Giriş

Ambulans sesleri, birdenbire ortaya çıkan garip şapkalı adamlar ve siyah pelerinli insanlar. Bu akşam muggle olanların meraklı bakışlarına engel olamayacağı garip şeyler yaşanıyordu. Tam olarak ne olduğunu asla öğrenemeyecek olsalar bile onlar da biliyordu, bir yerlerde bir şeyler olmuştu. Kötü şeyler. Çünkü bu kadar karmaşa asla hayra alamet olamazdı.

Düşüncelerinde haklıydılar. Bir hastanede meydana gelmişti olay. Aslında çoktan olup bitmişti her şey. Bu yüzden Happy Daisy akmak için hazırda bekleyen gözyaşlarına direniyordu. Yanında Dante olmasaydı belki de çoktan yığılıp kalacaktı yere. Ama bunu yapamazdı, değil mi? Hastaneden dışarı çıktığında yüzünde, az önce kontrol ettiği o karmaşanın izleri duruyordu. Toz kalıntıları ve… gözlerini ellerine çevirdi. Kan.

"Daisy."

Daisy yıkılacak gibi hissediyordu. En yakın arkadaşım…

"Daisy, Linus geldi, kendine gel hemen." Dante'nin sesi emreder tondaydı, onunla nadiren böyle konuşurdu. Ama Daisy, patronlarının geldiğini, Dante onu dirseğinden kavrayıp hafifçe sarsınca ancak anlayabildi.

Linus Holmes, bembeyaz bir suratla, gözleri dehşetle dolu, onlara doğru yürüyordu. Daisy derin bir nefes aldı ve ellerindeki kanı görmezden gelmeye çalıştı.

"Daisy!" dedi adam nefes nefese. "Merlin aşkına! Bu-bu duyduklarım… bana doğru olmadığını söyle hemen!"

O kadar çok isterdim ki…doğru olmamasını.

"Maalesef efendim."

"Merlin!" Linus, bu karmaşayı nasıl temizleyeceğini bilemeyen biri gibi bakıyordu sadece. Bu Daisy'nin kalbini kırdı. Bu kırgınlık hiç geçmeyecek gibiydi.

"Bunun…" diye nefes nefese konuştu adam. "Bunun sorumlusu kim?"

Dante huzursuzca kıpırdandı.

"Operasyonu ben ve Till yönettik. Till içeride."

"Olay olduğunda neredeydiniz!" dedi Linus öfkeyle. "Onu seherbazlarla yalnız başına bıraktığınızı söyleme bana!"

"Ben… Potter'ı sorguluyordum efendim." dedi Daisy. "Ancak hastanede bir düzine, tam donanımlı seherbaz vardı. Zaten haber almışsınızdır. Hepsi…"

"Bırak şimdi!" dedi Linus. "Başımız dertte!" Öfkeyle etrafına bakındı. Sonra, öfkeli gözlerini yeniden Daisy'e çevirdi. "Olay yeri inceleme geldi mi?"

Dante, "Hepsi içeride." dedi. Daisy'nin konuşamayacağını hissetmişti. "Bizzat ben de baktım."

"Sonuç?"

"Pek işe yarar bir şey yok Bay Holmes. Ne yazık ki."

Linus eliyle burnunun kemerini sıktırdı. "Peki… imzası, var mıydı?"

Daisy derin bir nefes aldı, Dante onun göğüs kafesinin hızla inip kalktığını gördü.

"Evet. 12 adet zambak…"

12 adet zambak, diğer cinayetlerde olduğu gibi cesetlerin üzerine özenle bırakılmamıştı. Daisy'nin zihni az önce gördüğü görüntülerle doldu. Odanın ortasına fırlatmıştı hepsini. Çünkü vakti yoktu.

"Bilmeniz gereken bir şey daha var efendim, önemli bir bilgi."

Linus daha ne söyleyebilirsin ki dercesine baktı Dante'ye.

"İlyssa'nın başında… Clary vardı."

Linus'un gözleri açıldı birden. Daisy onun sadece kendi koltuğunu düşündüğünü biliyordu ve Linus'un boynuna sarılıp onu boğma iç güdüsüyle baş etmek çok zordu. Ama sadece gözlerini kısarak adama baktı.

"Merlin… Bana… bana onun da öldüğünü söyleme Dante! Yanarız, Robert Granger hepimizi çiğ çiğ yer!"

Sessizlik.

"O ölmedi." dedi Daisy birden pat diye. "O… kaçırıldı. Basil onu kaçırdı."

Sonraki gün Gelecek Postasının ilk sayfasında olmasa bile Ak Kuzgun'un ilk sayfasında manşetlerde yer aldı bu haber. Başlık şuydu. "Seherbazlık Dairesinin Hüsranlarla Sonuçlanan Rezalet Operasyonu!"

Manşetler devam etti. "Basil Dosyası: Linus Holmes Görevden Alındı"

Ve sonraki gün "Basil Dosyası, Happy Daisy ve Ekibinden Alındı."

Ama kimse Daisy'nin yaşadığı yastan bahsetmedi. Ekibin dağılması, Linus'un görevden alınması, dosyanın başka bir ekibe verilmesi, bunların hiçbiri onun umurunda değildi. En yakın arkadaşını, Clary'i yitirmişti o.

Ve böylece büyü dünyasında etkisi uzun süre geçmeyen bir kriz yaşanmıştı. Çok kişi etkilenmişti bu krizden. Çok kişi görevden alınmış, çok kişi hayatını kaybetmiş, seherbazlara olan güven sarsılmıştı. Ancak haberler hep aynıydı. Çünkü kimse başka bir şey merak etmiyordu. Kimse… onları, kurbanların ailelerini umursamıyordu. Onların yaşadığı yastan kimsenin haberi yoktu. İşte böyle başladı büyük bir hikâye. Bu başlangıç çok sarsıcıydı, gazetecilere iyi iş çıktı. Ama hikâye sona ereceği zaman belki de bütün büyü dünyası büyük bir sarsıntının altında kalıp ezilecekti. Kimsenin haber yazmaya bile mecali olmayacaktı, kim bilir? Ama şimdilik kimse onlardan haberdar değildi. Onlardan… Hermione ve Potter'dan.

İtiraf etmek gerek, Potter, hatırı sayılır bir üne sahipti büyü dünyasında. Onu neredeyse herkes tanırdı; çünkü sık sık manşetlere çıkardı. Hem de bütün gazetelerde. Kalburüstü olsun merdiven altı olsun… Harry Potter! Bütün karanlık işlere bulaşan o çocuk! Tabii artık çocuk değildi. 25 yaşına giriyordu bu yıl. Hermione ise, gerçekten neredeyse çok az kişinin bildiği birisiydi. Bu zamana kadar ismi gazetede sadece birkaç yerde, cümle içinde geçmiş olmalıydı. Reklam olmayı sevmiyordu, bu yüzden Hogwarts'ı birincilikle bitirdikten sonra bile malikanelerine akın eden gazetecileri kesin bir dille reddetmişti. Ve bütün hayatını akademik çalışmalara adamıştı. Ve bu ikisi, Hogwarts'taki ortak yıllarında bile gerçek anlamda hiç karşı karşıya gelmemişti. Hermione'nin dünyasında Harry diye biri yoktu, Harry'nin dünyası ise zaten çok başkaydı.

Ancak artık zaman değişiyordu, kader değişiyordu. Hermione bunu oraya ulaştığında anladı. Hem de iliklerine dek. O, olay yerine ulaştığında her şey çoktan olup bitmişti aslında. Olay yeri inceleme dağılmış, kurbanlara ait cesetler götürülmüş, ortalık toplanmış, gerekli mugglelara unutturma büyüsü yapılmış ve geriye… bomboş bir karanlık kalmıştı. Hayır, sokaklar ve olayların gerçekleştiği hastane hâlâ aydınlıktı. Ancak Hermione'nin kalbi, daha önce hiç böylesine sonsuz bir karanlığı hissetmemişti.

İşte şimdi… karanlıkla dans başlıyordu. Büyü dünyası buna hazır mıydı? Potter ve Granger bir araya geliyordu. Ve ikisinin de tek bir hedefi vardı, Basil'i yakalamak.