henüz cevaplamadın."
Yüzüme baktı, gözleri sabit bende kilitliydi. "İstiyor musun hala cevapları duymak?"
Cevabını duymak istiyor musun emin ol diye ben uyaran sesini hatırladım dün gece. Başımı onaylarcasına salladım. "Evet."
"Hangisinden başlayayım?"
Güldüm. "İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz, Alaz Bey."
O da güldü sonra yüzü ciddileşti. "Eğer Rüya ile görüşmemi istemezsen görüşmem, Asi."
Yutkundum. O kadar net ve kesin bir dille söylemişti ki biraz önceki kaçıngan halinden eser yoktu. "Sen istiyor musun peki?" diye sordum.
Derince bir nefes verdi. "Sanırım benim de zamana ihtiyacım var," diye itiraf etti. "Ben de aklımın karışmasını istemiyorum."
"Karışık mı aklın?" Sesim adeta fısıltı ile çıkmıştı boğazımın arkasından. Kalbim de çok hızlı çarpmaya başlamıştı yeniden ama heyecan değildi nabzımı artıran. Korkuydu. Cevabından gerçekten de korkuyordum.
"Gerçekten çok zor sorular soruyorsun, Asi," diye mırıldandı tekrar için çekerken. "Çok zor." Sessizce ona baktım. İçimden bir şeyler donmamıştı bu sefer ama cevap vermeyişi yine de üzüyordu. Aşıktı işte hala Rüya'ya. Olmayacağını biliyordu ama benim gibi o defteri kapatmamıştı henüz.
Neden bu kadar üzüldüm emin olamadım. Rüya'ya karşı hala devam eden hislerini biliyordum. Her şeyin farkındaydım ama farkında olmak hissettiklerimi değiştirmiyordu.
Başımı salladım. Kollarından çıkmak istedim ama Alaz izin vermedi. Onları sıkarak beni durdurdu.
"Rüya kendimi bile bileli hep benimleydi," diye bakarak konuştu. "Hep hayatımın bir parçasıydı. Ama seninle son bir haftadır yaşadıklarımın onda birini bile onu senelerce tanımama rağmen daha önce hiç yaşamadım, hiç tatmadım." Tekrar derince nefes verdi. "Yani evet, kafam karışık, Asi. Hem de çok karışık—"
Durdu, eliyle dudaklarıma dokunarak başparmağı ile okşadı. "Ama ne istediğimi çok iyi biliyorum."
"Ne istiyorsun?" diye fısıldadım. Yüreğim ağzımda, nefes bile alamıyordum artık.
Başı bana doğru eğilirken o da bir fısıltı ile cevap verdi tek bir kelimeyle. "Seni." Dudakları dudaklarıma dokundu. "Seni istiyorum."
Author Note:
Şimdi geldik kaynakça kısmını ilk olarak :)
-Alaz'ın manzara için söylediği denizin ve gökyüzünün kesiştiği yer aslında Westworld'dan Antony Hopkins'in bir repliğidir. Dünyanın en güzel ve en dramatik sahnelerinden biridir. Bilincini kazanmış bir robotun zihninde hayal ettiği babası gibi gördüğü *yaratıcısının* vedası. Tam diyalog şu şekildeydi dizide.
"I've always loved this view. Every city, every... monument, man's greatest achievements... have all been chased by it. By that impossible line where the waves conspire. Where they return. The place maybe you and I will meet again." Alaz'ın içindeki saklı duygusal ve sanatsal yanı ufuk çizgisine bakıp güneşin batışında bunu düşünmüş olabilir içten içe. Ondan da Asi ile bu anı paylaşmak istedi. Aklımdaki Alaz benim zaten bu şekilde 'paylaşmayı' seven bir insan gibi geliyor. Tüm bu zaten proseccolar, köpüklü şarapların plota hizmeti de bu. Çünkü Alaz hayatını paylaşmak istiyor. Buna daha sonra döneceğiz tekrar zaten.
-Bölümde * ile işaretlediğim cümle Casablanca'nın ünlü repliğinin uyarlamasıdır. Of all the gin joints in all the towns in all the world, she walks into mine. Alaz'ın kafa bir dünya küflü evin önünde durmasının bundan daha güzel tarif edebilecek bir cümle yok sanırım.
- Bölümde geçen tüm mekanlar gerçek mekanlardır ve bu sene İzmir'de birkaç restoran da Michelin guide'a girdi. Urla'da bahsettiğim iki restoran geçen sene yıldız almadığında ben nasıl ya demiştim. Sadece İstanbul odaklı bakmaları çok ama çok saçmaydı. Fine dining diyince Urla'yı anmadan olmaz çünkü. Lacivert'in de kış bahçeli camlı alanı yoktur iskelede aslında. Gerçi ben gitmeyli bayağı bir zaman oldu. Koydularsa haberim yok. Ama bizimkiler otursun diye koymak zorundaydım. Lacivert, sorry, baby. lol. Yazarken bir türlü Ulus 29 mı gidelim Sunset'e gidelim karar veremedim, sonra aklıma balıkçı geldi çünkü ıstakoz yememiz lazım, lol! Alaz tüm hünerlerini gösteriyor. Eşrof Dede tek bir date ile battı :)))
